• Sonuç bulunamadı

Celaleddin Karatay vakıflarının gelir kaynakları arasında tarımsal araziler büyük bir yer tutmaktadır. Bu nedenle ikta sisteminin uygulandığı Türkiye Selçukluları döneminde arazinin mülkiyetinin ne Ģekilde elde edildiği sorusu gündeme gelmektedir.

Türkiye Selçukluları‟nda devletin toprak mülkiyeti kabul ve tatbik edilmekle birlikte, bazı amaçlarla sınırlı bir Ģekilde özel toprak mülkiyetine de izin verilmiĢtir315

. Nitekim Anadolu‟da daha ilk fetihlerle birlikte çok sayıda mülk arazinin varlığı dikkat çekmektedir. Fetihlerde, Ģehir merkezi ve civarındaki taĢınmazlar ile kırsaldaki tarım arazilerinden, ilk mülk statüsünü kazananlar bu uygulamaya üç yoldan ulaĢmıĢlardır. Bunların ilki fetihle kazanılan ve mülkiyeti Müslümanlara devredilmiĢ olan “öşür arazileri”, ikincisi anlaĢma ile yerli halka bırakılan “haraç arazisi” ve son olarak devlete ait topraklardan sultanın temlik yoluyla Ģahıslara devrettiği “mülk araziler‟dir”316.

Müslümanların ve yerli halkın mülkü halinde bulunan topraklar, devrin Ġslam memleketlerinde yürürlükte olan ve kanuni vergilerini vermek koĢulu ile mülk sahibinin satıp, vakıf ya da hibe edebildiği, ölünce ise Ģer‟î miras hukuku hükümlerine göre vereselerine bırakabildiği mülkiyet Ģeklidir. Bu toprakların genellikle Ģehir ve kasabalar civarında bulunan

315 Osman Turan, Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku, s. 335; Mustafa Cezar, Tipik Yapılarıyla Osmanlı

Şehirciliğinde Çarşı ve Klâsik Dönem İmar Sistemi, Ġstanbul 1985, s. 335-336.

316

Turan, Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku, s. 127-135; Ġ. H. UzunçarĢılı, “XIV. ve XV. Asırlarda Anadolu Beyliklerinde Toprak ve Halk Ġdaresi”, Belleten, XI/5-6, s. 103; Yunus Koç, “Selçuklu ve Beylikler Dönem Türkiye‟sinde Mülk ve Vakıf Topraklar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, I, (ed. Ahmet YaĢar Ocak), Ankara 2006, s. 356; Ayrıca Ġslam dünyasında toprak sistemi hakkında bk. Mustafa Demirci, İslâm‟ın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, Ġstanbul 2003.

sulak tarla, bahçe meyveliklerin dahil olduğu çeĢitli kayıtlardan anlaĢılmaktadır. Selçuklu vakfiyelerinde Ģehir ve kasaba civarındaki yerlerin hep Müslüman ve Hristiyan reayanın mülkü olarak gösterilmektedir. Mülkiyet hakkı dolayısıyla da buralardaki arazilerin vakfedildiğine dair birçok örnek bulunmaktadır. Devletin, bu Ģekilde halka sınırlı mülkiyet hakkını tanıyarak, miri toprak rejiminde olduğu gibi yine memleketin imarını temin ve istihsalin arttırılmasını teĢvik gibi önemli bir amaç ile hareket ettiği Ģüphesizdir. Bununla birlikte özel mülkiyet hakkı ile özel çalıĢmalara ve uzun vadeli bakıma muhtaç olan bağ, bahçe ve meyveliklerin yetiĢmesine de imkân sağlanmıĢtır. Bu topraklardan devlet, arazinin verimine, nehir, kanal ve değirmenle sulanma durumuna göre değiĢen vergiler almakta ve zaman zaman bu vergilere esas olan tahrirlerin yapıldığı bilinmektedir.

Selçuklu sultanlarının kendilerine fevkalâde hizmet etmiĢ olanlara köy ve mezra gibi belirli toprak parçaları üzerindeki kendi hak ve yetkilerini, ikta vermekten daha büyük bir ihsan olduğu için özel Ģahıslara terk etmiĢlerdir. Temlik usulünün ise bazen birkaç köyü de aĢarak bir vilâyeti içerisine alan bir geniĢliğe ulaĢtığı görülmektedir. Selçuklu devlet adamlarına ait birçok büyük vakfın menĢei de bu Ģekilde temlik edilen topraklara dayanmaktadır. Nitekim Konya Kadınhanı‟nın sahibi Vezir Kadı Ġzzeddin, Kestel bölgesinden Divanlar köyüne kadar bütün arazi ve köylerin ile Kestel suyunun kirasından elde edilen geliri Konya‟da yaptırmıĢ olduğu cami, medrese ve bimarhaneye tahsis etmiĢtir317

.

Celaleddin Karatay‟a ait vakfiyelerde köylerin onun eline nasıl geçtiğine dair bilgiler bulunmamaktadır. Vakfın sahih olduğu hususuna vurgu yapıldığına bakılırsa, bu köyler, onun Ģahsi mülkü durumunda idi. O zaman köylerin mülkiyeti meselesi için Türkiye Selçukluları toprak idaresi çerçevesinde inceleme yerine, Moğol dönemi uygulamalarına bakmak gerekmektedir. Ġktaların özel mülke dönüĢtürülmeleri süreci Moğol hakimiyetinde iken baĢlamıĢtır318

. ÇeĢitli sebeplerle Moğollarda toprakların özel mülkiyete geçiĢi319, Anadolu topraklarının büyük bir bölümünün malikâneler haline gelmesine neden olmuĢtur. Bu dönemde Moğollar zenginlerin mülklerini müsadere etmiĢ ya da yağmalamıĢlardır. Bu nedenle, zengin devlet adamları mallarını Moğollardan korumak için vakıf kurmuĢ ve servetlerini vakıflara devretmiĢlerdir320

.

317

Mikâil Bayram, “Selçuklu Veziri Kadı Ġzzeddin Tarafından Düzenlenen Bir Vakıf-nâme”, (Kısaltma: Kadı İzzeddin), Ata Dergisi, S.7, (1997), s. 47-53.

318 Cahen, aynı eser, s. 306.

319 IV. Rükneddin Kılıçarslan ve diğer Sultanlar iç çatıĢmalarda yeni yandaĢlar kazanmak ve mevcut taraftarlarını tutabilmek için devletin topraklarını özel mülk olarak dağıtmıĢlardır. Rükneddin, II. Ġzzeddin ile çatıĢmalarından birinde, yanındaki bütün emirlere, rakip emirlerin iktalarını vermeyi vaad etmiĢ, ayrıca zafer kazanmaları durumunda bu iktaları özel mülke çevireceğini söylemiĢtir. Bk. Cahen, aynı eser, s. 306.

Moğol tahakkümü devrinde 1246-1262 yılları arasında yapılan mimari eserler göz önüne alındığında Sultanların yaptırdıkları mimari eserler yok denilecek kadar azdır. Buna karĢılık ġemseddin Ġsfahanî, Celaleddin Karatay ve Muineddin Pervâne gibi nüfuzlu devlet adamları, kendi adlarına büyük gelirlere sahip olan vakıf eserler inĢa ettirmiĢlerdir321

. Buna bakılırsa, Celaleddin Karatay, vakfettiği arazileri Moğol uygulaması sırasında Ģahsi mülkiyetine geçirmiĢ olmalıdır.

Devlet adamlarının ulaĢtığı siyasi otorite ve buna bağlı olarak ekonomik güç, onlara kendi adlarına kervansaray, medrese, zaviye gibi eserleri inĢa ettirme fırsatı vermiĢtir. O dönemin Ģartları göz önüne alındığında bu çapta eserler yaptırmanın maliyetli olduğu bilinen bir gerçektir. Buna rağmen Celaleddin Karatay Moğol tahakkümü devrinde üç vakıf eser inĢa ettirmiĢ ve bu müesseselerin hesabını yapma ihtiyacı dahi duymamıĢtır. Aksarayî‟nin anlattığına göre Celaleddin Karatay, kervansarayını yaptırdıktan sonra buranın hesap defterini yaktırmıĢtır. Aksarayî bu durumu, kendisine borcu olanların mahcup olmamaları düĢüncesiyle Karatay‟ın tevazuuna bağlamıĢtır. Celaleddin Karatay‟ın tevazu sahibi olduğu söylenebilir, ancak bu davranıĢta Ģüphesiz ekonomik gücün de etkili olduğu düĢünülebilir.