• Sonuç bulunamadı

1.1. Selçuklu Devlet Geleneği Çerçevesinde Vakıf Kurumları

1.1.1. Selçuklu Vakıflarının Denetimi

Türkiye Selçuklu Devleti‟nde Anadolu‟da birçok vakıf kurulmuĢ, bunlar vâkıfların vakfiyelerinde belirttikleri Ģartları devamlı olarak yerine getirmek üzere tayin edilen mütevelliler tarafından idare edilmiĢtir. Mütevelliler ise adı geçen Ģartlar gereğince tayin edilen nazırlar tarafından kontrol edilmiĢlerdir. Cami, medrese, zaviye ve türbe gibi vakıf kurumlarında meydana gelebilecek yolsuzluklara karĢı kadılara sorumluluklar yüklenmiĢtir. Bunun için Konya baĢ kadısı bütün Selçuklu vakıflarına nezaret etmiĢtir99

.

Türkiye Selçuklu Devleti, vakıf sayısının artıĢıyla birlikte ülkede sosyal ve kültürel bakımdan önemli bir yeri olan bu kurumların daha düzenli bir Ģekilde iĢlemesini sağlamak amacıyla eski Ġslam devletlerinden farklı olarak “Evkaf Nezareti”ni kurma gereği duymuĢ ve bu hizmet, bu iĢ için atanan görevliler tarafından yürütülmüĢtür100. Evkaf Nezareti‟nin masraflarını karĢılamak üzere vakıfların gelirlerinden 1/10 oranında bir hisse yine devlet

97 NeĢet Köseoğlu, Tarihte Bursa Mahalleleri, XV. ve XVI. Yüzyıllarda, Bursa 1946, s. 3-7.

98 Özer Ergenç, 1580-1596 Yılları Arasında Ankara ve Konya, Şehirlerin Mukayeseli İncelenmesi Yoluyla

Osmanlı Şehirlerinin Kurumları ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Deneme, Ankara 1973, s. 47-49.

99 Kadıların vakıflara nezaret, gelir masraflarının vâkıfın Ģartlarına uygun olarak harcanmasını temin görevleri kadı tayin vesikalarında detaylı olarak belirtilmiĢtir. Bk. Müntecibüddin Bedî el-Cüveynî, Atabetü‟l-Ketebe, (yay. A. Ġkbal), Tahran 1329, s. 18-19.

100 ÇeĢitli dönemlerde Cemaleddin Ferruh, Emineddin Duleycâni, Ġmameddin Zencani ve Kerimüddin Aksarayî Anadolu‟da Evkaf Nazırlığı görevini yürütmüĢlerdir. Bk. Aksarayî, aynı eser, s. 67, 110; Osman Turan, Türkiye Selcukluları Hakknda Resmi Vesikalar-Metin, Tercüme ve Araştırmalar, (Kısaltma:Resmi Vesikalar), Ankara 1988, s.45; Furuzan Selçuk, “Vakıflar-BaĢlangıçtan 18. Yüzyıla Kadar”, VD, S.6 (1965), s. 24.

tarafından tahsil edilmiĢtir. Nezaret sistemi, Türkiye Selçuklularından sonra, bu devletin devamı durumundaki Ġlhanlılar zamanında da devam ettirilmiĢtir101

.

Vakıf mütevellileri Türkiye Selçukluları‟nda, “Üstadü‟d-dâr” adı verilen görevliler tarafından denetlenmiĢlerdir. Nitekim I. Ġzzeddin Keykavus (1211/1220) tarafından yaptırılan darüĢĢifanın vakfiyesine göre bu vakıfların en üst yetkilisinin Üstadü‟d-dâr sıfatıyla Hassa Haznedarı Ferruh b. Abdullah olduğu ve bütün vakıf gelir ve giderlerini denetlemek üzere bir de yardımcısının bulunduğu bilinmektedir102

. II. Ġzzeddin Keykâvus döneminde Emineddin Yakut üstadü‟d-dârlık görevini yürütmüĢ, XIV. yüzyılın baĢlarında ise Müsameretü‟l-Ahbâr adlı eserin müellifi Kerimüddin Aksarayî bu göreve atanmıĢtır103

.

Devletin ve vâkıfların aldıkları tüm önlemlere rağmen vakıflar yetkili devlet memurlarının suiistimaline maruz kalmıĢlardır104

. Bazen kadı ve diğer nüfuzlu devlet adamları bile vakıf mallarını zimmetlerine geçirme yönüne gitmiĢlerdir. Bu durum, otuz sene zarfında çeĢitli Ġslam ülkelerinde edindiği tecrübelere dayanarak 620/1223-24 tarihinde

Mirsâdü‟l- İbâd adlı eserini tamamlayarak I. Alâeddin Keykubad‟a takdim eden Necmü‟d-din

Dâye‟nin eserine de yansımıĢtır105

. Türkiye Selçukluları döneminde Celaleddin Karatay vakıflarının denetimi ile burada meydana gelebilecek yolsuzluklar hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye tesadüf edilmemiĢtir. Ancak Osmanlı dönemi kayıtlarında vakıf yönetiminde karĢılaĢılan problemlere ilgili bölümde yer verilecektir.

Aslında vakıf muamelesinin hukuki bir sonucu olan “bağlayıcılık” yani “lüzum” hükmü yukarıda sözü geçen suiistimallere fırsat vermeyecek niteliktedir. Buna göre, feshi mümkün olmayan “lâzım vakıflar” ile sahih olarak kurulsalar bile vakfeden veya onun mirasçıları tarafından fesh edilebilen “gayr-ı lâzım vakıflar” vakfın bağlayıcılık hükmünü belirleyici olmuĢlardır. Vakıf muamelesinin kesinlik kazanması hususunda Hanefi hukukçular görüĢ ayrılığı içindedirler. Ġmam Muhammed ve Ebu Yusuf‟a göre, vakıf sahih olarak kurulmuĢsa kesinlik kazanır ve lâzım vasfını alır, iptal edilemez. Özellikle Ġmam Muhammed, teslim ile vakfın kesinlik kazanacağını esas almaktadır. Ebu Hanife ise, belli Ģekil Ģartları

101

M. D‟Ohsson, Histoire des Mongols, IV, Amsterdam 1834, s. 483.

102 Ali Haydar Bayat, “Anadolu Selçuklu Sağlık Müesseselerinden Sivas DarüĢĢifası ve Vakfiyesi”, (Kısaltma:

Sivas Darüşşifası), I. Uluslar arası Türk-İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi Bildirileri, II, Ġstanbul 1981, s. 30; Cahen, aynı eser, s. 182.

103 Ġbn Bîbî, aynı eser, s. 164; Yüksel, Anadolu Selçukluları, s. 314.

104 Halil Cin, “Osmanlı Devletinde Vakıf Hukuku”, Cumhuriyetin 80. Yılında Uluslar arası Vakıf Sempozyumu

15-17 Aralık 2003, Ankara 2004, s. 63.

105 Necmüddin-i Dâye, “Rüşvet almayan ve suiistimal yapmayan kadıya hiç tesadüf etmediğini binde bir namuslu

ve dindar kadı olsa bile bunların da naiplerinin ve adamlarının suiistimallerine engel olmadığını” ifade etmiĢtir. Mirsadü‟l- İbad, (yay. M. Emin Riyahi), Tahran 1366, s. 532.

gerçekleĢmedikçe vakıf muamelesinin kesinlik ve bağlayıcılık kazanamayacağını ve her an dönüĢün mümkün olduğunu ileri sürmüĢtür. Ebu Hanife‟ye göre, vakfın bağlayıcılık kazanabilmesi için, mahkemece tescili, vasiyet Ģeklinde yapılması, aynıyla intifa olunan medrese, cami ve köprü gibi vakıflarda hayır gayesinin tam olarak gerçekleĢmesi veya bir malın vakıf olduğunun ikrar edilmesidir. Bu dört halde vakıf kesinlik kazanmaktadır106

. Celaleddin Karatay vakıflarında bu dört Ģart yerine getirilmiĢ ve sahih olarak kurulmuĢtur. Bunun için lâzım vakıflar arasında değerlendirilebileceği açıktır. Hatta vâkıf, vakfiyedeki Ģartların hükümlerinin değiĢtirilmemesi ve iptal edilmemesi konusunda “Vakfın

şartlarından birini değiştiren veya bozan kişi kıyamete kadar Allah‟ın, meleklerin ve lânet edilenlerin lânetine, Allah‟ın gazabına uğrasın. Böyle bir kimse Allah‟tan, kitaplarından, peygamberlerinden, meleklerinden haşr ve neşirden ve öldükten sonra dirilmekten berî olsun. Allah onun orucunu, namazını, zekâtını, haccını, secdesini, gece ibadetini kabul etmesin ve cehennem ateşine atarak onu orada ebedî kılsın. Firavun, Nemrud, Âd ve Semud‟un yerine göndersin. Allah zulüm olmayan o günde, herkes yaptığının karşılığını göreceği zaman, onu türlü azaplarla cezalandırsın”107

Ģeklinde beddua ederek vakfettiği akarlarının geleceğini bir nevi garanti altına almak istemiĢtir108

.

Vakıf kurumunun temel felsefesi, kurucusunun hayatta iken vakfa bıraktığı mülkü hiçbir Ģekilde azaltmayarak, hatta arttırarak bu varlıktan elde edilebilecek gelir ile vâkıfın hayatta iken belirlediği hizmetleri sürekli olarak ve geliĢtirerek devam ettirmektir109

. Dolayısıyla vâkıfın da amacı bu Ģekilde, vakfı üzerindeki arzu ve iradesinin devamını sağlamaktır. Bu temayülün kabul görmemesi halinde vakfa duyulan ilginin de devam etmeyeceği açıktır.