• Sonuç bulunamadı

A. FIKIH YÖNÜ

1. USÛLE DAİR KONULAR

(Usûliyyûn) ünvanını alan bir kısım İslam âlimleri, Usûl-i Fıkıh denilen ilmin kaidelerini tanzim, bâblarını, fasıllarını tertib, hükümlerini tebyin hususunda

Kur’an-ı Kerim’den pek çok ilhâm almışlardır.465 Fıkıh usûlü, mevcut nasları ilkten veya yeniden anlamanın metodu olarak değil, ilk nesillerce büyük ölçüde gerçekleştirilmiş bulunan bir anlamanın ve bununla oluşturulan dinî tecrübenin naslarla irtibatının gösterilmesi işlevini üstlenmiş, aynı zamanda sonra ki nesillere de Kur’an ibarelerinin anlamlarını ve Kur’an’ın değerlerini belirleme ve bunları hayata aksettirme işlemini nasıl yerine getireceklerine dair bir yöntem göstermiştir.466

Kur’an Yolu tefsirinde de zaman zaman fıkıh usulü ile alakalı kavramlar,

konular hakkında açıklamalar yapıldığını,467 bazen âyetlerin fıkhî kaidelere temel teşkil ettiğine işaret edildiğini,468 bazen kaidelere atıflar yapılarak âyetin fıkhî yönünün izah edildiğini görmekteyiz.

464 Kur’an Yolu, I/48

465 Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi,I/49

466 Paçacı, “(Kur’an’ın) Açıklanması ve Yorumlanması)”, s.398 467 Kur’an Yolu, I/598; II/280

a) Âyetin Usûl Kâidesine Temel Teşkil Etmesi

Örnek1:

"

ﻦﻴِﻠَﺳْﺮُﻤْﻟا ﱠﻦَﻟَﺄْﺴَﻨَﻟَو ْﻢِﻬْﻴَﻟِإ َﻞِﺳْرُأ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﱠﻦَﻟَﺄْﺴَﻨَﻠَﻓ

"

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz.”469

“Yüce Allah’ın, peygamberlerin elçilik görevleriyle ilgili yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirdiklerini, ümmetlerin de kendilerine tebliğ edilen dini ve kitabı tanıyıp hükmüne uyuduklarını yahut reddedip âsi olduklarını kesin olarak bildiği, ayrıca inkarcılar da kendilerinin zalim olduklarını itiraf ettikleri halde yine de âhirette ümmetleri ve resulleri sorguya çekmesi onun adalet düzeninin bir sonucudur. Ayrıca burada önemli bir hukuk kuralına da işaret bulunduğu düşünülebilir: Hiçbir kimse, yargılanarak suçu sabit görülüp hüküm giymedikçe

cezalandırılamaz.”470 Örnek 2:

"

ﺎَﻤَﻓ ِماَﺮَﺤْﻟا ِﺪِﺠْﺴَﻤْﻟا َﺪﻨِﻋ ْﻢﱡﺗﺪَهﺎَﻋ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﱠﻻِإ ِﻪِﻟﻮُﺳَر َﺪﻨِﻋَو ِﻪّﻠﻟا َﺪﻨِﻋ ٌﺪْﻬَﻋ َﻦﻴِآِﺮْﺸُﻤْﻠِﻟ ُنﻮُﻜَﻳ َﻒْﻴَآ

َﻦﻴِﻘﱠﺘُﻤْﻟا ﱡﺐِﺤُﻳ َﻪّﻠﻟا ﱠنِإ ْﻢُﻬَﻟ ْاﻮُﻤﻴِﻘَﺘْﺳﺎَﻓ ْﻢُﻜَﻟ ْاﻮُﻣﺎَﻘَﺘْﺳا

"

“Müşriklerin Allah’ın yanında, peygamberinin yanında geçerli ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Harâm yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız müstesnadır. Onlar size verdikleri söze sadık kaldıkları sürece siz de onlara verdiğiniz sözde durun. Şüphesiz Allah sakınanları sever.”471

“Âyette bu kapsamda bulunanların sözlerine sadık kaldıkları sürece onlara verilen söze de sadık kalınacağı belirtilmiştir. Kur’an’ın bu yaklaşımı yüksek bir hukuk prensibini içermektedir ve Müslüman hukukçular da bu anlayış doğrultusunda olmak üzere uluslararası ilişkiler çerçevesinde şöyle bir kural

469 el-Â’raf 7/6 470 Kur’an Yolu, II/502 471 et-Tevbe 9/7

geliştirmişlerdir: “Şüphe-i emân emandır.” Bu kural, güvence verildiği ihtimali varsa, güvence verilmiş gibi davranılması gerektiğini ifade etmektedir.”472

b) Kaideler Etrafında Âyetin Fıkhî İzahı

Örnek 1:

"

َﻣ

ًارْﺪَﺻ ِﺮْﻔُﻜْﻟﺎِﺑ َحَﺮَﺷ ﻦﱠﻣ ﻦِﻜـَﻟَو ِنﺎَﻤﻳِﻹﺎِﺑ ﱞﻦِﺌَﻤْﻄُﻣ ُﻪُﺒْﻠَﻗَو َﻩِﺮْآُأ ْﻦَﻣ ﱠﻻِإ ِﻪِﻧﺎَﻤﻳإ ِﺪْﻌَﺑ ﻦِﻣ ِﻪّﻠﻟﺎِﺑ َﺮَﻔَآ ﻦ

ٌﻢﻴِﻈَﻋ ٌباَﺬَﻋ ْﻢُﻬَﻟَو ِﻪّﻠﻟا َﻦﱢﻣ ٌﺐَﻀَﻏ ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻌَﻓ

"

“Kim iman ettikten sonra inkâra saparsa, kalbi imanla dolu olduğu halde baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere, kim kalbini inkâra açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap vardır.”473

“Kalbi imanla dolu olduğu halde” ağır baskı altında kalan (mükreh) bir mümin, bu baskı (ikrah) yüzünden görünüşte inancının aksine beyanda veya davranışta bulunursa âyete göre bundan dolayı mümin olmaktan çıkmaz. Karşılaşılan baskı veya sıkıntıya “zaruret”, böyle bir durumda inancının aksini ifade etmeye veya yapmaya “ruhsat”, baskıya rağmen inandığı gibi konuşmaya veya davranmaya da “azimet” denir. Genel bir kurala göre “Zaruretler memnu olan

şeyleri mubah kılar.”474

Örnek 2:

"

ﱡﻞِﺣ ْﻢُﻜُﻣﺎَﻌَﻃَو ْﻢُﻜﱠﻟ ﱞﻞِﺣ َبﺎَﺘِﻜْﻟا ْاﻮُﺗوُأ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ُمﺎَﻌَﻃَو ُتﺎَﺒﱢﻴﱠﻄﻟا ُﻢُﻜَﻟ ﱠﻞِﺣُأ َمْﻮَﻴْﻟا

َﻦِﻣ ُتﺎَﻨَﺼْﺤُﻤْﻟاَو ْﻢُﻬﱠﻟ

َﺮْﻴَﻏ َﻦﻴِﻨِﺼْﺤُﻣ ﱠﻦُهَرﻮُﺟُأ ﱠﻦُهﻮُﻤُﺘْﻴَﺗﺁ اَذِإ ْﻢُﻜِﻠْﺒَﻗ ﻦِﻣ َبﺎَﺘِﻜْﻟا ْاﻮُﺗوُأ َﻦﻳِﺬﱠﻟا َﻦِﻣ ُتﺎَﻨَﺼْﺤُﻤْﻟاَو ِتﺎَﻨِﻣْﺆُﻤْﻟا

ُﻪُﻠَﻤَﻋ َﻂِﺒَﺣ ْﺪَﻘَﻓ ِنﺎَﻤﻳِﻹﺎِﺑ ْﺮُﻔْﻜَﻳ ﻦَﻣَو ٍناَﺪْﺧَأ يِﺬِﺨﱠﺘُﻣ َﻻَو َﻦﻴِﺤِﻓﺎَﺴُﻣ

َﻦﻳِﺮِﺳﺎَﺨْﻟا َﻦِﻣ ِةَﺮِﺧﻵا ﻲِﻓ َﻮُهَو

"

“Tevrat’ta İsrâiloğulları’na, “Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... ve yaralamalara da birbirine kısas vardır. Kim kısası bağışlarsa bu kendisi için bir kefaret olur. Ve her kim Allah’ın indirdiği île hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” diye yazdık.”475

472 Kur’an Yolu, II/734-735 473 en-Nahl 16/106

474 Kur’an Yolu, III/444 475 el-Mâide 5/45

“Yaşama hakkına kasten tecavüz edilip haksız yere öldürülen insanın canının bedeli, katilin canıdır, yani kısas yapılarak katilin de öldürülmesidir. Bir can yerine birden fazla can almak veya noksan vermek haksızlıktır. Ancak hak sahibi (maktulün velisi) noksanı kabul ederse bu caiz olur. Âyette sayılan organlar da böyledir: Göz gözün, kulak kulağın, burun burunun, diş dişin dengidir; yaralarda da dengi ile kısas yapılır. Âyette zikredilmeyen fakat dengiyle kısas yapılabilen diğer organlar da böyledir. Telef edilen bir hak ancak misliyle ödenir. Kısas, “kasten ve haksız yere birini öldüren kimsenin ceza olarak öldürülmesi” veya “birini yaralayan kimsenin misilleme yoluyla yaralanarak cezalandırılması” anlamına geldiği için dengi bulunmayan veya dengini koruyamama ihtimali bulunan yaralamalarda kısas yapılmaz. Bu tür suçlan işleyenler tazminat öderler; ayrıca gerekirse ta’zir yoluyla cezalandırılırlar.”476 Örnek 3:

"

َﺸُﻳ ﻦَﻣَو

ِﻪِﻠْﺼُﻧَو ﻰﱠﻟَﻮَﺗ ﺎَﻣ ِﻪﱢﻟَﻮُﻧ َﻦﻴِﻨِﻣْﺆُﻤْﻟا ِﻞﻴِﺒَﺳ َﺮْﻴَﻏ ْﻊِﺒﱠﺘَﻳَو ىَﺪُﻬْﻟا ُﻪَﻟ َﻦﱠﻴَﺒَﺗ ﺎَﻣ ِﺪْﻌَﺑ ﻦِﻣ َلﻮُﺳﱠﺮﻟا ِﻖِﻗﺎ

ًاﺮﻴِﺼَﻣ ْتءﺎَﺳَو َﻢﱠﻨَﻬَﺟ

"

“Yolun doğrusu kendine apaçık belli olduktan sonra Rasûlullah’a karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!”477

“Müminlerin yolundan başka bir yolun izlenmesi”nin yasaklanmasını bazı âlimler icmâ deliline dayanak kılmışlardır. İmam Şâfıî Risâle adlı eserinde icmâın dayanağı konusunu özel olarak ele almakla beraber herhangi bir âyet zikretmediği halde bazı eserlerde Şafiî’nin bu âyeti icmâın Kur’an’daki dayanağı olarak gösterdiği nakledilir. Böyle düşünenlere göre “müminlerin yolu” maddî olamaz; çünkü bütün müminlerin üzerinde bulundukları fizikî bir yol yoktur. Bundan maksat onların dinî hayatlarında ittifakla (icmâ) benimsedikleri ve takip ettikleri yoldur. Bu yoldan başkasına sapmak yasaklandığına göre icmâ dinde bir hüccettir; yani

476 Kur’an Yolu, II/280 477 en-Nisa 4/115

bağlayıcı delildir, hüküm kaynağıdır. Âyeti icmâa delil kılmaya karşı çıkan âlimlere göre bağlam göz önüne alınmalıdır.”478

c) Fıkıh Usûlü İle Alakalı Bazı Kavramların İzahı

Örnek 1:

"

ﻲِﻟْوُأَو َلﻮُﺳﱠﺮﻟا ْاﻮُﻌﻴِﻃَأَو َﻪّﻠﻟا ْاﻮُﻌﻴِﻃَأ ْاﻮُﻨَﻣﺁ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﺎَﻬﱡﻳَأ ﺎَﻳ

ُﻩوﱡدُﺮَﻓ ٍءْﻲَﺷ ﻲِﻓ ْﻢُﺘْﻋَزﺎَﻨَﺗ نِﺈَﻓ ْﻢُﻜﻨِﻣ ِﺮْﻣَﻷا

لﻮُﺳﱠﺮﻟاَو ِﻪّﻠﻟا ﻰَﻟِإ

ِﺮِﺧﻵا ِمْﻮَﻴْﻟاَو ِﻪّﻠﻟﺎِﺑ َنﻮُﻨِﻣْﺆُﺗ ْﻢُﺘﻨُآ نِإ

"...

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve Peygamber’e götürün…”479

“Kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün anlaşmazlıkların konu konu, parça parça çözümü Kitap ve Sünnet’te bulunmaz. Ancak bütün anlaşmazlıkların çözümüne ışık tutan ilkeler, işaretler, delâletler, örnek ve emsal çözümler vardır. Bunlardan yararlanarak çözüm ve hüküm bulma işine ictihad denir. İctihad bilinmeyenleri, açıkça belli olmayanları, anlaşmazlıkları Kitaba ve Sünnet’e başvurarak (götürerek) çözme metodunun ve çabasının adıdır; Rasûlullah tarafından sahabeye öğretilmiş, daha sonraki nesiller de bunu, onlardan alarak kullanmış ve geliştirmişlerdir.”480 Örnek 2:

"

ِﻪّﻠﻟا َﺔَﻨﻳِز َمﱠﺮَﺣ ْﻦَﻣ ْﻞُﻗ

ْزﱢﺮﻟا َﻦِﻣ ِتﺎَﺒﱢﻴﱠﻄْﻟاَو ِﻩِدﺎَﺒِﻌِﻟ َجَﺮْﺧَأ َﻲِﺘﱠﻟا

ﻲِﻓ ْاﻮُﻨَﻣﺁ َﻦﻳِﺬﱠﻠِﻟ ﻲِه ْﻞُﻗ ِق

نﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ ٍمْﻮَﻘِﻟ ِتﺎَﻳﻵا ُﻞﱢﺼَﻔُﻧ َﻚِﻟَﺬَآ ِﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا َمْﻮَﻳ ًﺔَﺼِﻟﺎَﺧ ﺎَﻴْﻧﱡﺪﻟا ِةﺎَﻴَﺤْﻟا

"

“De ki: “Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?” De ki: “Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır.” İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.”481

478 Kur’an Yolu, II/145 479 en-Nisa 4/59 480 Kur’an Yolu, II/88 481 elA’raf 7/32

“Haram, dinî bir terim olarak, “Açık, kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslûpla yapılması şer’an yasaklanmış olan tutum ve davranış” anlamına gelir. Eğer bir işin yapılmamasını isteyen bir ifade bulunmakla birlikte, bunun anlamı yeterince açık veya kaynağı kesin değilse buna haram değil mekruh denir. Hakkında yasaklayıcı hiçbir delil bulunmayan fiiller ise mubah ve helâl kabul edilir. Bir fiilîn helâl kabul edilmesi için dinî kaynaklarda bu yönde bir açıklama bulunması gerekli değildir; çünkü “Eşyada asıl olan mubah olmasıdır.”482