• Sonuç bulunamadı

İslam’da tasavvuf hareketleri çok erken dönemlerde başlamıştır. Hz. Peygamber ve ashâbın yaşayışlarındaki zühd ve takvâ yönü, özellikle fitne devirlerinde daha bir özenle ele alınarak yaşanmış; Emeviler devrinde bu zühd ve takvâ hareketi, süratle inkişaf ederek tasavvuf adıyla bir ilim olarak ortaya çıkmıştır.553

I. ve II. yüzyıllarda yaşayan âbid ve zâhideler Kur’an’ı derin bir dikkat ve duyarlılıkla okumaya büyük önem veriyorlardı. Kur’an’ın bu şekilde okunmaya çalışılmasıyla giderek zühd, takvâ, ihlâs, niyet, korku ve ümit gibi ahlâkî ve mânevî konulara ağırlık veren yorumlar yapılmaya başlandı. Bu yorumlar ayrıca insanlarda dünyayı ve nefsi kötüleme, âhirete yönelme, bunun için de ibâdet ve kulluk görevlerini mümkün olduğu ölçüde en iyi şekilde yerine getirme sorumluluğunu güçlendirmeyi hedefliyordu.554 Başlangıç döneminde az sayıdaki âyetlerin batınî yorumlarının yerini, giderek Kur’an’ın tamamının tasavvufî tefsiri aldı.555

Tasavvufun hareket noktası, Kur’an âyetlerinin gerçek manalarının, lafızlarının ötesindeki derin anlam ve düşünceler olduğudur. Onlara göre gerçek

551 en-Nur 24/31

552 Kur’an Yolu; IV/71; Diğer örnekler için bk. I/171; II/662; IV/386; V/281 553 Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, AÜİF Yay. Ank. 1974, s.16

554 Süleyman Uludağ, “İşârî Tefsir”, DİA, XXIII/425 555 Kayaer, Kur’anî Sesleniş-I, s.45

mana, lafızların zâhir manalarıyla sınırlı değil, bilakis bunun çok ötesindedir.556 Kısacası tasavvuf ehli, elde ettikleri farklı bilgilerin, ilimleriyle amel etmeleri sayesinde Allah’ın kendilerine gaybden verdiği bilgilerden kaynaklandığını ileri sürmektedirler.557 Onlara göre Kur’an’ın dış anlamını Arapça bilenler, iç anlamını ise yakîn ehli olan ârifler bilir.558

Kur’an Yolu müelliflerinin bu tarz bir bakış açılarının ve böyle bir

yönelişlerinin tefsirlerinde olmadığını görmekle birlikte zaman zaman tasavvufî yönleriyle temâyüz etmiş şahıslara atıflar yaparak onların sözlerine yer verdiklerini görmekteyiz.559 Bazen ayetlerin tefsirinde, genel olarak tasavvuf sahası içerisinde değerlendirilen konulara560 ve terimlere561 -değerlendirme yapmadan olduğu gibi- yer verilmekte bazen de mutasavvıfların düşünceleri eleştirilmektedir.562 Ayrıca tefsirin giriş kısmında tasavvufî tefsir hakkında bilgiler verilmiş, bu tarz tefsir yapanların kimi zaman Kur’an’ın zahirine aykırı izahlarda bulunduklarını ifade etmişlerdir.563 Örnek 1:

"

ﱠﻢُﺛ ًﺎﻌﻴِﻤَﺟ ِضْرَﻷا ﻲِﻓ ﺎﱠﻣ ﻢُﻜَﻟ َﻖَﻠَﺧ يِﺬﱠﻟا َﻮُه

ﱢﻞُﻜِﺑ َﻮُهَو ٍتاَوﺎَﻤَﺳ َﻊْﺒَﺳ ﱠﻦُهاﱠﻮَﺴَﻓ ءﺎَﻤﱠﺴﻟا ﻰَﻟِإ ىَﻮَﺘْﺳا

ٌﻢﻴِﻠَﻋ ٍءْﻲَﺷ

"

“Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O’dur ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”564

Âyetin tefsirinde, mutasavvıfların konuya olan bakış açıları -herhangi bir değerlendirme yapılmadan- şu şekilde verilmiştir:

“Keşif ve ilham kaynağı ile zenginleştirilmiş bulunan tasavvuf ve irfan kolunda, “yedi gök”le ilgili farklı ve ilgi çekici açıklamalar vardır. Bunlardan biri şöyledir: Allah Teâlâ’nın yarattıkları (mâsivallah, mâ-halakallah), “halk ve emir

556 Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s.207 557 Şimşek, a.g.e. s.209

558 Uludağ, a.y.

559 Kur’an Yolu, I/305, 621; II/10

560 Kur’an Yolu, I/127, 252, 284, 412; V/451, 481

561 Kur’an Yolu, I/518; II/520; III/118, 354, 626; IV/84, 306 562 Kur’an Yolu, I/45, 237, 309; II/675; III/417

563 Kur’an Yolu, I/45-46 564 el-Bakara 2/29

âlemleri” olarak ikiye ayrılır. Halk âlemi maddîdir, cisimlidir; emir âlemi cisimsizdir, latiftir. Bu iki âlemi birbirinden “arş” ayırır. Halk âlemindeki maddîlik, aşağıdan yukarıya doğru azalıp incelerek maddesizliğe dönüşür. Halk âleminin en alt katında, bütün büyüklük ve sonsuzluk görüntüsü içinde, bir yukarısına göre çok küçük olan evren vardır. Bu evren maddîdir. Kur’an’da geçen yedi semaya dahil değildir. Bundan sonra birinci sema başlar, bu semanın -bütün galaksileriyle birlikte- evrenden büyüklüğü, damlaya nispetle deniz gibidir. Bu oran yukarıya doğru aynı ölçülerde büyüyerek devam eder. Yedinci semadan sonra kürsî, ondan sonra da arş vardır. Arşın üstünden itibaren emir âlemi başlar. Burada insanın hakikatini ve manevî mahiyetini teşkil eden ve “latîfeler” diye bilinen, bir yukarıdakinin - kendisine nispetle çok küçük kalan- bir aşağıdakini kuşattığı “kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ” vardır. Bazı hadislerde geçen ve çok geniş olduğundan söz edilen “mümin kalbi” işte bu latîfe olan kalptir. Bu anlayışa göre yedi kat sema, bilinen ve henüz keşfedilmemiş bulunan evrenin ötesindedir, madde-yoğun değildir. Bu semalarda ruhlar, melekler, cennetler vb. varlıkların yer aldığı, mi’rac hadisi vb. hadislerde geçmektedir. Bütün bunlar, her şeyi hakkıyla bilen ve her şeye kadir olan Allah

Teâlâ tarafından yaratılmıştır, O’nun izni ve iradesi dahilinde hareket ederler.”565

Örnek 2:

"

ِمْﻮَﻗ ﺎَﻳ َلﺎَﻗ

ﺎَﻣ ﻰَﻟِإ ْﻢُﻜَﻔِﻟﺎَﺧُأ ْنَأ ُﺪﻳِرُأ ﺎَﻣَو ًﺎﻨَﺴَﺣ ًﺎﻗْزِر ُﻪْﻨِﻣ ﻲِﻨَﻗَزَرَو ﻲﱢﺑﱠر ﻦﱢﻣ ٍﺔَﻨﱢﻴَﺑ َﻰَﻠَﻋ ُﺖﻨُآ نِإ ْﻢُﺘْﻳَأَرَأ

ِإَو ُﺖْﻠﱠآَﻮَﺗ ِﻪْﻴَﻠَﻋ ِﻪّﻠﻟﺎِﺑ ﱠﻻِإ ﻲِﻘﻴِﻓْﻮَﺗ ﺎَﻣَو ُﺖْﻌَﻄَﺘْﺳا ﺎَﻣ َحَﻼْﺻِﻹا ﱠﻻِإ ُﺪﻳِرُأ ْنِإ ُﻪْﻨَﻋ ْﻢُآﺎَﻬْﻧَأ

ُﺐﻴِﻧُأ ِﻪْﻴَﻟ

"

“Şuayb de şöyle dedi: “Ey Kavmim! Bir de şöyle düşünün: Ya benim, rabbimden açık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir nasip vermişse! Size yasakladığımı kendim yapmak niyetinde değilim. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır. Yalnız O’na dayanıyor ve O’na yöneliyorum.”566

Müellifler âyeti tefsir ederken herhangi bir kaynağa veya şahsa atıf yapmadan, âyetin mürşid-i kâmilde bulunması gereken özelliklere işaret ettiğini ifade etmektedirler:

565 Kur’an Yolu, I/98 566 Hûd 11/88

“Şuayb bu ifadeleriyle -aynı zamanda- mürşid-i kâmilde bulunması gereken vasıfları da özetlemiş bulunmaktadır; bunlar:

a) Mürşidin her şeyden önce bir delile yani Allah’tan gönderilmiş bir kitaba

dayanması.

b) İnsanlara söylediklerini öncelikle kendi nefsinde yaşaması. c) Başkalarına ettiği nasihatlere kendisi aykırı davranmaması. d) Sözü ile özü, kalbi ile ameli birbirine uyması.

e) Islahatçı, yapıcı ve düzeltici olması; iyiliğin hâkim olması için elinden

geldiğince çaba göstermesi.

f) Başarının yalnız Allah’tan geldiğine inanması, sadece O’na güvenip

dayanması, sıkıntı ve başarısızlıklar karşısında ümitsizliğe kapılmamasıdır.” 567

Örnek 3:

"

ُأ ﺎَﻟ

ِﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا ِمْﻮَﻴِﺑ ُﻢِﺴْﻗ

ِﺔَﻣاﱠﻮﱠﻠﻟا ِﺲْﻔﱠﻨﻟﺎِﺑ ُﻢِﺴْﻗُأ ﺎَﻟَو

"

“Sandıkları gibi değil, kıyamet gününe yemin ederim! Öyle değil, kendini kınayan nefse yemin ederim!”568

2. Âyeti tefsir ederken “nefs” ile alakalı olarak -herhangi bir değerlendirme yapmaksızın- mutasavvıfların görüşlerine yer vermişlerdir:

“Mutasavvıflar, nefsin mertebelerini ve nefsin hallerini şu şekilde açıklamışlardır:

a) Nefs-i emmâre: Şeytana uyarak şehevi isteklerin yerine getirilmesini

emreden ve kalbi süflî yönlere çeken kuvvet demektir.

b) Nefs-i levvâme: Şehevî arzulara karşı mücadele eden ve işlediği

günahlardan dolayı üzülüp kendini kınayan, yargılayan ve kendisini düzeltmeye çalışan nefis basamağıdır.

c) Nefs-i mülheme: İlham ve keşfe mazhar, hayır ve şerri idrak edebilme

melekesine sahip olan ve şehevî isteklere karşı direnen nefistir.

567 Kur’an Yolu, III/194 568 el-Kıyâmet 75/1-2

d) Nefs-i mutmainne: İman nuruyla tam aydınlanmış, kötü sıfatlardan kurtulup

yüce ahlâk ile bezenmiş olan nefistir. Bu dereceye ulaşan nefsin çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur. Bu nefis hem Allah ile hem kullar ile hem de kendisiyle barışık olduğu için huzur ve tatmin içerisindedir.

e) Nefs-i zekiye: Nefsi kirletecek inkâr, cehâlet, kötü hisler, yanlış inançlar ve

kötü huylardan temizlenmiş; iman, ilim, irfan, iyi hisler, güzel huy ve ilâhî ahlâk gibi takva özellikleriyle terbiye edilip ilâhî tecellîlere mazhar olan nefis demektir.

f) Nefs-i râzîye: Kendisi ve başkaları hakkında –hayır ve şer olarak- tecelli

eden ilâhî hükümlere tereddütsüz rıza gösterip teslim olan nefsin makamıdır.

g) Nefs-i marziyye: Allah ile kul arasında rızanın müşterek bir vasıf olduğu,

kulun Allah’tan, Allah’ın da kuldan razı olduğu makamdır.

h) Nefs-i kâmile: Kişinin marifet sıfatlarını kazanarak irşad mevkiine

yükseldiği makamdır.”569