• Sonuç bulunamadı

Muhkem ve müteşâbih ile alakalı görüşlerin odak noktasında Âl-i İmran Sûresi’nin 7. âyeti olduğu için müelliflerin konuyla alakalı görüşlerine bu âyetin izahından vâkıf olmaktayız.

296 el-Enfâl 8/66 297 Kur’an Yolu, II/708

298 Kur’an Yolu, I/187, 267, 274, 281, 380, 407, 451, 642; II/118, 225, 356, 649, 662, 692, 705; III/106, 441, 455; IV/42, 52; V/613, 705

"

َﻬِﺑﺎَﺸَﺘُﻣ ُﺮَﺧُأَو ِبﺎَﺘِﻜْﻟا ﱡمُأ ﱠﻦُه ٌتﺎَﻤَﻜْﺤﱡﻣ ٌتﺎَﻳﺁ ُﻪْﻨِﻣ َبﺎَﺘِﻜْﻟا َﻚْﻴَﻠَﻋ َلَﺰﻧَأ َيِﺬﱠﻟا َﻮُه

ﻲﻓ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﺎﱠﻣَﺄَﻓ ٌتﺎ

ﻲِﻓ َنﻮُﺨِﺳاﱠﺮﻟاَو ُﻪّﻠﻟا ﱠﻻِإ ُﻪَﻠﻳِوْﺄَﺗ ُﻢَﻠْﻌَﻳ ﺎَﻣَو ِﻪِﻠﻳِوْﺄَﺗ ءﺎَﻐِﺘْﺑاَو ِﺔَﻨْﺘِﻔْﻟا ءﺎَﻐِﺘْﺑا ُﻪْﻨِﻣ َﻪَﺑﺎَﺸَﺗ ﺎَﻣ َنﻮُﻌِﺒﱠﺘَﻴَﻓ ٌﻎْﻳَز ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُﻗ

َﻳ ﺎَﻣَو ﺎَﻨﱢﺑَر ِﺪﻨِﻋ ْﻦﱢﻣ ﱞﻞُآ ِﻪِﺑ ﺎﱠﻨَﻣﺁ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻳ ِﻢْﻠِﻌْﻟا

ِبﺎَﺒْﻟﻷا ْاﻮُﻟْوُأ ﱠﻻِإ ُﺮﱠآﱠﺬ

"

“Sana kitabı indiren odur. Onun (Kur’an’ın) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır; diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek payeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.”299

Müellifler bu âyetin tefsirinde; muhkem ve müteşâbih konuları ile alakalı temel tartışma konularının ne olduğu, âlimlerin bu kavramlar hakkında ne düşündükleri, kavramların lügavî ve ıstılahî olarak hangi manalara geldikleri gibi konuları ele alarak muhkem ve müteşâbih ile alakalı söylenenleri genel olarak ifade etmişlerdir.

Muhkem sözlükte “engellenmiş, dış etkilere karşı korunmuş, güvenilir, sağlam, bozulamaz” gibi anlamlara gelir. Müteşâbih ise sözlükte “aralarında birbirinden ayırt edilemeyecek ve zihin karıştıracak derecede benzerlik bulunan iki şey” demektir.

Müellifler muhkem ve müteşâbihin terim anlamları ve bu âyette hangi manada kullanıldıkları hakkında âlimler arasında fikir birliği bulunmadığını belirttikten sonra, bu iki kelimenin buradaki terim anlamlarının belirlenmesinde âyetin son kısmında yer alan müteşâbihâtın kimler tarafından bilindiği ile alakalı kısmın tefsirinin temel etken olduğunu ifade ederler.300

Müellifler, Kur’an’ı Kerim’de Kur’an’ın tamamının muhkem301 olduğunu ifade eden âyetler olmakla beraber, tamamının müteşâbih302 olduğunu ifade eden âyetler de olduğunu; ancak bu âyetlerde kullanılan muhkem, müteşâbih ifadeleriyle

299 Âl-i İmran 3/7 300 Kur’an Yolu, I/490 301 Hûd 11/1

tefsiri yapılan âyette kullanılan muhkem, müteşâbih kelimelerinin farklı anlamlar ifade ettiklerini belirtmektedirler. 303

Daha sonra da Kur’an’ın tümünün muhkem olması hususunda genel kabul gören görüşün ne olduğunu ifade etmişlerdir. Genel kabul gören görüşe göre “Kur’an’ın bütününü kapsayan “muhkem” nitelemesiyle, onun dil özellikleri ve anlam derinliği açısından başka sözlerden üstün olduğuna ve benzerinin ortaya konamayacağına dikkat çekilmektedir. Bütününü kapsayan “müteşâbih” nitelemesiyle de üslûbundaki çeşitliliğe rağmen bir kısmının diğer kısmına tercihini imkânsız kılan bir güzelliğe sahip olduğuna, bıkılmadan tekrar tekrar okunduğuna, her bir âyetinin iman sahiplerinin gönüllerinde ayrı bir heyecan ve manevî haz uyandırdığına ve aynı kaynaktan geldiğini gösteren bir tutarlılık taşıdığına işaret edilmektedir.”304

Muhkem ve müteşâbihin burada hangi anlamlara geldiği hususunda kendi görüşlerini net olarak ortaya koymamışlar ancak konu hakkında İslam âlimlerinin düşüncelerini belirtmişlerdir:

“İslam bilginlerinin çoğunluğu “muhkem”le manası açık ifadelerin kastedildiği noktasında birleşmekle beraber, “müteşâbih” hakkında başlıca iki gruba ayrılmışlardır: Bir gruba göre bu, “manası ancak yüce Allah tarafından bilinebilecek ifadelerdir; Allah bunlarla neyi kastettiyse onların gerçek olduğuna inanmak gerekir.” Diğer grup ise bunun, “manası kapalı ifadeler” olduğu kanaatindedir. Sonuncu anlayışa göre ilmi ehliyet ve dirâyet sahibi kişiler için müteşâbih âyetleri veya bir kısmını anlamak ve yorumlamak mümkündür. Diğer âyet ve bilgilerin yardımıyla, özellikle ilimdeki gelişmeyle zaman içinde bunların manası çözülebilecektir. Bu görüş ayrılığına paralel olarak, âyetin sonundaki “ve’r-

râsihûne...” ifadesinin başında yer alan “ve” (vav) harfi ikinci anlayışı

benimseyenlerce bağlaç olarak kabul edilmiş ve şu anlam verilmiştir: “...Halbuki

onun te’vilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.” Birinci

anlayışa göre ise buradaki vav yeni bir cümlenin başladığını göstermektedir ve âyetin anlamı şöyledir: “... Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde

yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık, hepsi rabbimizin katındandır, derler.” Kaynaklarda genellikle, birinci anlayışın sahipleri “selef” (sahâbe ve tabiîn

303 Kur’an Yolu, I/491 304 Kur’an Yolu, I/491

bilginleri) veya “mütekaddimîn” (ilk dönem bilginleri), ikinci anlayışa sahip olanlar “halef” veya “müteahhirîn” (ilk dönemden sonra gelen bilginler) şeklinde anılır. Bununla birlikte ikinci görüş bazı sahâbe ve tabiîn âlimlerinden de nakledilmektedir. Yine bunlardan hangisinin çoğunluğun görüşü olduğu hususunda müfessirlerin farklı kanaatlere sahip oldukları görülmektedir.”305

Söz konusu olan âyette, “te’vil” kelimesine bu lafzın dinî literatürdeki terminolojik manası olan “tefsir, açıklama ve yorum” anlamlarının verilmesiyle ciddi bir hatanın yapılageldiği düşüncesi de dikkat edilmesi gereken bir husustur. Bu düşünceye göre eğer “te’vil” kelimesine “tefsir, açıklama, yorum” anlamları verilecek olursa Kur’an’da tefsiri ve anlaşılması mümkün olmayan, manasını ancak

Allah’ın bildiği birtakım âyetlerin var olduğu kabul edilmiş olur.306 Bu nedenle “müteşâbihin te’vili” ifadesiyle müteşâbih âyetlerin tefsiri yasaklanmamış, tefsirinin

Allah tarafından bilinebileceği ifade edilmemiş, burada bu âyetlerin te’vilini Allah’ın

bilebileceği ifade edilmiştir.307 Sonuç olarak buradan, müteşâbih olan âyetlerin te’vilini yalnız Allah’ın biliceği, insanların bilemeyeceği; ancak insanların ise bu âyetleri tefsir edebilecekleri anlaşılmaktadır.

Müelliflerin müteşâbihâtın insanlar tarafından bilinip bilinemeyeceği ile alakalı görüşleri çok net olmamakla beraber -hatta kimi zaman müteşâbihâttan bahsederken “anlamını kesin olarak bilemeyeceğimiz”308 şeklinde ifade etmelerine rağmen- genel olarak, müteşâbihâtın ilimde yüksek payeye sahip kişiler tarafından da tam olmasa da kısmen bilinebileceği görüşünde oldukları anlaşılmaktadır. Aşağıdaki cümlelerden müelliflerin bu düşünce oldukları kanaatindeyiz.

a) “Meçhulü sezmek, onu bilme ve öğrenmenin ön şartı konumundadır. Yüce

Allah kullarına önce kendi varlığını diğerlerinden ayırt ettiren muhkem bir bilgi

sağlayıp sonra müteşâbih halde bulunan meçhulleri sezdirir ve kademe kademe

305 Kur’an Yolu, I/493

306 Yusuf Işıcık, Kur’an’da Temel İki Kavram: Te’vil ve Müteşâbih, SÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Konya, 2002, sy.13, s.26

307 Işıcık, a.g.m. s.27 Aynı yerde müteşâbihin tefsirinin bilinebileceği ile alakalı olarak şu örnek verilir: Meselâ Allah’ın “istiva sıfatını” alacak olursak, İmam Mâlik’in de dediği gibi, istivanın manası malumdur yani bilinir; o da: “Allah Teâlâ’nın, arşının üzerinde olduğudur.” Fakat istivanın te’vili yani nasıllık ve niceliği, Allah’ın istivasının nasıl bir şey olduğu, Allah’ın, arşının üzerinde ne şekilde bulunduğu gibi, nitelik ve niceliğe yani âkıbet ve hakikate ilişkin hususlar bilinemez. “İstiva, yed, vech” gibi müteşâbih âyetlerin manalarının, Allah’ın şanına uygun ve layık bir şekilde, fakat hakiki ve reel manalarıyla anlaşılması, Kur’an’a göre yasaklanmamış, yukarıda da ifade edildiği gibi bunların sadece te’villeri yani insan aklınca, fizik dünyaya bakarak Allah Teâlâ’ya roller biçilmesi ve onun bir şeylere benzetilmesi yasaklanmıştır. a.g.m. s.28

bunları muhkeme dönüştürür. Bir başka anlatımla müteşâbihlerin bu özelliği görecelidir. Gerçekte ve sözün sahibi bakımından bunların anlamında hiçbir kuşku ve tereddüt bulunmayıp muhataba nispetle kapalılık taşıyan ifadelerdir.”309

b) “Âyetin Kur’an-ı Kerim âyetlerini muhkem ve müteşâbih şeklinde iki temel

gruba ayırıp bu konuda bir kriter vermemesi, müteşâbih olanların anlamlarını bilmenin kullar için mümkün olup olmadığı hususunu yoruma açık bırakması ve mümkün olduğu ihtimalini de ilimde derinleşmiş olma şartıyla sınırlamış olması, bir taraftan düşünce hürriyeti diğer taraftan da yüce kudrete teslimiyet konusunda geniş ufuklar açmaktadır.”310

c) “Kur’an-ı Kerim’in bu konuda kesin bir kıstas koymaması, bir zamanda

veya bir kısım bilginlerce müteşâbih gibi düşünülen ifadelerin başka bir zamanda veya başka bilginler tarafından muhkem olarak telakki edilebilmesini ya da bunun aksinin meydana gelmesini tabii kılmaktadır. Fakat müteşâbihlerin Manasını bilebilmek için ilimde belirli payeye erişmiş olmak şart olduğuna göre, herhangi bir âyetin müteşâbihattan olduğuna hükmetmek için bu şart öncelikle gereklidir.”311

d) “İbn Atıyye de, bu tür kullanımın (olumsuz yükleme sahip bir cümlede

istisna edatından sonra gelen öğeye bağlaçla atıf yapılması halinde fiilin tam anlamıyla bu öğe hakkında düşünülmesine karşılık, atfedilen açısından sınırlı bir mananın kastedilmesi) Arap dili kurallarına uygun olduğunu belirtir. Bu sebeple mealinde “Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler

bilir.” denmeyip, “Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek payeye erişenler. Derler ki:...” şeklinde bir ifadeyle bu incelik bir ölçüde

yansıtılmaya çalışılmıştır.”312

Müelliflerin müteşâbihât olarak değerlendirdiği konular arasında Allah’ın sıfatları,313 hurûf-ı mukattaa,314 kıyâmetin ne zaman kopacağı,315 Allah’ın arşı,316 şeytanların mele-i a’lâ’da bulunan meleklerden bilgi çalmaya çalışmaları ve engellenmeleri,317 siccîn’in ne olduğu318 gibi konuları sayabiliriz.

309 Kur’an Yolu, I/494 310 Kur’an Yolu, I/496 311 Kur’an Yolu, I/497 312 Kur’an Yolu, I/503 313 Kur’an Yolu, I/495 314 Kur’an Yolu, I/69 315 Kur’an Yolu, I/495 316 Kur’an Yolu, III/149 317 Kur’an Yolu, IV/522