• Sonuç bulunamadı

Tuhfetü’l-Uşşâk Mesnevisi

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 92-101)

2.1. Hamdullah Hamdî’nin Hamse’si

2.1.3. Tuhfetü’l-Uşşâk Mesnevisi

Hamdullah Hamdî’nin aruzun “mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün ” kalıbıyla kaleme aldığı Tuhfetü’l-Uşşâk mesnevisinin yazılış tarihi belli değildir. Eser hakkında yapılan

araştırmalara göre yazılış tarihi hakkında iki farklı görüş mevcuttur. Gibb, sade dil ve üslubu sebebiyle mesnevinin, Hamdî’nin ilk eserlerinden olabileceğini belirtmiştir.203 Ancak M. Al-Shaman, dil ve üslubun yeterli bir delil olamayacağını, Hamdî’nin diğer mesnevilerinin devlet büyüklerinden takdir görmemesi sebebiyle taklitçilikten yeniliğe geçiş için bu yeni konulu mesneviyi yazdığını ifade etmiştir. Al-Shaman, Tuhfetü’l-Uşşâk’ın yazılış tarihinin H.905/M.1499 yılından sonra olduğunu belirtmiştir.204

Arapça kökenli, hediye, mecazen mücevher, kıymetli taş, sanat eseri anlamına gelen “tuhfe”205 ve âşıklar anlamındaki “uşşâk”206 kelimeleri ile meydana gelen “Tuhfetü’l-Uşşâk” tamlaması âşıkların hediyesi, ya da âşıklara değerli bir hediye anlamına gelir. Türk edebiyatında çeşitli şair ve yazarlar tarafından Tuhfetü’l- Uşşâk adıyla kaleme alınan eserler mevcuttur.207

Tuhfetü’l-Uşşâk’ın biri Medine Melik Abdülaziz Kütüphanesi Şeyhülislâm Arif Hikmet Kitaplığında (A) diğeri British Library’de (B) olmak üzere iki yazma nüshası bulunmaktadır.208 Eserin A nüshasındaki beyit sayısı 978, B nüshasındaki beyit sayısı ise 927 olarak belirtilmiştir.209 Mevcut iki nüshayı karşılaştırarak çalışma yapan Mustafa Güneş, eserin 987 beyit olduğunu ifade etmiştir.210

Tasavvufî ve sembolik bir aşk hikâyesini konu edinen mesnevi, Hamdî’nin döneminin kültür akımları ve kendisinin yaşadığı ilim çevresinin etkisi ile yazılmıştır.211 Tezkirelerde bu mesnevi hakkında bir bilgi verilmemiş, sadece eserin ismi verilmekle yetinilmiştir.212

203 E. J. Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi/ A History Of Ottoman Poetry, çev. Ali Çavuşoğlu,

Akçağ Yayınları, C I-II, Ankara, 1999, s.419.

204 Mes'ad S Al-Shaman, “Hamdullah Hamdî'nin Tuhfetü'l- Uşşâk Adlı Mesnevisi”, Türklük Bilgisi Araştırmaları/ Journal of Turkish Studies (Fahir İz Armağanı), 1991, C 2, S 15, Cambridge, s.169. 205 Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yayınları, İstanbul, 1995, s.86.

206 age., s.571.

207 Mustafa Güneş, Hamdî ve Tuhfetü'l-Uşşâk'ı, Bizim Büro Yayıncılık, Ankara, 2014, s.23. 208 Al-Shaman, age., s.175.

209 age., s.176. 210 Güneş, age., s.28. 211 Al-Shaman, age., s.170. 212 Gibb, age., s.419.

Hamdî, taklitçilikten vazgeçmek ve yenilik getirmek düşüncesiyle kaleme aldığı Tuhfetü’l-Uşşâk için kendi hayalinde bir konu bulmuştur.213 Eser, konu, kişiler ve olayların yeni ve farklı olması sebebiyle, orijinal olarak değerlendirilebilirse de Feridüddin-i Attâr’ın Mantıku’t-Tayr isimli eserinde geçen ve daha sonra çeşitli şairler tarafından kaleme alınan Şeyh San’ân hikâyesine benzemesi, ondan ilham alınarak yazılmış olabileceği ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Şairin, Şeyhî’nin etkisi altında olduğunu dil ve üslup olarak sade bir anlatımı seçtiği görülmektedir.

Mesneviye besmele ile başlayan şair, tevhit, münâcât ve na’t bölümlerinden sonra Sebeb-i Nazm-ı Kitâb başlığı altında eseri niçin yazdığından bahsetmiştir. Bu bölümde Hamdî, taklitçilikten uzak, yeni ve farklı bir eser yazmak için yola çıktığını, herkesin severek okuyacağı bir aşk hikâyesi yazarak fani hayatında geriye bıraktığı eseriyle bâkî kalacağını ve yazacağı bu eseri okuyanların zaman zaman kendisine dua edeceğini düşünerek yazdığını belirtmiştir.

Sebeb-i Nazm-ı Kitâb bölümünden sonra şair, Matla‘-ı Dâsitân başlığı ile

hikâyeye giriş yapar. Hamdî, bu bölümde olayları anlatmaya başlamadan önce Farsça konu başlıkları eklemiştir.

Mesnevinin sonunda eserin alegorik bir hikâye olduğundan bahseden bir bölüm vardır. Bu bölümde, hikâyede yer alan kahramanların temsil ettikleri tasavvufi kavramlardan bahsedilmiştir.

Hamdî’nin tamamlayabildiği için Allah’a hamd ile bitirdiği bu eserde on bir gazel, iki kaside ve bir mülemma da bulunmaktadır.214

Tuhfetü’l-Uşşâk Mesnevisinin Özeti

Hamdullah Hamdî’nin bu mesnevisinin özeti Mes’ad Al-Shaman’ın çalışmasında yer alan metin esas alınarak hazırlanmıştır.215

Hoca-zâde Hikâyesine Giriş ve Hoca-zâde’nin Ticaret Yapma İsteği

213 Al-Shaman, age., s.170. 214 age., s.171.

215 bk. Mes'ad S Al-Shaman, “Hamdullah Hamdî'nin Tuhfetü'l- Uşşâk Adlı Mesnevisi”, Türklük Bilgisi Araştırmaları/ Journal of Turkish Studies (Fahir İz Armağanı), 1991, C 2, S 15, Cambridge, s.169.

Kayseri’de büyük velilerden şeyh Evhadü’d-dîn zamanında yaşayan bilge bir tüccarın, Hoca-zâde adında melek yüzlü çok güzel bir oğlu dünyaya gelir. Babası, dünya ilimlerini öğrenmesi için Hoca-zâde’yi okula gönderir. O da gayret göstererek ilim ve hikmet sahibi olur.

Hoca-zâde, on yaşına geldiğinde anne babasından ticaret yapmak için İstanbul’a seyahat etmek istediğini söyleyerek izin ister. Bu istek karşısında şaşıran anne baba bu isteğini reddederler. Hoca-zâde, artık kendilerine yük olmak istemediğini belirterek isteğinde ısrar eder. Babası, oğluna ticaret yollarında bin bir güçlük bulunduğunu ve onun henüz çok genç ve tecrübesiz olduğunu ifade ederek onu vazgeçirmek ister. Annesi de öğütler vererek bu isteğinden vazgeçmesini rica eder. Ancak anne ve babasının nasihatleri fayda vermez.

Çocuğu ısrarlı gören anne babası danışmak için şehirdeki büyük şeyh Evhadü’d-dîn’e giderler. Durumu şeyhe anlatıp yardım isterler. Şeyh bir süre uzlete çekilip durumu değerlendirdikten sonra çocuğun birkaç köle ve yedi ticari yük ile İstanbul’a gidip ticaret yapmasına izin vermelerini ve bu hâlin Allah’tan geldiğini bilip sabretmelerini söyler. Anne ve baba bu müşkül durum ve isteğin kaldırılması için şeyhten Allah’a dua etmesini isterler. Şeyh, onlara çocuğun birçok hâl ve yolculuktan sonra emin bir şekilde geri döneceğini söyler. Anne ve baba şeyhin nasihatleri üzerine Hoca-zâde’nin isteğini kabul ederler. Yolculuk için gerekli hazırlıklar yapılır. Şeyh Evhadü’d-dîn Hoca-zâde’ye nasihatlerde bulunur. Daha sonra anne ve babasıyla vedalaşan Hoca-zâde birkaç köle ve ticaret mallarıyla birlikte yola koyulur.

Hoca-zâde’nin İstanbul’a Ulaşması ve Simsarların Hoca-zâde’ye Yardım Etmesi

Hoca-zâde zahmetli bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşır. Şehirde büyük bir hana yerleşir. Hanı güzelliğiyle aydınlatan Hoca-zâde’ye handakiler ilgiyle bakar. Hana yerleşince Kayseri’den getirdiği malları taşıtır.

Şehrin bir imparatoru ve onun da güçlü bir veziri vardır. Şehre gelen tüccarların en güzel mallarını almayı seven vezir, şehrin simsarlarıyla sık sık görüşerek bilgi alırdı. Yine bir gün şehirde gezen simsarlar bir handa tacir kıyafetinde güzel bir genç görürler. Hoca-zâde’nin zarafetini, güzelliğini beğenince yanına giderek ertesi gün

gelip ona işinde yardım edeceklerini ve pazarı gezdireceklerini söylerler. Hoca-zâde bu tekliften hoşnut kalır ve bunun üzerine sözleşirler.

Ertesi gün, Hoca-zâde güzel kıyafetler giyip hazırlanır ve pazara gider. Simsarlar pazarda ona rehberlik ederler. Hoca-zâde’nin güzelliği pazardakileri hayran bırakır ve pazarda telaşa sebep olur. Kimi onun güzelliğini seyrederken işini ve müşterilerini unutur, kimisi ona gösterilen ilgiyi kıskanır. Genç tacir pazarı ilgiyle gezdikten sonra dinlenmek için hana çekilir. Simsarlar onun hizmetinde olduklarını belirttikten sonra yanından ayrılırlar.

Simsarların Vezire Hoca-zâde’yi Anlatması ve Vezirin Hoca-zâde’yi Evine Davet Etmesi

Simsarlar Hoca-zâde’nin yanından ayrıldıktan sonra vezirin yanına gidip ona Hoca-zâde’yi anlatırlar. Şehre gelen Müslüman bir tacir gencin görenleri hayran bırakan güzelliği olmasından bahsederler. Simsarların verdiği habere sevinen vezir onları yeni elbiseler ve mallarla ödüllendirir. Onlara, bahsettikleri genci yarın evine davet etmelerini söyler. Vezirin sevinme sebebine gelirsek; vezirin fevkalade güzel bir kızı vardır ve ona güzellikte denk bir koca bulmak istemektedir. Kızına talip olan çok genç olmuşsa da vezirin istediği gibi bir kimse çıkmamıştır. Bu konuda istediği bugüne kadar olmayan vezir Hoca-zâde’nin haberiyle ümitlerini canlandırmış olur.

Ertesi sabah simsarlar vezirin emriyle hana gelip Hoca-zâde‘nin yanına vardılar. Ona şehrin halkının kâfir olduğunu bu sebeple de bu insanların Müslümanların korumadıklarını söylerler. Onu öldürüp mallarını yağmalayabileceklerini söylerler. Bu tehlikeden korunmak için tedbir alması ve büyük insanlar içinden birisinin onun koruyucusu olması gerektiğini belirtirler. Genç onların söylediklerine inanır ve şehrin büyüklerinden kimden koruma desteği alabileceğini sorar. Simsarlar imparatorun vezirinin yabancılara karşı çok nazik ve şefkatli davrandığını ve onları her zaman korumasından bahsederek onun olabileceğine işaret ederler. Bir miktar hediye ile vezirin yanına gitmesinin uygun olacağını belirterek gence yol gösterirler. Hoca-zâde söylenileni yaparak hediyeler hazırlar ve simsarlarla birlikte vezirin yanına gider. Hoca-zâde’yi gören vezir onun güzelliğine hayran kalır

ve geldiğine çok sevinir. Vezir, Hoca-zâde’yi cana yakın karşılar ve özel ihtimam göstererek iyi bir şekilde ağırlar.

Hoca-zâde’nin Vezirin Kızını Görmesi ve Ona Âşık Olması

Ertesi gün Hoca-zâde vezir tarafından tekrar davet edilir. Vezir kurulan ziyafette Hoca-zâde’ye içki içmesini, eğlenmesini ve zevkle kendinden geçmesini söyler. Ancak Hoca-zâde, dininde bunların yasak olduğunu ve büyük bir şeyhten tövbe aldığını söyleyerek kabul etmez. Vezir, Allah’ın tövbeleri kabul edeceğini, misafirin ev sahibine tâbi olduğunu söyleyerek kendisini ona bırakmasını ister. Bunun ardından vezirin bir işaretiyle çalgılar çalmaya, güzel kızlar dans etmeye başlar. Gece ilerledikçe meclisin neşesi artar. Hoca-zâde bu neşe ve zevki görünce içki içip eğlenmeye başlar. Hoca-zâde eğlenip şenlendikten sonra vezirden izin alarak kaldığı hana doğru gider.

Hoca-zâde ertesi gece vezirin davetiyle yeniden içki sofrasına oturur. İçki ve müzikle iyice kendinden geçtiği sırada aniden bir perde açılır ve vezirin güzel kızı görünür. Kız yaklaşıp Hoca-zâde’nin yanına oturur. Kızın güzelliği karşısında hayran kalan Hoca-zâde o anda ona âşık olur. Kız kalkıp gideceği zaman genç tüccar, eteğinden tutup kalmasını ve kendisini bırakmamasını ister. Planının işe yaradığını gören vezirin bir işaretiyle kız oradan ayrılır. Genç tüccar, hana döner ve âşık olduğu güzel kızı düşünmekten sabaha dek uyuyamaz.

Ertesi sabah simsarlar genç tüccarın yanına gelerek vezirin evine tekrar davet edildiğini haber verirler. Vezirin kızını tekrar görmek için heyecanlanan Hoca-zâde davete gider, yine ziyafet ve müzikle eğlendirildikten sonra sevdiği kız gelir. Kızla diz dize oturup şarap içer, kısa bir görüşme yapar. Kız ayrılacağı zaman gitmemesi için yalvardığı sırada vezirin müdahalesiyle bırakır ve ayrılığın acısıyla çaresizce hana doğru yol alır.

Hoca-zâde’nin Vezirin Kızına Talip Olması

Hana dönen genç âşık, ayrılığın acısıyla yanıp tutuşur. Sevgilisinin hasretinden feryat eder, ağlar. Gencin bu sıkıntılı hâlini gören hizmetkârları çok üzülürler ve derdinin ne olduğunu, yardım edip edemeyeceklerini sorarlar. Hoca-zâde onlara dualar edip simsarları yanına getirmelerini söyler. Simsarlar gelince onlara hâlini anlatır, bu

vaziyetinin sebebinin onlar olduğunu bu sebeple derdine çareyi onların bulması gerektiğini söyler. Vezire gidip onun durumunu anlatmalarını ister. Eğer vezir isterse kızını görmesi karşılığında tüm malını verebileceğini hatta sarayda köle bile olabileceğini söyler. Bunun üzerine simsarlar onun isteğini yerine getirmek için vezirin yanına gidip onun durumunu vezire bildirirler. Vezir onları dinleyince gülümser ancak hiçbir şey söylemez.

Hoca-zâde ‘nin haberini almasının ardından vezir kızının odasına gider ve onunla genç tüccar hakkında konuşur. Vezir Hoca-zâde ‘yi övdükçe kızının gence olan sevgisi artar ve aşkı şiddetlenir. Kızının da genç tüccara gönlünü kaptırdığını görünce ona genci övmesine gerek kalmadığını anlar. Diğer taraftan sevgilisinin hasretinden durumu giderek kötüleşen ve hâli kalmayan Hoca-zâde’ye hizmetkârları nasihat ederler ve sabaha kadar onu teselli etmeye çalışırlar.

Ertesi gün simsarlar Hoca-zâde’nin yanına gelerek vezirin evine yeniden davet edildiğini bildirirler. Genç tüccar vakit kaybetmeden vezirin evine gider. Vezirin önceki davetlerinde olduğu gibi uzun süre eğlendirilir. Hoca-zâde’nin hasretinden sarhoş olduğu aşkından divane olduğu kız gelir ve bu kez gence olan aşkını dile getirir. Kız odasına gideceği zaman Hoca-zâde yine kızın eteğine yapışır ve vezirin tüm itirazlarına rağmen kız gencin yanında kalır. Vezir bunun üzerine Hoca-zâde’nin kızına sarılmasına ve onu öpmesine izin verir. Genç âşık, kızın dudaklarına dokunmasıyla gelen coşkun bir hâl ile kendinden geçerek bayılır. Bayılan genç tüccar o hâlde kaldığı hana götürülür.

Hoca-zâde uyandığında yaşadıklarının gerçek olduğuna inanamaz ve ancak bir rüya olabileceğini düşünür. İçine düştüğü hâlden bir türlü kendine gelemeyen genç, aşkın verdiği ızdırap ile yakasını yırtmaya, yakınmaya başlar. Gencin bu hâlini gören hizmetkârları kendisine zarar vermemesi için onu bağlarlar. Hizmetkârlar ve simsarlar her ne kadar aklını başına toplaması için nasihat edip uğraşsalar da fayda etmez. Genç kendisine hiçbir nasihatin fayda etmeyeceğini ve sevgilisiyle kavuşmasının tek çare olduğunu söyler.

Hoca-zâde’nin hâline çok üzülen simsarlar vezire gidip onun durumunu anlatırlar. Vezir, kızını isteyen birçok hükümdarın evlilik teklifini geri çevirdiğini

anlatır. Hoca-zâde’nin güzelliğinin kızına yaraşır olduğunu ancak dinini değiştirmesi ve onun putlarına tapması şartıyla ona kızını verebileceğini söyler. Simsarlar Hoca- zâde’nin yanına gidip vezirin şartını söylerler. Bunun üzerine genç âşık “Binlerce din sevgili için feda olsun. Âşığın sevdiğinden başka dini yoktur. Sevgiliye kavuşmadıktan sonra cennet gerekmez. Sevgili olmadan gönül rahata ermez.” diyerek vezirin şartını kabul eder.

Hoca-zâde’nin Sevgilisine Kavuşması

Hoca-zâde’nin dinini terk etmesi üzerine simsarlar, gencin müjdeli haberini vezire iletirler. Bunu duyan vezirin gönlü mutlulukla dolar ve Hoca-zâde’nin yanına getirilmesini emreder. Diğer yandan Hoca-zâde’nin hizmetkârları onun dinini terk edip imanının kalmadığını görünce çok üzülürler. Ona şeyhinin nasihatlerini, yetişme tarzını, almış olduğu İslami terbiyesini hatırlatarak yaptığı tercihin çok yanlış olduğunu söylerler ve onu fena şekilde azarlarlar. Ancak genç söylediklerine aldırış etmez.

Düğün hazırlıkları yapılır. Düğün günü, bütün halk bu iki güzel aşığın düğününe şahit olmak için sabah erkenden kalkıp heyecanla yollarını gözler. Sevgililerin kavuştuğunu gören halk mutlulukla şükretmeye başlar. Gelin cennetteki huriler gibi göz kamaştırıcıdır. Başında tacı ve belinde kuşağı bulunan gelinin güzelliğini görenler onu bir put kadar görkemli bulur. Güzel çift ayaklarının altına serilmiş ipekli kumaşlar üzerinde kol kola yürürler. Kulları çiftin sağına ve soluna dizilirler. İki güzel aşığın arkasından onları izleyenler yürür. Büyük bir coşku ile süren düğünde davulların sesleri yeri ve göğü inletir. Melekler kadar güzel çifte düğün hediyesi olarak mücevherler armağan edilir. Eşi benzeri bulunmayan bir köşke otururlar. Hoca-zâde, arzusuna kavuşma umuduyla otururken aşk ateşi şiddetlenir, arzusu artar. İki sevgili kavuştuğunda zevkle günler geçirir, kavuşmasının sefasını sürerler.

Evlenen iki genç âşık mutlu bir hayat sürmeye başlar. Böylece iki yıl geçer ve iki erkek çocukları olur.

İstanbul’da Ayasofya ismindeki bir ibadethanede yedi yılda bir bütün şehir halkının katıldığı özel bir dini tören düzenlenmektedir. Hoca-zâde ve hanımı da bu törene katılır. Hoca-zâde İslam dinini bıraktığı zaman yanındaki Kur’an’ı buraya bırakmıştır. Tören sırasında karısı Kur’an’ı görür ve kocasına dönüp bunun ne olduğunu sorar. O da “Bu kitap Yüce Allah’ın Hazreti Muhammed’e gönderdiği Kur’an-ı Azamdır. Hak din olan İslam’ın mukaddes kitabıdır.” diye cevap verir. Genç adam Kur’an’dan o kadar övgüyle bahseder ki karısı Kur’an’ı görmek ve onda fal bakmak ister. Hoca-zâde, Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağını söyler ve ikisi de boy abdesti alıp temizlenirler. Kitabı fal bakmak için açtıklarında karşılarına “ İman

edenlerin Allah’ı anma ve hak olarak inen Kur’an’a karşı kalplerinin ürperme zamanı gelmedi mi? ayeti çıkar. Genç adam bu ayeti okuyunca gönül gözü açılır ve sesli bir

şekilde ağlamaya başlar. Onu bu halde gören karısı şaşırır ve falın manasının ne olduğunu sorar. Kocası ayetin manasını söyleyince o da çok etkilenir ve eşi gibi ağlamaya başlar. O sırada sesleri duyan vezir gelerek onlara ne olduğunu sorar ve öğrenir öğrenmez kalbi nur ile dolar.

Hoca-zâde, vezir ve kızı İslamiyet’i kabul ederler. Kimseye bir şey söylemeden sessizce yol hazırlığı yaparlar. Onlarla birlikte Müslüman olmuş yetmiş iki kişi ile beraber hazineleriyle Kayseri’ye göç ederler. Kayseri’ye emin ve mutlu olarak ulaşırlar ve orada huzurla yaşarlar.

Hikâyede Kahramanların Temsil Ettiği Unsurlar

Hoca-zâde insan ruhunu temsil eder. Ruhların asıl vatanı olan ruhlar âlemi gibi Kayseri de Hoca-zâde’nin asıl vatanıdır. Hoca-zâde, Allah’ın emriyle ticaret yapmak için dar’ül-ahzan olan İstanbul’a göç eder ve vatanı İstanbul olur.

Vezirin kızı dünyadaki cismani zevkleri temsil eder. Hoca-zâde’nin vezirin kızına âşık olup vatanını unuttuğu gibi ruhlar da dünyanın geçici heveslerine aldanıp asıl vatanları olan ruhlar âlemini unuturlar.

Vezirin temsil ettiği akl-ı mahcûb (örtülü akıl) ise dünyadaki cismani zevkleri ruha güzel ve arzulu şekilde sunar. Vezirin, kızı sebebiyle Hoca-zâde’nin din değiştirmesine sebep olduğu gibi akl-ı mahcûb da cismani zevkler ile ruhu perdeler.

Hoca-zâde’nin temsil ettiği ruh, vezirin kızının temsil ettiği cismani zevklere ulaşırsa onlardan iki nesne meydana gelir. Bunlardan birisi hevâ, diğeri ise gazaptır.

Allah’ın merhametinin inmesi ve hidayet rehberi Kur’an’ın açılmasıyla küfür ortadan kalkar ve iman gelir. Sonunda bu fani dünya arkada kalıp asıl vatana dönünce ruh ve beden imanla güzelleşir.

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 92-101)