• Sonuç bulunamadı

Ahmediyye Mesnevisi

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 75-92)

2.1. Hamdullah Hamdî’nin Hamse’si

2.1.2. Ahmediyye Mesnevisi

Hamdullah Hamdi’nin aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbı ile yazılan bu mesnevisi H.900/M.1494-95 yılında yazılmıştır.

Mevlid türünde yazılmış olan eser, çeşitli kaynaklarda “Mevlid”, “Muhammediyye”, “Mevlid-i Cismânî” ve “Mevlid-i Rûhânî” gibi isimlerle kayda geçmiştir. Mesnevinin sonundaki “Ahmediyye oldu bu manzûma nâm/ Nazmını ettim

dokuz yüzde tamâm” beyti ile şair, eserin adı ve te’lîf tarihi hakkında bilgi

vermektedir.201

Hamdi, mesneviye zikrin öneminden bahseden tevhid ile başlamış, İmam Kuşeyrî’den bir söz ve naklettiği bir hadis hakkında açıklamalar ile devam etmiştir. Eserde Hz. Muhammed’in doğumu öncesinde meydana gelen Fil Vakası, Hz. Muhammed’in doğumu, Hz. Muhammed’e peygamberliğin gelmesi, Hz. 201 Öztürk, age., 1997, s.453.

Muhammed’in ahlakı, mucizeleri, mi’racı, hicreti, Hz. Muhammed’e mersiye konularını ele alınmıştır. Şair, konulara başlamadan önce başlıklar eklemiştir. Son bölümde bir beyit ile mesnevinin te’lîf tarihi ve ismini belirten Hamdi, okuyucularından dua beklediğini belirterek eserini sonlandırmıştır. Mesnevide yer yer nasihatler, gazeller ve bazı ayetler ve açıklamaları verilmiştir.

Ahmediyye Mesnevisinin Özeti

Hamdî’nin bu mesnevisinin özetinde Mustafa Şirin’in çalışmasında yer alan transkripsiyonlu metin esas alınmıştır.202

Ebrehe ile Eryât’ın Birbiriyle Mücadelesi

Zengibar adlı ülkenin sultanı Necâşî, hiddetle sayısız askerlerini toplar, Eryât ve Ebrehe adındaki iki komutanı askerini emanet ederek görevlendirir. Yemen üzerine gönderdiği ordu orayı ele geçirir ve harap olan şehri yağmalar. Tahta geçecek kişi için Eryât’ın olması kararlaştırılınca Ebrehe fitne ve kavga çıkarır. Ordu ikiye bölünür ve birbiriyle savaşır. Askerler fillere çengel takıp savaş meydana sürerler. Savaş meydanı kan gölüne döner. Ebrehe, Eryât’a bir elçi gönderir, ikisinin savaş meydanında karşılaşmalarını, kazanan kim olursa tahta onun geçmesini ve ordunun komutanının o olmasını teklif eder. Eryât teklifi kabul eder ve atını meydana sürer. Ebrehe bir askerini dediğini yapması için görevlendirir ve savaş meydanına gider. Eryât ve Ebrehe karşılaşırkar ve Eryât kılıcını savurduğu sırada aniden Ebrehe’nin görevlendirdiği asker çıkar ve kılıcıyla Eryât’ı adeta iki parçaya ayırır. Bunun üzerine Eryât orada ölür ve böylece Ebrehe Yemen’e şah olur.

Olanları duyan Necâşî çok sinirlenir. Zira orduyu gönderirken Eryât’a sancak verip onu başkumandan yapmıştır. Yapılanların cezasını vermek için Yemen’i basıp Ebrehe’nin saçını yerlerde sürümeye yemin eder. Bunun haberini alan Ebrehe akıllıca bir çözüm bulur ve saçını kesip bir avuç toprakla beraber Necâşî’ye gönderir. Saçını toprağa sürtmesini, yüzüne sürüp gönderdiği toprağa Şah’ın ayağını basmasını ister ve 202 Mustafa Şirin, Er-Risaletü'l-Ahmediyye fi'l-Veladetil'l-Muhammediyye (Giriş- Transkripsiyonlu Metin-Gramatikal İndeks), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),

yeminini böylece gerçekleştirerek kendisini affetmesini ister. Bu özrü duyan Şah, Ebrehe’yi affeder ve onun makamında kalmasına karar verir.

Yemen’e yönetici olan Ebrehe, bütün halkın hacca rağbet ettiğini görür. Bunun üzere San’a’da büyük bir kilise yaptırır, içini süslü eşyalarla doldurur. Kuleys adını verdiği kilisenin yapımı tamamlanınca Şah Necâşî’ye bir elçi gönderir. Şah için mükemmel bir köşk ve eşi benzeri görülmemiş bir kilise yaptırdığını, eğer Şah kendisine izin verirse Ka‘be’ye haccı yasaklayıp, hac mevsiminde insanları bu kilisede toplamak istediğini bildirir.

Fil Vakası

Ebrehe’nin hacı topluluğunu bozma niyeti duyulur ve Hicaz’a kadar erişir. Bunu duyan Kenanlı bir adam Ebrehe’ye karşı kinlenir ve dinine yapılan bu saygısızlık karşısında öfkeyle dolup taşar. Bunun üzerine o kiliseye gitmek için yola çıkar. Kiliseye varınca adam, kilisenin mihrabına tuvaletini yaparak pisliğini oradaki birkaç haça sürer. Ardından hemen oradan kaçar. Adamın yaptıkları duyulur ancak yapanı kimse görmemiştir. Kimin yaptığını bulmak için bazı kimselere danışılır, onlar düşünürler ve tahminde bulunurlar. Sonunda kimin olduğunu bulurlar.

Kiliseye yapılanları duyan Ebrehe, öfkeyle yemin eder. Askerleriyle beraber Hicaz’a doğru sefere çıkmaya karar verir. Necâşî’ye elçi gönderip fil göndermesini ister.

Ebrehe kalabalık ordusuyla Ka‘be’yi yıkmak için yola çıkar. Zü-nefer (Asker sahibi) diye bilinen yiğit bir şah, Ebrehe’nin ordusunu yenmek için askerlerini toplayıp kimisi hızlı giden develerle kimisi atlarla yola çıkar. İki ordu karşılaşır ve savaş meydanında büyük bir savaş kopar. Ebrehe’nin ordusu gâlip gelir. Bunun üzerine Ebrehe, ordusuyla yola devam eder. Haşâm ilinde Nüfeyl Ubn-i Habîb ona karşı koymak ister ancak o da başarılı olamaz. Böylece Ebrehe ve ordusu Mekke’nin yakınlara kadar gelir. Yağma için bir bölük asker seçer ve başlarına Esved İbn-i Mes‘ûdî adında birisini tayin eder. Esved İbn-i Mes‘ûdî, Harem’den çokça şeyi haramla elde eder hatta ‘Abdu’l-muttalîb’ten zorla iki yüz devesini alır.

Ebrehe, şehre bir Hünâta isminde birisini gönderip efendisine haber saldırır. Kimseyi öldürmek için gelmediğini, Ka‘be’yi yıkmak ve buradaki topluluğun

San‘a’da olmasını istediğini söyler. Eğer kendisine karşı koyar ve savaşırlarsa sözünü tutmayacağını bildirir. ‘Abdu’l-muttalîb ona savaş açmayacaklarını bildirir.

‘Abdu’l-muttalîb fil ordusuna doğru yola koyulur ve Ebrehe’nin yanına girer. Ebrehe onu hoş ikramlarla karşılar. ‘Abdu’l-muttalîb, kendisinden alınan mallarını vermesini ister. Ebrehe, Ka‘be hakkında bir şey yapmamasını istemeyip kendi malını istemesine şaşırır. ‘Abdu’l-muttalîb de kendi mallarının sahibi olduğu için onları istediğini, Ka‘be’nin de sahibinin Allah olduğunu ve Ka‘be’yi sahibinin koruyacağını söyler. Ka‘be’ye saldırmak isteyenleri Allah’ın harap ettiğini anlatır. Ebrehe, ‘Abdu’l- muttalîb’in nasihatlerine aldırış etmez ve ona mallarını verir.

Nasihatlere uymayan Ebrehe ve ordusunun başına benzeri olmayan bir bela gelir. Ebâbil kuşları ordunun üstüne gelip gökten taşlar yağdırdılar. Bu taşlar, taştan yapılmış zırhları delik deşik eder. Zincirleri çiğneyebilecek güçteki askerler küçük bir taşla darmadağın olur. Ağır silahlarla donanmış askerler nohut büyüklüğündeki bir taşla harap olup can verir.

Hz. Muhammed’in Doğumu Öncesi

Allah Hz. Ahmed’i büyük bir ahlak üzere yaratmıştır. Âdem peygamber toprak iken Allah’ın, Hz. Muhammed’in adını katında yazdığını, kavmine övgü peygamber kıldığını, Cebrail’in kendisini muştuladığını Hz. Muhammed kendisi bildirir.

Zaman içinde Rebi‘ü’l-evvele gelindiğinde, Hz. Muhammed’in anne karnında taşınması dokuz ayı tamamlar. Rebi‘ü’l-evvel ayının on ikinci gecesinde annesi, doğumdan önce aniden hafif bir uykuya dalar. Rüyasında kendisinden bir nur çıktığını görür. Uyandığında Hz. Muhammed’in doğmasıyla cihana nur dolar.

O nur sebebiyle gökteki bulutlar adeta parlak cennet ipekleriyle döşenir. Hz. Muhammed’in izzet için ayağına özel ipek kumaşlar döşenir. Üç alâmet ki üç yeri süsler. Biri Ka’be diğer ikisi doğu ve batıdır. Bunları seyrederken duvar yarılır ve üç güzel varlık görünür. Hz. Muhammed’in annesine korkmamasını kendilerinin cennet hûrisi olduklarını, geceyi onunla geçireceklerini, ondan kâinatın efendisi ve insanlığın en hayırlısı olacak bir ay doğacağını söylerler. Sonra bölük bölük hûriler gelmeye devam eder ve ev adeta nur denizi gibi dolar taşar. Onlar da doğacak olan kutlu kimseyi methederler.

Hz. Muhammed’in Doğumu

O gece Allah’ın sevgilisi doğacaktır. Âmine âlemlere rahmet olacak Hz. Muhammed’in doğum vaktinin yakın olduğunu söyler. Bu bölümde Âmine’nin kendi dilinden anlatılan kısmı hikâye şeklinde şöyle özetleyebiliriz:

Âmine, vücudu baştanbaşa nurla dolduğunda huzurla beklerken gökten beyaz bir kuş iner ve kanatlarıyla sırtını sıvazlar. Hz. Muhammed doğduğunda ruhunda benzersiz bir rahatlık hisseder. Onun doğmasıyla cennet hurileri âleme rahmet saçar, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şer defterleri dürülür. Melekler grup grup gelip etrafı nurla doldurur ve bu görüntüler karşısında Âmine’nin aklı başından gider, kendine geldiğinde ise bebeğini göremeyince telaşa kapılır, bebeğini kaybettiğini zannedip ağlamaya başlar. Daha sonra bebeğinin göbek bağını kestiklerini, onu tuzladıktan sonra beyaz bir örtüye sardıklarını görür. Güzel bebeğinin yüzünü gördüğünde gönlü zevkle dolar ve sevinçle onu kucağını almak ister. O sırada Hz. Muhammed’in gerçek bir hazine olduğunu, insanların görmemesi için onu üç gün saklamalarını söyleyen bir ses işitir.

Hz. Muhammed’in doğduğu gece dünyada birçok işaret görülür. O gece hafif bir rüzgâr coşkuyla esince mumlar Hz. Muhammed’in güzel kokusuna bürünür. O doğacağı zaman Beytü’l- Harâm onun güzelliğine secde eder. O gece Ka’be’de olanları ‘Abdulmuttalîb şöyle anlatır: “Ka’be’de otururken putlar birdenbire yüzüstü yere yıkıldı, öyle ki Ka’be’de sağlam bir tane put kalmadı. O sırada Ka’be’nin duvarından gelen bir sesten ‘Bir ay doğdu, küfür ve şirk perdesini yırttı, beni bu putlardan temizledi.’ sözlerini işittim.” Doğru yoldan sapanlar, Ka’be’yi yıllarca put evi olarak kullanmışlardır.

Ka’be’nin duvarının bir köşesinden ‘Batıl gitti, cihan Hak ile doldu. ‘, bir köşesinden ‘Bir Resul geldi, yardım ve fetih ile yol gösterecektir.” Diğer bir köşesinden ‘Allah’tan halka nur geldi ve şerrin karanlığı gitti.’, dördüncü köşesinden ise ‘Ey Resul, seni halka yol açman için gönderdik.’ sözleri işitilir.

Hz. Muhammed’in doğduğu gece, birçok kilise yıkılır, Kisra’nın sarayının süslü kemerleri kırılır, Sâve denizi yerin dibine gider, Mecûsilerin ateşi söner.

Hz. Musa’nın döneminden bir süre sonra Tebriz’de Zerdüşt adında bir genç ortaya çıkar. İnzivaya çekilir ve dünya lezzetlerinden sakınmaya çalışır. Daha sonra şeyhine tabi olmaz ve Cille adında bir dağın tepesine yerleşip burada gece gündüz zikir ile meşgul olur, oruç ve açlıkla nefsini terbiye eder. Nefsinin istediklerini terk ederek İlahi aşka ulaşır. Ancak ona yol gösterecek bir şeyhi olmadığı için sonunda yolundan şaşar ve şeytanın tuzağına düşer. Şeytan, ona ateşten hitap eder, ateşin ilahî nur olduğunu söyleyerek daima ateşe tapmasını, başka bir şeye yönelmemesini söyler. Zerdüşt bunun vahiy olduğuna inanır ve kendisinin peygamber olduğunu düşünerek halkı ateşe tapmaya davet eder. Şeytanın yolundan giderek Hak yoldan sapar ve şeytanın hileleriyle halkı da kendisine inandırır. Ateşi ilah bilerek ona kavuştuğunu zanneden Zerdüşt, ateşten sözler işittikçe yazmaya başlar ve Zend adında bir kitap meydana getirir.

Zerdüşt öldükten sonra Mecusiler onun ateşini yakmaya devam ederler ve ateş bin yıl sönmeden yanmaya devam eder. Hz. Muhammed’in doğduğu gece bu ateş bir rüzgâr ile söner.

Ateş söner ancak şeytanın yüreği haset ateşi ile yanar. Hz. Muhammed doğmadan önce şeytanlar, göğe çıkar ve oradan gayba ait gizli bilgileri çalarak kâhinlere bildirir böylece insanları yoldan saptırırlardı. Ancak o gece şeytanlar, göğün yıldız ve taşlarla dolu olduğunu görürler ve göğe çıkmaya güç yetiremezler. İblise gidip durumu anlatırlar o da büyük bir olayın meydana gelmiş olabileceğini söyler.

Dünyanın etrafını gezerken birden Mekke’yi gören şeytanlar, meleklerin Ka’be’de saf saf dizildiğini ve Hz. Muhammed’in doğduğu evden etrafa nur yayıldığını görürler. Hemen gidip bu durumu İblis’e haber verirler. Bunu duyan İblis, sonunun geldiğini söyleyerek feryat eder.

Hz. Muhammed’in Ahlakı

Hz. Muhammed Mustafa, büyür ve halkın sevdiği bir genç olur. Sözünde durması ve yalan söylememesinden dolayı ona Sadıku’l- Va’du’l- Emîn derler. Bedir savaşında iken Ahfes bin Sureyk, Ebû Cehil’e bulundukları yerde kimsenin onları işitmediğini ve söylediklerinin ortaya çıkmayacağını söyleyerek ona Hz. Muhammed’in yalan söyleyip söylemeyeceğini sorar. Ebu Cehil onun asla yalan

söylemeyeceğini söyler. Nuzar isminde bir kimse, Hz. Muhammed’in çocukluğunda dahi ondan güvenilir kimse olmadığından, hiçbir yanlış ya da boş kelam etmediğinden bahseder.

Ebû Süfyân’ın Hz. Muhammed ve onun ahlakı ile ilgili başından geçen bir olay ise şöyledir: Ebû Süfyân, henüz Hz. Muhammed’e iman etmemişken ticaret yapmak ve bir şeyler kazanmak için Şam’a gider. Şam’da da Hz. Muhammed’in nâmının yayıldığını görür. Hz. Muhammed’in Kayser’e bir mektup gönderdiğini ve onu İslam’a davet ettiğini öğrenir. Kayser, Hz. Muhammed’in kavminden birisinin bulunmasını emreder. Kayser’in görevlendirdiği kimseler, Ebû Süfyân ve Kureyşli birkaç askeri bulurlar ve onları Kayser’in sarayına davet ederler. Ebû Süfyan ve askerler, Kayser’in huzuruna varırlar, Kayser, onlara aralarından kimin Hz. Muhammed’e en yakın olduğunu sorar. Ebû Süfyan kendisinin olduğunu belirtince Kayser, onun yalan söylemesi hâlinde askerlerin bunu belirtmesini ister. Sonra Kayser Ebû Süfyân’a Hz. Muhammed’in soyunu, daha önce hiç yalancılıkla suçlanıp suçlanmadığını sorar. Ebû Süfyân, onun soyunun Arap olduğunu ve hiç yalan söylemediğini bildirir. Kayser, Hz. Muhammed’e tabi olanlar arasında zengin olup olmadığını ve ona tabi olanların sayısının artıp artmadığını sorunca Ebû Süfyân, ona çoğunlukla fakirlerin tabi olduğunu ve sayılarının arttığını belirtir. Kayser, Hz. Muhammed’le savaşıp savaşmadıklarını sorar. Ebû Süfyân da mücadelelerinin hiç eksik olmadığını söyler. Kayser, Hz. Muhammed’in dininin emirlerini sorar. Ebû Süfyân, emirlerin namaz, iffet, akrabayı gözetme, hac ve zekât olduğunu söyleyince Kayser, bu dinin ve peygamberinin hak olduğunu söyler. Hz. Muhammed’i görmeyi ve ayağına yüz sürmeyi arzulayan Kayser, bu dinin insanlar tarafından bozulmuş diğer dinlerin hükmünü kaldırdığını söyler.

Hz. Muhammed’in ahlakına dair diğer bilgiler şu şekilde özetlenebilir: Hz. Muhammed çok tebessüm eder, fasih konuşurdu. Kötü söz ya da beddua etmez, kimseyi ayıplamaz ve kimsenin dedikodusunu yapmaz, edebinden kahkaha atmazdı. Ağırbaşlı hareket eder, çok iyilikte bulunurdu. Kalbinde kin ve kıskançlık barındırmazdı. Dünya malına önem vermezdi. Fakirlik övüncü olup fakirliğinden mutlu olurdu.

Fakirlikle ilgili olarak Hz. Ömer şu olayı anlatır: Bir gün Hz. Ömer inzivaya çekilmiş ve uzun süre çıkmamış olan Hz. Muhammed’in yanına gider. Onunla konuşurken yüzünde hasır izini görür. Bu duruma üzülür ve ondan ümmetine mal ve hazine vermesi, fakirliğin sıkıntısını çekmemeleri için Allah’a dua etmesini ister. Rum ve İran toplumlarının isyankâr olduğu hâlde bolca malları olduğundan bahseder. Hz. Ömer’in bu sözleri üzerine Hz. Muhammed, Allah’ın yoldan sapanlara dünya nimetini hemen verdiğini, Hak dini kabul edenlere ise dünya rahatını ertelediğini bildirir.

Hz. Muhammed’e Peygamberliğin Gelmesi

Hz. Muhammed kırk yaşına gelir. Temiz olan gönlü huzurla doludur. Hira mağarasına inzivaya çekilir, ara sıra Hz. Hatice’nin yanına, evine gider azık alır ve geri döner. Böylece Hira mağarasında bir süre ibadet eder. Allah aşkı ile hâli değişir. Saçları gönlü gibi dağılır, gözlerinden akan yaşlarla yanakları harap olur. Onun bu hâlini görüp sıkıntısını merak eden Ebû Tâlib, onun arkadaşı Ebûbekir Sıddık’ı yanına çağırır ve ona Hz. Muhammed’in bu hâlini anlatır. Dostu olduğu için ona hâlinin sebebini anlatacağını söyler ve öğrenmesini ister. Bunun üzerine Ebûbekir, derhal Hz. Muhammed’in yanına gider ve ona bu durumunun nedenini sorar. Hz. Muhammed, ilahi aşkın etkisiyle sürekli ağladığını, bu sebeple sağlığının bozulduğunu ancak bu mağarada huzur bulduğunu ve insanlarla olan ilgisini kestiğini anlatır.

Hz. Muhammed, bir müddet daha bu hâlde inzivada kalmaya devam ederken bir ses işitir. Sesin ardından parlayan bir alev görür ve dehşete kapılır. Korkuyla Hz. Hatice’nin yanına gelerek yaşadıklarını ona anlatır. Hz. Hatice, Yüce bir ahlakın onda toplandığını, şefkatli olduğunu, yetimleri gözettiğini söyleyerek korkmamasını, Allah’ın ona hayırlı bir şey verdiğini söyler.

Bir gün, Hz. Muhammed Hira’da ibadet ederken birdenbire Cebrail görünür ve ona kendisini tanıtır. Allah’ın ona nimetini tamamladığını, onu insanlara ve cinlere önder kıldığını bildirir. Cebrail, Allah’ın adı anıldığı zaman Onun da adının anılacağını, ümmetinin en hayırlı ümmet olacağını, toprağın onun ümmeti için temiz kılındığını, diğer ümmetlerden farklı olarak Kur’an’ı ezberden okuyabilecek ümmetinin olacağını, Allah’ın onun bütün günahlarını affettiğini, ona getirilen dinin diğer bütün dinleri geçersiz kıldığını, Allah’ın ve meleklerin ona salât ve selam

getirdiğini bildirerek Allah’ın bu güzel hasletleri ona bağışladığını bildirir. Bu sözler ile Hz. Muhammed’in korkusunu gideren Cebrail, ona oku der ancak okuma bilmem cevabını alır. Hz. Muhammed’i üç kez kuvvetli bir şekilde sıkarak her defasında okumasını ister, o da okuma bilmediğini söyler. Bunun üzerine Cebrail ‘Alak suresini ona okur. Ardından Cebrail, Hz. Muhammed’i bir dağ eteğine getirir ve yere sertçe vurur. Vurduğu yerden su akmaya başlar ve Cebrail, Hz. Muhammed’e abdest almayı öğretir. Ardından iki rekât namaz kıldıktan sonra Cebrail, ona emredilen namazın bu olduğunu bildirir. Hz. Muhammed, hicretten bir yıl öncesine kadar namazı bu şekilde kılar, sonra beş vakit namaz farz kılınır.

Hz. Muhammed, eve gider. Onun korkuyla bakan yüzünde toprak gören Hz. Hatice, yüzündeki toprağı mendiliyle siler ve ona ne olduğunu sorar. Hz. Muhammed, duyduğu sesin sahibini gördüğünü ve başından geçenleri anlatır. Hz. Hatice, ona Hak’tan kötülük gelmeyeceğini ancak hayır ve fayda geleceğini söyler. Hz. Muhammed yaşadığı korkuyla üzerinin örtülmesini isteyerek yatar. Onun bu hâlini gören Hz. Hatice, ‘Udas isminde ilim sahibi bir kimsenin yanına giderek ona Cebrail adında bir melek olup olmadığını sorar. Bu kelamı nerden duyduğunu soran ‘Udas olanları öğrenince Muhammed’in hak peygamber olduğunu söyler. Bu haber üzerine Hz. Hatice, İncil’i Arapça olarak yazan ve ona göre amel eden hikmet sahibi amcası Varaka bin Nevfel’in yanına giderek ona da Cebrail’i sorar ve ardından olanları ona da anlatır. Duydukları karşısında şaşıran Varaka bin Nevfel, Hz. Muhammed’in yanına gelmesini ister. Hz. Muhammed onun yanına gider ve başından geçenleri anlatır. Bunun üzerine Varaka bin Nevfel, ona görünen varlığın Hz. Musa’ya da gelmiş olan Cebrail olduğunu söyler ve ona İslam’a davetinin emredilip emredilmediğini sorar. Hz. Muhammed’den hayır cevabını alan Varaka bin Nevfel, Hak dinin emrine girileceği vakte erişmeyi çok istediğini belirtir, ilerde Hz. Muhammed’in kavminden çok eziyet göreceğini ve kavminin onu Mekke’den sürdüreceğini bildirir.

Varaka bin Nevfel, Hz. Muhammed’in dine davet ettiği zamana ömrü vefa etmez. Hz. Muhammed’in haberini duyan halk bilgisine göre yorumlarda bulunur, onun hakkında kimisi deli, kimisi büyücü der. Kimi bu habere mutlu olur kimisi şaşırır. Bazı kimseler düşman olur ve Hz. Muhammed’e eziyet ederler. Onlara sabreden Hz. Muhammed, türlü mu‘cizeler gösterir. En açık mu‘cizesi ise Kur’an’dır.

Hz. Muhammed’in Mu‘cizeleri

Hz. Muhammed’in mu‘cizeleri hikâyeler ile anlatılmıştır. Hikâyelerin özetleri sırasıyla aşağıda verilmiştir.

Bir gün Ebû Cehil kavmine Muhammed’i mescidin bahçesinde secde ederken görüp görmediklerini sorar. Gördüklerini söylediklerinde Ebû Cehil, eğer kendisi görürse secdede iken onun boynuna basacağına dair yemin eder. Cebrail Hz. Muhammed’in yanına gelir, ona Ebû Cehil’in söylediklerini haber verdikten sonra mescide gitmesini ‘Alak suresini okuyup bitirdikten sonra secde etmesini bildirir. Bunun üzerine Hz. Muhammed mescide gider ve sureyi okuduktan sonra secde eder.

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 75-92)