• Sonuç bulunamadı

Mihr ü Müşterî Mesnevisi

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 129-147)

2.2. Behiştî Ahmed Sinan’ın Hamse’si

2.2.1. Mihr ü Müşterî Mesnevisi

Behiştî’nin Hamse’sinde ilk mesnevi olan Mihr ü Müşterî mesnevisi H.905/ M.1499-1500 yılında yazılmıştır. Aruzun “mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün” vezniyle yazılan eser üzerine 4665 beyittir.

Eserin nüshası Türkiye’de bulunmamaktadır. Behiştî’nin Hamse’si içerisinde yer alan mesnevinin nüshası Londra yakınlarındaki Durham’da bulunan Ushaw College Churc kütüphanesinde mevcuttur.252

Eserde hikâye, akıcı ve edebi bir üslupla ele alınmış olup kişi ve olay tasvirlerine genişçe yer verilmiştir. Hikâyede özellikle düğün hazırlıkları ve düğünün anlatıldığı bölümler en ince ayrıntıya kadar süslü bir anlatımla aktarılmıştır.

Mesnevi tevhid, münâcât, na’t ve medh bölümleri ile başlamıştır. Sonrasında “Sebeb-i Nazm-ı În Kitâb-ı Müstetâb-ı Müşgîn Nikâb Vü Midhât-ı Münşî İbn-i Nikât” başlığı altında şair, eserinin yazılış sebebini açıklamıştır. Bu bölümde, kendisini ve şairliğini övdükten sonra sanat yapmak için bir aşk hikâyesi yazmak istediğinden bahseder. Ayrıca mesnevide yer yer Mihr ü Müşterî’nin yazılışı ile ilgili ve Behiştî’nin Hamse’sinin yazılışı ile ilgili sebepler hakkında bilgi verilmiştir.253

Sebeb-i te’lîf diyebileceğimiz bölümden sonra hikâyeye giriş yapılmıştır. Behiştî, mesnevide bahsedilen konuya uygun olarak Farsça başlıklar eklemiştir. Eser, “Hâtimetü’l- Kitâb” başlığı ile verilen bölümle tamamlanmıştır.

Mihr ü Müşterî Mesnevisinin Özeti

Behiştî’nin bu mesnevisinin özeti Arzu Polat’ın doktora çalışmasında yer alan metin esas alınarak hazırlanmıştır.254

Şâh Şâpur ve Vezir Destûr’un Hikâyesi

Şâh Şâpur adında güçlü, kudretli ve halkı tarafından çok sevilen bir padişah vardır. Âdeta zamanının Süleymân’ı olan bu padişahın ülkesinin sınırları baştanbaşa cihana yayılacak kadar geniştir. Halk bu ülkede huzur ve güven içinde yaşamaktadır. Padişahın Destûr isminde zeki, cesur ve faziletli bir veziri vardır. O da zamanının Âsaf’ı gibidir. Şâh Şâpur ve veziri Destûr birbirlerini çok seven sıkı dostturlar. Biri kadeh biri bâde gibi daima birlikte ve yakın olan dostlar birbirinin hâlinden çok iyi anlar. İstedikleri her şeye sahip olan bu iki dostun tek eksikleri ise birer erkek çocuktur.

252 Arzu Polat, Behiştî Sinan’ın (H.917/M.1511-1512) Mihr ü Müşterî Adlı Mesnevisi (İnceleme- Metin), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2017, s.235.

253 Polat, age., s.57.

254 bk. Arzu Polat, Behiştî Sinan’ın (H.917/M.1511-1512) Mihr ü Müşterî Adlı Mesnevisi (İnceleme- Metin), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2017.

Bir gün Şâh Şâpur, Vezir’i Destûr ile ava çıkmaya karar verir ve hazırlık yapılmasını emreder. Yanlarında onlara eşlik eden atlı askerler ile ava çıkarlar. Av peşinde nice dağlar aşarlar, nice denizden ve çöllerden geçerler. Gece gündüz pek çok yer dolaşarak avlanırlar. Askerlerin kendilerinden uzaklaştığı bir sırada Şâh Şâpur ve Destûr birdenbire karşılarında yüksekliği arşa uzanan ulu bir dağ görürler. Dağda dünyadan elini eteğini çekmiş, hakikat sırrına erişmiş, her ilme vakıf, güzel tabiatlı bir Pîr’e rastlarlar. Şâh ile Vezir hemen atlarından inip Pîr’in yanına giderek yeri öperler. Pîr onlara bakınca dert ve kederlerinin ne olduğunu anlar. İkisine birer ekmek parçası uzatarak onlara iki erkek çocuk ihsan ettiğini, bu çocukların birinin Süleymân gibi sultan diğerinin Âsaf gibi vezir olacağını söyler. Şâh Şâpur ve Destûr, Pîr’in elini öperler ve atlarına binerek mutlu bir şekilde oradan ayrılırlar.

Mihr ile Müşterî’nin Hikâyesine Giriş

Bir zaman geçtikten sonra Şâh’ın ve Vezir Destûr’un birer oğulları dünyaya gelir. Şâh’ın ay gibi parlak yüzlü oğlu doğduğunda bütün melekler “ömrü uzun olsun” diye duâ eder. Şâh, kendisine müjdeyi veren dadıya mutluluktan Şiraz ve Isfahan şehirlerini bağışlar. Oğlunu kucağına aldığında Allah’a şükreder. Güzel yüzünü görünce oğluna Mihr adını verir. Vezir Destûr’un oğluna ise sadık olacağı düşünülerek Müşterî ismi verilir.

Mihr, şekerle, şerbetle ve balla beslenip büyütülür. Beş yaşına geldiğinde güzelliği ile herkesi büyüleyen bir çocuk olur. Onun güzelliğini tasvir etmeyi deneyenler buna güç yetiremeyip sadece ah ederler. Öte yandan Müşterî de büyür ve güzelliğiyle görenleri hayran bırakan bir çocuk olur. Öyle ki yüzü cihanı aydınlatan güneş gibi olan Müşterî’nin güzelliği kelimelere sığmaz, onu anlatabilmek ancak hayalde kalır.

Mihr ve Müşterî yedi yaşına geldiklerinde Şâh Şâpur, onların zeki ve kabiliyetli olduklarını fark eder ve onlar için hoca aratır. Her ilme vakıf bir hoca (Muallim, Üstâd) bulunur. Şâh, Hocayı yanına çağırır ve Mihr’in zeki bir çocuk olduğunu, ilim öğrenmesi gerektiğini bu sebeple onu iyi bir şekilde eğitmesini söyler. Hoca da ona bütün ilimleri öğreteceğini ve güzel yetiştireceğini söyler. Bunun üzerine Şâh,

Hoca’ya hil’at giydirir ve ona türlü ikramlarda bulunur. Böylece Hoca, Mihr ile Müşterî’ye ders vermeye başlar.

Her ikisi de çok kabiliyetli olan Mihr ile Müşterî, kısa zamanda bütün ilimleri en iyi şekilde öğrenirler. Bunun yanı sıra satrançta, tavlada mahir olurlar, at binme ve

silah eğitiminde de başarı gösterirler.Her konuda maharet gösteren bu iki gencin ünü her yere yayılır.

Behrâm’ın Fitnesi

Birbirlerini seven Mihr ile Müşterî arasında yakınlaşma başlar. Öyle ki aşk dersinden başka bir şey tekrar etmez olurlar. Derslerde okumak, yazmak yerine birbirlerini seyrederler.

Şâh Şâpur’un bir de cahil, ömrünü kötülükle ve fitne fesatlıkla geçirmiş bir Hâcib’i vardır. Bu Hâcib’in de kendi kadar kötü, dedikoducu, uğursuz, vefasız ve kıskanç olan Behrâm adında bir oğlu vardır. Behrâm o kadar çirkindir ki bir kimse onu çıplak görse cin sanır ondan kaçar, rüyasında görse onu şeytan diye yorumlarmış. Seher vaktinde onun yüzünü gören kimse bir yıl geçmeden mutlu olmazmış.

Şâhı tatlı sözleriyle ikna eden Hâcib, oğlunu Mihr’in hizmetine verir. Ancak İfrit ile Cebrail’in, insanla şeytanın arkadaş olması nasıl imkânsızsa Mihr ile Behrâm’ın arkadaşlığı da öyle imkansızdır.

Öte yandan Destûr’un da sadakatiyle meşhur, iyi huylu bir dostu ve bu dostunun kendi gibi iyi huylu bir oğlu vardır. Onu görenlerin melek sandığı bu gencin adı Bedr’dir. Vezir, Bedr’in Müşterî’ye refakat etmesini ister.

Mihr ile Müşterî’nin birbirine muhabbeti gün geçtikçe artar. Aşk ateşiyle yanan bu iki gencin durumunu Behrâm fark eder. Mihr ile Müşterî’nin arasındaki yakınlık hakkında şüphelerinden emin olduktan sonra kıskandığı Müşterî’nin derdine dert katmak için durumu Üstâd’a anlatmaya karar verir. Üstâd’ın yanına gelir. Üstâd’ı gizlice verdiği bin filori ve türlü söz ve yalanlarla kandırıp Şâh’a durumu anlatması için ikna eder. Ardından Muallim, Şâh’ın huzuruna varır. Şâh ile bir şey konuşmak istediğini fakat bunu konuşurken yalnız olmaları gerektiğini söyler. Bunun üzerine Şâh Şâpur, bulundukları köşkteki herkesi dışarı çıkartır. Muallim, Mihr ile Müşterî arasındaki durumu anlatmaya başlar. İlim tahsil etmenin zor olduğunu, aşkın buna

engel olacağından bahseder. Bu sebeple de Müşterî’nin Mihr’i engellediğini, ikisinin arkadaşlık yapmasının doğru olmadığını, Şâh’ın bu konuda bir önlem alması gerektiğini söyler.

Muallim’in anlattıklarını duyunca Şâh’ın yüzü öfkeden kıpkırmızı olur. Duyduğu utanç gönlünü ateş gibi yakar. Üstâd oradan ayrılınca Şâh, Vezir’i huzuruna çağırır. Vezir ile yalnız kalınca ona Müşterî’yi yanına almasını ve Mihr ile bir daha asla görüştürmemesini emreder.

Şâh’ın sözleri üzerine sonbaharı yaprağı gibi titreyen Destûr, durumu anlar ve kahrolmuş hâlde oradan ayrılır. Perişan bir şekilde evine varır. Müşterî’ye yanına çağırır ve Şâh’ın söylediklerini anlatır. Bunun üzerine Müşterî bir günahı olmadığını, bunların kıskanç ve kötü huylu Behrâm’ın fitnesi olduğunu ve Şâh’ın ona inanarak adaletli davranmadığını söyler. Müşterî’nin sözleri üzerine babası onun haklı olduğunu fakat Şâh’ın dediklerini yapmasını ve Mihr’e yaklaşmamasını ister. Bir gün gerçek adalet sahibi Hakk’ın kendilerine rahmet edeceğini söyler.

Mihr ile Müşterî’nin Ayrılığı

Müşterî ayrılığın acısıyla yakasını parçalar, ah edip inleyerek ağlar. Gönlü aşk ateşiyle yanar, derdi sebebiyle iyice zayıflayıp kederinden benzi solar. Bu acı ve dertlerle aylar yıllar geçer. Müşterî’nin bunlara dayanacak mecali ve sabrı kalmamıştır. Onun bu hâlini gören Bedr, durumuna çok üzülür. Ona, gönlünden Mihr’i çıkarmasını ve onu hayal bile etmemesini, eğer ısrarla devam ederse başının kesileceğini, Şâh’ın gazabına uğrayacağını, halkın diline düşecek olursa burada barınamayacağını ve iflah olmayacağını, onun Mihr’e denk olmadığını ve bunun ancak acı getireceğini söyleyerek nasihat etse de Müşterî’yi ikna edemez. Müşterî, yarasına daha fazla tuz ekmemesini, yarasını bu sözlerle tımar ettiğini söyler. Yarasına merhem olamıyorsa bari kendisini daha fazla üzmemesini ister. Nasihatin bu derde deva olmadığını, kendisi de Mihr’e layık olmadığını bilse de aşkın Şah ile Geda’yı bir kıldığını söyleyerek Allah’ın ona bunları ezelde takdir ettiğini sonucu ne olursa olsun vazgeçmeyeceğini belirtir. Müşterî’nin bu sözleri üzerine Bedr, ona nasihatin fayda vermeyeceğini görür ve bundan vazgeçer.

Diğer taraftan Şâh’ın oğlunu suçlayarak söylediği sözlerin zehri Vezir’in gönlüne dert olur. Günden güne derdi artan Vezir ruhunu teslim eder. Devlet erkânı, Vezir’in ölümü üzerine yerine oğlu Müşterî’nin geçmesini Şâh’a teklif etse de Şâh, türlü bahaneler ileri sürerek bu teklifi reddeder.

Babasının ölümü üzerine Müşterî perişan olur. Babasının ölümü ve Mihr’den ayrı kalması onu mahveder. Gece gündüz ah ederek gözyaşı döker. Öyle çok ah eder ki âhının ateşiyle Nil nehri kurur, akıttığı gözyaşlarıyla denizler taşar.

Mihr ile Müşterî’nin Mektuplaşmaları

Müşterî’nin derdinden geceleri gözüne uyku girmez olur, derdinden döktüğü gözyaşları adeta akarsu olur. Canından sakındığı Müşterî’nin bu hâline çok üzülen Bedr, onun derdine bir çare düşünmeye başlar. İki sevgilinin birbiriyle mektuplaşmalarının gönüllerini rahatlatacağını ve onları mutlu edebileceğini düşünür ve bu fikrini Müşterî’ye söyler. Bedr’in söylediklerine çok sevinen Müşterî, bunu kimsenin duymaması gerektiğini söyler. Bedr, bu işi Üstâd’ın yardımı ile yapabileceklerini, bunun için de bolca gümüş ve altın vermeleri gerektiğini anlatır. Sonrasında Üstâd’ın yanına varan Bedr, altın ve gümüşler verip tatlı sözler ederek Üstâd’ı bu işi yapmaya ikna etmeyi başarır.

Üstâd’ın ikna olmasını üzerine Müşterî, eline kalem alıp sevgilisine mektup yazmaya başlar. Müşterî mektubunda ondan ayrı kalmasıyla düştüğü perişan halini anlatır. Ona kavuşmanın sevdasının ilacı olduğunu, ondan ayrı kaldığında cefa ile dost olduğunu anlatır. Hâlini anlatmaya kalksalar kıyamet kopuncaya kadar hikâyesinin bitmeyeceğinden bahseder. Mektubunu sevgilisinden selam beklediğini belirterek bitirir.

Bedr, mektubu alır almaz hemen Mihr’in yanına gidip ona teslim eder. Mihr, mektubu görünce çok sevinir ve mektubun mührünü öperek açar. Mektubu okuyunca Mihr’in gönlü feraha erişir ve mektubu kah okur kah yüzüne sürer. Ardından kendisi de Müşterî’ye bir mektup yazar. O da kendi perişanlığından, kederinden yanıp yakıldığından bahseder. Onun mektubunu alınca ne kadar sevindiğini ve gönlünün ferahladığını anlatır. Bir gün kavuşacaklarını ümit ettiğini söyleyerek mektubunu bitirir. Mührünü basıp Bedr’e teslim eder.

Müşterî, mektubu alınca sevinçten yerinde duramaz. Mektubu okuduktan sonra tekrar mektup yazar. Perişan halini anlatır, ona kavuşacağına dair ümidini olduğundan bahseder ve Allah’a dua ederek mektubunu bitirir. Mektubu Mihr’e götürmesi için Bedr’e verir. Bedr, Müşterî’ye bu konuda ümitlenmemesi için nasihatlerde bulunur. O canından vazgeçtiyse bile kendisinin canından usanmadığını söyleyerek ikaz etse de Müşterî’nin kararlılığını görünce bir değil bin canı da olsa onun için feda edeceğini söyler.

Mektubu alan Bedr, Mihr’in yanına gider ve mektubu vermek için fırsat kollamaya başlar. Bu sırada Mihr su içmek ister ve Bedr ona şerbet vermek için eğildiğinde mektubu koynundan düşürür. Bedr düşürdüğünden habersiz iken Behrâm bunu görür ve mektubu alıp dışarı çıkar. Mektubu okuyunca Behrâm, bu mektupla düşmanının sonunu hazırlayacağını düşünerek sevinir ve mektubu saklar. Bedr, mektubu vermek için uygun zaman bulduğunu düşünerek elini koynuna sokar ancak mektubu yerinde bulamaz ve bu durumu Mihr’e anlatır. Mihr de mektubu eğer Behrâm bulduysa dünyayı kendilerine dar edeceğini ve mektubu ortaya dökerse işin sonunda hepsinin başının kesileceğini söyler. Kendisinin başının kesilmesine üzülmeyeceğini fakat sevgilisine zarar gelmesinden korktuğunu anlatır. Bedr’den zarara uğramaması için Müşterî’yi alıp buralardan gitmelerini ister.

Bedr üzgün bir şekilde Müşterî’nin yanına gelir ve ona olanları tek tek anlatır. Bu durumun tek çaresinin ülkeyi terk etmek olduğunu söyler. Müşterî ise Allah’ın onlar için ne takdir ettiyse onu yaşayacaklarını söyler.

Ertesi sabah Behrâm, Şâh’ın huzuruna vararak Mihr, Bedr ve Müşterî arasındaki sırrı anlatıp mektubu Şâh’a verir. Şâh mektubu görünce çok öfkelenir. Behrâm da sözleriyle etkileyerek onun daha çok hiddetlenmesine sebep olur.

Şâh hemen cellâda Bedr ile Müşterî’nin kafasının kesilmesi emrini verir. Bu sırada Şâh’ın yanında Behzâd isminde güzel huylu sevdiği bir dostu bulunmaktadır. Şâh’a bu gençleri bağışlaması için yalvarır. Allah’ın onu şefkat ve rahmetten yarattığını, Allah’ın dahi kullarını affettiğini ona da bu gençleri affetmek yakıştığını söyler. Şâh, kıymetli dostunun bu sözleri üzerine ülkeyi terk etmeleri şartıyla Bedr ve Müşterî’yi affedeceğini söyler. Bunun üzerine Behzâd hemen Müşterî ile Bedr’in

yanına varıp durumu anlatır ve ülkeyi terk etmeleri gerektiğini söyler. Müşterî, Behzâd’ın sözlerinin etkisiyle ayrılık derdine katlanmayı göze alarak ülkeyi terk etmeyi kabul eder. Böylece Müşterî ve Bedr Irak’a doğru yola çıkarlar.

Diğer taraftan Şâh, oğlu Mihr’in zindana atılmasını emreder. Mihr’in başından tacını ve üzerindeki altın işlemeli elbisesini çıkarttırıp yerine eski elbiseler giydirtir. Boynuna zincir bağlatır ve sürükleyerek onu zindana attırır. Zindan, kapkaranlık, dar, toprağın olmadığı her yerin taş olduğu, hırsızların makamı, akreplerin ve yılanların mesken tuttuğu bir yerdir. Mihr’in gelmesiyle zindan aydınlanır ve adeta gül bahçesine dönüşür. Mihr’in hâlini gören Behzâd’ın gönlü buna dayanamaz, yüreği acıyla dolar.

Müşterî ve Bedr’in Yolculuğu

Müşterî ve Bedr ağlayıp feryat ederek yollarına devam etmektedir. Vatanından ayrı olması, Şâh’ın gözbebeği iken gözden düşüp gamın esiri olması Müşterî’nin gönlünü yakmakta sevdiğinden ayrı kalışına gözyaşı dökmektedir. Bu hâlde yollarına devam ederken birdenbire karşılarına burçları feleklere uzanacak yükseklikte, süsleri gezegenlerden ve kapısının çivileri yıldızlardan yapılmış gibi olan ihtişamlı bir hisar çıkar. Bu hisar insanlara tuzak olmuş ve eşkıyaların mesken tuttuğu bir yerdir. Ansızın içerden birkaç eşkıya çıkar ve Müşterî ile Bedr’i esir almaya çalışır. Mücadele etseler de başarılı olamayan Müşterî ve Bedr yakalanırlar ve esir olarak hisara götürülürler. Hisarda Şehnâz isminde iyi kalpli bir kimse vardır. Şehnâz, Müşterî ve Bedr’i görünce onlara hayran kalır ve iyi kimseler olduklarını hâllerinden sezer. Onlarla konuşup başlarından geçenleri öğrenir ve çok üzülür. Eşkıyaların onları serbest bırakmasını sağlar ve eşkıyalardan birini çağırıp onlara yolu göstermesini ister. Böylece iki dost eşkıyalardan kurtulup tekrar yola düşerler.

Müşterî ve Bedr, çölde sıcakla ve soğukla mücadele ederek yolculuklarına devam ederler. Susuzluktan perişan olmuş hâlde giderken bir toplulukla karşılaşırlar. Onları gören topluluk, ikisinin susuzluklarını gidermek ve kendilerine gelmelerini sağlamak için onlara şarap, gül suyu ve şerbet ikram ederler. İki arkadaş kendilerine gelince topluluk Müşterî’ye kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sorar. Müşterî, asil ve yüce bir soydan geldiklerini, feleğin evinden uzaklara sürüklediğini, çok dertli olup hikâyesini anlatmak istemediğini söyleyerek suskunluğa bürünür. Bu

topluluğun başında reis olarak Meh-yâr isminde iyi huylu, cesur bir genç bulunmaktadır. Müşterî’yi görünce ona hayran kalan Meh-yâr, hazinesini açıp ikisine hil’atler giydirir. İki arkadaşı da yanına alarak birlikte Rey yolunu tutarlar.

Mihr’in Zindandan Çıkarılışı

Mihr zindanda kalmaya devam ederken bir müddet sonra Behzâd, Şâh’ın yanına gidip ona yalvararak Mihr’i affetmesi için yalvarır. Yûsuf’un kuyuya yakışmadığı gibi onun da zindana yakışmadığını, keder içinde eli ayağı zincirle bağlı kalmaya layık olmadığını söyler. Ciğerparesine şefkat göstermesini, rahmet etmeyene Allah’ın da rahmet etmeyeceğini söyleyerek onu affetmesini ister. Oğlunun hâline kendisi de üzülen Şâh Şâpur, Behzâd’ın sözlerinden etkilenir. Behzâd’a oğlunun babasından korkması gerektiğinden, bir kimsenin oğlu cahil olursa hiç olmamasını yeğlediğinden bahseden Şâh, onu hâlini düzeltmesi için zindana gönderdiğini söyler. Ardından Mihr’in zindandan çıkarılmasını emreder. Bu habere sevinen Behzâd, hemen zindana gider ve Mihr’in ayağındaki zincirleri çözer. Ona altın ve gümüş işlemeli kıyafetler giydirir. Mihr’i zindandan çıkaran Behzâd, onu Şâh’ın huzuruna getirir. Mihr ağlayarak babasının elini öpüp ayağına baş koyar. Şâh Şâpur da oğlunun gözyaşlarını silerek yüzünü öper. Oğluna nazik davranarak özür diler ve ona sultan olmayı teklif eder. Mihr, kul olana padişahlık yakışmayacağını söyleyerek babasının teklifini reddeder.

Mihr annesinin yanına gider. Annesi onun yüzünü görünce feryat ederek ağlamaya başlar. Onsuz hayatın kendisine gerekmediğini, Şâh’ın onu zindana atmasıyla sarayın kendisine zindan olduğunu anlatır. Mihr de bir günahı olmadığını, kendisine yapılanları hak etmediğini, babasının adaletli davranmadığını söyler. Annesi oğlundan yüzlerce kez özür diler. Ardından bir kutu açarak içinden eşi benzeri görülmemiş değerli mücevherler çıkarıp bunları Mihr’e bağışlar.

Mihr’in Müşterî’nin Resmini Nakşettirmesi

Mihr, sevgilisinin hasretiyle ağlayıp ah etmektedir. Bir süre tenhaya çekilip sevdiğinin hayalini düşünerek günler geçirir. Bir gün aklına Müşterî’nin suretini nakşettirmek gelir. Ünü cihana yayılmış nakışta çok maharetli bir sanatkâr vardır. Bu sanatkâr kâğıda kimi nakşetse adeta kâğıt üzerinde ona can vermektedir. Mihr, bu

sanatkârın yanına giderek bir sevdiği olduğunu ancak kavuşamadıklarını anlatarak onun da gördüğü bu sevgiliyi mücevherler karşılığında nakşetmesini ister. Sanatkâr, ipek üzerine Müşterî’nin resmini çok güzel bir şekilde nakşeder ve onu Mihr’e iletir. Mihr, resmi görünce sevdası daha da kuvvetlenir. Resmi herkesten gizler ve vaktini tenhalarda onu seyretmekle geçirir. Bir süre sonra resimle avunmaya sabrı kalmaz ve yola çıkıp Müşterî’yi bulmaya karar verir. Bu fikrini Esed, Cevher ve Sabâ adındaki üç yakın arkadaşına anlatır ve onlar da bunu kabul ederler. Böylece arkadaşlarıyla birlikte Müşterî’yi aramak için yola çıkarlar.

Müşterî’nin Mihr’i Aramak için Yola Düşmesi

Diğer taraftan Müşterî, Meh-yâr ve Bedr ile Rey şehrine varır. Şehirde gezerken Müşterî, Mihr’in akrabası olan Mihr-âb’ı görür. Susuzken su bulmuş gibi sevinen Müşterî, Mihr-âb’la sarılıp hasret giderdikten sonra ona Mihr’in hâlini sorar.

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 129-147)