• Sonuç bulunamadı

Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 101-122)

2.1. Hamdullah Hamdî’nin Hamse’si

2.1.4. Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi

Hamdullah Hamdî’nin Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevisi H.905/ M.1499-1500 yılında yazılmıştır. Aruzun “mefâilün mefâilün feûlün” kalıbıyla yazılan eser 4026 beyittir. Hamdî’nin bu eseri Yûsuf u Züleyhâ’sı kadar ilgi görmemesine rağmen Türk edebiyatında ilk “Leylâ vü Mecnûn” mesnevilerinden biri olması bakımından önemlidir.216

Eser konu olarak Leyla ve Mecnun ismindeki iki kahramanın arasındaki aşk ve bu kahramanların çevresinde gelişen olayları ele almaktadır. Olaylar anlatılırken, olaya ve duruma uygun düşen hikâyeler de anlatılmıştır. Eserde genel olarak devrinin konuşulan Türkçesi ve edebiyat dili hakimdir.

Mesnevi büyük ölçüde Nizami’den tercüme olmakla birlikte Hatifî’den alınan olay ve motifler de çoktur. Ayrıca eserde Şâhidî ve Câmî’nin izlerine de rastlanır.217

Hamdî’nin bu eserinde padişaha ve devlet erkanına övgü ya da kasideler ile “Sebeb-i Nazm-ı Kitab” bölümü yoktur. Şair “münacaat”, “na’t” ve “mi’râciye” bölümlerinden sonra, aşk hakkında yazdığı küçük bir bölüm ve bir mesel ile hikâyeye giriş yapmıştır.

Hikâye içerisinde konuya giriş yapmadan önce başlıklar verilmiştir. Bu konu başlıkları genellikle Türkçedir. Hikâyede verilen gazellerden sonra, çoğunlukla “Mesnevi” başlığı ile konuya devam edilmiştir. Şair bazen olayların içinde, bazen de bir olayı anlattıktan sonra, hiçbir başlık vermeden, nasihat veren ya da dünyadan 216 Öztürk, a.g.e., 1997, s.453.

217 Zülfi Güler, Hamdullah Hamdî: Leylâ vü Mecnûn (İnceleme-Metin) (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üni. Ed. Fak., Erzurum, 1982, s.58.

şikâyet eden beyitler söylemiştir. Bu nasihat ve şikayetler, anlatılan olaya uygun düşecek şekilde olması sebebiyle hikâyenin akıcılığını ve seyrini bozmamaktadır.

“Hâtime- Kitâb” başlığı altındaki bölümde de hiç kimseye övgü ve ithaf olmadığı gibi, tarih beytinden başka, şair ve eser hakkında, hiçbir beyit söylenmemiştir.

Leylâ vü Mecnûn Mesnevisinin Özeti

Hamdî’nin bu mesnevisinin özeti Zülfi Güler’in doktora tezinde yer alan metin esas alınarak hazırlanmıştır.218

Mecnûn’un Dünyaya Gelişi ve Çocukluğu

Arap kabileleri içinde meşhur, Benî Âmir kabilesini mamur eden, asil, zengin, cömert, azametli ve akıllı bir kabile reisi vardır. Karun gibi çok hazinesi, halife gibi meşhur nâmı olan bu reisin tek eksiği oğlan çocuğudur. Oğlu olmadığı için adeta ışıksız bir mum gibidir. Bir oğlu olması için Allah’a dua eder, sadakalar verir, dinar ve dirhemler dağıtır. Bir gün duası kabul olur. Bunun üzerinden dokuz ay geçtikten sonra ayın on dördü gibi güzel bir oğlu dünyaya gelir. Bu güzel bebeği gül suyuyla yıkarlar, ipeklere sararlar ve dadıya verirler. Dadısı onun ağzına şeker verir. Babası oğlunun güzel yüzünü görünce şükür için mallar bağışlar. Oğluna Kays ismini verir. Dadısı onu gönülden beslemekte, onu sinesinde imanı gibi sakınmaktadır.

Dadısı Kays’a süt ve şekerden gıdalar yedirdikçe onun vücudunda sevgi meydana gelir. Meğer Kays, ezelden aşk ile dünyaya gelmiştir. Güzelden hoşlanmaktadır. Sürekli ağlarken eğer güzel görürse gözünü açıp gülümser, güzel görmezse ağlar, feryat eder. Bir güzel onu kucağına alsa boynuna sarılır, güler oynar, yere koyduğunda ise feryadı göğü inletir.

Kays yedi yaşına geldiğinde güzele ve güzelliğe olan meyli de artar. On yaşına geldiğinde ise güzelliği dillere destan olur. On yaşında iken sünnet düğününe Kûfe’den Bağdad’a kadar bütün Arap beyleri davet edilir. Arap beyleri bölük bölük, kıymetli 218 bk. Zülfi Güler, Hamdullah Hamdî: Leylâ vü Mecnûn (İnceleme-Metin) (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üni. Ed. Fak., Erzurum, 1982.

hediyelerle gelirler. Bütün adetler yerine getirildikten sonra görkemli bir düğünle Kays sünnet edilir.

Mecnûn’un Mektebe Gönderilmesi ve Leylâ’ya Âşık Olması

Sünnet emri yerine getirildikten sonra ilim öğrenmesi için Kays mektebe gönderilir. Gül yüzlü ve bülbül sesli kızlar ve oğlanlar beraber bir hocadan ders almaktadır. Kimi güneş kimi yıldız gibi olan bu kızların arasında bir kabile reisinin kızı olan Leylâ isminde çok güzel bir kız vardır. Kays bu güzel kıza âşık olur. Onun aşkından çılgına döner. Bu sebeple Kays’a “Mecnûn” lakabını verirler. Leylâ, Kays’a gam ve sevda kapısını açarak ders kaygısını siler. Kays’ı mecnûn eden zülfünün belası kendisinin de boynuna dolanır ve o da Kays’a âşık olur. Gün geçtikçe birbirlerine olan aşkları artar. Başkaları ilim öğrenirken onların gönülleri aşk ile doludur ve aşktan başka bir şey öğrenemezler.

Leylâ ile Mecnûn’un Aşklarının Duyulması

Leylâ’nın günden güne güzelliği arttıkça Kays’ın da ona olan meyli ve derdi de artar. Bir gül gibi rengi sararır, solar. Leylâ’ya olan aşkı onu hayâle döndürür. İkisi de devamlı muhabbeti düşünürler ve kendi durumlarından bunu açıkça öğrenirler. Aşkları açığa çıkmasın ve duyulmasın diye ne kadar uğraşsalar da hallerinden belli olur. Nasıl ki müşk kokusu saklanamaz, güneş gizlenemezse onların aşkları da gizli kalmaz ve dillere düşer. Dedikodu çoğaldıkça Kays ile Leylâ’nın derdi de artar. Kays’a artık tedbirler kâr etmez. Nihayet bu sırrı nice gammazlar Leylâ’nın annesine söylerler. Bu haberi duyan anne feryat edip çırpınır. Ardından hışımla Leylâ’nın yanına gider ve bu rezilliğin ona yakışmadığını, nefsine uymamasını, vakitsiz açılan goncanın rengi ve kokusunun olmayacağını söyleyerek nasihat eder. “Bizi halka rezil ettin, seni mektepten almak hak oldu. Kız eğer arsız olursa başını taşla ezmelidir. Elma şekerden tatlı da olsa, gediği olursa kimse bir pula almaz. Mektebi bırak ve evde otur, eşikten dışarı ayağını atma!” gibi sözlerle de onu azarlar.

Annesinin sözleri üzerine Leylâ, aşk, âşık, maşuk hakkında bir şey bilmediğini, hatta aşkın yenilen bir şey olup olmadığını dahi bilmediğini söyleyerek annesini teselli etmeye çalışır.

Leylâ’nın bu sözlerine rağmen, annesinin gönlüne şüphe düşmüştür. Her gün bir şey bahane ederek onu eve hapseder. Mecnûn’u göremeyen Leylâ ise gizli gizli ağlar. Geceleri ağlar, gözyaşları ile yatağı ve elbiseleri ıslanır. Sabah bunun nedenini soranlara terden olduğunu söyler. Böylece Leylâ’nın gecesi gündüzü hapis içinde geçer.

Mektebe gittiğinde Leylâ’yı göremeyen Mecnûn ise Nil ve Ceyhun nehirleri gibi gözyaşı döker. Mektep ona cehennem olur. Sevdiğinde ayrı kalmanın acısıyla dolar.

Mecnûn’un Dilenci Kılığında Leylâ’yı Görmeye Gitmesi

Mecnûn Leylâ’yı görememenin üzüntüsü ile çaresizce ağlayarak gece gündüz gezer. Hasrete dayanamayıp geceleri gizlice Leylâ’nın köyüne gider, kimseye görünmeden yârinin eşiğini öper.

Mecnûn hasrete dayanamayıp Leylâ’yı görmek için bir bahane aramaya başlar. Bir gün gözlerini bağlar, eski elbiseler giyip âmâ dilenci kılığına girer, kapı kapı dilenerek, Leylâ’nın kapısına kadar gider. Oraya gelince bilerek ayağı takılmış gibi düşer. Onu uzaktan görüp tanıyan Leylâ, bu fakire yardım için annesinden izin alır; Mecnûn’u kaldırmaya elini uzatır. El ele tutuşup biraz sohbet ederler.

Bu hile sayesinde mutlu olan Mecnûn, ertesi gün, dilenci kılığında tekrar gelir. Kapı kapı dilenerek Leylâ’nın evine kadar gelir. İki sevgili bu hileyle buluşmaya, kapı ağzında görüşmeye başlarlar. Bu durum tekrarlanınca rakib hileyi fark eder. Mecnûn’un o köye gitmesine engel olurlar. Bahanesiz kalan Mecnûn’un sevda derdi yenilenip artar. Evden uzaklaşır çöllere düşer. Ayrılık acısıyla deliliği artar. Bazen dağda, bazen çölde bazen çarşı pazarda ah ederek gezer. Aşk ve hasret onu öyle deli eder ki gören “mecnûn” diyerek taş atar.

Babasının Mecnûn’u Araması ve Eve Getirmesi

Babası Mecnûn’un hâlini başkalarından öğrenince çok üzülür ve onu aramaya koyulur. Bir kimseden onun yerini, perişan vaziyette olduğunu öğrenir, bu habere çok üzülüp adeta mum gibi erir. Her yeri arar ve bir virânede perişan hâlde Mecnûn’u bulur. Onun bu hâlini görünce yakasını yırtıp feryat eder. Ona bu durumda olmasının sebebini, kimin sevdasından böyle olduğunu söylemesini, buna bir çare bulmak

istediğini söyler. Mecnûn çok bitkin hâldedir. Babasını tanımaz, hatırında Leylâ’dan başka bir şey kalmamıştır. Onun için cihan Leylâ’dır ve ondan başkası yoktur. Babası Mecnûn’u bu hâlde görünce gözünden yaş yerine kan döker, ona nasihat eder, onu Leylâ’nın istediğini söyleyerek eve götürmek ister. Mecnûn bu vuslat müjdesine inanmasa da hoşuna gider ve babasıyla birlikte eve döner. Annesi Mecnûn’un boynuna sarılır, şefkatle onu yıkayıp temizler ve elbiselerini onarır.

Babası Mecnûn’a nasihat eder. Mecnûn’dan ilim tahsiline devam etmesini ister. İlmin faydalarını, cehâletin kötülüklerini anlatır. Ömrünü boşa geçirmemesini, dünyada kimseden fayda beklememesini, iyi bir insan olmaya çalışmasını öğütler. Kadınlarda vefa beklememesini, Hak’tan yardım isteyip aşktan kurtulmasını söyler. Leylâ’nın kendisine dost olmaktan utandığını, kalbinden Mecnûn’a bir meylinin olmadığını, onun da Leylâ’yı anmaması gerektiğini anlatır. Kabilede çok güzel kızların bulunduğunu söyleyerek onlardan hangisini isterse alıp adını Leylâ koyabileceklerini söyler.

Mecnûn babasının bu nasihatlerini dinledikten sonra karşılık olarak bu hâle kendi isteğiyle düşmediğini, kendisini ayıplamamasını, Leylâ’yı gönlünden çıkarmasının mümkün olmadığını, nasihatin boşuna olduğunu söyler. Mecnûn ağlayarak babasına bunları anlatırken hiçbir kesik olmadan sebepsiz yere kolundan kan akar. Babası endişelenir. Mecnûn da babasına üzülmemesini, cerrahın Leylâ’nın kolundan kan aldığı için kendi kolundan da kan aktığını söyler.

Leylâ’nın Mecnûn’a İstenmesi

Mecnûn’un hâline gönlü yanan babası, Mecnûn’un gamından mecnuna döner, gece gündüz ağlayıp gözleri kanla dolar. Mecnûn’un kabilesi olan Benî Âmir kabilesinin büyükleri toplanır. Leylâ’yı Mecnûn’a istemeye karar verirler. Hep beraber Leylâ’nın kabilesine giderler. Leylâ’nın kabilesinde karşılama ve ziyafetten sonra istekleri sorulur. Mecnûn’un babası diz çökerek gelir. Leylâ’nın babasına dönerek akraba olmak istediklerini söyler ve maksadını açıklar. Güzel sözler sarfederek bu hayırlı işin orada bitmesi için sayısız hazine getirdiğini, daha ne isterse vereceğini söyler.

Leylâ’nın babası, “seninle dünür olmak hoş olur, ama senin oğlun deli divanedir, “mecnûn” lakaplıdır.” der. Mecnûn’un babası da oğlunun deli değil âşık olduğunu, aşk sarhoşu olduğundan onu divane sanmamasını, inanmazsa çağırıp hâlini görmesini, deliyse kapıdan göndermesini ister. Babasının bu isteği üzerine Mecnûn’u çağırırlar. Mecnûn gelir. Orada ansızın Leylâ’nın köpeğini gören Mecnûn, gönülden ah edip ağlayarak köpeğin ayağına kapanır. Sevgilisinin gezdiği yerlerin toprağına değmiştir diye köpeğin ayaklarını öpüp yüzüne sürer. Bu hâli gören Leylâ’nın babası, gülerek Mecnûn’u dostlarına gösterir, “eğer akıllı olsa kötü kokulu köpeği kucaklamazdı.” der. Ardından Mecnûn’un babasına dönüp önce oğlunun cinnetini gidermesini, sonra kızını istemesini söyleyerek Leylâ’yı vermez. Bu cevap üzerine kız istemeye giden kabile büyükleri ümitsiz ve çaresiz olarak geri dönerler. Bu sevdadan vazgeçmesi için Mecnûn’a nasihat ederler.

Bu nasihatleri dinleyen Mecnûn’un gönlü de hâli gibi perişan olur. Leylâ’nın verilmediğini öğrenince göğsünü döver, feryat eder. Elbiselerinden kurtulup evi terk ederek çöllere döner. Dilinde Leylâ’nın zikri ile dolaşmaya başlar. Dünyayla olan ilgisini keser. Leylâ’ya kavuşmaktan ümidini kesip gazel okur. Ağlayarak gezip öyle gazeller okur ki bunları işitenlerin yüreklerini dağlar. Dünyanın bütün kaygı ve korkularından kalbi arınır. Yatağı yorganı taş olur. Gece gündüz iki taş arasındadır. Devamlı ağlar, hâlini düşünüp ah eder, şiirler okur. Şiirlerinde perişanlığından, kimsesizliğinden, sevdası sebebiyle başına gelenlerden, düşmandan yakınır. Bu aşktan kurtulamayacağını, kurtulmak istemediğini, kendisini Leylâ’nın delirttiğini, bu cinnetten de ancak onun kurtarabileceğini söyler. Bu durumu düşündükçe derdi artar ve feryat edip bayılır. Onu görenler alıp babasının evine götürürler.

Mecnûn’un Kâbe’ye Götürülmesi

Mecnûn’un babası, oğlunun bu dertten kurtulması için çâre arar. Bunun için onu birçok yere götürür, onun için dualar eder. Babasıyla birlikte kabilesi de onun için bir çare bulmak için çabalar. Sonunda Mecnûn’u Kâbe’ye götürmeye karar verirler. O yıl, Hac mevsiminde develer hazırlanır ve büyük bir kafileyle yola düşerler. Kâbe’ye geldiklerinde Mecnûn’un babası orada bütün fakirlere adeta kum gibi para dağıtır. Oğlunu Beytü’l-Haram’a götürüp Leylâ aşkının belasından kurtulması için, Allah’a dua etmesini ister. Mecnûn “aşk” sözünü işitince gülerken birden ağlamaya başlar ve

yerinden atılıp Kâbe’nin halkasına yapışır. Leylâ’nın ömrünün uzun olması, ona bir zarar gelmemesi için Allah’a niyazda bulunur. Ardından Mecnûn aşkının artması için dua eder. Babası onun bu duasını işitince derinden ah eder. Oğlunun devasız derde düştüğünü anlar. Ondan ümidini keser, hacdan dönünce olanları kabile halkına ve akrabalarına anlatır.

Babasının Mecnûn’u Dua Etmesi için Bir Şeyhe Götürmesi

Mecnûn günden güne derdi artmaktadır. İki gözü ağlamaktan adeta ateşle dolmuştur. Halk, Mecnûn’un babasına bir mağarada yaşayan bir şeyhten bahsedip Mecnûn’a duâ etmesi için onu bu şeyhe götürmesini söyler. Babası bu habere sevinip Mecnûn’a o şeyhe götürür. Mecnûn şeyhin yanına girer ve babası dışarıda kalır. Mecnûn şeyhten, sevdasının başına tac olması, gün geçtikçe Leylâ’nın güzelliğinin, kendisinin ise derdinin artması için dua etmesini ister. Babasını bunu duyunca iyice ümidini yitirip gönülden ah eder. Kavmine dönünce akrabalarına olanları anlatır.

Leylâ’nın Kabilesinin Mecnûn’u Öldürmek İstemesi

Mecnûn’un hikâyesi dillere düşüp dedikodusu yayılır. Bu dedikodu ve kınamalar Leylâ’nın gönlünü yakar, gam köşesine çekilip ağlar. Leylâ’nın kabilesi bu dedikodudan tedirgin olmaya başlar. Cefası çok şefkati az nice gammaz Mecnûn’u ederler. O şiir büyücüsü Mecnûn’un kendilerini herkese rüsva ettiğini, adlarını kötüye çıkardığını söylerler. Her gün baş açık, yalın ayak, yanında kendisi gibi nice rezille birlikte geldiğini, halkın içinde kulağa hoş gelen gazeller okuduğunu, gazelleri dinleyen Leylâ gibi başka güzellerin de ona meylettiğini, kabilelerinin namusuna laf getirdiğini anlatırlar.

Bunları işiten kabile reisi çok öfkelenir. Mecnûn’u öldürmeye karar verir. Bunu duyan Mecnûn’un kabilesinden bir kimse durumu Mecnûn’un babasına iletir. Babası ve birkaç kişiyle birlikte Mecnûn’u ararlar, fakat onu hiçbir yerde bulamazlar. Ya öldü ya da aslan saldırısına uğradı diyerek ağlarlar. Oysa ki Mecnûn bir harabe içinde dert ve gamla birlikte çıplak hâlde yatmaktadır. Bir kimsenin yolu o harabeye uğrar ve Mecnûn’u perişan halde görüp ona hâlini sorar. Mecnûn’un cevabı sadece “âh” olur. O kimse “Âmir” iline döndüğünde Kays’ı gördüğünü ve onun perişan hâlini anlatır.

Bunun duyan babası gidip Mecnûn’u o viranede bulur. Mecnûn döşeği kumdan yastığı taştan olan viranesinde şiir okumaktadır.

Babası Mecnûn’un şiirini dinledikten sonra selam verir. Mecnûn’un yanına yaklaşır. Mecnûn babasının ayağına kapanır, ağlar, hataları ve bu hâlleri için özür diler. Hâlini görmesini, ama sebebini sormamasını ve kendisini eve götürmemesini ister. Babası yakasını yırtıp dövündükten sonra Mecnûn’a yine nasihatlerde bulunur. Onu öldürmek istediklerini, yanına kendisini düşmandan koruyacak birkaç dost almasını ve saklanması gerektiğini söyler. Mecnûn kendisine bu aşkın Allah’tan geldiğini, kurtulmasının kendi elinde olmadığını anlatır. “Mademki bu aşktan kurtulmak mümkün değil, o halde bırakın aşkın ateşi canıma iyice geçsin.” der. Kendisine neden neşe olmadığını soranlara Mecnûn, dert sahibinin nişanının gözyaşı olduğunu, ağzı açıldığında içinden bu aşk ateşinin kaçacağı korkusuyla da gülmediğini söyler.

Mecnûn gam darbesiyle bin kez öldüğünü, rakibinin mızrağından korkmadığını, aşkı ve sevdiği uğrunda ölmenin iyi olacağını söyler. Mecnûn’un bu sözleri babasının yüreğini yakar, bir köşede oturup ağlar. Mecnûn’un kendisini bırakıp gitme isteğine rağmen babası onu eve götürür. Mecnûn evde birkaç gün zorlukla kaldıktan sonra dayanamayıp Necd’ e geri döner, Necd dağında vecd ile dolup gazeller okur.

Diğer taraftan güzelliğiyle herkesi kendisine hayran bırakan Leylâ da Mecnûn’a olan aşkından çok ızdırap çekmekte, geceleri ağlamakta uyumamakta, kimseye derdini anlatmadan hasretle Mecnûn’un yolunu gözlemektedir.

Leylâ Mecnûn’un hasretiyle yanmaktadır. Geceleri ağlar, gündüzleri evin damına çıkar, yol gözler. Amacı ya Mecnûn’u görmek ya da onu gören birisinden haber almaktır.

Leylâ da çok güzel gazeller yazar. Halkın ezberlediği, kendisinin de duyduğu Mecnûn’un gazellerine cevaplar yazıp Necd yoluna bırakır. Leylâ’nın bu şiirlerini bulanlar okuyunca vecde gelirler, mektubu Mecnûn’a götürürler. Mecnûn da onlara cevap verir. Bu şekilde birbirlerinden haber alırlar. Karşılıklı yazılan söylenen bu gazeller halkın dilinde dolaşır. Bu iki aşığın naz ve niyazı cihan halkına aşk oyununu öğretir. Bu terane yayılıp Irak ve Hicaz’ı doldurur.

Leylâ’nın Gezintiye Çıkması

Güllerin güldüğü, bülbüllerin ağladığı güzel bahar mevsiminde Leylâ süslenip arkadaşlarıyla birlikte gezintiye çıkar. Aslında amacı gezmek değil bir sığınak bulup gam dağıtmak, bülbüllerle dertleşmek, gül bahçesinden sevgilisinin haberini almaktır. Leylâ yanında birçok güzelle birlikte Hurma bahçesine varır. Leylâ’nın kokusu etrafa dolar. Orada arkadaşlarından ayrılan Leylâ, tenha bir yere oturup Mecnûn’u düşünmeye başlar. Ağlayarak sevgilisine seslenir. Sevgilisinin de oraya gelmesini, ona kavuşmayı, kavuşamazsa da en azından sesini duymayı hayal eder. Leylâ niyazda bulunurken o sırada Mecnûn’un yolda kulağa hoş gelen ama ciğerleri yakan gazellerinden birisi okunmaya başlar. Bu şiirde Leylâ’ya sitem vardır. Mecnûn’un gönlü kandan deryaya dönmüş; dağ üzre dağı yakarken, Leylâ niçin ferahlamak için bağlarda gezer, Mecnûn’un gönlü eziyet ve cefa çekerken, Leylâ niçin zevk ve sefa sürer denilir. Bunu işiten Leylâ ağlamaya başlar. Arkadaşlarından gizlice onu izleyen biri onun hâlini görür. Eve döndüklerinde ona şefkat etsin, derdine çare bulsun diye olanları Leylâ’nın annesine anlatır. Annesinin yüreği Leylâ’nın derdiyle yanar.

İbn Selâm’ın Leylâ’yı İstemesi

Leylâ Gülistâna gezmeye gittiğinde İbn Selâm adında bir genç onu görür ve âşık olur. İbn Selâm, Esed Kavminden olup zengin, kahraman, sözü sayılır bir kabile reisidir. Bol hediyelerle adamlar gönderip Leylâ’yı istetir. Leylâ’nın annesi ile babası bu isteği hoş karşılarlar. Ancak “kızımız hastadır, hastalıktan kurtulması için bize biraz mühlet versin.” diye haber gönderirler. İbn Selâm bu haberi alınca üzülür. Sabır ona acı ve zor gelmektedir.

Mecnûn’un Nevfel’le Tanışması

Nevfel cesur ve kahraman bir Arap emiridir. Bir gün avlanmak için Necd dağına gider. Orada vahşi hayvanlar arasında şiir okuyan Mecnûn’u görür. Etrafındakilere onun kim olduğunu, bu hâlini sorar. Ona Mecnûn’un hikâyesini anlatırlar. Mecnûn’un perişan hâlini görüp hikâyesini de öğrenen Nevfel, ona yardım etmek ister, atından inip onun yanına gider. Onun önüne sofra koyaup yiyecekler koyar, yumuşak sözlerle onunla konuşmaya çalışır. Ancak Mecnûn’un aşktan ve Leylâ’dan başka söz söylemediğini, dinlemediğini gören Nevfel, dostluğunu

kazanmak için onun dilinden konuşmaya çalışır. Mecnûn Nevfel’e dost olur, onunla yiyip içer. Nevfel Mecnûn’a acele etmemesini, sevgilisini ona alacağını söyler. Mecnûn bu söze sevinip şükürle secde etse de ümitlenmez. Ona Leylâ’yı kendisine vermeyeceklerini, deli diye kendisine lâyık görmediklerini, eğer ileride sözünden dönecek ve düşmanla bir olacaksa şimdiden vazgeçmesini söyler. Nevfel de bir güzele âşıktır, bu sebeple sevgiliden ayrı kalmanın acısını bilmektedir. Mecnûn’a söz verir, yemin eder, artık bu perişanlıktan kurtulup üzülmemesini söyler. Nevfel’in yemin edip verdiği cevap üzerine Mecnûn ona inanır. Nevfel’le beraber gider, yıkanıp temizlenir, yeni elbiseler giyer, Nevfel’in meclislerinde bulunur, Leylâ’yı öven, kendi derdini anlatan gazeller okur.

Mecnûn Nevfel’in yanında rahat bulur. Beraber yer içer, karşılıklı şiir okurlar. Fakat bu sükûnet hâli Mecnûn’u rahatsız etmeye başlar. Bir gün içki meclisinde Mecnûn, okuduğu şiirle Nevfel’in verdiği sözü unuttuğunu, işret meclisleriyle kendisini avuttuğunu, acısına tahammül etmekten gönlünün bin parçaya bölündüğünü

Belgede Türk edebiyatında "Hamseler" (sayfa 101-122)