• Sonuç bulunamadı

1.3. Toplumsal Aidiyet

1.3.1. Topluluk Duygusu

Bireylerin duygusal yaşantıları, önemli ölçüde bilişsel faktörlerden; diğer bir ifadeyle sosyal durumlar hakkında ne bildiğinden, içinde ve dışında olanları nasıl yorumladığından, geçmişte bu tür durumlardan ne öğrendiğinden ve hatırladığından, başkalarının ne düşündükleri hakkında çıkarımlarda bulunmasından ve içselleştirilmiş toplumsal kurallardan etkilenmektedir (Butler & McManus, 1998: 88, 92). Bu etkileşim süreci, topluluk bilinci ve duygusu konularına yönelik araştırmalarda incelenmektedir.

Toplumsal duyguların temel yapılarını kuvvetle vurgulayan ilk araştırmacılardan biri olan Adler, “Bu dünyaya geldiğimizde ne buluruz?” sorusundan yola çıkarak toplumların geçmiş yaşantılarının birey için önemine değinmiştir (Adler, 2001: 41). Nitekim her bireyin doğuştan sahip olduğu toplumsal unsurlar ve tarihi geçmiş, nesilden nesile aktarılma yoluyla bireylerde süreklilik arz eden bir toplumsal hafızanın oluşmasına yol açmaktadır. Bugünkü toplumsal eylemlerin tümü bireylere bırakılan toplumsal yaşanmışlıkların izlerini taşıdığı gibi, bireylerin toplumsal yaşam döngüsüne eklemlenme sürecini de oluşturur. Bu izler, mensubu olunan toplumun kültürünün ve geçmişten günümüze o toplumun üyelerinin kültürel aidiyetlerinin izleridir ve bu izler geleceğe uzanacaktır.

Bu bağlamda bireylerin kurduğu ilişkiler, çağdaşlarıyla kurduğu ilişkilerle sınırlandırılamaz. Toplumun kuşatıcı tarihi içinde birey, yaşadığı dönemden önce gelen ve sonra gelecek olan ötekilerle, diğer bir ifadeyle selefleri (göçmen atalar, kurucu babalar) ve halefleriyle (çocuklarının çocukları, gelecek kuşaklar) de ilişki içindedir. Bu ilişkiler içinde birey, hayatını kurucu babaların yoluna ya da yerine göre gelecek kuşaklar adına feda edebilecek bir duygu seline kapılabilir (Berger ve Luckmann, 2008: 50-51).

İnsanoğlu bu kültürel yaşantıları ve hissettiği duyguları doğrultusunda her zaman başkalarına ihtiyaç duymuştur ve bu birlikte olma ihtiyacı toplu yaşamın tetikleyicisi olmuştur. Diğer bir ifadeyle; bireyin bir topluma aidiyet kurma ihtiyacı, topluluk duygusundan kaynaklanan yaşamsal bir öneme sahiptir (Aksan ve Alptekin, 2009). İşte bu bireyin toplum içindeki varlığına ilişkin duyumları, bütünün parçaların toplamından daha fazla anlam ifade etmesi bağlamında, tüm duyguların üstünde olan bir duyguya işaret eder. Bu duygu, yaşamın anlamını sorgulayan ve insanlığın genel yazgısını kendi içinde hisseden bireylerde oluşan duygudaşlık zemininde yükselen bir duygudur. Bu duygu ortaklığı, teritoryal ortaklık içerisinde bireylerin biraradalığını anlamlı ve değerli kılan topluluk duygusu ile ifade edilebilir ve açıklanabilir.

Topluluk duygusu kavramı ilk olarak, insan ilişkilerinin psikolojik doğasından yola çıkarak birey ve toplum arasındaki aidiyet ve güven ilişkilerinin değerlendirilmesi bağlamında toplum psikolojisi literatüründe tartışılmaya başlanmıştır. Sonraki yıllarda konuya ilişkin yapılan araştırmalara temel olan Sarason’un (1974) “The Psychological

Sense of Community: Prospects for a Community Psychology” adlı kitabı topluluk

duygusu kavramının ilk kullanıldığı yapıt olma özelliğini taşımaktadır. Psikoloji, sosyoloji ve yönetim bilimleri literatüründe yer alan; aile, komşuluk, okul, kent, kır, iş ortamı gibi birtakım kurallarla sosyal düzeni oluşturan alanlarda topluluk duygusunun işlevleri ve öneminin ele alındığı spesifik araştırmalar ise, konuyu disiplinlerarası bir inceleme kapsamına dahil etmiştir (Mahan, 2000).

Topluluk duygusunun teorik bir çerçevede analiz edildiği ve birçok araştırmacının izini sürdüğü çalışmasında McMillan ve Chavis (1986: 9), topluluk duygusunun gelişimi için gerekli unsurları dört grupta toplamıştır. İlk grup “Üyelik” başlığı altında, sınırların belirlenmesi, duygusal güvenliğin kurulması, aidiyet duygusunun oluşması ve özdeşleşmenin yaşanması, bireysel yatırımların gerçekleşmesi ile ortak bir sembol sisteminin kullanılması olmak üzere beş adımda sunulmaktadır. İlk olarak bir topluma ya da topluluğa ait olanlarla olmayanların ayrılması için sınırların belirlenmesinin gerekliliğinden bahsetmek mümkündür. Nasıl bireyler kendilerine ait özel alanlarını korumak için belli sınırlara sahipse, toplum ya da topluluklar da kendi bünyesindeki bireyleri diğer bireylerden ayıracak sınırlara sahiptir. Ortak bir dil, kıyafet (üniforma gibi), adetler, gelenek ve görenekler ya da birtakım kurallar ile oluşturulan bu sınırlar, bireylerin duygusal güvenliğini sağlamak için gereklidir. “Benim toplumum”, “Bu toplumun bir parçasıyım” gibi ifadeler, birey ve toplum arasında oluşan birbirini kabul etme ve benimseme duygusunun varlığına işaret eder. Bireyin toplumun bir parçası olduğunu hissetmesi, o topluma aidiyet duyduğu anlamına gelir. Birey topluma karşı yüksek bir aidiyete sahip olduğunda ise toplumla özdeşleşir ve toplumdaki diğer bireylerle birlik içinde hareket eder. Toplumla özdeşleşen birey, bu durumu bir kazanç olarak değerlendirmeye başlar ve üyelik onun için daha anlamlı ve değerli bir forma bürünür. Bu noktada birey, sivil toplum kuruluşlarına katılma, lokal yardım derneklerini destekleme, seçimlerde oy verme gibi davranışlar yoluyla bireysel yatırımlarını gerçekleştirmeye başlar (Davidson & Cotter, 1986; Davidson vd., 1991).

Üyeliğin son adımı efsaneler, adetler, dinsel törenler, seramoniler ve resmi tatiller gibi ortak bir bilinçle eylemlerde bulunulmasını sağlayan temsilleri içeren ortak bir sembol sisteminin kullanılmasıdır. Heterojenliğin hakim olduğu modern toplumlar, sosyal yaşamda düzenli işleyişi ve bütünlüğü sağlamak ve sürdürmek amacıyla semboller sistemini kullanır. Bu sistem, üyeler ile üye olmayanları ayıran sınırları

“Topluluk” ile “toplum” kavramlarından birinin tercih edilmemesinin nedeni, yapılan araştırmalarda

topluluk teorisinin mikro gruplardan makro örgütlenmelere kadar geniş bir yelpazede kullanıldığını vurgulamaktır. Bu çalışmada ise topluluk duygusu, bireylerin makro bir örgütlenme olan topluma aidiyetleri ve ilgileri ekseninde değerlendirilmektedir.

belirleyen kurallar ve ritüeller toplamı olarak önemli bir işlev gösterir. Son olarak, üyelik için önemli olan bu adımların, birlikte çalıştığında gerçek gücünü gösterebildiğini belirtmek gerekir (McMillan & Chavis, 1986: 10-11).

Topluluk duygusunun gelişimi için gerekli olan unsurları içeren ikinci grup ise, McMillan ve Chavis (1986: 11-12) tarafından “güç” olarak adlandırılmıştır. Bu boyutta, bireyler ile topluluk / toplum arasında güç alışverişine dayanan karşılıklı etkileşimler irdelenmektedir. Bireyler toplum üzerinde bazı etkilere ve kontrollere sahip olduğunu hissederken, aynı zamanda, toplum da bireyleri cazip görünümüyle ve aidiyet ortamıyla etkileyebilmektedir. Diğer grupta ise, bir toplumda pozitif bir birliktelik duygusunun sağlanması ve sürdürülebilmesi için bireylerin maddi ya da manevi ödüllendirilmesi gerektiği öne sürülmektedir. “Bütünleşme ve ihtiyaçların karşılanması” olarak başlıklandırılan bu grupta, bireylerin başarıya ulaşmaları, haklarını ve yetkilerini kullanabilmeleri ve statülerinin yükseltilmesi yönünde toplum tarafından desteklenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Toplumda bireylerin ihtiyaçlarının, amaçlarının ve inançlarının önemsenmesi, birliktelik duygusunun güçlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Son olarak, duygusal etkileşim ağından söz etmek mümkündür. Birey yaşadığı toplumdaki diğer insanlarla, aynı tarihsel geçmişi, aynı sosyal yaşam alanlarını, yaşanılan zamanı ve benzerlik gösteren yaşam deneyimlerini paylaştığına ve gelecekte de paylaşacağına dair bir inanca sahip olmalıdır. Ancak bu şekilde bireylerin ortak bir bilinçle yaşamına yön vermesinin ve sosyal ilişkilerini düzenlemesinin mümkün olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (McMillan & Chavis, 1986: 13-14). Bireylerde, içinde bulundukları çağı (zamanı) ve toplumu etkileyen varlıklar olduklarına dair bir farkındalığın oluşması, bireylerin yaşamına anlam kazandırmakla birlikte, kendilerinin ve toplumlarının daha iyi olması yönünde bireyleri harekete geçirir. Bununla birlikte, tüm bu bahsi geçen unsurların dinamik bir biçimde birlikte hareket ettiklerinde yüksek bir topluluk duygusunun oluşacağını ilave etmek mümkündür.

McMillan ve Chavis’in öne sürdüğü topluluk duygusu unsurlarının geçerliliğini sınayan nitel ve nicel olmak üzere birçok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların çoğunda destekleyici bulgulara ulaşılmıştır. Bu bulgularda genel olarak, aidiyet, üyelik, bütünleşme ve sosyal ilişkiler topluluk duygusunun öncü ve değişmez unsurları olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte topluluk duygusu ile bazı sosyo-demografik değişkenler arasındaki ilişkiyi sınayan birçok araştırmanın bulgularına göre, cinsiyet, yaş, eğitim, medeni durum, çocuk sahibi olma, ikamet edilen çevre ve konutun sosyo- kültürel ve ekonomik özellikleri ile elde edilen gelir gibi değişkenlerin toplumsal ilgiyi ve katılımı etkiledikleri görülmektedir (Davidson vd., 1991; Schwirian & Schwirian, 1993; Royal & Rossi, 1996; Prezza & Costantini, 1998).