• Sonuç bulunamadı

1.2. Grup Aidiyeti

1.2.3. Grup Aidiyetine İlişkin Bazı Kuramlar

Grup içindeki bireylerin diğer gruba ya da gruplara karşı birtakım olumsuz düşünceler ve davranışlar geliştirdikleri birçok araştırmada gözlenen bir oluşumdur. “Bireyin grubun bir üyesi olarak sosyal dünyasını kategorileştirme süreci, bireylerin kendileri ve grubun diğer üyeleriyle ilgili kalıplaşmış benzerlik algılarını ve gruplar arasında da farklılık algılarını vurgulamalarına sebep olmaktadır” (Arkonaç, 2003: 473).

“Ben kimim?” sorusu kişiyi herkesten ayırt ederken, “Biz kimiz?” sorusunun cevabı, kültürel, toplumsal ve siyasal olarak bir araya gelenleri ortak değer, inanç ve yaşantılardan doğan aynılık ya da benzerlik duygusunda ötekilerden ayırır (Zıllıoğlu, 2008: 35). Bu noktadan yola çıkarak esas sorunun bireylerin ortak duygu ve değerler etrafında birleştiğinde ortaya çıktığını ifade etmek mümkündür. Çünkü güçlü bir birliktelik duygusu aynı zamanda güçlü bir ayrımlaşmayı da beraberinde getirmektedir.

Bauman’a göre (1999: 51) “biz”, yüz yüze birincil ilişkilerin hakim olduğu, aitlik duygusunun oluştuğu ve içinde huzur bulunan güvenilir bir yerdir. “Onlar” ise ait olunmayan ve istenilmeyen bir yerdir ve “biz”den olmayan her şeyi “onlar” tanımlar. Dolayısıyla biz ve onlar sadece iki sosyal grubu tanımlamamakta, tümüyle farklı iki tutum arasındaki; duygusal bağlanma ve antipati, güven ve kuşku, güvenlik ve korku, işbirliği ve çekişme arasındaki ayrımı da temsil etmektedir.

Grupların, meslek, yaş, cinsiyet, yerleşim yeri gibi çeşitli kriterlere göre oluşmasının yanı sıra, bireylerin yüksek aidiyet duygusu ve sosyal aktifliği ile farklı siyasal ve ideolojik gruplara katılımları da söz konusudur. Bu doğrultuda aidiyet kriteri açısından yaklaşıldığında, literatürde ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımına paralel analizler içeren iç grup (in-group) ile dış grup (out-group) kavramlarının da kullanıldığı görülmektedir (Bilgin, 2008: 165). Dolayısıyla iç grup bizlik bilinciyle hareket eden bireyin üyesi olduğu gruptur.

İç grup ile dış grup arasında toplumsallaşma sürecinde oluşturduğumuz hayali bir zıtlık vardır. Ait olduğumuz iç grubun öz kimliği, tutarlılığı, kendi içindeki dayanışması ve duygusal güvenliği için hayali zıttı olan dış gruba ya da gruplara ihtiyacı da söz konusudur (Bauman, 1999: 52). Bu bağlamda “kimlik daima, kendi olumlusunu sadece olumsuzun dar bakışıyla elde edebilen yapılanmış bir temsildir. Kimliğin aykırı bir karşıtlıklar kümesi üreterek kendini inşa edebilmesi için, ötekinin iğne deliğinden geçmesi gerekir” (Hall, 1998a: 41). Bu nedenle bireyin durduğu yerden bilebileceği yalnızca öteki olmakla birlikte ben, ötekinin bakışında yazılıdır. Bu karşılıklı paradoks

etkileşim, içerisi ve dışarısı arasındaki, ait olanlarla olmayanlar arasındaki, tarihleri yazılı olanlarla bağımlı ve konuşulmayan bir tarihe sahip olanlar arasındaki sınırları alaşağı eden bir anlayışı doğurur (Hall, 1998b: 71).

Hayali bir zıtlığın oluşmasının ya da oluşturulmasının nedeni olarak, aidiyet kurma ihtiyacının karşılanmasına yönelik iç grup oluşumunun güçlendirilmesi için birtakım öğeler önemli rol oynamaktadır. Bu öğelerden en etkili olanı ise önyargıdır. Hem kişilik faktörleri hem de sosyal ortam şartları önyargıların oluşmasında ve süreklilik kazanmasında etkendir. Önyargılar bireyin kendisini olumlu görme ihtiyacından kaynaklanabildiği gibi ait olduğu grubun diğer gruplardan daha olumlu olduğu inancının pekiştirilmesi için de gereklidir. Diğer bir ifadeyle önyargıları, grup gücünün belirleyicilerinden birisi olarak nitelendirmek mümkündür.

Bu doğrultuda, bireylerin ait oldukları gruplara göre değerlendirilmesinde ve ayrımlaştırılmasında etkin olan önyargılar, belirli bir dış grup hakkında olumsuz dogmatik tutumlar olarak tanımlanabilir. “Önyargı, önceden ifade edilmiş, olgunlaşmamış, kanıtsız, temelsiz bir yargı, tutum veya kanaattir ve davranışa dönüştüğünde ise ayrımcılıktan söz edilir” (Bilgin, 2008: 169). Nitekim önyargı, bir grubun üyelerinin bir başka grup ve bu grubun üyeleri ile ilgili oluşturdukları sosyal mesafede açığa çıkmaktadır (Şerif & Şerif, 1996b: 649). Sosyal mesafe arttıkça ayrımcılık da keskinleşmekte ve toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Bu bağlamda, antisemitizm, ırkçılık ve cinsiyetçilik, en yaygın önyargı örnekleridir (Bilgin, 2008: 171).

Bununla birlikte önyargılar, daha uç bir ayrımcılık noktasında kalıplaşmış tutumlara (stereotipleri) da dönüşebilmektedir. Kalıplaşmış tutumlar insanları yaş, ırk, cinsiyet ve meslek gibi kolayca tanımlanabilen özelliklerine göre sınıflandırarak, o grubun üyeleri için genel kabul görmüş tipik nitelikleri bireye atfetme eğilimine neden olmaktadır (Butler & McManus, 1998: 159, 161). Bu sınıflandırma eylemi ile bireyler aynı zamanda başkalarını değersizleştirme ile benliğini ve ait olduğu grubu yükseltme

amacına hizmet etmiş olmaktadır (Tarhan, 2010: 31). Belirli bir hedef hakkında basitleştirilmiş yaygın inançlara dayanan stereotipler (Bilgin, 2008: 175), bireysel farklılıkları dikkate almayan kalıp yargılar olarak bireylerin kategorileştirilerek değerlendirilmesine yol açmaktadır.

Bireylerin bazı gruplara yönelirken bazılarından da uzak kalma iradesini kullanabildiği, diğer bir ifadeyle gruplar arasında seçim yapabildiği durumlarda ise önyargılara karşı daha dirençli olduğu söylenebilir. Bu noktada ise bireylerin grup seçimlerinde etkili olan faktörler açıklanmalıdır. Bireylerin gruplara katılma nedenlerinden birisi olarak gruba aidiyet duygusu, bu faktörlerin başında gelir. Çünkü bireyler kendilerini bir gruba ait hissettiklerinde, başkalarından ilgi ve destek görmenin yanı sıra birtakım toplumsal konularda bilgilenme gibi gereksinimlerini karşılayabilmektedir. Bununla birlikte kendine bir güven ortamı sağlamak için aidiyet ilişkisi kurmak önemli bir gerekçedir.

Bu nedenle ait olunan grubun toplumdaki yeri, o gruba ait olan bireylerin yerini de büyük ölçüde belirlemektedir (Kağıtçıbaşı, 2006: 259). Öyle ki, sosyal etiketlemeler, diğer bir ifadeyle sosyal damgalamalar ile bireyleri ayrımlaştırmak çoğu zaman da yıkıcı olabilmektedir. Bireyin sosyal durumunun tanımlanması, belirli bir kültür kalıbına oturtulması ve o kültürel kalıbın standardının belirlenmesi durumunu anlatan bir kavram olan damgalama, önyargı ve ayrımcılığa zemin hazırlayan ciddi bir problem alanıdır (Tarhan, 2010: 50, 51). Bunun yanı sıra aşağılamadan ziyade tanımlamaya dayandığı ölçüde sosyal damgalamalar, bireylerin kimlik krizini azaltarak grup aidiyetlerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesini de mümkün kılmaktadır. Çünkü damgalama, bireyin kimliklerini idame ettirebilmesi için tanımlama ihtiyacıdır; kendisinin diğerlerinden farklılığını ortaya koyabilmenin ve kendi benzerleriyle ortaklığını güçlendirebilmenin önemli bir aracıdır.

Kısacası grup aidiyetinin en etkili yönü, önemsenen ve değerli görülen bir grubun üyesi olma ve grubundan gurur duyma duygularını içermesidir (Newman vd.,

2007: 243). Aynı zamanda ait olunan grupların başarısının ve olumlu imajının yükselmesi, bireylerin özgüveninin de yükselmesine neden olmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2006: 279). Grubun başarısının artması, o grubun cazibesinin yükselmesini ve grup üyelerinin çoğalmasını, diğer bir ifadeyle gruba dışardan katılımın artmasını, grup üyelerinin özgüvenlerinin yükselmesini ve daha güçlü bir grup aidiyetinin ortaya çıkmasını sağlar. Bu durumu, tutulan bir futbol takımının şampiyonluğuyla övünülmesinin, oy verilen partinin seçimi kazanmasıyla gururlanılmasının, toplumda yüksek itibar gösterilen bir meslekte çalışmanın beraberinde getirdiği kazançların ve üye olunan derneğin başarısıyla onurlanmanın bir nedeni olarak belirtmek mümkündür.