• Sonuç bulunamadı

1.3. Toplumsal Aidiyet

1.3.3. Toplumsal Aidiyet Görünümleri

1.3.3.5. Mekansal Aidiyet

Bireylerin, toplumsal ve maddi çevrelerini benimsemeleri, onlara ‘anlam’ atfetmeleriyle gerçekleşir. Bu, toplumsal etkileşimlerinin bir parçasını oluşturur. Anlam, bireysel veya kolektif nitelik taşıyabilir; diğer bir ifadeyle, insan hayatındaki belirli deneyimlere veya yerel/bölgesel tarihteki olaylara gönderme yapabilir. Bireyin sosyal kimliğiyle örtüşen anlamlı bir çevre, günlük ilişki ağı içinde bir süreklilik arz eder (Mai, 2005: 107).

İnsan-çevre etkileşimine ilişkin gözlem ve çalışmalar, insanın yaşadığı mekanları kişiselleştirme ve kendileme eğiliminde olduğu konusunda birleşmektedirler. İnsanın bir yere ve bunun ötesinde de bir yer kimliğine ya da “burası” noktasına ihtiyacı vardır. İnsanın yaşadığı mekanları kişiselleştirmesi, karşıtlıklar kurma yoluyla gerçekleşen kimlik oluşumu gibi bu mekanları diğerlerinden farklılaştırmasını içermektedir. Farklılaştırma süreci, insanın bir “burası” noktası kurmasıyla başlamaktadır; “burası” noktası, yaşanan evin diğer evlerden, yaşanan kentin diğer kentlerden ayırt edilmesi ve “benim evim”, “benim kentim” şeklinde nitelendirilmesiyle gerçek veya sembolik olarak inşa edilmektedir. Bununla birlikte “burası” noktası, büyük kentler veya metropoller

bağlamında, genellikle kentin bütününü değil, sadece bir kısmını kendi yeri gibi görmek şeklinde belirmektedir (Bilgin & Göregenli, 2002: 51).

Dolayısıyla, toplumsal kimliklerin göstereni olarak mekan, çözümlenmesi gereken birçok sosyal göstergeyi yansıtan bir ayna işlevi görmektedir. Fiziksel bir olgu olmasının yanı sıra mekanın, toplumsal olayların ve insani hallerin sahnesi olması açısından sosyolojik bir farkındalıkla ele alınmasının gerekliliği aşikardır. Mekanın bireylerin konumlarına ve statülerine dair ipuçlarını barındırmasının yanı sıra, kendini belli mekanlarla ifade eden bireyler için de bir referans alanı haline geldiğini belirtmek mümkündür (Alver, 2007a: 12, 18). Aynı zamanda mekan, bir bağlılık yaratarak bireyin temel ihtiyaçlarından biri olan aidiyet duygusunu tatmin eder (Aydemir, 2011: 90)

Birey ve mekan arasında ait olma duygusunun harekete geçirdiği bir etkileşim söz konusudur. Bireyin kendini mekana ait hissetmesi, fiziksel aktivitelerden ziyade ait olunan mekanın kültürel dokusuyla ve kimlik referanslarıyla ilişkilidir. Birey sahip olduğu aidiyet bağlarını güçlendiren mekanları seçerek, kimliğinin toplumsal görünümlerini ele vermektedir. Bu açıdan toplumsal düzlemde gündelik ilişkilerin ortamı olan ve aidiyetin sürekli yeniden üretildiği kentsel mekanlara değinmek gerekmektedir.

Bir kentin coğrafyası, mimarisi, kültürel özellikleri, yerel gelenekleri ve yaşam biçimlerinin karışımı olarak sunabileceğimiz “kent kimliği” kavramı (Süher, 1995: 4), kentsel mekanlardaki bireylerarası sosyal ilişkilerde kendini sürekli inşa etmektedir. Diğer bir ifadeyle, bireylerin kentin kimliğiyle özdeşleşerek kente uyum sağlaması, kentsel mekanlardaki gündelik sosyal aktivitelerinde çözümlenebilmektedir. Bu nedenle, bir kente aidiyet, o kentin mekanlarına ve o mekanların ürettiği yaşam biçimlerine bağlı olarak düşünülmelidir.

Kentsel mekanların sahip oldukları göstergeler, imajlar ve belirli ekonomik statüye sahip kişilere hitap etmesi gibi toplumsal özellikleri, kentte kurumlar bazında bir

çeşitlilik ve çoğulluk doğurmaktadır. Bu durum bireylerin mekan seçimiyle birlikte, imaj, kimlik, aidiyet seçimine de işaret etmektedir. Bireylerin bu seçimi hangi kriterlere ve hangi mikro-makro boyutlu toplumsal oluşumlara göre gerçekleştirdiği ise birçok araştırmada incelenen bir konu olmuştur.

Diğer bir ifadeyle, bireylerin seçtikleri kent mekanlarını hangi kriterlere göre belirlediği, bu mekanları nasıl algıladığı ve mekanlardaki faaliyetleriyle sosyo-kültürel sürece nasıl katıldıkları sosyolojinin kent ve mekan alt konularıyla yakından ilişkilidir ve bu yönde yapılan çalışmalar mekansal birlikteliklerin birçok ortak özellik göstermesine rağmen homojenlik içermediğini vurgulamaktadır. Çünkü kent mekanları, işlevleri, iç mekan kurguları, mekansal iklimi, sosyo-ekonomik düzeyi, mekan içi iletişim izleği ve mekansal sosyalite gibi özellikleri itibariyle çeşitlilik arz etmektedir (Aytaç, 2007: 200). Bu mekanlar, gösterge, imaj ve işaretler toplayan müdavimleriyle kentin kültürel dokusunu besleyen heterojen aitlikler sergilerler.

Bireyin aidiyet kurduğu mekanlar gündelik alışkanlıkları ve sıradan vazgeçilmezlikleri olarak yaşamında önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin, müdavim olunan restoranlar, kuaför salonları, kafeler, parklar, çay bahçeleri, alışveriş merkezleri, sinemalar vb mekanlar, kentli insanların hayata tutunmasını, aidiyet, kimlik ve özdeşlik ilişkisini kurmasını sağlayan yaşam alanlarıdır. Her mekan müdavimlerine belli bir davranma, faaliyette bulunma üslubu kazandırmakta, mekana bağlı sosyal deneyimler ve kimlik konfigürasyonları atfetmektedirler. Bireylerin bu mekanlarda bulunmasındaki amaç, kimi zaman eğlenmek, hayatın zorluklarından kaçmak olabilirken, kimi zaman da toplumsal rollerin gereği olarak bazı ortamlarda bulunmak şeklinde olabilmektedir (Aytaç, 2007: 203-204). Amaç ne olursa olsun, insanlık gerçeğidir ki; bulunulan mekanlarda bireylerin etkileşimleriyle bir tarih yazılmaktadır ve bu tarih, bireylerin mekansal aidiyetlerinin sınırlarını çizdiği yaşam serüvenlerinin birleşimidir.

Bugün tüm büyük metropollerde gündelik yaşam, farklı soykütükleri olan ürünlerin, teknolojilerin, görüntülerin çeşitli bileşimlerinden oluşmaktadır. Melez yaşam

biçimleri, günümüzde çağdaş metropollerde yaşayan tüm grup ve kesimler için doğal, sıradan, alışılagelmiş hayatın ta kendisidir. Bununla birlikte, çağdaş metropollerde, melez kültürel formlar yaygınlaştıkça, çeşitli sosyal ve kültürel aidiyetler (sınıfsal, etnik, dini, ulusal, cinsel) arasındaki sınırları tanımlayan farklılıkların ve ayrıcalıkların korunması, giderek daha keskin ve görünür bir iktidar mücadelesine dönüşmektedir. Metropolün dokusu, aynı anda farklı cephelerde (siyasi, sosyal, kültürel) süren bir dizi sınır mücadelesi yoluyla şekillenmektedir. “Kültürel aidiyetler” postmodern anlamda kimlik/farklılık taleplerinin ifadesi değil, hiyerarşik ilişkileri tanımlayan iktidar savaşlarının bir ürünü olmuştur. Aslında, bu savaşlar içinde yer alan muhtelif grup ve kesimler için kültürel, iktisadi ve siyasi ayrıcalıklar ile farklılıklar, birbirinden ayıklanamaz bir “yaşam alanı” mücadelesinin bir parçasını oluşturmuştur (Öncü & Weyland, 2005: 27-28).

Bu bağlamda fiziki mekanın sembolik anlamlarından arındırılmış “boş” bir mekan olmadığı, ancak “kültürel gözlüklerle” okunabildiği ifade edilmelidir (Öncü & Weyland, 2005: 31). Diğer bir ifadeyle, soyut ve sembolik bir örgütleniş, gündelik hayatın vücut bulduğu alanlar temelinde somut ve anlamlı hale gelmektedir. Dolayısıyla, örneğin bir kentin büyük bir alışveriş merkezi, sadece fiziki ve mimari bir örgütlenmeyi değil, içinde vuku bulan pratik ilişkilerin yansıttığı kültürel bir dünyayı ve kimlikleri de ifade etmektedir (Sarıbay, 2002: 38).

Güçlü toplumsal bağları meydana getiren ana unsur olarak mekanın önemi, üzerinde yaşayan bireylerin benzer yönelimler ile karşılıklı bir toplumsallaşma sürecini yaşamalarıyla ilişkilendirilebilir. Ortak değerlerin üretilme aracı olarak mekan, benzer olanı yaşatan, farklı olanı ise dışlayandır (Aydemir, 2011: 88). Kent mekanları, ötekilerin diğer bir ifadeyle farklı sosyal kimliklerin karşılaşmasının, bir araya gelmesinin alanı olarak, biz ve öteki arasındaki ayrımı keskinleştiren bir yapı sergilemektedir. Grupsal aktiviteler, aynı ortamda bulunmaları nedeniyle bireylerin kendilerine ait farkındalığının belirginleşmesine yol açabilmektedir.

Öte yandan, kentin belirli bir bölgesinde oturan insanların sadece kendi oturdukları yeri değil, kentin diğer bölgelerini de kentlerinin bir parçası olarak görmeleri, sadece kendi yakınındakilerle veya benzerleriyle değil, uzaktakilerle veya kendinden farklı olanlarla da ilgilenmeleri; kendi kültürel kimliğinden kopmadan bir üst kimlikte birleşme durumuna da işaret etmektedir (Bilgin & Göregenli, 2002: 52). Sonuç olarak denilebilir ki, mekanlar kimliklerin inşa sürecine iki bağlamda etki etmektedir. Bireylerin belli bir mekanı onu diğer mekanlardan ayırıcı özelliklerine göre seçmesi, “biz” ruhunu paylaşan yandaşlarıyla birlikte olmasının bir gereği olarak kabul edilebilmektedir. Bunun yanı sıra bir mekanda farklı kültürlerin iç içe girdiği bir etkileşim ortamında, ötekilerin varlığının farkındalığında kendilik algısının daha da güçlenmesi söz konusu olabilmektedir. Her ne bağlamda olursa olsun, mekanların, bireylerin aidiyet ihtiyacının karşılanmasında önemli işlevleri olduğu görülmektedir. Mekansal aidiyet, gündelik yaşam etkileşimlerinin gerçekleştiği mekanların bir çağrısı olarak toplumsal aidiyetin önemli bir parçasını teşkil etmektedir.