• Sonuç bulunamadı

(sallallâhu aleyhi ve sellem)

Hicretin 5. yılından sonra, Müslüman toplumunun maddî şartları nisbeten iyileşti. Ezvac-ı tahirat da bu refahtan biraz yararlanmak istedi. Hz. Peygamber isteseydi bunları temin ederdi. Fakat o zühd prensibini, yoksul Müslümanların hayat

46 Buhari, Ezan 158; Nesâi, Sehv 104.

standartlarını esas aldığından, ilahî irşadla buna razı olmadı.

Hatta ciddi bir imtihan geçirdi. Âyetlerin talimatıyla bütün eş-lerini boşamak durumu ile karşı karşıya geldi. Onları ya alı-şageldikleri sade hayata devam, ya da boşanma arasında muhayyer bıraktı. Onlar neticede dünya refahını değil, Hz.

Peygamberle olan beraberliği tercih ettiler.

Konuyla ilgili âyetler mealen şöyledir: “Ey Peygamber, eş-lerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce boşaya-yım! Yok, eğer Allah’ı, Resûlünü ve âhiret mülkünü isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/28-29)

Hz. Cabir b. Abdullah’tan rivayet edilen bir hadise göre:

“Bir gün Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.a.), Hz. Peygamber’i

(sal-lallâhu aleyhi ve sellem) ziyaret ettiler. Hanımlarının çevresinde otur-duğunu ve Hz Peygamber’in de (sallallâhu aleyhi ve sellem) sessiz olduğunu gördüler. Hz. Ömer’e (r.a.) hitaben: “Gördüğün gibi çevremde oturuyorlar ve benden harcamaları için para istiyor-lar.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) kızlarını azarladı ve: “Niçin, Nebî’yi (sallallâhu aleyhi ve sellem) üzüyor ve sa-hip olmadığı şeyleri ondan istiyorsunuz?” dediler.

Dünya ve ukbada Allah Resûlü’yle beraber olma liyakati, öyle kolay elde edilebilecek bir paye değildir. Onun için âyetin işaretiyle bu müstesna kadınlar, bir irade imtihanı vermekteydi-ler. Allah Resûlü onları, kendi fakir, yoksul hânesiyle, dünya deb-debe ve alâyişi arasında muhayyer bırakıyordu. Eğer dünyayı tercih edecek olurlarsa, İki Cihan Serveri, onları istedikleri dün-yalıkla lütuflandıracak; sonra da salıverecekti. Yok, eğer Allah’ı ve Allah Rasûlü’nü tercih edecek olurlarsa, şimdiye kadar yaşa-dıkları hayat standartına razı olmaları gerekecekti. Çünkü bu, o

Hz. Aişe

hanenin hususiyetiydi. Madem ki bu hâne müstesna bir hâneydi;

o halde onun sâkinleri de müstesna olmalıydı. Aile reisi zaten müstesnaydı. Öyleyse o aile reisine tâbi hanım ve çocuklar da O’nun gibi olmak zorundaydı.

Allah Resûlü ilk defa Hz. Aişe Validemiz’i çağırdı ve ona:

“Seninle bir şey görüşmek istiyorum; baban ve annenle konuş-madan karar vermekte acele etme.” dedi. Sonra da mevzunun başında zikrettiğimiz âyeti ona okudu. Hz. Aişe’nin cevabı tam sıddîk babanın, sıddîka kızına yakışır şekildeydi: “Ya Resûlal-lah! Ben ana ve babamla bu mevzuda mı konuşacağım? Val-lahi ben, Allah ve Resûlü’nü tercih ediyorum.” dedi.

Daha sonrasını Validemiz şöyle anlatıyor: “Allah Resûlü hangi hanımıyla konuştuysa, hepsinden aynı cevabı aldı. Bu hususta hiç kimse farklı bir mütalâa beyan etmedi. Ben ne de-miş isem onlar da aynı şeyi söylediler...”

O, Muhasebe İnsanıydı

“İnsanın, kendi kendini ledünnî yanlarıyla, iç derinlikle riyle, mânâ ve rûh enginlikleriyle keşfedip tanıması, tanıyıp yorum-laması diye de ifade edebileceğimiz muhâsebe, gerçek insânî değerlerin ortaya çıkarılması, bu değerlere esas teşkil eden duy guların geliştirilmesi ve korunması yolunda bir ruh ceh-di ve dü şünce sancısıdır. Ancak böyle bir cehd ve dü şünce sayesindedir ki insan, dünü, bugünü ve yarınıyla alâ kalı hay-rı-şerri, güzeli-çirkini, yararlıyı-zararlıyı birbirinden tef rik edip gönül istikame tini koruyabilir.

Evet, onun, hâli değerlendirip geleceğe hazırlanabilme si;

geçmişte işlediği yanlışları telâfî edip Allah nezdinde akla nabil-mesi; dünü, bugünü ve yarını itibarıyla kendi kendini sorgu-layıp gerçek değerini bulabilmesi; daha önemlisi de Allah’la

müna sebetleri açısından iç dünyasında sürekli yenile nebilmesi ancak ve ancak sıkı bir nefis muhâsebesiyle müm kün görül-mektedir. Zîrâ insanın hem zaman üstü muhtevâsı, hem de zamanla mu kayyet duyguları, onun kalbî ve rûhî ha yatıyla ve kendi ledün niyâtının şuurunda bulunmasıyla çok irtibatlıdır.

Müslüman ne kalbî ve rûhî hayatı, ne de umumî davra nış-ları itibarıyla kat’iyen muhâsebeden müstağni kalamaz.47

Aişe Validemiz, de gerçek bir muhasebe şuuruyla yaşı-yordu. Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) zevcesi olmasına güvenmiyor, Allah katında geçerli akçenin kalb-i selim oldu-ğunu geçtiğini, bunun da iyi bir muhasebeyle ancak elde edi-lebileceğini çok iyi biliyordu. Zaten o, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ölmeden önce hep endişe içerisinde yaşamıştı. Bu endişesi sebebiyledir ki bir gün cehennem ateşini hatırlayıp ağlamıştı. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Niye ağlıyorsun?”

diye sordu. “Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?” dedi.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Üç yerde kimse kimseyi hatırlayamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğre-ninceye kadar; sahifelerin uçuştuğu zaman, kendi defteri han-gi taraftan verilecek, öğreninceye kadar; Sağına mı soluna mı;

yoksa arkasına mı? Cehennemin iki yakası ortasına kurulunca Sırat köprüsünde, bunu geçinceye kadar.”48

Bu incelerden ince ruhlu Aişe Validemiz, biricik eşi Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat ettikten sonra da hiçbir za-man hayat muhasebesini yapmaktan geri durmamış, insan-ların kendisini bu konudaki tesellilerine aldırmamış, “Keşke insan olacağıma bir ağaç olsaydım! Keşke annem beni bu

47 Gülen, M. Fethullah, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 1/24-25.

48 Ebu Davud, Sünen 28.

Hz. Aişe

dünyaya getirmeseydi!”49 yollu değişik zamanlarda muhase-be örnekleri sergilemiştir.

Bir defasında Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Sizler kıyamet günü ayakkabısız, çıplak ve sünnetsiz ola-rak haşir meydanında toplanacaksınız.” Bu açıklama üzerine Hz. Aişe validemiz: “Bu durumda birbirimizin avret yerlerini görmez miyiz?” diye sordu.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ey Aişe, o gün insanlar meşguliyetlerinden birbirlerine bakmaya zaman bulamaya-caklardır.”50 buyurdu.

Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatından sonraki dö-nemlerde bir gün İbn Abbas (r.a.) yanına gelip: “Müjdeler olsun sana ey Allah Resûlü’nün zevcesi!” demişti. O da: “Neden?”

diye sorunca, İbn Abbas (r.a.) ona ait üstün meziyetleri saymıştı:

“Resûlullah’a kavuşmanda aradaki tek engel ruhunun ce-setten ayrılmasıdır. Sen, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) eş-leri arasında en çok sevdiğisin. Ebva gecesinde gerdanlığın kayboldu da onun için orada beklendi. Bundan dolayı, Allah bu ümmete teyemmüm ruhsatını nasip etti. Bu da, senin sayende oldu. Cibril-i Emin yedi kat semadan senin beraatini müjdeledi.

Ve o âyetler gece gündüz her tarafta okunmaktadır..”

Bütün bu meziyetler karşısında, Hz. Aişe Validemiz hiç tu-tumunu değiştirmemiş ve şöyle demişti:

“Bırak bunları ey İbn Abbas! Allah’a yemin olsun ki, keşke unutulup gitseydim de bir insan olmasaydım!”51 İşte o bu tu-tumuyla muhasebede ve insanın bu dünyada yaptıklarına ne kadar güvenmesi konusunda mükemmel bir rota belirliyordu.

49 İbn Sa’d, Tabakât, 8/74.

50 Tirmizi, Tefsir, Abese.

51 İbn Sa’d, Tabakât, 8/75.