• Sonuç bulunamadı

Büyük ve vefalı eş Hz. Hatice vefat edince, Kâinatın Efen-disi (sallallâhu aleyhi ve sellem) büyük bir üzüntü içinde kaldı. Nasıl üzülmesin ki, acılı ve sıkıntılı zamanlarda, müşriklerin akla ha-yale gelmedik eza ve cefaları karşısında bu büyük eş, âde-ta Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) kalkan oluyor, onu teselli ediyor ve bir nebze de olsa acılarını dindiriyordu. Ancak her canlı gibi Hz. Hatice’nin de ayrılık vakti gelmiş, sevgili eşi ve Peygamberi Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) veda etmişti. Vefatıyla arkada yetimler bırakmıştı. Bir baba olarak şefkat âbidesi Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) yetimlerine

bakıyor, evde kendisine yoldaş olan eşinin yokluğunu kalbinin en derinliklerinde hissediyor ve mahzun oluyordu.

Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu mahzun durumunu gören sahabiler üzülüyor, içlerinden: “Keşke Allah’ın Şerefli El-çisi evlenip de bu kederli durumdan kurtulsa.” diye geçiriyor-lardı. Ancak Kâinatın Sevgilisi’ne karşı büyük bir edep içinde olduklarından, bu düşüncelerini ona bir türlü açamıyorlardı.

Günler böylece geçerken artık yerin göğün kendisi için ya-ratıldığı Kerim Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yalnızlığına son vermek gerekiyordu. O, aslında yalnız değildi. Allah’ın vah-yine mazhar oluyor, gökyüzünün Emin’i olan Cibril’le sık sık gö-rüşüyor, meleklerle selamlaşıyor, tabiattaki her bir varlık kendi diliyle onu selamlıyor ve ona arkadaşlık yapıyordu. Ancak bütün bunlara rağmen o da bir beşerdi ve evinde dertlerini paylaşa-cağı bir dert ortağına ihtiyacı vardı.

Nihayet sonunda sahabiden Osman b. Maz’un’un eşi Hav-le binti Hakîm, bütün cesaretini toplayarak Resûlullah’a

(sallal-lâhu aleyhi ve sellem): “Ey Allah’ın elçisi, görüyorum ki Hatice’den sonra biraz kederli gibisiniz.” deyince sanki Resûl-i Ekrem’in

(sallallâhu aleyhi ve sellem) yarasına dokunmuş gibi oldu. Cevaben Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Evet Hatice evin işlerine, ço-cukların idare ve terbiyesine bakıyordu.” dedi. Havle, tam da aradığı cevabı bulmuş ve kaçırılmayacak fırsatı yakalamıştı.

Bir ara nazarları uzaklara daldı, sonra kendini yeniden topar-ladı ve şu teklifi yaptı:

“Evlenseniz!”

Ortada derin bir sessizlik oldu. Şefkat ve vefa insanı derin bir düşünceye daldı, mazinin yapraklarını gözden geçirdi. 25 yıl birlikte yaşadığı Hatice’yi hatırladı. Ondan gelen evlilik tekli-fi, birlikte geçirdikleri acı-tatlı günler, arkada kalan yetimler…

Hz. Sevde Binti Zem’a

Sonra yeniden kendine geldi ve sordu: “Peki Hz. Hatice’-den sonra kiminle?”

Havle, Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) eş olarak Sevde binti Zem’a’yı teklif etti. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) da, bu teklifi kabul etti. Böyle bir kabul edişte aynı zamanda bir vefa örneği sergileniyordu. Çünkü Sevde binti Zem’a ilk Müslüman-lardan olduğundan, değişik sıkıntılar yaşamıştı. Hicret etmek mecburiyetinde kalmış ve kocasını da kaybederek yetimleriyle birlikte dul kalmıştı.

Sevde, doğup büyüdüğü, dağında, ovasında gezdiği, gençliğini geçirdiği, yeryüzünün ilk mabedinin kurulduğu, Ha-lilullah olan Hz. İbrahim’in yüzlerce hatırasının bulunduğu kud-si mekândan ayrılmak zorunda kalmıştı. Memleketinden ayrı-lıyordu ve gittiği yer meçhul bir yerdi. Daha önce gitmemişti, insanlarını ve kültürlerini bilmiyordu, dillerini anlamıyordu, hat-ta gittiği yerdeki insanların dinleri bile farklıydı. Yani şartların tamamı aleyhte gibiydi. Ama o yine de fedakârlık yapmış ve dini için gitmişti. Sonra da bir hanımın hayattaki en önemli sığı-nağı olan kocasını kaybetmişti. Şefkate ve uzatılacak bir emin ele ihtiyacı had safhadaydı.

Evet, o Allah rızası için hicret etmişti. Hicret, zengin olmaya, dünya nimetlerine kavuşmaya, yeryüzünde söz sahibi olma-ya, mükâfatı son derece fazla olarak Allah tarafın dan almaya vesiledir. Yüce Yaratıcı’nın şu müjdeleyici beyanları da bunu göstermektedir: “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gi-decek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resûlü’ne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini ya-kalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisâ 4/100) “Zulme mâruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret

eden-leri, elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi!” (Nahl 16/41)

Hicret, Allah katında en üst mertebeye erme ve kurtuluşu kazanmaya vesiledir. “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Al-lah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar!” (Tevbe 9/20)

Hicret; affedil meyecek günahların affına ve gözün görme-diği, kulağın işitmegörme-diği, beşerin aklından dahi geçiremeyeceği güzellikte sürprizlerle dolu cennete girmeye vesiledir: “Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu: “Sizden gerek er-kek gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yok-tur. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülen-lerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak için-den ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. En güzel ödül-ler Allah’ın yanındadır.” (Âl-i İmrân 3/195), “Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabb’in, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücahede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.” (Nahl 16/110)

Belki de Yüce Mevla bu mübarek annemize, âyetlerde ver-meyi müjdelediği ücret ve mükâfatı, Kâinatın Efendisi’ne (sallallâ-hu aleyhi ve sellem) bir eş olarak takdir buyurmasıyla veriyordu.

Vefada zirveyi tutan Allah Resûlü de (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu büyük fedakârlığı, vefasıyla gösterecekti. Geride kalanlara sahip çıkma, yetimleri bir baba gibi şefkat kanatlarının altına

Hz. Sevde Binti Zem’a

alma, dul hanımları sahipsiz bırakmama vefası… İşte bunları düşünmüş olacak ki, ‘evet’ dedi.

Teklifin kabul edildiğini gören ve buna çok sevinen Havle, hemen Hz. Sevde’nin evine koştu. Ne de olsa, hayırlı işlerde acele etmek gerekiyordu. Büyük bir sevinç ve heyecanla:

“Ey Sevde Allah’ın senin için ne büyük bereket ve hayırlar verdiğini biliyor musun?” deyince, olup bitenden haberdar ol-mayan Sevde Validemiz: “Nedir onlar? Bilmiyorum.” dedi.

Havle: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) beni sana evlilik teklifi için gönderdi.” deyince Sevde Validemiz, yapılan böyle eşsiz bir teklif karşısında büyük bir sevinç ve şaşkınlık içinde, bir ara ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Sonra kendini toparlayarak titrek bir sesle:

“İsterim! Ancak bir de babama söylesen!” dedi.

Babası Müslüman değildi. Ancak o da Hz. Muhammed’in

(sallallâhu aleyhi ve sellem) kim olduğunu, nasıl eşsiz bir şahsiyet ol-duğunu çok iyi biliyordu. Âdeta altın tepsi içinde kendisine bir şans sunulmuştu. Bir kız babası için, bundan daha iyi bir fır-sat olamazdı. Kızı Sevde’yi çağırdı; ona da bu konudaki fikrini sordu. Cevap müspet olunca, çok sevindi ve böyle değerli bir insana kızını vermekte hiç tereddüt göstermedi. Hemen kabul etti ve nikâhlarını da bizzat kendisi kıydı. Kaynakların bildir-diğine göre, bu sırada tarih Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) nübüvvetinin 10. yılıydı. Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaşı 50, Sevde validemizin ki ise 55 idi. 14 yıl beraber-likleri olmuştur.

Mekkeliler böyle bir evliliği duyunca inanamamışlardı.

Gözleri sadece maddeyle sınırlı olduğundan, her şeyi ona göre değerlendiriyor, “Hatice gibi zengin ve itibarlı bir kadın-dan sonra, nasıl olur da Muhammed gibi biri, dul, yaşlı ve fakir

bir kadınla evlenir?” diyorlardı. Ancak İnsanlığın Gerçek Mu-allimi’nin ölçüsü farklıydı ve olaylara onlardan çok daha farklı bakıyordu.