• Sonuç bulunamadı

Servet, Allah’ın bu dünyada insanlara imtihan için verdiği bir araçtır. Bazı kimseleri, cennete götürmesine karşılık, ba-zılarının ise yerin dibine batmasına sebeptir. Hz. Hatice’nin serveti hayırlı bir yolda harcanıyordu. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu serveti önce İslam’ı anlatmak için kurduğu ve insanları davet ettiği sofralarda, köleleri efendilerinden alıp hürriyete kavuşturmada, çoğu fakir olan Müslümanların ihti-yaçlarını gidermede, özellikle de zalim Mekkelilerin muhasara yapıp da her şeyi yasakladıkları yıllarda “Şi’b-i Ebi Talib” tepe-sinde zorunlu ikamete mecbur bırakılan Müslümanların yardı-mına koşmada harcadı. Allah helal olan bu serveti, belki de en mukaddes yolda harcatıyordu. Zaten haram olan bir servet, böyle mukaddes bir yolda harcanamazdı ki!

İşte bu servetin cennetteki müjdesini Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu dünyada iken vermişti. Hz. Hatice, Peygam-ber Efendimizin nazarında ve İslamiyet’te büyük bir mertebe

sahibi olduğu için cennette kendisi için inci den bir ev yapıldığı müjdesini almıştı. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Cebrail, Re-sûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelip şöyle dedi:

“Ya Resûlullah! Şu Hatice, sana içinde biraz katık bulunan bir kap getirdiği zaman ona Rabbinden ve benden selam söy-le. Onun için cennette, içinde gürültü ve zahmet bulunmayan, in ciden yapılmış bir köşkün inşa edildiğini de müjdele.”9

Bu köşk, inci kökünden yapılmıştı. Çünkü o, imana ilk koşan insan olarak imanın kökünü ele geçirmişti. Cennette kendisi için yapılan köşkün içinde gürültü ve zahmet olmayacaktır. Çünkü, o hayatta iken Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) hu-zurunda sesini yükseltmemiş, bağırıp çağırmamıştır. Onu hiçbir zahmete sokmamış, ona asla eziyette bulunmamıştır.

Hz. Hatice Kâinatın Efendisini tanıdığında, Allah ResûIü’-nün dünya adına hiçbir şeyi yoktu. Hz. Hatice ise zengin, soylu ve güzeldi. Buna rağmen o, büyük ferâsetli kadın, Allah Resûlü’nde-ki büyük manayı sezmiş ve O’na talip olmuştu.

Ticarî maksatla kervanlar teşkil ediyordu ve bu mevzuda söz sahibiydi. Allah Resûlü’nden çocukları oldu. Medîne dev-rini idrâk edemeden de göçüp gitti. Tam peygambere zevce olabilecek yaratılışta bu büyük kadın, hakikaten civanmertti.

Allah Resûlü, risâlet emrini tebliğe başlayınca, sanki onun böy-le bir vazife iböy-le tavzif ediböy-leceğini daha önceden biliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden onu tasdik etti. Sonra da, bütün serve-tini Allah Resûlü’nün emrine verdi. O büyük serveti, hep Allah için sarf ediliyordu. Müşriklerin Müslümanlara karşı başlattığı boykot döneminde, bu koca servetten hiçbir şey kalmamıştı.

Öyle ki bazen, Allah Resûlü açlıktan bayılacak hale gelir; fakat yiyecek bir şey bulamazdı. Zira, o esnada sofraya getirilecek

9 Buhari, Menakıbu’l-Ensar 20, Tevhid 35; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 71.

Hz. Hatice (r.a.)

bir kuru ekmekten dahi mahrum bulunuluyordu. Hz. Hatice Validemiz işte bu devrede yatağa düşüyor; yoksulluktan te-davi çaresi dahi aranamıyor ve bir gariplik içinde uçup ötele-re gidiyordu. Civanmertlikte son ufuk bitip tükenmedir ve işte anamız, binlerce anayı uğruna feda edeceğimiz anamız Hz.

Hatice Validemiz, bu ufka herkesten önce ulaşmıştır.

Bir dönemde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de, Hatice Validemiz’le böyle bir servete ulaşmıştı. Fakat peygamberli-ğinin daha ikinci veya üçüncü senesi evlerinde neredeyse yi-yecek bir şey kalmamıştı. O koca servet, âdeta peygamberlik davası yolunda eriyip gitmişti. Ziyafetlerde harcanmış veya fa-lanın gönlünü almak, fifa-lanın kalbini yumuşatmak için sarf edil-mişti. Hem öyle bir tüketilmişti ki, beş-altı sene sonra İnsanlı-ğın İftihar Tablosu, çok defa açlıİnsanlı-ğını duymamak için karnına taş bağlamaya başlayacaktı.

İşte böyle Hz. İbrahim’den kalma bu cömertlik ve kerem, Mekkelilerin de yabancısı değildi ve herkes durumuna göre bu keremden bir pay almıştı. Fakat yine de hiç kimse, Efendimiz’in

(sallallâhu aleyhi ve sellem), peygamberliğinden önce de olsa, O’nun keremiyle yarışacak durumda değildi. Zira Allah Resûlü, Hz.

İbrahim’in şeceresinin en son ve en cami’ meyvesiydi.

Allah Resûlü, henüz yirmi beş yaşlarındayken, Cenab-ı Hakk O’na imkân verdi ve O da ticarete atıldı. Hz. Hatice ile or-taklık kurdu. Ve kısa zaman içinde de önemli bir servete sahip oldu. Ancak bi’seti müteakip, henüz birkaç sene geçmemişti ki, O, servetinin bütününü infak etmiş ve bitirmişti. Ne var ki bu harcamaları öylesine yerinde ve isabetli yapıyordu ki, neticede pek çok insanın gönlünü İslâm’a ısındırıyor ve “İnsan, ihsanın kölesidir.” sırrını bütün çarpıcılığıyla ortaya koyuyordu.

O bunları yaparken O’nun faziletini, büyüklüğünü anlama-yanlar, emanette nasıl emin olduğunu göremeyenler, vefasına

karşı gözleri kapalı kalanlar, mutlaka, O’nun cömertliği karşı-sında dize geliyorlardı... Allah Resûlü, hayatının sonuna kadar da bu hâlini devam ettirdi. Resûlullah’taki bu durum, o günkü insanlarda şu kanaati hâsıl etmişti: Bir insan, ancak Allah’a iti-matla bu kadar cömert olabilir. Öyle ise, bu Zat peygamberdir.

Evet, böylece Efendimiz, o güne kadar sadakatıyla, vefasıyla, güveniyle, emniyetiyle kapısını çaldığı gönüllere fevkalâde ci-vanmertliğiyle, giriyordu. Evet, herkes değişik yanlarıyla bü-yüklüğün bir tarafından O’nu yakalıyor, azametinin o yönünün altında kalıyor ve O’nu kabulleniyordu. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), cömertliğini öyle rantabl kullanmış ve öyle değerlendirmişti ki, âdeta servetinin her danesi, yediveren değil yetmiş veren, hatta yetmiş bin veren başaklar gibi sümbül vermişti. Yani O, plân, proje âleminde her mes’eleyi böyle hesaplamış ve servetini böylesine tohumlar gibi saçmıştı. Sonra da Allah’ın inayet ve keremiyle, belli bir devre sonra başaklar vermiş, sümbüller ser çekmiş, çiçekler açmış ve her taraf bir nevbahar olmuştu.