• Sonuç bulunamadı

Kâinat susmuş, derin bir sessizlik içinde Efendisini bekli-yordu. Ama her şeyin bir zamanı vardı. Ve zamanı da ayarla-yan, zamanın Yaratıcısı Hz. Allah’tı. Nübüvvetin doğum san-cıları belirmeye başlayınca Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’den uzaklaşıyor, Hira’da bulunan ve yeryüzünün ilk mabedi olan Kâbe’yi kuşbakışı gören tepeye çıkarak, ora-daki bir mağarada büyük göreve gayr-i ihtiyari hazırlanıyordu.

Gayr-i ihtiyariydi, çünkü onun böyle bir görevden haberi yok-tu. Nübüvvet, zaten haberle olmazdı. Seçimle ya da istekle verilmezdi. Nübüvvet, ancak her şeyin sahibi Allah tarafından, İlahi bir mevhibeydi.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) azığını alır, günlerce eve gelmediği olur ve zamanını bu mağarada geçirirdi. Derken za-manı gelmiş, dünya çapındaki peygamberlik omzuna konuver-mişti. İşte bu süreci, bizzat Hz. Aişe Validemizden dinleyelim:

“Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalardı. Rüyada her ne görürse, sa-bah aydınlığı gibi aynen meydana gelirdi. Bu esnada ona yalnızlık

sevdirilmişti. Hira mağa rasına çekilip orada, ailesine dönmeksi-zin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüste (ibadette) bulunuyor-du. Bu maksatla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice’ye

(r.a.) dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu.”

Nihayet Hak, ona beklemediği bir anda geliverdi. Hira mağarasında iken ansızın melek kendisine gelerek “Oku!”

dedi. “Ben okuma bilmem.” diye cevap verdi. Resûlullah (sal-lallâhu aleyhi ve sellem) diyor ki: “Melek beni tutup canımı acıtacak derecede sıktı, sonra serbest bırakıp “oku!” dedi. “Okuma bil-mem.” dedim. Beni tutup canımı acıtacak derecede sıktı, son-ra bıson-rakıp “Oku!” dedi. “Okuma bilmem.” diye cevap verdim.

Tekrar tutup üçüncü defa sıktı ve bırakıp: “Yaratan Rabbinin adıyla oku, İnsanı bir alaktan yaratan. Oku, Rabbin o en ke-remkardır ki, insana kalemle (yazıyı) öğretti. İnsana bilmedikleri-ni öğretti.” (Alak 96/1-5)

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), kalbi ürperti içinde döndü.

Zevcesi Hatice’nin yanına gelip: “Beni örtün, beni örtün.” dedi.

Örttüler, derken korkusu zail oldu. Sonra Hatice’ye: “Kendim-den endişe ediyorum.” deyince, o:

“Hayır, hayır. En dişe etme; vallahi Allah seni hiç utandır-maz, zira sen yakınlarını gözetir, darda kalanlara yardımcı olursun, muhtacı giydirirsin, misafiri sevip ikram edersin ve kötü gün dostu olarak musi betzedelere, düşkünlere yardım edersin.” diye cevap verip onu teselli etti.5

Kureyş, bu haberi duyunca Dârunnedve’de toplanmış,

“Şu adama bir isim takın da halk ona göre hareket etsin.”

demiş lerdi. Kimisi “kâhin” dedi. “Kâhin değil.” dediler. Kimi

“mecnun” dedi. “Mecnun değildir.” dediler. Kimi “sihirbaz”

dedi. “Sihirbaz değildir.” dediler. “Sevgiliyi sevgilisinden

ayı-5 Buhârî, Bed’ül-vahy 7; Müslim, Îmân 252-254; Ahmed b. Hanbel, 6/153, 232.

Hz. Hatice (r.a.)

rır.” dediler. Böylece müşrikler toplantı yerlerinden dağıldılar.

Bu haber, Hz. Pey gamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ulaştı. Bunun üzerine elbisesini örtünüp kaftanına büründü. Derken Cebrâil

(a.s.) gelip: “Ey örtünen! ” (Müzzemmil 73/1), “Ey örtüsüne bürünen!

Kalk artık uyar!” (Müddessir 74/1-2) dedi.6

Sonra Hz. Hatice, Resûlullah’ı (sallallâhu aleyhi ve sellem) alıp Varaka b. Nevfel İbni esed İbni Abdi’l-Uzzâ İbni Kusay’a gö-türdü. Bu zat, Hz. Hatice’nin amcasının oğlu idi. Cahiliye dev-rinde Hristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilir-di. İncil’den, Allah’ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı.

Gözleri âma olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine:

“Ey amcamoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylü-yor!” dedi. Varaka, Hz. Peygamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem):

“Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?” diye sordu.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) gördüklerini anlattı. Varaka da O’na:

“Bu gördüğün melektir. O, Hz. Musa’ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!” dedi. Allah Resûlü

(sallallâhu aleyhi ve sellem):

“Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?” diye sordu.

Varaka:

“Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O’na düşmanlık edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana yar-dımda bulunurum!” dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de bir süre kesildi.”7

Varaka b. Nevfel Allah Resûlü’nün peygamberliğini kabul etmiş, bir mü’min olarak Cenab-ı Hakk’ın huzuruna gitmişti.

Hz. Hatice Validemizin:

6 İbn Kesîr, a. g. e, 8/274; Suyûtî, Esbâb-ı Nüzûl, s. 324-325; Âlûsî, a. g. e, 29/101.

7 Buhari, Bed’ü’l-Vahy, Müslim, İman 252; Tirmizi, Menakıb 13.

“O seni tasdik etti ve sen peygamberliğini izhar etmeden önce vefat etti.” demesi üzerine Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sel-lem) da:

“O bana rüyada gösterildi. Üzerinde beyaz bir elbise var-dı. Şayet cehennemlik olsaydı, beyaz renkli olmayan bir elbise içerisinde olması gerekirdi.”8 tespitinde bulunmuştu.

Vefalı Eş

Bu ağır yük karşısında, en büyük yardımcı Hz. Hatice’ydi.

O büyük hanım, Resûlullah’ı teselli ediyor, şefkatle onun ya-nından ayrılmıyor, bu ilk günlerdeki heyecan ve korkuyu at-latmasını sağlıyordu. Aslında bu, Hz. Hatice’nin büyüklüğünü gösteriyordu. Normalde eşine karşı gelebilir: “Bu büyük zen-ginlik içindeyken ne diye böyle işlerle uğraşıyorsun?” diyebilir, ondan uzaklaşabilir; hatta o da Mekkeliler gibi karşısında yer alabilirdi. Bu, uzak bir ihtimal de değildi. Zira daha önceki pey-gamberlerde buna benzer durumlar olmuştu. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm bunlardan ikisini bize şöyle haber vermektedir:

“Allah, kâfirlere Nûh’un hanımı ile Lût’un hanımını misal getirir. Her ikisi de iki iyi kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere hıyanet ettiler, ko-caları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla kurtaramadılar.

Onlara (ölürken veya kıyamet günü): “Haydi, cehenneme girenlerle beraber siz de girin!” denilir.” (Tahrim 66/10).

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) hem risaletin ağır yükü hem de Mekkelilerin çeşitli sözlü ve fiili sataşmaları karşısında sığınacak yer olarak Hz. Hatice’yi buluyordu. Allah Resûlü’ne ilk defa o inanmıştı. Zaten Hatice, “erken doğan” demektir. O,

8 Tirmizî, Rü’ya 10.

Hz. Hatice (r.a.)

Efendimiz’den on beş sene önce doğmuş ve İslâm’a da her-kesten erken uyanmıştır. Onda, aynı zamanda böyle bir isim-müsemma uygunluğu da vardır. Mekke’nin en zenginlerinden olan bu üstün kadın, bütün servetini Allah ve Resûlü uğruna harcayıp tüketmişti. Öyle ki vefat ettiği zaman, bir kefen bezi alacak kadar dahi varlığı kalmamıştı. İhtimâl Allah Rasûlü, borç bulduğu para ile ona kefen bezi almıştı. Hâlbuki O, İslâm’a gir-meden önce, zenginliğiyle dillere destandı. Bu koca servet, son kuruşuna kadar dinin yüceltilmesi uğruna sarf edilmişti.

Bu da, ayrı bir sırat-ı müstakim örneğiydi. Allah Resûlü, kere-mini öyle bir fetanetle kullanmıştı ki, yaptığı cömertliğin zerresi dahi boşa gitmemiş ve İslâm gücü olarak geri dönmüştü...