• Sonuç bulunamadı

Kur’ân-ı Kerim, “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır.

Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara 2/274) bu-yurmakta; herhangi bir muhtaç gördüğü vakit, hiç gecikmek-sizin onun ihtiyacını gideren kimseleri takdir etmekte ve bütün Müslümanları hayırlı işler peşinde koşmaya özendirmektedir.

Rivayetlere göre; Hazreti Ebu Bekir Efendimiz kırk bin dinarın on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini de açıkça olmak üzere bir günde tasadduk etmiş ve bu âyet onu takdir sadedinde nazil olmuştur.

Hazreti Sıddîk’ın sıddîka kerimesi Aişe Validemiz de, ba-bası gibi îsar (başkalarının nefsini kendi nefsine tercih edip büyük fedakârlık-ta bulunma) ufkunda dolaşan bir insandı. Kendisine, Hayber ve Fedek arazilerinin gelirlerinden verilen bir miktar para vardı.

Ayrıca, Hazreti Ömer, Ezvâc-ı Tâhirât’ı ilk saftakiler arasında mütalâa etmiş ve onlara ayrılan miktarı yükseltmişti. O sevgili annemiz eline binlerce dinar geçmesine rağmen vefat eder-ken arkada dünya adına hiçbir şey bırakmamıştı; çünkü eline geçen her şeyi Allah yolunda infak etmişti. Diğer yönleriyle ne kadar derinse, cömertlikte de o kadar derindi.

40 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/140, 144; Buhari, Edeb 35, 38.

İlim alanında o denli ileriydi ki, Hazreti Urve onun hakkın-da “Hem fıkıh hem tıp ve hem de şiir sahasınhakkın-da Hazreti Ai-şe’den daha bilgilisini görmedim.” demişti. Ebu Musa El-Eşarî Hazretleri de, “Ne zaman bir meseleyi ya da hadisi anlamakta zorlanıp Hazreti Aişe’ye sorsak mutlaka onda bir cevap bulur ve müşkilimizi hallederdik.” itirafında bulunmuştu. O mualla an-nemiz söz söylemesini öyle güzel becerirdi ki; Ahnef bin Kays:

“Ben Hazreti Ebu Bekir’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın ve Hazreti Ali’nin (Allah hepsinden razı olsun) hutbelerini dinledim. Fa-kat, Hazreti Aişe’nin dudaklarından dökülen sözler kadar güzel ve anlaşılır olanlarını ondan başkasından duymadım.” şeklinde takdirlerini dile getirmişti. Hz. Aişe validemiz, ibadet ü tâatinde o kadar engindi ki; Kasım b. Muhammed: “Hazreti Aişe, Rama-zan ve Kurban bayramları hariç senenin bütün günlerini oruç-lu geçirirdi.” haberini vermişti. Bir gün yanaklarından süzülen yaşları görünce “Aişe, neyin var, niçin ağlıyorsun?” diye soran Resûl-ü Ekrem Efendimiz’e “Cehennem ateşini hatırladım; öte-de ailenizi tanır, beni öte-de hatırlar mısınız ya Resûlallah?” şeklin-de cevap veren gözü yaşlı anamızın kalbi şeklin-de o kadar ince idi ki; Urve Hazretleri şöyle anlatmaktadır: “Sabahları evden çıkın-ca Hazreti Aişe’nin evine uğrar ve ona selam verirdim. Yine bir gün erkenden ona uğradım. Baktım ki, namaz kılıyor, Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh ü tazimde bulunuyor; sürekli ‘Biz dünyada, aile-miz içinde iken sonumuzdan endişe ederdik. Ama şükürler ol-sun ki Allah bize lütfetti ve bizi, o kavuran ateşten korudu.’ (Tur,

52/26-27) mealindeki âyetleri okuyor; bu âyetleri durmadan tekrar ediyor, Rabbine dua dua yalvarıyor ve ağlıyor. Onu o halde görünce, ben de kalkıp namaza durdum. Fakat o okumasını bir türlü bitirmeyince ben biraz sıkıldım ve daha fazla dayanama-yıp bir ihtiyacımı görmek için çarşıya gittim. Geri döndüğümde

Hz. Aişe

ne göreyim; Hazreti Aişe yine namazda ve kıyamdaydı; aynı âyetleri tekrar ediyor, ağlıyor ağlıyordu.”

İşte, bütün yönleriyle bir derinlik ve enginlik âbidesi olan Aişe-i Sıddîka annemiz cömertlikte de benzersizdi. Rivayet edil-diğine göre; bir gün yetmiş bin dinarı halka paylaştırmış, sonra da oturup elbiselerini yamamış ve o yamalı elbiseleri giymişti.

Bir başka gün, payına düşen bir malı yüz bin dinara satmış, eline geçen parayı muhtaçlara dağıtmış ve o günün akşamında da, kendisine ayırdığı arpa ekmeğiyle ancak iftar edebilmişti.

Allah’la münasebetlerinde o kadar derin olan anamız, in-sanları düşünme ve cömertlikte de o denli engindi. Dini anlama arzu ve iştiyakı zaviyesinden eşsiz olduğu gibi, Allah’a, Resûl-ü Ekrem’e, salih kimselere ve cennete yakın olma, cehennem-den de fersah fersah uzak bulunma vesilelerini kavramadaki basireti açısından da benzersizdi. Bunları yaptığı dönemde o henüz yirmili yaşlarındaydı. O genç yaşına rağmen bilinmesi gereken mevzuları çok iyi kavramıştı. Kendisine bir husus so-rulduğunda, dinin objektifliği içerisinde cevaplar veriyor; hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemiyordu. Fakat, şahsî hayatı adına sadakat ve vefasına yakışır bir duruş ortaya koyu-yor; hep sika (güvenilirlik) ufkunda ve îsar burcunda seyahat ediyordu.41

Hz. Muaviye, Hz. Aişe (r.a.) Validemize kıymeti yüz bin dinar civarında çok değerli bir kemer göndermişti. Onu kendisi takıp başkalarıyla paylaşmayabilirdi. Ancak bu cömert validemiz bu hediyeyi aldı, bütün ezvac-ı tahirat arasında paylaştırdı.42 Ne önemi vardı dünyanın altın kemerlerinin? Gerçek ve ebedi ke-merleri takma yeri başka bir yerdi ve o da, bunu düşünüyordu.

41 Gülen, M. Fethullah, İkindi Yağmurları, s. 159-160.

42 Belâzûrî, a. g. e; 2/49.

Başka bir rivayete göre ise, yine Hz. Muaviye içinde kıy-metli elbiseler, paralar ve başka eşyalar dolusu bir valizi Hz.

Aişe’nin evine kadar gönderdi. Hz. Aişe Validemiz dışarı çıkıp da gelenleri görünce hıçkırıklara boğuldu. “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunların hiçbirini bulamamıştı.” dedi ve hepsini başkalarına dağıttı. Yanında da bir misafiri vardı. Akşam olun-ca nafile orucunu açmaya hazırlandı. Zira Resûlullah’ın (sallal-lâhu aleyhi ve sellem) vefatından sonra çokça oruç tutuyordu. İftar sofrasında sadece zeytin yağıyla ekmek vardı. Bu durum kar-şısında yanındaki kadın misafir kendini tutamadı ve: “Ey mü-minlerin anası! Sana verilen o paralardan bir kısmını yanında tutsaydın da onunla biraz et alıp şimdi yeseydik!” dedi.

Bunun karşısında Hz. Aişe Validemiz: “Şu önümüzdekin-den ye! Vallahi başka bir şey kalmadı.” cevabını vermişti.43

Yine başka bir defasında kendisine taze üzüm hediye ge-tirilmişti. Bu fedakârlıkta zirve anamız, bunu da başkalarına da-ğıtmıştı. Çünkü sevgilisinden dağıtmanın faziletini öğrenmişti.

Dağıtanın Allah’a yakın, insanlara yakın, cennete yakın ve cehen-nemden uzak olduğunu, dağıtmayanın da Allah’tan uzak, insan-lardan uzak, cennetten uzak, cehenneme ise yakın olduğunu..44 Yanındaki hizmetçi, ondan habersiz bir miktar alıkoydu.

Akşam olunca da çıkartıp getirdi. İhtimal ki; yine orucunu aç-mak için sofraya oturmuştu. “Nedir bu üzümler?” deyince hiz-metçi: “Hediye olarak getirilen üzümlerden bir miktar alıkoy-dum ki sonra yiyelim.” dedi. Başkası için yaşama arzusunun bu denli kendisinde bulunduğu cömert ruhlu Hz. Aişe:

“Vallahi, bir tane dahi yemek yok!” diyerek onları da baş-kalarına gönderdi.45

43 Ebû Nuaym, a. g. e; 2/59.

44 Tirmizî, Birr 40.

45 Ebû Nuaym, a. g. e; 2/59.

Hz. Aişe

Çünkü Hz. Aişe Validemiz Resûlullah’tan (sallallâhu aleyhi ve sellem) böyle öğrenmişti. Bir gün Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sel-lem) mescide geldi, cemaatinin önüne geçti ve namaza durdu.

Ardından hemen namazını bırakarak odasına doğru telaşla yürüdü. Öyle bir heyecan ve telaş içindeydi ki, O’nu gören, yangına gidiyor zannederdi. Biraz sonra geldi. Eski heyeca-nından eser yoktu. Geçti, namazı kıldırdı. Namazdan sonra sahâbe, biraz evvelki heyecan ve tehalükünün (koşuşmasının) se-bebini sorunca, şu cevabı verdi: “Biraz evvel bana, fakirlere dağıtılmak üzere bir şeyler getirildi. Ben, dağıtmayı unuttum.

Tam namaza durduğum sırada hatırladım. Evimde böyle bir mal varken, namaz kılmak hoşuma gitmedi. Gidip Aişe’ye (r.a.), o malı dağıtmasını söyledim.”46