• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’ın şu ayeti insanların herhangi bir haber, davranış veya olay hakkında kesin bir karar vermeden önce, çok iyi araştırma yapmalarını, faraziye ve ihtimallerle karar vermeme-lerini emretmektedir. “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”115

Çünkü gerek fertler, gerek aileler gerekse devletler arasın-daki anlaşmazlık ve kavgaların en büyük sebeplerinden biri, tahkikat yapmadan, zanna dayalı olarak verilen kararlardır.

Yüce Yaratıcı, toplumu koruyacak olan bu önemli prensibin yerleşmesi için de, meseleyi inançla tekid ederek ahiret bo-yutuna dikkatleri çekmiş, karar verme vasıtaları olan kulağın, gözün ve kalbin sorumlu olduğunu bildirmiştir.

ْ ِ ِ ِ َכَ َ ْ َ אَ ُ ْ َ َ َو Bilmediğin şeyin peşine düşme! Yani kesin olarak bilmediğin bir konunun hakikatini öğreninceye kadar, o mesele hakkında herhangi bir söz söyleme.

Yalan yere şahitlik etme. Ancak gözünün gördüğü, kulağının duyduğu ve kalbinin iyice anladığı hususlarda şahitlik et; zina if-tirası, başkalarının töhmet altında bırakılması gibi yanlış yollara gitme demektir. Şu âyette de, bu husus üzerinde durulmuştur:

114 Buhari, Teheccüd 18, Müslim, Müsafirin 219.

115 Hucurat, 49/6

Zeynep Binti Cahş

َ َو ا ُ َّ َ َ َ َو ٌ ْ ِإ ِّ َّ ا َ ْ َ َّنِإ ِّ َّ ا ْ ِ اً ِ َכ ا ُ ِ َ ْ ا ا ُ َ آ َ ِ َّ ا אَ ُّ َأאَ

َ َّ ا ا ُ َّ اَو ُه ُ ُ ْ ِ َכَ אً ْ َ ِ ِ َأ َ ْ َ َ ُכْ َ ْنَأ ْ ُכُ َ َأ ُّ ِ ُ َأ א ً ْ َ ْ ُכ ُ ْ َ ْ َ ْ َ

ٌ ِ َر ٌباَّ َ َ َّ ا َّنِإ

“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksin-diniz. Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah Tevvabdır, Rahîmdir: tevbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur.” (Hucurât 49/12).

Bu ifadeyle yalan söyleme kasdedilmiş olabilir. Yani gör-mediğin halde gördüm, duymadığın halde duydum deme!

Nitekim Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bununla ilgili bir beyanında şöyle buyurmuşlardır:

َّ َّ اَو ْ ُכאَّ ِإ َلאَ َ َّ َ َو ِ ْ َ َ ُ َّ ا َّ َ ِ َّ ا َل ُ َر َّنَأ ُ ْ َ ُ َّ ا َ ِ َر َةَ ْ َ ُ ِ َأ ْ َ

ِ ِ َ ْ ا ُبَ ْכَأ َّ َّ ا َّنِ َ

“Zan ile hüküm vermekten sakının! Zira sözlerin en yalanı zandır.”116

Burada aynı zamanda başkalarını çekiştirme ve arkala-rından konuşma diye isimlendirdiğimiz ve pek çok kimsenin çoğu kez işlediği gıybetten de nehiy vardır. Zira gıybet, kesin bilgi olmaksızın başkaları hakkında bilgi edinmek ve onlara göre hüküm vermektir.

Bir kişinin ayıp ve kusurunu o yokken arkasından söyle-mek117 şeklinde tarif edilen gıybet, ferdi ve cemiyeti zehirleyen bir zehir ve ruh hastalığıdır. İnsan, yüce bir varlıktır. Allah’ın

116 Buhârî, Vesâyâ 8; Nikâh 45; Müslim, Birr 28; Tirmizî, Birr 56.

117 Cürcânî, Ali b. Muhammed, et-Ta’rîfât, s. 163.

yeryüzünde değer verdiği ve bütün canlılardan üstün kıldığı bir konumdadır. İnsanın bizzat kendisi değerli olduğu gibi, şanı, şerefi ve haysiyeti de değerli ve üstündür. Hangi şekilde olursa olsun, onun tahkir edilmesi, ayıplanması, kusurlarının veya duyulmasını istemediği fiillerinin sağa sola taşınması da yasaklanmıştır. Böyle bir davranış içine girilmemesi için bunu yapanlar Yüce Yaratıcı tarafından “veyl” (yazıklar olsun!) ifadesiyle kınanmıştır:

“Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan, insanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze ve lüme-zenin) vay haline!”118

Başkalarını ayıplamamak, onların aleyhinde konuşmamak ve böylece insanların kendisinden emin olduğu bir konumda bulunmak o kadar değerli bir makam sayılmıştır ki, Hz. Pey-gamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), insanların en faziletli olanının, insanların elinden ve dilinden emniyette bulunduğu kimse olduğunu,119 iki çene ve iki apış arası konusunda söz verip sözünü yerine getirene cennette kefil olacağını120 bildirmiştir.

Evet, Müslüman’ın nazarında, elle yapılan tecâvüz ile gıybet, bühtan, tahkîr, tezyif gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Zira; birisi onun maddi yönünü zedele-mekte ise, diğeri de manevi yönünü yıpratmaktadır. Hz. Pey-gamber Miraç’a çıktığında orada bir kavmin yanından geçer-ken, onların demirden tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini yırtıp kanattıklarını görünce, Cibril’e bunun sebebini sormuş, o da bunların, insanları çekiştiren ve onların gizliliklerini ortaya çı-karan kimseler olduğunu söylemiştir.121

118 Hümeze 104/1-2.

119 Buhârî, İman 4.

120 Buhârî, Rikâk 23.

121 Ebû Dâvûd, Edeb 35; Ahmed b. Hanbel, 3/224.

Zeynep Binti Cahş

Önemine binaendir ki, Kur’ân ve sünnette gıybet üzerinde böylesine önemle durulmuş, çirkinlikleri belirtilmiş ve inanan-ların bu kötülükten uzak durmaları istenmiştir. Günümüz insan-larının pek çoğu gıybeti gıybet saymama gibi büyük bir hataya düşmektedirler. Bu kişiler, hakkında konuştukları insanların, bizzat yaptıkları davranışlarını dile getirdiklerini, dolayısıyla bunun da bir gıybet olmadığını iddia etmektedirler. Hâlbuki İslâm’a göre asıl gıybet de zaten budur. Şayet başkalarının yapmadıkları, yaptı şeklinde gösteriliyorsa, bunun adı gıybet değil iftiradır. Ebû Hureyre’nin rivâyetine göre, Resûlullah (sal-lallâhu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:

“Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” Onlar: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dediler. Bunun üzerine:

“Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!”

açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:

“Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)” dedi.

Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem):

“Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de iftirada bulundun demektir.”122 buyurdular.

Bu hususla ilgili şu ifadeler de oldukça önemlidir: “Âde-moğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: “Bi-zim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tâbiyiz. Sen isti-kamette olursan biz de istikâmette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!” derler.123 “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun.”124

Ateş, odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet de sâlih amelleri tüke-tir. Bunun içindir ki gıybetten uzak durulmalı, şayet istemeyerek

122 Müslim, Birr 70; Ebû Dâvûd, Edeb 40; Tirmizî, Birr 23.

123 Tirmizî, Zühd 61.

124 Tirmizî, Kıyâmet 51.

de olsa gıybet yapılmışsa, yapan veya onu dinleyen: “Allah’ım!

Bizi ve gıybet ettiklerimizi bağışla!” demeli; ayrıca gıybet edi-len kişiyle karşılaşıldığında da hakkını helâl ettirmelidir. Öyle bir düşünceye sahip olunduğunda ise, kolay kolay insanın gıybet denilen bu kötü davranışa girişmesi mümkün olamaz.

ً ُئ ْ َ ُ ْ َ َنאَכ َכِئَ ْوُأ ُّ ُכ َداَ ُ ْ اَو َ َ َ ْ اَو َ ْ َّ ا َّنِإ “Çünkü kulak, göz, kalp gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.”

İnsan, her şeyden hesap verecektir. Kıyâmet günü günahı işlediği organları şahitlik yapacakları gibi: “Gün gelecek, dil-leri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek aleyhlerine şahitlik edecektir.” (Nûr 24/24).

Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem):

َلَ ْ ُ َّ َ ِ َ אَ ِ ْ ا َم ْ َ ٍ ْ َ אَ َ َ ُلوُ َ َ َ َّ َ َو ِ ْ َ َ ُ َّ ا َّ َ ِ َّ ا ُل ُ َر َلאَ

ُ َ َ ْ َأ א َ ِ َو ُ َ َ َ ْכا َ ْ َأ ْ ِ ِ ِ אَ ْ َ َو ِ ِ َ َ َ אَ ِ ِ ْ ِ ْ َ َو ُهאَ ْ َأ א َ ِ ِهِ ُ ُ ْ َ

ُه َ ْ َأ א َ ِ ِ ِ ْ ِ ْ َ َو

“Kıyâmet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayak-ları (Rabb’inin huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığın-dan, ilmiyle ne amelde bulunduğunharcadığın-dan, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve vücudunu nerede çürüttüğünden.”125 şeklindeki ifadelerine göre de, bütün organlar yaptıklarından dolayı Allah Teâlâ’ya hesap vermeden yerlerinden ayrılamaya-caklardır.

Zeynep Validemiz Kur’ân’ın sadık bir öğrencisi olarak onun prensiplerine candan kulak kesiliyor ve onları hayatına tatbik ediyordu. O, hakkı teslim eder ve dürüstlükten de asla ayrılmazdı.

Bir gün, münâfıklar Hz. Aişe Annemize iftira atmışlardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu konuda Hz. Ömer, Hz. Osman,

125 Tirmizî, Kıyâmet 1.

Zeynep Binti Cahş

Hz. Ali’nin (r. anhüm) fikirlerini sordu. Bu arada Zeynep (r.a.) An-nemizin de görüşünü almak istedi. Bunun üzerine Hz. Zeynep Annemiz, bütün insanlığa örnek olacak şu cevabı verdi:

“Ya Resûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten, gör-mediğimi gördüm demekten Allah’a sığınırım. Aişe hakkında vallahi hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” Bu cevap hem Re-sûlullah’ı (sallallâhu aleyhi ve sellem) hem de son derece mağdur bir durumda olan Hz. Aişe Validemizi çok sevindirmişti.

O Evvahtı

Hz. Zeynep Validemizin diğer bir özelliği de, onun takva sahibi olması ve Cenab-ı Hakk’a karşı olan saygısıydı. Onun bu yönü, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) dikkatini çekmişti ki, onu evvah olarak nitelendirmişti. Bir gün Allah Resûlü ya-nına gelen Hz. Ömer’e (r.a.): “Zeynep binti Cahş evvahedir.”

buyurdular. Bu esnada, orada bulunan bir sahabi:

“Ya Resûlullah! Evvahe ne demektir?” diye sorunca, Re-sûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Saygı ve huşu içerisinde Allah’a yalvarandır.” cevabını verip arkasından da:

“Çünkü İbrâhim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve ken-disini Allah’a teslim eden bir kuldu.” (Hûd 11/75) âyet-i kerimesini okudu.126

Zeynep binti Cahş (r.a.) Validemiz hicrî 20. yılda 53 yaşında iken Medine’de vefat etti. Cenaze namazını Hz. Ömer (r.a.) kıl-dırdı. Cennetü’l-Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenâb-ı Hak komşuluğunu nasip etsin.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile evlendiğinde yaşı 35’tir.

Peygamber Efendimizin yaşı ise 58’di. Evlilik hayatları, 6 yıl kadar sürmüştür.

126 Zehebî, Siyer-i A’lami’n-Nübelâ, 2/217.

8. H Z . C ÜVEYR İ YE

(R.A.)

“Resûlullah’ı (sallallâhu aleyhi ve sellem) Babasına Tercih Eden ve Kabilesine Büyük Bir Berekete

Ve-sile Olan”