• Sonuç bulunamadı

İnci Enginün

3 Temizlik imandandır.

– Hayır anneciğim fakat benim daha ziyade nüfuzlu olacağımı tahmin etti. – Kardeşimin çocuğuna şimdiye dek ettiğim muamele kendisinin yanımda oğlum kadar nüfuzlu olduğunu gösterir zannederim.

– Hay hay anneciğim belki de dileği pek mühim de cesaretsizliği onu gelmekten men etmiştir.

Rıfkı birdenbire durdu. Bu hususta muvaffak olmak istiyorsa da annesinin red (Tef. 10) edeceğinden korkuyordu. Validesine dönerek gözlerine çocuklara mahsus bir tatlılık verdi. Onun mukavemet edemeyeceği bir tevazula:

– Ricamı kabul edeceğinizi vaat eder misiniz? dedi.”

“Zehra Hanım’da her sevmeğe müsait kadın gibi her sevdiğine müsaidkâr bulunmak kusuru” (Bu cümle yazar açısından hayli iddialı ve hiç de yaşına uymayan bir hükümdür.) vardır ve “oğlu melek gibi latif gözlerini kendine çevirince” onun her istediğini yapar. Bu sefer de oğlunun isteği “eğer mugayir-i şer-i şerif değilse kabul edeceğini” söyler.

Rıfkı “bir Çingene’yi evde bulundurmak şer-i şerife mugayir olmadığını ispata çalıştıktan sonra Güzide’nin fikrini” açar.

Zehra Hanım itirazları olduğunu dile getirse de, “kimsesiz bir fukarayı eve getirmiş varsın dursun” der. “Güzide şimdilik bunu saklayabilir; ama söyle de öyle kendi ile bir tutmasın. Öyle ya bir Müslüman evladı kimsesi belirsiz ileride iş açacak bir yumurcağı tepesine çıkarsın.” Bundan sonraki cümle Halide Edib’in insanların eşitliğine henüz çok genç yaşta inandığını gösterir: “Zehra Hanım kapısını Hristiyan, (Tef. 11) Yahudi, Çingene her millet fukarasına açtığı hâlde şu yolda beyan-ı fikr etmesi muvafık mı değil mi bilemeyiz.” Fakat yaygın bir görüşü yok farz etmek de imkânsızdır: “Dünyayı ihata eden bir fikri de Güzide gibi herkesin atıvermesi kabil olamayacağı bedihîdir. Bize irsen intikal eden birtakım düşüncelerin münasebetsiz olduğunu bildiğimiz hâlde yine onları silkemeyiz vesselam.” Rıfkı bu konuda kayıtsızdır, ne annesinin “velev ki tecrübe ile sabit olsa bile” ithamlarına ne de “Güzide’nin ifratlı himayesi”ne katılır. Rıfkı daima rahata, kolaylığa alışıktır, zorluktan kaçınır. “Ciddi bir şey yapmayarak hayatın hafif kısmını düşünen bu adam acaba ileride hayatla kavga edecek felakete demir bir kalple” karşı koyabilecek midir? Bunu zamana bırakan Adıvar, namaz vakti gelen yatalak Zehra Hanım’a oğlu Rıfkı’nın abdest almakta hizmet etmesini anlatır. O namaza başlayınca Rıfkı odadan çıkar.

O akşam sofrada Rıfkı ve Güzide’den başka “konakta terbiye edilmek üzere dışa- rıda gezen annesinin yanından alınmış” olan “Rıfkı’nın dadısının kızı güzel Zühre” ile “Güzide’nin getirdiği küçük Çingene” de bulunmaktadır. Halayıklar bir Çingene’nin sofraya alınmasından memnun değildirler. (Tef. 12) “Güzide’yi pek iyi tanıdıklarından sureta bir şey gösterme”zler, fakat Güzide kızın tabağına yemek koyup ona sorular sordukça “sofracı ile Fikriyar” bakışırlar. Güzide bütün gece kızla ilgilenir.

Rıfkı da Zühre ile konuşur ve onu yemek yemeğe alıştırmağa çalışır. Zühre’nin kendisine dinî ilimler okutan bir hocası vardır. Zehra Hanım da onu haftada iki defa imtihan eder. Rıfkı da “genç kıza acıyarak edebiyat okutmağı” üstlenmiştir. Öğrenci- sinin çalışkanlığından memnundur.

“Zühre her güzel kız gibi mini mini ağzını pembe yanaklarını çekik kestane renginde gözlerini nazik endamını aynada teftiş edince istikbali oldukça parlak olaca- ğını düşünmüştü, fakat Zühre’nin burada Rıfkı tarafından uğradığı iltifat başka türlü ümitlere düşürüyor, elinden geldiği kadar onu memnun etmeğe çalışıyordu. Hatta halayıklar bile kapı yoldaşlarının kızı diye ilk önce ehemmiyet vermedikleri hâlde şimdi küçük bey taht-ı himayesine aldı diye başka türlü muamele ediyorlardı.” “Rıf- kı, Zühre’ye baktığı vakit o bebek gibi güzel çehrenin bir erkeğe fevkalade ilhamlar veremeyeceğini ve büyük fikirler saçmağa muktedir olamayacağını anlardı. Fakat bu çehre sahibesi vazife-şinas bir zevce olabilir. Zevcine sadakatli, sâkit bir muhabbet verebilirdi” diye düşünür.

(Tef. 13) Yemek bitince Güzide köşküne çekilir. “Rıfkı kahve ve sigarasını sof- rada” içip “Zühre ile birkaç hevai lakırdı ettikten sonra” Güzide’nin yanına geçer. “Güzide’ye tahsis edilen bu daire altı odalı olup bir kat üzerine mebni idi. Kapıdan içeri girince bir oturmak odası karşısında bir kütüphane orta yerin bölmesi geçilince gecelik dairesine dâhil olunurdu. İki oda kendisinin, biri dadının olup diğer ufak oda da Çingene’ye hazırlanmıştı. Güzide kütüphanenin gazını yaktırmış yazı yazıyordu. Çingene’nin şerefine olarak dadıya da duhul için müsaade edilmişti. Nefti kadifelerle döşenen bu karanlık odanın duvarları kitap denilen o cazibeli maddelerle doluydu. Ayaklı kitaplıklardan başka odada oturulacak bir genç kızın çalıştığı vakit, yattığı alçak yumuşak minder, yazıhanesinin önündeki katı arkalı iskemle, resail-i mütenev- via ile dolu uzun masasının yanındaki birkaç sandalye bir de oraya buraya atılan ufak

iskemlelerden ibaretti.4 Hele beş altı tablo pek dil-nişindi. Güzide o gül ağacından

nazik yazıhanesinde mektup yazarken ufak elinin çabuk hareketine yeğeni de durmuş olduğu hâlde bakıyordu.”

Dik yakalı bol krem akşamlık entarisi ayağının yanında oturan ufak kıza baktık- ça yanaklarında hâsıl olan belli belirsiz pembelik bütün bütün değiştirmişti. Dadıya müsaade-i mahsusa olmak üzere kendi minderi getirtilmişti. Zavallı ihtiyar habire küçük kıza İslamiyet’in şartını öğretiyordu. Burada en şayan-ı temaşa belki Çingene’nin zeki (Tef. 14) veçhi idi. Temizcene yıkamışlar, başını pek de temizleyemediklerinden saç- larını kısaca kesmişlerdi. Küçük halayıklardan birinin pembe entarisini giymiş, esmer ellerini koltuğunun altına koymuş, her gördüğü şeyden mütelezziz oluyordu. Her yere

4 Bu dolaşık cümlelerle Halide Edib’in hem bu metninde hem de özellikle ilk eserlerinde çokça karşılaşılır.