• Sonuç bulunamadı

Bu dolaşık cümlelerle Halide Edib’in hem bu metninde hem de özellikle ilk eserlerinde çokça karşılaşılır Metinde imla yanlışları da çoktur Bunlardan bir harf eksikliği veya fazlalığı gibi dizgi yanlışı olduğu

İnci Enginün

4 Bu dolaşık cümlelerle Halide Edib’in hem bu metninde hem de özellikle ilk eserlerinde çokça karşılaşılır Metinde imla yanlışları da çoktur Bunlardan bir harf eksikliği veya fazlalığı gibi dizgi yanlışı olduğu

bakışında parlak kara gözlerine bir anlayışlık geliyordu. Duvarları serapa kaplayan o bilmecelere baktıkça yüzünde mütecessisâne fakat oldukça âlemde tetkik edilecek çok şey olduğundan dolayı sevinçli bir his, kırmızı dudaklarında kanaatkârane bir tebessüm husule geliyordu. Bu üçünün teşkil ettiği güzel tabloya Rıfkı birkaç dakika kadar baktı. Sonra kendini gören dadıya parmağıyla sükût işareti yaparak içeri girdi. Masanın yanındaki sandalyeye oturarak arkası dönük olan yeğeninin küçük kızla beyinlerinde cereyan eden mükâlemeyi dinledi.

– Evin nerede?

– Selamsız’da ufak bir kulübemiz vardır. – Kaç yaşındasın?

– Dokuz yaşında.

– Daima dileniyor musun? – Burada bulunduğumuz vakit. – Hani Selamsız’da otururdunuz?

Çingene sırıttı küçük gözlerindeki şeytanlık dünyayı Güzide’den iyi bildiğini anlatıyordu.

Güzide küçük kızın yalan söylediğine dikkat edince kaşlarını çattı. Dadı da yalan söylemek elli dört farza mugayir olduğunu anlatıyordu.

Çingene hâmi-i müstakbelin şeytanlıktan memnun olmadığını anlayınca kendi kendine ileride fazilet-i mücesseme olacağını vaat etti.

Kalın bir ses Güzide’ye hitaben:

– Çingene’nin faziletini sulu buldun galiba yeğen, dedi.”

(Tef. 15) “Güzide başkalarına benzemediğini burada anlattı. Kendine mahsus mehabetiyle mahzunane olduğu kadar vakurâne dedi ki:

– Rıfkı eğer onun gibi olmuş olsak acaba ne yapmazdık. Melek gibi bir valide ile iyi dostlara malik olduğun hâlde türlü müşkilata tesadüf ediyorsun. Bu zekâyı görüyor musun? [Elini küçüğün siyah kıvırcık saçlarının arasına koyarak] işte bunu tetkik edip de yalnız insanın birtakım kavaide itaatle rahat olabileceğini anlar.”

Rıfkı Zeynep adlı çocuğu iyice inceler ve onun gelecekte “fevkalade güzel bir kız” olacağını, onun için de “çok bilmesi” gerekmediğini söyler. Çocuğun gelecekte nasıl olacağını tahmin eder ve “hepimizi aldatmak için ne yapmak lazım gelirse onu yapacak sade beni değil” diyerek sözünü bitirir.

(Tef. 16) Çocuk Rıfkı’nın sözlerinden onu da Çingene zanneder ve “Sen de bizden misin?” diye sorar. Neye sordun sorusuna da hepsinin gülmesine yol açan “Benim anam da ti böyle söylerdi” cevabını verir.

Güzide de halazadesinin Zeynep’i tahliline şaşmıştır. Kendisinin kusuru “zekâya fazla muhabbet gösterme”sidir.

“İşte bir mahlûk ki kendinin herkese mektum olan efkârını açacak. Güzide şimdiye kadar âdil olmak için birçok zan ve itikatlarını kesmedeki müşkilata galebe çaldığına memnun oldu. İleride kendini anlayacak bu çocuğa lekesiz bir kalp göstermek istiyordu. Çünkü bu küçüğü adeta sevmeğe başlamıştı.”

Halasının çocuğu bazı şartlarla alıkoyabileceğini öğrenmekten de memnun olur. (Tef. 17) Güzide yeğeninin kendisinden ne yardımı istediğini sorar. Rıfkı, artık haya- tında bir değişiklik istediği için evlenmeyi düşünmektedir. Rıfkı tanımadığı bir kadınla evlenmek istemez, eşi mutlaka onu sevmelidir. Seçtiği kız Zühre’dir. Rıfkı annesinin yanında Zühre’yi methederek onun gözüne sokmağa çalışma”sını Güzide’den ister.

(Tef. 18) Bu Güzide için çok zor bir iştir, zira halası oğlu için “pek parlak bir istikbal” düşünmektedir.

Güzide bunun kendi düşüncesi olmadığını, annesinin görüşünü naklettiğini be- lirttikten sonra halasının yanında bütün nüfuzunu kullanmaya söz verir.

“Çingene’nin Yeni Odası” başlığı altında anlatılanlar dadının Zeynep’i yatırdıktan sonra odadan çıkması üzerine, Zeynep’in ayak seslerinin uzaklaşmasını beklemesini ve yataktan aşağı atlayarak odayı incelemesi anlatılır ki bu tasvir tefrikanın kesilmesi dolayısıyla yarım kalmıştır:

“Etrafı teftiş eden iri gözlerinde mahpuslara mahsus bir vahşet vardı. Ayaklarının yumuşak halı üstünde ses çıkarmadığını hissedince gezinmeğe başladı. Evvela küçük yatağı muayene etti, sonra tuvalet masasını, gümüş aynayı, esvap dolabını, geniş kanepeyi gözden geçirdi. Vechini gösteren aynayı tabii buluyorsa da keten çarşaflığı, muntazam yatağı, kalın cibinliğe bakınca dudaklarını büküyordu. Hele odanın tavanı bütün bütün kasvet-efza, gözünün önüne gökyüzünün kucakladığı karanlık bir ova (Tef. 19) geldi. Orada pis küçük bir çadırın içinde demir aletlerle işleyen yırtık esvaplı yanık çökük yüzü kalbine maskelik hizmeti ifa eden düz siyah saçlı bir adamı düşündü. Bu adam kendini ekseri tekme ile çadırdan kovardı, açık yerde semanın kandilleri onun hissine iştirak ederlerdi. Bazen de adını bilmediği siyah bir örtü bu kandilleri söndürürdü. O vakit bu kandillerin sahibi de babası gibi idare yapmak için ışıkları erken söndürdüğüne nazaran pek zengin bir zat olmadığını zannederdi. Koca Shakespeare’in ‘Sema ekonomi yapıyor’ kelimelerini bu küçük altı yaşında iken düşünmüştü. Ekseri çadırda ateşi yakan uzun saçlı bir kadın fal torbası içinde buna kahve şekeri getirirdi. Sonra ateşin etrafına birkaç kadın o vahşi çehreli adamla oturarak mırıldanırlardı. Bazen mırıltıları tehdid-âmiz bir gürültü olurdu. Birçok defa gündüz fal bakan kadının gördüğü tahkirat ya o fena bakışlı adamın yediği dayak hakkında mübahaseler yaparlardı. Bu kız pek küçükken bile Çingenelerin herkesin tahkiratına hedef olmuş bir millet olduğunu bilirdi. Bazen falcı ile ıskaracının fazla torbalarını taşıyarak büyük bir caddeye inerdi. İşte o vakit birtakım adamların

çırpınarak kadınlara terbiyesiz muamelelerini annesinin yani falcının para kazanmak için söylediği garip şarkıları yahut bir geçicinin kendilerini görünce yüzünde hâsıl olan adeta iğrenmeğe yakın nefretini unutmazdı. Bu familya hakkında en son hatırladığı şey bir gün çadırın önünde babasının yediği şiddetli bir dayaktı. Onu hiç unutmadı. Gaddar yüzlü şişman birinin” (tefrikanın sonu).

*

Tefrikanın bu son paragrafı, Çingene kızının hayatına açılmak üzereyken ya- rım kalmıştır. Hikâyenin Güzide-Zeynep ekseninde devam edeceğini tahmin etmek mümkündür. Bu yarım hikâyenin dikkati çeken cümleleri Halide Edib’in İstanbul yaşayışının kendi tecrübelerinin yansıması olduğunu gösterdiği gibi, aldığı eğitimin izlerini de takip mümkündür.

Halide Edib bu romanı on yedi yaşında yazmıştır. Onun kitap olarak basılan ilk kalem tecrübeleri Mader (1897) çevirisidir ve Ahmet Mithat eser hakkında Hanım-

lara Mahsus Gazete’de bir tanıtma yazmış5, II. Abdülhamit de kendisine bir şefkat madalyası vermiştir.

Bu başlangıç Halide Edib’in daha sonra yazacağı eserlerin de ilk nüvelerini ifşa etmektedir. O, geniş ailesinden en sevdiği fertlerin özelliklerini romanlarındaki kişilere de yansıtmıştır. Bunların başında odası ve çehresi itina ile çizilen hala gelmektedir. Ha- lanın tasviri Halide Edib’in “haminne” dediği anneannesini kuvvetle hatırlatmaktadır. Sonraki romanlarında da evin yaşlı hanımefendisi, büyükanneleri hep “Haminne”nin zarif, imanlı güzel çehresi ve etrafına yansıttığı duygularla anlatılır. Güzide’nin incelik ve zarifliğine mukabil güçlü iradesi de yazarın kendisini andırmaktadır. Bu kısa me- tinde verildiği kadarıyla Rıfkı’ya gelince onda da genç yaşında ölen âşık dayısının izi hissedilmektedir. Üsküdar Meydanı ve çevresi Halide Edib’in çocukluğunun geçtiği Sultantepe’deki evlerinin yakınındadır. Halide Edib şüphesiz ki çevresini iyi gözlemleyen bir yazardır. Çocukluğunda kendisini etkilemiş gözlemlerinin ilk çarpıcı örnekleri Mor

Salkımlı Ev’in ilk sayfalarında görülebilir. Çingene’nin de çevrede görünenler dışında

bu ilk izlenimlerden gelmiş olması muhtemeldir. Bunları söylerken amacım, Halide Edib sadece çevresinde bulunanları yazmakla yetinmiştir demek değildir, ancak yazarın eserlerine yansıyan sıcaklığın büyük ölçüde yaşanan hayattan kaynaklandığını belirtmek istiyorum. Gerek mekân gerek kişilerin yerlilikleri bunu açıkça göstermektedir.

Bu metni okuyunca Halide Edib, Bernard Shaw’un yazdığı Pygmalion’u okumuş olmalı düşüncesi akla gelmektedir. Fakat Shaw, Pygmalion‘u henüz bu tarihte yazma- mıştı. Eser 1912 yılında yazılmıştır.

Elbette Pygmalion hikâyesi bilinmeyen bir hikâye değildir, ancak Halide Edib’in romanında Çingene Kızı’nı aşağılandığı hayattan çekip çıkarmak ve onu yetiştirmek arzusu bulunmaktadır ki bu da eseri Ahmet Mithat’ın Çingene adlı kitabının (1887) amacına

yaklaştırmaktadır. Ahmet Mithat Efendi gibi şöhretinin zirvesindeki bir yazarın genç bir kızın ilk tecrübesinde örnek oluşturması şaşılacak bir şey değildir. Aslında sadece kısa bir kısmı basılmış olan Çingene Kızı’nda fazla bir yorum ve kıyaslama zorlama olacaktır.

Halide Edib sonraki eserlerinde özellikle kadınların erkekler tarafından yeni toplu- ma ayak uyduracak şekilde yetiştirilmeleri üzerinde durmuştur. Seviye Talib’in Macide’si bunun ilk örneğidir denebilir. Bu fikir, önce evdeki yakınlarımızı eğitmeliyizdir diyen ve bunu erkeklerin görevi sayan Namık Kemal ve Ahmet Mithat’tan itibaren yaygın bir şekilde edebiyatımızda işlenmiştir. Bunun hayattaki örnekleri de çoktur. Çocukların, gençlerin farklı adlar altında zengin, güngörmüş aileler içinde yetiştirilmeleri sadece roman ve hikâyelerde değil, aynı zamanda günlük hayattaki mevcut örneklerdir. An- cak Çingene Kızı’ndaki Güzide ve Rıfkı da bu görevi gönüllü olarak üstlenmişlerdir. İkisinin kendilerinden küçük kız çocuklarını eğitmek amaçlarıdır. Ancak arada fark vardır. Rıfkı eğittiği genç kız ile evlenmek istemektedir. Bunun daha eski bir örneği Ahmet Mithat’ın Canan’ı eğitip onunla evlenmesidir (Felatun Bey ile Rakım Efendi). Halide Edib’in sonraki eserlerinde de eleştirilmiş olan Türkçenin kullanılışındaki aksaklıklar bu parçada da bol bol bulunmaktadır. “Yapmak” fiilin çok ve yersiz kulla- nılışı bunun bir örneğidir ve yazarın çok küçük yaşta öğrenmeye başladığı İngilizcenin etkisini taşımaktadır.

Bu metnin bulunması sadece Tanpınar’ın ifadesiyle “Türk edebiyatını tek başına temsil etmiş olan” yazarın ilk yazılarından birini araştırıcılara sunmuş olması açısından değil, Halide Edib’in doğum tarihinin düzeltilmesinde de yararlı olmuştu. Mevcut kaynaklar çoğunlukla 1884 yılını Halide Edib’in doğum tarihi olarak göstermekte 1882 yılını dikkate almamaktadırlar. Halide Edib’in basılan ilk eseri 1313/1897’de John Abbot’dan çevirdiği Mader’dir. Mader’in çevirisinin Halide Edib’in hocası tarafından gözden geçirildiği de bilinmektedir. Bu eseri 13 veya 15 yaşında çevirmiş olması bir tartışmaya yol açacak durumda değildir, zira metnin ne ölçüde düzeltildiği bilinmemektedir. Ancak Çingene Kızı’nda durum farklıdır. Bu metin 1899 yılında neşredildiğine göre Halide Edib’in yaşı ya 17 veya 15 olması gerekir. Metni okuyanlar bu metnin 15 yaşındaki bir kalemden çıktığına her hâlde pek ihtimal veremeyecekler ve şimdiye kadar ihmal edilen 1882 tarihini esas almak gerekecektir.

KAYNAKLAR

Adıvar, Halide Edib, “Çingene Kızı”, Hanımlara Mahsus Gazete, nu. 231-267, 23 Eylül 1315/5 Ekim 1899-15 Haziran 1316/28 Haziran 1900.

Ahmet Mithat Efendi, “Şuun-ı Nisvan”, Hanımlara Mahsus Gazete, nu. 133, 9 Teşrin-i evvel 1313/21 Ekim 1897, s. 6.