• Sonuç bulunamadı

Roman ve Hikâyedeki Durum

Yenileşme devri Türk edebiyatında Fransız tesirinin en çok hissedilen tarafı ro- mancılık ve hikayeciliğidir. Roman ve hikâye türleri Tanzimat’tan sonra Fransız edebi-

yatının tesirinde edebiyatımıza girmiştir.20 Ancak Türk edebiyatı Batılı anlamdaki kısa

hikâye ve romancılık tecrübelerinden önce klasik bir hikâyecilik geleneğine sahipti.21

Manzum veya mensur olarak kaleme alınan ve ortak özelliklere sahip bu hikâyeler Türklerin İslam’ı kabulünden sonra şiirde olduğu gibi İran etkisinde kaleme alınmıştır. Yapılarında divan şiirinin karakteristik hayal anlayışını barındırırlar. Bu yüzden Na- mık Kemal’in divan şiirine bazen sert kimi zaman da alaycı bir şekilde hücum ettiği

Mukaddime-i Celal’deki eleştirilerden onlarda nasiplerini almıştır:

Hâlbuki bizim hikâyeler, tılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp müellifin hokka- sından çıkmak, âh ile yanmak, külüng ile dağ yarmak gibi bütün bütün tabiat ve hakikatin haricinde birer mevzu’a müstenid olduğu için roman değil kocakarı masalı nev’indendir.

Hüsn ü Aşk ve Leylâ ile Mecnun kabilinden olan manzumeler de gerek mevzularına, gerek

suret-i tahrirlerine nazaran birer tasavvuf risalesidir.22

Halk arasında okunan Binbir Gece, Binbir Gündüz ve Muhayyelat olarak da bilinen

Muhayyelat-ı Aziz Efendi gibi hikâyeler hakikatten uzaklaşan muhallerle doludur. Telif

ettiği anlatılarda Halk hikâyeleri geleneğinden yararlanan Ahmet Mithat Efendi bile,

Çengi romanının karakterlerinden, Donkişot’un bir benzeri Daniş Çelebi’yi İstanbul’da

dolaştırırken karakterin kafasını Donkişot’unki gibi şövalye hikâyeleriyle değil cinler,

19 “Nefaset-i Tabiiye ve Sanayi-i Nefise”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 1607-1611, 16-20 Teşrinievvel 1883.; “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdebâ”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 2234, 3 Kânunuevvel 1885.

20 Ayrıntılı bilgi için bk. Cevdet Perin, Tanzimat Edebiyatında Fransız Tesiri, s. 100.

21 Klasik hikâyelerin “henüz keşfedilmemiş bir alan halinde” kaldığını söyleyen Mustafa Nihat Özön, bunları beş başlık altında inceler: 1. Klasik edebiyatımızın manzum hikâyeleri 2. Aynı edebiyatın mensur hikayeleri 3. Halk arasında yazılışından okunan hikayeler 4. Halk arasında ağızdan ağıza aktarılan hikayeler 5. Zümrelerin kendi amaçlarına uygun şekle soktukları hikayeler (Türkçede

Roman, s. 40-41).

22 Bu ifadelerinden sonra Namık Kemal romantik tarzda yazılmış romanları 19. asır medeniyetinin övü- neceği kalıcı eserler arasında zikreder (Sazyek, Sazyek, Yeni Türk Edebiyatında Önsözler: Bir 19. Yüzyıl

tılsımlar ve perilerle dolu Muhayyelat’la bozar. Hayal ve hakikat mevzusu matbuat gündemindeki yerini korurken Hayaliyun-Hakikiyun tartışması dolayısıyla Beşir Fuat, Menemenlizade M. Tahir’e mukabele şeklinde yazdığı bir yazısında insanlığın olgunluk yaşına (sinn-i rüşt) geldiğini söylediği 19. asırda muhaller ve hurafeleri ge- ride bırakarak gittikçe artan bir şekilde ciddi meselelere ve hakikate yöneldiğini dile getirir. Bir zamanlar Şahname, İlyada ve Odysseia gibi eserlerle varlığını ispat etmeye çalışan edebiyatın daha ciddi ve hakikî bir yolda gelişimini sürdürmekte olduğunu ifade eder. Türk edebiyatında natüralizmin ilk savunucusu ve realizmin en büyük müdafilerinden Beşir Fuat edebiyatın farklı dönemlerini göz önüne alarak 19. asırda vehim ve muhallerin edebiyattan kovulmakta olduğunu müşahede eder. Mevzuyu dünya edebiyatlarından verdiği örneklerle desteklemesinin yanı sıra küçüklüğümüzde okuduğumuz “kadın nine hikâyelerini, kurt ve tilki mesellerini, (...) Kahraman Katil’leri

Tahir ile Zühre’leri, Arzu ile Kanber’leri, Ferhad ile Şirin’leri, Âşık Kerem’leri daha

bilmem neleri” okumamız teklif edilirse bunu tahammül edilemez sayacağını söyler.23

19. asrın son çeyreğinde şiir ve edebiyatımızda küllî ve esaslı bir yeniliğin meydana geldiğini anlatan Şemsettin Sami, bir Avrupa diline aşina olup da Batılı şairlerin şiirlerindeki hislerin tasvirine alışan ve Lamartine’in, Victor Hugo’nun şiirlerinden lezzet alan bir Türk şairinin artık kendi dilinde şiir söyleyeceği vakit muğbeçeden, pir-i mugandan, harabattan, ay yüzlerden, servi boylardan, zincir veya şeb-i hicran kadar uzun zülüflerden, hatt-ı sebzden bahis şiirler söyleyemeyeceğini Shakespeare’in Molière’in, Racine’in, Schiller’in, Goethe’nin, Alfieri’nin manzumelerini okuduktan sonra, leyleklerin Mecnun’un başında yuva yapmasından bahis “kaba ve çocukça hikâyeleri” nazma çekmeye tahammül edemeyeceğini ifade eder. (...) Çünkü 19. asrın icap ve gerekliklerine göre tahsil görmüş biri Fuzuli’nin şiiri ne kadar üstadane olursa olsun Leylâ ile Mecnun manzumesini okumaktan lezzet duyamaz. Okursa onu eski eserlerden sayarak okur; yoksa Mecnun’un etrafında toplanmış kurt ile kuzu, arslan ile ceylan gibi muhtelif hayvanların ortasında oturup onlarla lakırdı ettiğini veya mumla konuştuğunu bir ufak çocuk bile severek ve beğenerek okuyamaz. Şemsettin Sami, kalbin hislerini ve yüce fikirleri tasvir eden yeni edebiyat (edebiyat-ı cedide) eserlerini sırf lafızdan ibaret olan Nergisî’ Hamse’si ile, Aziz Efendi’nin Muhayyelat’ı

ile mukayese edersek “eyne’s-sera mine’s-süreyya” demeyecek miyiz? der.24 Bu asrın

ikinci yarısında kısa süre içinde Batılı roman ve hikâye tekniklerinden yararlanılarak hikayeler telif edilmiştir. Ancak yine de Türk romanı için eski hikâye geleneğinden

gelen etkiler son bulmamıştır.25 Barındırdıkları gariplikler ve hayal unsurlarından

23 “Hugo Ünvanlı Makale-i İntikadiyeye Mukabeleden Maba’d”, Saadet, nr. 475, 2 Ağustos 1886. 24 Şemsettin Sami, “Şiir ve Edebiyatımızdaki Teceddüd-i Âhirimiz”, Sabah, nr. 3240, 16 Teşrinisani 1314

(28 Kasım 1898); Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi III, s. 318-323.

25 Güzin Dino, İntibah’ın kaynaklarının Alexandre Dumas Fils’in La Dame aux Camélias (Kamelyalı Kadınlar) ve Prévost d’Exiles’in Manon Lescaut’ya bağlandığını söyler. Öte yandan Namık Kemal’in

ötürü Namık Kemal, kısmen Ahmet Mithat Efendi, Beşir Fuat ve Şemsettin Sami’nin eleştirdikleri eski hikâyelerden romana geçiş bu romancılarımız gibi düşünenler için Berna Moran’ın dikkat çektiği gibi, “hayalcilikten akılcılığa, çocukluktan olgunluğa,

kısacası ilkellikten uygarlığa geçişti.”26

Şinasi’yle başlayan dilde gerçekçiliğin ilk adımları yönündeki çalışmalar Namık Kemal’in eski şiire yönelik sert eleştirisiyle daha da keskinleşmiş Recaizade M. Ekrem, Muallim Naci ve Ahmet Mithat Efendi’nin muhalleri tenkitleriyle devam etmiştir. Hikâye ve şiir bahsindeki muhalleri tenkit eden Beşir Fuat ve Şemsettin Sami’nin görüşleri aynı çizgiye eklenebilir. Bu tenkit çizgisinin değişmeyen tarafı muhal eleş- tirisinin yanında hakikatin önemine ilişkin vurgudur. Eleştirmenler, divan şiirini, halk hikâyelerini tenkit ederken bu şiirin reddi yoluna gitmemiş ancak bizi hakikatten

uzaklaştıran “muhal”lerin dilde yol açtığı “anlamsızlıklara” dikkat çekmiştir.27 Ancak

1884’e gelindiğinde Namık Kemal hayal-hakikat mevzuları etrafında özellikle Acem şairlerini taklitten doğan muhale dair eleştirilerinin abartıldığının farkına varmıştır. “Hitam-ı Acemi” müstearıyla yazdığı bir gazeli Tercüman-ı Hakikat’te yayımlaması için gazetenin edebi kısmını idare eden Muallim Naci’ye göndermiş ve bu gazelle birlikte gönderdiği mektubunda Naci’ye Acemâne hayalleri tahkir etmenin “Firengâne bir moda hükmüne” geçtiğini bu yüzden bilir bilmez herkesin divan şiirini hedef aldığını

dile getirerek eski ve yeni edebiyatçıları dolaylı yoldan eleştirmiştir.28 Bu bakımdan

yeni edebiyatçıların kuvvetli bir hakikat vurgusuyla muhallere karşı çıkması eski şii- rin hayalini reddettikleri anlamına gelmemektedir. Şu aşamaya kadar Namık Kemal,

eserleriyle bu yapıtlar arasındaki benzerliğin pek incelenmediğini hatırlatarak İntibah’ın eski halk hikâyelerinden Hançerli Hanım’la benzerliklerine dikkatleri çeker. bk. Dino, Türk Romanının Doğuşu, s. 33-38. Türk romanının doğuşunda geleneksel anlatı türlerinin Türk romanına etkileri üzerine ayrıntılı bir inceleme için bk. Ahmet Ö. Evin, Türk Romanlarının Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2004.

26 Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 11.

27 Muallim Naci, Beşir Fuat’a gönderdiği bir mektupta edebiyatta görülen anlamsızlıktan şikayet ederken şunları söyler: “Bu gidişle bir zaman gelecek ki milletin erbâb-ı iktidârı tarafından yapılacak mükemmel lisan-ı Osmanî diksiyonerleri açılıp “şiir” kelimesine bakıldığı vakit ez-cümle “mânâsını kailinin dahi anlamadığı söz” tefsîri görülecek.” (Muallim Naci, Beşir Fuat, İntikâd, s. 8.)

28 “Hayâlât-ı Acemaneye tahkir edilegelmek, Firengane bir moda hükmüne girdiğinden, nihayet derecelerde tereddüt ve hatta fikr ü kalb arasında zuhur eden muhalefet ile, bayağı taaddüt ederek, şu garip gazel- cağızımın Tercüman-ı Hakikat’te tesvid ve hatâyâ ve nekayısı tenkit ve üdeba-yı zamane tarafından merhameten miktarı taaddüt buyurulur ümidi ile takdim eyledim” (Fevziye Abdullah Tansel, Namık

Kemal’in Husûsî Mektupları, C. III, s. 372-373). Muallim Naci, Sakız’daki memurluğu sırasında Namık

Kemal ile mektuplaşıyordu. Mektuplarının birinde on beş yıldan beri ona intisap etme iştiyakından bahsetmektedir. (bk. Tansel, “Muallim Naci ile Recaizâde Ekrem Arasındaki Münakaşalar ve Bu Mü- nakaşaların Sebep Olduğu Edebi Hadiseler”, s. 182.)

Recaizade M. Ekrem, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci hayali dışlamadan muhalin reddiyesini yapmış ve “hakikat”in değerine dikkatleri çekmiş; böylece matbuatta “ya hayal ya hakikat” değil “hem hayal hem hakikat” düalitesini yerleştirmişlerdir. Hayal ve hakikat tartışmaları şiir, hikâye ve romandan sonra edebiyat akımlarına kayınca durum değişmemiştir. Tartışmalarda hayal ve hakikat vurgusunun yanı sıra ikisinin de muhale kaçan taraflarının olduğu görülecektir. Düalitenin işlevi de şiir, hikâye ve romanlardaki muhallerin yanında edebiyat akımlarındaki muhalleri, hataları, yanlışları ayıklamak olacaktır.