• Sonuç bulunamadı

3. GENEL OLARAK CENNET VE CEHENNEM

1.2. Tasavvuf Bağlamında Cennet ve Cehennem

1.2.2. Tasavvufî Açıdan Cehennem ve Azabı

Mutasavvıfların cennete olan farklı yaklaşımlarının bir benzerini de cehennem için sergiledikleri görülmektedir. İlahî sevgiliyi merkeze alıp, ona vuslatı her şeyden

133

üstün tutan tasavvuf ehli, ondan ayrı kalmayı ve rızasına mazhar olamamayı da en büyük azap ve cehennem olarak addetmektedirler.

Kur’an ve hadislerde hâkim olan temaya göre kul ile Allah arasındaki asli münasebet muhabbet ve rahmete dayanmaktadır. Esma-i hüsna içinde kâinata ve bilhassa insana yönelik olanlardan yalnızca iki ya da üçünün kahır ve gazap ifade ettiği, diğerlerinin karşılıklı rıza ve muhabbet anlamını içerdiği görülmektedir. İslam’da esas olan kulun itaat etmesi, Allah’ın da dünya ve ahirette onu mükâfatlandırmasıdır. Zaten ceza asli unsur olmayıp, bilakis kötülüklerin engellenmesine yönelik bir tedbirdir. Mükâfat ve cezayla ilgili muhtelif naslardan çıkarılan sonuçtan da anlaşıldığı üzere, en muazzam mükâfat saadet içinde ebediyet iken, en şiddetli ceza da ıstırap ve yokluğa mahkûm olmaktır (Topaloğlu, 1993/a: 228).

Cehennemin de kendisinden türediği “c-h-m” fiil kökünün türevleri arasında yer alan “cehm”, yüzün çirkinliğini; “cehâm” ise suyunu akıtmış olan bulutu ifade etmektedir (İbn Fâris, 1986: 201). Aynı zamanda yüz nazara alınarak cehm kelimesine “somurtkan, asık, soğuk” anlamları verilmekte, cehâme de “soğuk bakış, somurtuk ifade” gibi manalar ihtiva etmektedir (Mutçalı, 1995: 137). Nitekim İbn Arabî’ye göre, cehennemin bu isimle anılması sıcaklık ve soğukluğundan ileri gelmektedir. Cehennem hem sıcağı hem de soğuğu içermektedir. En alt derecede soğukluk gibi en yüksek derecede sıcaklık da cehennemde vardır. Cehennemin böyle adlandırılmasının başka bir nedeni de dibinin derinliğidir. Nitekim bir kuyunun dibi çok derin ise ona, “rukyetü cühnâm” (dipsiz kuyu) yahut “bi’ru cehennâm” (dipsiz kuyu) denilmektedir (İbn Arabî, 2011/b: I/448; 2007: II/399). Ayrıca cehennem, “cehâme” nedeniyle de bu adı almıştır, zira cehennemin görüntüsü çirkindir. Cehâme, yağmurunu bırakmış bulut demektir. Yağmur ise Allah’ın rahmetidir. Allah buluttan yağmurunu giderdiğinde, ona cehâm ismi verilmiştir. Rahmet olan yağmurun buluttan ayrılması misali, Allah rahmetini cehennemden uzaklaştırmış, böylelikle cehennem kötü görünümlü olmuştur (İbn Arabî, 2007: I/388).

Cehennemi, dekorasyonu henüz tamamlanmamış bir ev olarak gören İbn Arabî, âdemoğullarından ve ilah edinilmiş taşlardan başka, o ateşin közünün olmadığını; cinlerin de, bu ateşin alevi olduğunu söylemektedir. Cehenneme giren cinlerin ve insanların amellerinin gelmesiyle, orada azap için kullanılan araçlar yaratılacaktır. Cehennemde yaratılmış bütün acılar, İlahî gazap özelliğinden kaynaklanmaktadır. Acıların yaratılması ise, insanların ve cinlerin oraya girmesi esnasında gerçekleşecektir.

Cehennemlikler oraya girmediği sürece, cehennemin mahiyetinde veya orada görevli melekler tarafından verilen bir acı yoktur. Bilakis cehennem ve içindeki zebaniler Allah’ın rahmetine gark olmuş ve haz alır haldedirler (İbn Arabî, 2007: II/399-400). Dolayısıyla cehennem, potansiyel olarak kendisine bulunan, ancak henüz faaliyete geçirilmemiş olan azap edicilik fonksiyonunu icra etmek için ehlinin orada hazır bulunmasını beklemektedir.

Daha önce de geçtiği üzere -tabiri caizse- cehennemi frenletmek için Allah Teâlâ’nın ayağını onun üzerine koyduğu rivayet edilmektedir. Konevî’ye göre cehennemin üzerine konulmuş olan bu ayak, kâmillerin suretinin bu âlemde kalan ve cennet âleminde kendilerine eşlik etmeyecek olan kısmıdır (Konevî, 2009: 87). Bu yorumla, insan-ı kâmilin cehennemi dahi etkileme potansiyeline sahip olduğu ima edilmektedir.

Uzaklığı ifade eden cehenneme sevk edilen günahkârlar böyle bir uzaklığın olacağını vehmetmelerine karşın, Allah, onları buraya atınca, yakınlığın ta kendisinde bulunmaktadırlar. Bu durumda uzaklık kaybolmakta ve cehennem denilen şey onların hakkında ortadan kalkmaktadır. Böylece onlar, kazanım yönünden yakınlık nimetini elde etmektedirler (İbn Arabî, 2008: 113). Zira günahkârlar azaplarını çektikten sonra, rahmetin kendilerini kuşatması ve gazabın ortadan kalkmasıyla yakınlık nimetine erişeceklerdir.

Zulumat ve zindanla da irtibatı bulunan cehennem, bu yönüyle gölgeyi çağrıştırmaktadır. Gölgenin siyaha çalması durumu da onlardaki gizliliğe ve bilinmezliğe işaret etmektedir. Bunun nedeni ise gölge ile sahibi arasındaki karşılıklı ilişkinin uzaklığıdır. Bu itibarla dağların, gözden uzaklaştıkça siyah görünmesi dikkate değerdir. Hâlbuki dağlar gerçekte duyunun algıladığından başka bir renktedirler (İbn Arabî, 2008: 106). Dağların gözden uzaklaştıkça koyu bir gölgeyi andırması misali, cehennem de İlahî nurdan uzaklaştıkça kararmakta, zindanı andırmaktadır.

Cehennem yahut gölgenin uzaklığından doğan sonuçlar insan için de geçerlidir.

Allah’tan uzak olmak birlik, gerçeklik, bütünlük, iyilik ve aydınlık gibi temel İlahî sıfatlardan yoksun olmaya yol açmaktadır. Bu tür sıfatlardan yoksun olan bir kimse çokluk, dağınıklık, dengesizlik, gerçek dışılık, kötülük ve karanlığın tesiri altında kalmaya mahkûmdur (Murata ve Chittick, 2012: 245-246). Zaten cehennem de bu uzaklık dolayısıyla düzensizliğin ve karanlığın hüküm sürdüğü bir yerdir. Daha da ötesi

135

şeytan, kök anlamıyla uzaklık demektir. Nitekim şeytan da, Hakk’ın rahmetinden uzaklaştırıldığı için bu adı almıştır (İbn Arabî, 2008: 452).

Cehennem için “ayrılık ve hicâb ateşi” ile “maddi ateş” olmak üzere iki farklı azap ve ateşin varlığı söz konusudur. Ancak manevi azap (hicâb), maddi azaptan ziyadesiyle büyüktür ve öte dünyadaki manevi azap (hicâb), bu dünyadaki manevi azabın bir sonucudur (Ay, 2011: 482, 484).

Kur’an’da geçen nâr (ateş) kelimesi, işârî manada “ayrılık ateşi” şeklinde yorumlanmaktadır. Burada ayrılıktan kasıt Allah’tan, O’nu bilmekten uzak düşmek, aradaki perdeleri/mâniaları ortadan kaldıramamaktır (Ay, 2011: 485, 486).

İmam Gazâlî ise ruhani cehennemin olduğunu ve bu cehennemde, “dünya ve dünyanın hevesâtından ayrılık ateşi; utanma, mahcubiyet ateşi; Allah’ın cemâlini görmekten mahrum kalmak ve bu saadetten ümitsiz olmak ateşi” (Gazâlî, 2013: I/108- 114) şeklinde üç çeşit ateşin bulunduğunu söylemektedir.

Gazâlî bu üç türlü ruhani ateşin etkisinin bedene tesir eden ateşten daha şiddetli ve bu ateşlerin bizzat ruhun içinde hâsıl olması sebebiyle nüfuzlarının daha muazzam olduğunu dile getirmektedir (Gazâlî, 2013: I/114).

Kıyamet günü cehennemden bir grup cennete götürüleceklerdir. Cennete yaklaşarak onun güzel kokularını duyacaklar, cennet köşklerine ve Allah’ın müminler için hazırladığı diğer nimetlere bakacaklardır. Bu sırada şöyle seslenilecektir: “Onları geri çevirin, onların orada payları yoktur.” Onlar da benzeri olmayan büyük bir hasret içinde geri dönerlerken: “Rabbimiz! Dostların için hazırladığın sevap ve nimetleri göstermeden bizleri cehenneme soksaydın, bizler için cehennem azabı daha ehven olurdu.” diyeceklerdir. (Gazâlî, 2012: IV/1080). Dolayısıyla cehennem ehlinin, kendilerine cennet gösterilmiş olduğu halde o güzelliği tatmak yerine, gerisin geriye cehenneme döndürülmeleri bir diğer ruhani azap çeşididir.

Allah’ın rızasını kaybetme hasreti cehennem ehlinin kalplerine oturacaktır. Allah’ın cennetteki yakınlığından yoksun kalmanın acısı yüreklerini kanatıp duracaktır. Ağlamalarına acınmayacak, çağrılarına cevap verilmeyecek, feryat u figanlarına koşulmayacak, pişmanlıkları kabul edilmeyecek, suçları bağışlanmayacaktır. Yüce Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlardan sonsuza dek razı olmayacaktır. Çünkü onlara gazap etmiştir. Allah’ın gözünden düşmüşler ve değerlerini yitirmişlerdir. Velhâsıl Allah, onlardan yüz çevirmiştir (Hâris el-Muhasibî, 2004: 67-68).

Cennet insanların gireceği bir mekân olduğu halde; cehennem, insan olarak yaratılmış, ama fıtratın gerektirdiği şekilde yaşamamış olan yaratıkların gireceği bir yerdir (Murata ve Chittick, 2012: 111). Kâfir veya günahkâr olan kimse, bilinçaltının karanlık dehlizlerinde, cehennemi yaşarken; kalbi de günah sebebiyle kararmaktadır. Gönül aynası cemâle dair tecellileri yansıtma yeteneğinden mahrum kalmaktadır. Dolayısıyla cehennem aslında tekâmül sürecinin bir parçasıdır. Cehennem, dünya hayatında tam olarak kir ve pastan arınamamış olan insanın ahirette bu seyri tamamlamak için uğradığı bir menzildir. Zira günahkârlardan bazısının gönülleri üzerindeki kirler ise pas ve mühür sınırına varmamıştır; temizlenmeye, cilalanmaya elverişlidir. Bunlar kir ve paslardan temizlenmek için ateşe tutulmaktadırlar. Cehennemde yanma süreleri temizlenmelerine bağlıdır (Gazâlî, 2012: IV/626). Ateş vasıtasıyla temizlenen kalpler cemâle dair tecellileri yansıtacak hale gelmedikçe kul, cennetle ve cemâl-i İlahîyle müşerref olamamaktadır. Öte yandan âşık, cehennemi gönlünde yaşamakta, dîdârdan ayrı kalmanın verdiği ateş ve ıstırap onu perişan etmektedir. Bir bakıma kalp yanarak temizlenmekte, ayna cilalanmaktadır. Böylece kemâl yolunda mesafe kat edilmekte, makamlar ve menziller aşılmaktadır.

Bütün bunlardan hareketle, kâfir veya günahkâr ateşini ahirete götürürken, âşık veya mutasavvıf, cehennemini bu dünyada yaşayarak âdeta ahirete, cehennem için bir azık bırakmamaktadır.

1.2.3. Cennet Mükâfatı ve Cehennem Azabına Mutasavvıfların Yaklaşımı