• Sonuç bulunamadı

3. GENEL OLARAK CENNET VE CEHENNEM

1.1. İslam Dininde Cennet ve Cehennem

1.1.6. Cennet

1.1.6.1. Cennetin İsimleri

Kur’an ve hadislerde, saadet yurdunu ifade etmek için asıl itibariyle cennet kelimesi kullanılırken, farklı isimler ve cennetin en önemli özelliklerini anlatan terimlerin de isim olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu “mutluluk yurdu”nu ifade etmek için şu isimler söz konusu edilmektedir: Cennet, cennetü’l-huld, dârü’s-selâm, dârü’l-âhire, dârü’l-mükâme, mak‘ad-i sıdk, makâmun emîn. Bu yedi tabirin yanı sıra, hüsnâ, ravzâ, gurfe, rahmet, rızk, fevz, ecr gibi kelime ve terkipler ise bazı kullanımlarında cennetin ismi olmaktadır (Kara, 2002: 115-116). Yine dârü’l-mûttekîn, âkibetü’d-dâr, ukbe’d-dâr, rahmetullah, rızkun kerim gibi ifadelerin de yer yer cennetin ismi olduğu kaydedilmektedir.

51

“Cennet” terimi cehennemin zıddı olarak, ahiret hayatının mükâfat boyutunu karşılayan yurdun genel adıdır. Ebedî saadet yurdunu belirtmek üzere Kur’an-ı Kerim’de, çeşitli hadislerde ve diğer İslami kaynaklarda yer alan isimler arasında en fazla kullanılan cennet, içindeki mekân ve imkânların tamamını kuşatacak şekilde muhtevası kapsamlı olan bir terimdir. İslam literatüründe ebedî saadetle bağlantılı vaatler, teşvik edici anlatım ve tasvirler umumiyetle cennet ismi etrafında yoğunlaşmış, edebiyat ve dil alanında da ekseriyetle bu kelime söz konusu edilmiştir. Diğer isimler müfret olarak kullanıldığı halde, birçok ayette çoğul şekliyle (cennât) de yer alan cennetin, saadet yurdunun belli bir kısmının değil, tamamının adı olduğunu söylemek mümkündür (Topaloğlu, 1993/b: 376).

Ebedîliği ifade eden “huld” ile cennet kelimelerinden oluşan “Cennetü’l-huld” terkibi de cennetin bir başka ismi olup Kur’an’da bir yerde, takva sahiplerine vadedilen ebedîlik cenneti (cennetü’l-huld)’nin, onlar için bir mükâfat ve huzura kavuşacakları bir varış yeri olduğu haber verilmektedir (Furkân, 25/15). Ayette mutluluk yurdunun, mekânı, nimetleri ve sakinleri açısından ebedî olduğu ifade edildiğinden bu isim kendisine verilmiştir (Kara, 2002: 117). Öte yandan “Cennetü’l-huld” ve “Cennetü’l- me’vâ” terkiplerinin müstakil birer isim olarak kabul edilmesine mukabil, bu terkiplerde bulunan huld (ebediyet) ile me’vâ (sığınılıp barınılacak yer) kelimelerinin, cenneti niteleyen tamamlayıcı kavramlar olduğunu söyleyenler de vardır (Topaloğlu, 1993/b: 376).

“Dârü’s-selâm”, ahiret cennetini ifade eden bir başka isimdir. “Ev, bina, yapı, mesken, ikamet yeri, oturak, üstüne oturulan yer, bölge, kesim, yurt ve vatan” (Mutçalı, 1995: 284) anlamlarına gelen “dâr”, “üzerine hudut çevrilmiş mükemmel ve korunaklı bir surette yaşamaya elverişli yer” demektir (Yazır, tsz: I/423). “Selâm” ise “zahirî ve batınî hastalıklardan/afetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden uzak olma” (Rağıb, 2012: 509) manasına gelmektedir. Emniyetin ve güvenliğin hâkim olmasından ya da Selâm’ın Allah’ın ismi olmasından ötürü cennet, bu şekilde adlandırılmıştır (Kara, 2002: 119). Dârü’s-selâm terkibinin geçtiği ayetler şöyledir: “Rableri katında onlara esenlik (selâm) yurdu (cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.” (En‘âm, 6/127), “Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir.” (Yûnus, 10/25).

“Dârü’l-mükâme”, “mim” harfinin harekesine göre, “ikamet” anlamına geldiği gibi; meclis, kendisinde ikamet edilen mekân anlamına da gelmektedir (Taberî, 2009:

X/416). Dârü’l-mükâme, Kur’an’da bir yerde, “O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (dârü’l-mukâme) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.” (Fâtır, 35/35) şeklinde geçmektedir. Görüldüğü gibi bu terkip hem “ikamet yeri, konak yeri”, hem de “ebedîlik yurdu/asıl oturulacak yurt- cennet” manasını karşılar niteliktedir. Bu ifadeyi, “Dâr-ı ikamet, ikametgâh, vatan-ı ikamet, kalınacak yurt” (Yazır, tsz: VI/3994) şeklinde açıklayan Elmalılı da bunun cennetin ismi olduğuna işaret etmektedir.

“Dârü’l-âhire” terkibinde geçen “âhiret”, kelime olarak “son” manasını ifade etmektedir. Son yer, yurt anlamına gelen Dârü’l-âhire terkibi cenneti karşılamaktadır. Örneğin Bakara Suresi’nde ,“(Ey Muhammed, onlara:) Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.” (Bakara, 2/94) buyurulmakta; Yahudilerin, ahiret yurdunu sahiplenmeleri konusundaki iddialarına dikkat çekilmektedir. Yine, “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır.” (En‘âm, 6/32; A‘râf, 7/169; Yûsuf, 12/109; Nahl, 16/30), “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” (Ankebût, 29/64) şekilinde ayetlerde geçen ahiret yurduyla da cennet kastedilmektedir

Dârü’l-âhire’nin, “son yurt” şeklindeki salt anlamı düşünüldüğünde hem cenneti hem de cehennemi kapsadığı görülmektedir. Zira ahirette varılacak son yurt müminler için cenneti, kâfirler için ise cehennemi ifade etmektedir. Kur’an’a bakıldığında ahiret kelimesi, günahkârlar için mahrumiyeti, cezayı ifade etmekte ve onları bekleyen akıbetin olumsuz yönüne vurgu yapmakta iken, müminlerin de güzel bir sonla karşılaşacakları ve dünyaya nazaran daha mutlu bir hayat yaşayacaklarına dair olumlu çağrışımlar uyandırmaktadır (Abdülbaki, 2001: 27-29). Ancak özel manada bu terkip, müminlerin varacağı son yurt olan cenneti ifade eder olmuştur.

Cennetin Kur’an’da zikredilen adlarından bir diğeri de “Makâmün emîn”dir. Burada ifade edilen “makâm” kelimesi, “ayağa kalkmak, ayakta durulan yer, ayakta durulan zaman” gibi anlamlara gelmekte, “durulacak yer ve devamlı kalınan yer” olarak açıklanmaktadır (Rağıb, 2012: 879-881). “Emîn” ise gönül huzuru ve korkunun bertaraf olması, insanın güvende olması anlamındadır (Rağıb, 2012: 99). Vasıfları bahsinde de görüleceği üzere cennet, korku, keder, sıkıntı, hastalık, ölüm, bela ve musibet gibi

53

olumsuz yaşantıların olmadığı, dolayısıyla son derece güvenilir bir mekândır. Cennetin böyle bir isimle anılmasının sebebi, bu olsa gerektir. “Muttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar. Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.” (Duhân, 44/51-52) şeklinde Kur’an’da bir yerde geçen “makâmün emin”in cennet için kullanılan genel bir isim olduğunu; bahçe ve pınarların ise bu cennetin muhtevasını oluşturduğunu söylemek mümkündür (Kara, 2002: 121).

Cennetin bir diğer ismini ifade eden “Mak‘ad-i sıdk” terkibindeki “mak‘ad”, “oturak, üzerine oturulan şey, oturma yeri” manasına, “sıdk” ise “doğruluk, samimiyet, içtenlik, hakikat, gerçek” gibi anlamlara gelmektedir. Elmalılı “mak‘ad-ı sıdk” terimini “sıdk meclisi, sadakat sandalyesi”, yani sadıklara mahsus olan ve yalan çıkması, zeval bulması ihtimali olmayan sabit bir makam olarak açıklamaktadır (Yazır, tsz: VII/4656). “Takva sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve Yüce Allah’ın huzurunda hak meclisindedirler.” (Kamer, 54/54-55) şeklinde Kur’an’da bir defa geçen bu ifade, cennetin ismi olarak kabul edilmektedir.

Cennetin Kur’an’da zikredilen isimlerinden biri de “el-Hüsnâ”dır. Sözlükte, daha iyi, daha güzel, hoş, daha mükemmel (Mutçalı, 1995: 170) anlamlarına gelen “hüsnâ” kelimesinin “cennet” karşılığında kullanıldığı belirtilmektedir (İbn Manzûr, tsz.: XIII/115).

İyilik edenlere Allah Teâlâ tarafından daha büyük bir ihsanla karşılık verileceğini, ayriyeten buna ziyadenin yapılacağını bildiren Yûnus Suresi 26. ayetteki “hüsnâ” (daha güzel, en güzel) kelimesinin cennet anlamına geldiği tefsircilerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiştir. Bu ayetten başka yaklaşık on ayette geçen hüsnâ kelimesine de bu manayı vermek imkân dâhilindedir (Topaloğlu, 1993/b: 377). Elmalılı, ayette geçen “ziyâde” kelimesinin “mağfiret, rıdvân ve likâ (Allah’ın cemâlini müşahede)”, “el-hüsnâ” kelimesinin ise “cennet” olduğunu dile getirmiştir (Yazır, tsz: IV/2704). Bunlara ilaveten, ayette geçen “hüsnâ”nın marife olması ve önceki ayette cennetin isimlerinden olan “Dârü’s-selâm”ın söz konusu edilmesi göz önüne alınırsa, Hüsnâ’nın “cennet” mukabilinde kullanılan bir isim olduğunu söylemek mümkündür (Kara, 2002: 124).

“Bol su kaynaklarına sahip olan yeşil bahçe” manasındaki “ravza”, Şûra Suresi 42. ayette cennât kelimesine muzaf (ravzâtü’l-cennât) olduğu gibi, iman edip salih amellerde bulunanların cennette (ravza) sevince mazhar olacaklarını bildiren Rûm, Suresi 15. ayette, cennet kelimesi yerine müstakil olarak da kullanılmıştır (Topaloğlu,

1993/b: 376). Dolayısıyla bu ayetten hareketle ravza kelimesinin cennet için bir isim olduğunu söylemek mümkündür.

Ayrıca bir yerde “Dârü’l-mûttekîn” (Nahl, 16/30), iki yerde “Âkibetü'd-dâr” (En‘âm, 6/135; Kasas, 28/37) ve üç yerde “Ukbe’d-dâr” (Ra‘d, 13/22, 24, 42) cenneti ifade eden isimler olarak geçmiştir. Bu çeşit kullanımlar, asıl huzur ve mutluluk diyarının mümin kullar için sadece ahiret yurdu olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Konak, köşk anlamına gelen “gurfe” ve çoğulu “guref, gurufât” kelimeleri, Kur’an’da cennetle beraber ve onun bölümleri manasında kullanıldığı gibi, cennetin karşılığında tek başına da kullanılmıştır (Topaloğlu, 1993/b: 377).

Bütün bunlara ek olarak “hüsn-i meâb”, “dârü’l-hayevân” ve “illiyyîn” gibi bazı kelime ve terkiplerin cennetin ismi olduğu konusunda görüşler serdedilmiş olsa da, bunların cennetin ismi olmaktan ziyade, onu açıklayan veya tasvir eden kelimeler grubundan olduğu kanaati hâkimdir. Nitekim “İşte bu, bir hatırlatmadır. Doğrusu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır. Kapıları yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri vardır.” (Sad, 38/49-50) mealindeki ayette vadedilen “hüsn-i meâb”ın (38/49), ebedî saadet diyarının müstakil bir ismi olmayıp, yalnızca Adn cennetini nitelediği 50. ayetten anlaşılmaktadır (Topaloğlu, 1993/b: 376).

“Hissedilebilen varlık, ebedî olarak var olan” manalarına gelen “el-hayevân” kelimesi, hakiki, sonsuz hayatın geçici olmadığını vurgulamakta (Rağıb, 2012: 323); “darü’l-hayevân” terkibiyle cennet karşılığında kullanılmaktadır. “Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, işte asıl hayat (el-hayevân) odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebût, 29/64) şeklinde sadece bir ayette geçen dârü’l- hayevân ifadesi, cennetin ismi olmaktan ziyade, cennetin sıfatını haber yollu veren bir terkiptir. Üstelik bir ayette iki kere cennetin kullanılması, manayı bozmaktadır. Ayette yer alan “dârü’l-âhire” zaten cennetin adlarındandır. Ayrıca ayette dârü’l-hayevân ifadesi değil, sadece el-hayevân kelimesi geçmektedir. Dolayısıyla bu ifadenin cennetin ismi olması mümkün görünmemektedir (Kara, 2002: 125).

Mutaffifîn Suresi’nde iyilerin kitabının “illiyyîn”de olduğu belirtilmektedir (83/18). Taberî illiyyîn hakkında, “müminlerin ruhlarının da orada bulunduğu yedinci kat gök, Arş’ın sağında bir yer, yazılmış kitap, cennet ve Sidre-i müntehânın yanında bir yer, semanın üzerinde bir sema” gibi değişik görüşlerin olduğunu nakletmektedir (Taberî, XII/493-495). Buna rağmen bazı tefsirciler -cennetin yükseklerde yer aldığına dair genel kabule dayanarak- yükseklikler manasına gelen illiyyîni cennetin adlarından

55

biri olarak kabul etmişlerdir. Ancak illiyyînin cennetin ismi olduğunu söylemek için elde kuvvetli bir delil bulunmamaktadır. Nitekim ilgili ayetin devamında (83/20) illiyyîn, “seçkin meleklerin gözettiği yazılmış kitap” olarak açıklanmaktadır (Topaloğlu, 1993/b: 377).