• Sonuç bulunamadı

3. GENEL OLARAK CENNET VE CEHENNEM

1.1. İslam Dininde Cennet ve Cehennem

1.1.6. Cennet

1.1.6.5. Cennete Girecek Olanların Vasıfları

Cennet, Kur’an’da belirtildiği üzere iman eden ve salih amelde bulunanlara vadedilmiştir. Ancak iman edip de, bu imanın gerektirdiği amelleri yapmayanlar da cezalarını çektikten sonra cennete gireceklerdir.

85

Cenneti hak edebilmenin birinci ve olmazsa olmaz şartı sağlam bir imana sahip olmaktır. Kur’an’ın bazı ayetlerinde cennetliklerin en önemli vasfının iman etmek olduğu zikredilmektedir (A‘râf, 7/42; Hadîd, 57/21).

Cennete girebilmek için sadece iman yeterli olmayabilmektedir. İmana ek olarak, istikamet üzere olmak, salih amel işlemek ve hayır hasenatta bulunmak gerekmektedir. Nitekim Kur’an’ın birçok ayetinde imanın hemen ardından salih amele değinilmektedir (Bakara, 2/25, 82; Nisâ, 4/57, 122; Yûnus, 10/9; Kehf, 18/107; Hac, 22/14; Ankebût, 29/58; Secde, 32/19; Muhammed, 47/12; Teğâbün, 64/9; Talak, 65/11; Burûc, 85/11). Bu bakımdan amelsiz iman, üstüne bina edilmemiş bir temele; imansız amel ise temelsiz bir binaya benzemektedir. Binası olmayan bir temelde iskân etmek imkânsız olduğu gibi, temelsiz bir binanın da ayakta durması mümkün değildir. Hâsılı, cennet ebedî bir saadet yurdu olduğu için onun elde edilmesi sağlam bir imanın yanı sıra, onun gereği olan salih amel işlemeye ve birtakım fedakârlıkları yerine getirmeye bağlıdır (Ünsal, 2011: 127).

Kur’an, Allah’a inanan ve güzel davranışta bulunanlara, amellerinin karşılığının en iyi şekilde verileceğini bildirmektedir. Nitekim bir ayette, “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl, 16/97) buyurulmaktadır. Yine bir başka ayette cennet ehli ile cehennem ehlinin bir olmayacağı, cennetliklerin, isteklerine erişenlerden olduğu vurgulanmaktadır (Haşir, 59/20).

Mal ve can ile yapılan cihat, cennete girmeye ve oradaki güzel meskenlere yerleştirilmeye olanak sağlayan amellerden olduğu gibi (Saf, 61/11-12), o amelleri yapanlar rütbe bakımından Allah katında hem daha üstün hem de kurtuluşa eren ve cennetle müjdelenen kişilerdir (Tevbe, 9/20-22).

Allah’a ve Resulüne itaat etmek, O’ndan korkmak ve sakınmak mutluluğa ermeye vesiledir (Nûr, 24/52). Nitekim Allah’a isyandan ve Rablerine karşı gelmekten sakınanlar (Zâriyât, 51/15-16; Âl-i İmrân, 3/198), takva sahibi olanlar (Kaf, 50/31; Meryem, 19/63) için cennet vadedilmektedir. İnanıp da salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden boyun eğenler (Hûd, 11/23); Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahmân’dan korkan kimseler (Kaf, 50/32-33) cennetle taltif edileceklerdir. Rablerine karşı gelmekten sakınanların cennetin kapılarında duran bekçiler tarafından selam ile içeri alınacakları haber verilmektedir (Zümer, 39/73).

Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar, Allah’ın sınırlarını muhafaza edenler (Tevbe, 9/112) ve kötülüklerden korunanlar (Tûr, 52/17-18) cennetle müjdelenmektedir. Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranın yegâne barınağı cennettir (Naziât, 79/40-41).

Sabretmek karşılığında cennetin en yüksek makamının verileceği kendilerine vadedilen müminler, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır (Furkân, 25/75). Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verilen rızıklardan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimseler (Ra‘d, 13/22) ile dosdoğru yaşayanlar (Ahkâf, 46/13-14), dosdoğru yolda yürüyenler (Fussilet, 41/30) cennet ehli olarak tavsif edilmektedir.

Sosyal ilişkilerinde ılımlı ve mütevazı olan, cehennem azabından Allah’a sığınan, harcamalarında israf ve cimrilik etmeyip orta yolu benimseyen, şirk koşmayan, haksız yere cana kıymayan, zina etmeyen, tövbe ve iman edip salih amel işleyen, yalan yere şahitlik yapmayan, İlahî mesaja karşı duyarlı davranan, eşleri ve çocuklarının iyiliği için dua eden kişiler sabretmelerinin bir karşılığı olarak devamlı kalınacak güzel bir yer olan cennetle mükâfatlandırılacaklardır (Furkân, 25/63-76).

Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eden (Bakara, 2/207) ve Rablerine sağlam bir itimatla bağlanan has kullar için de cennet vadedilmektedir. Olup biten her hususta O’nun mührünü görme ve bir hikmet arama, başa gelen her musibete “Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” diyerek bakabilme, bu Hak erlerine ait vasıflardır (Ünsal, 2011: 130). Namazlarında huşû içerisinde olan, boş ve yararsız şeylerden yüz çeviren, zekâtı veren, iffetlerini koruyan, emanetlerine ve ahitlerine riayet eden, namazlarına devam eden müminlerin kurtuluşa erdikleri, bu vasıfları taşımalarından ötürü Firdevs cennetine varis olacakları ve orada ebedî kalacakları bildirilmektedir (Müminun, 23/1-5, 8-11).

Hayr u hasenatta bulunmak cennete girmeye ve Allah’a yaklaşmaya bir vesiledir. Hayırda önde olanların ecirde de önde oldukları ve onların Na‘îm cennetlerinde mukarrebûn (Allah’a en yakın olanlar)’dan addedildikleri bildirilmektedir (Vâkıa, 56/10-12). “Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında ya da kendi kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp, günahlarından dolayı hemen tövbe-

87

istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (Âl-i İmrân, 3/133-136) buyurulmak suretiyle, hayr u hasenatta bulunan, kendilerini kontrol altında tutan takva sahiplerinin mükâfatının da güzel olacağı haber verilmektedir.

“Allah, müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. (Onlar) Allah yolunda savaşarak öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verilen gerçek bir vaattir. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse O’nunla yaptığınız alışverişe sevinin. Bu en büyük başarıdır.”(Tevbe, 9/111) şeklinde geçen bu ayet ve buna benzer ayetlerde Allah Teâlâ, her ne kadar cenneti müminlere bir fiyat karşılığında sattığını bildirse de, aslında cennetin değerini karşılayabilmek mümkün değildir. Cennet, mümin kullarına Allah’ın bir ikramı, bir ihsanıdır (Mutlu, 2001: 41). Nitekim bir ayette bu gerçek açıkça belirtilmektedir: “Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadîd, 57/21)

Cennetin, Hakk’ın rahmetinin bir tezahürü olduğu; Allah’ın, razı olduğu kullarına onunla rahmet edip, ikramda bulunacağı hadisler vasıtasıyla da bildirilmiştir (Müslim, Cennet: 35). Hz. Peygamber bir hadisinde hiçbir kimsenin ameliyle cennete giremeyeceğini buyurmuştur. Ashap, “Sen de mi ya Resulallah?” diye sorunca, “Evet, ben de, meğerki Rabbimin rahmeti beni kuşata.” karşılığını vermiştir (Müslim, Sıfatü’l- Münafıkîn: 71-78).

Cenâb-ı Hakk’ın, kullarına rahmetiyle muamele etmesi de cennetin hak değil, lütuf olmasının bir diğer izahıdır. Allah, kullarına rahmetiyle değil de adaleti ile muamele etseydi, bir iyiliğe bir sevap olurdu. Oysa bir kul iyilik yapmaya, sevaplı bir amel işlemeye niyetlenir de yapmazsa, bu niyetinden dolayı kendisi için bir sevabın, hem niyetlenir hem de yaparsa on sevabın olacağı, hatta yerine ve vaktine göre bereketlenerek binlere çıkabileceği vadedilmektedir. Bu da İlahî rahmet sayesindedir (Mutlu, 2001: 46). Bununla ilgili olarak bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (En‘âm, 6/160).

Cennet İlahî bir lütuftur. Kur’an’ın ve hadislerin bildirdiklerinden hareketle cennetin, iman eden ve salih amellerede bulunan kullarına Allah Teâlâ’nın bir ihsanı ve ikramı olduğu anlaşılmaktadır.