• Sonuç bulunamadı

3. GENEL OLARAK CENNET VE CEHENNEM

1.1. İslam Dininde Cennet ve Cehennem

1.1.6. Cennet

1.1.6.2. Cennetin Sayısı, Çeşitleri ve Dereceleri

Cennetin sayısı, çeşidi ve derecelerinin net bir şekilde birbirinden ayrılmadığı görülmektedir. Nitekim Firdevs, Adn, Na‘îm ve Me’vâ kabilinden isimler cennetin sayıları arasında zikredildiği gibi, cennetin çeşidi olarak da kabul edilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de iki grup halinde belirtilen dört cennetten söz edilmesine rağmen, “Cennetler yedidir: Firdevs cenneti, Adn cenneti, Na‘îm cenneti, Dârü’l-huld, Me’vâ cenneti, Dârü’s-selâm, İlliyyûn” (Rağıb, 2012: 243) şeklinde İbn Abbas’tan rivayet edilen hadiste, cennetin yedi adet olduğu belirtilmektedir. Buna benzer rivayetlere dayanarak cennetlerin sayısının sekiz olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Nitekim İbrahim Hakkî Hazretleri’ne göre, sayıları sekiz olan cennetlerden; Dârü’l-celâl beyaz inciden, Dârü’s-selâm kırmızı yakuttan, Cennetü’l- me’vâ yeşil zebercetten, Cennetü’l-huld sarı mercandan, Cennetü’n-na‘îm beyaz gümüşten, Cennetü’l-firdevs kırmızı altından, Cennetü’l-karâr miskten, Cennetü’l-adn terleyen inciden yaratılmıştır (İbrahim Hakkî, 2013: 33). Ancak İbn Abbas’tan rivayet edilen hadisteki dârü’s-selâm ve dârü’l-huld tabirleri cennetin çeşidi olmaktan ziyade, umumî isimlerindendir. İlliyyûnun ise cennetle ilgili olması bile şüphelidir. Cennet çeşitleri hususunda bir isim-çeşit kargaşası olduğu gibi, yukarıdaki hadis, muteber hadis kaynaklarında bulunmamaktadır. Bu açıdan cennetin çeşitlerini, Kur’an’a ve sahih hadislere göre tespit etmek gerekmektedir (Kara, 2002: 126, 127).

Rahmân Suresi’nin iki ayetinde ikişer tane cennettin varlığından bahsedilmektedir (Rahmân, 55/46, 62). Yine aynı surede, “Öyleyken/öyleyse Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” şeklinde geçen ayetler istisna edildiği takdirde, ilk iki cennetin özellikleri şöyle sıralanmaktadır: “Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır. İki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur. İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır. İkisinde de her türlü meyveden çift çift vardır. Hepsi de örtüleri atlastan minderlere yaslanırlar. İki cennetin de meyvesinin devşirilmesi yakındır. Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş güzeller var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur. Sanki onlar yakut ve mercandırlar. İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?” (Rahmân, 55/46-

59). Diğer iki cennetin özellikleri ise şunlardır: “Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır. Bu cennetler koyu yeşildirler. İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak vardır. İkisinde de her türlü meyveler, hurma ve nar vardır. İçlerinde huyu güzel, yüzü güzel kadınlar vardır. Otağlar içinde sahiplerine tahsis edilmiş huriler vardır. Bunlara onlardan önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. Yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar.” (Rahmân, 55/62-76).

Yukarıda vasıfları anlatılan cennetlerden ilk ikisinin, diğer ikisine nazaran daha üstün olduğu anlaşılmaktadır. Görüldüğü kadarıyla Kur’an’da, “Firdevs, Adn, Me’vâ ve Na‘îm” olmak üzere dört tane cennet çeşidi zikredilmektedir (Kara, 2002: 128, 129).

Hadislerde ise yine dört cennetten bahsedilmektedir. “Gümüşten iki cennet, kapları, takıları ve içindekiler gümüşten. Altından iki cennet, kapları, takıları ve içindekiler altından. Adn cennetinde, oradaki topluluk ile bakmakta oldukları Rableri arasında ancak O’nun veçhi (zatı) üzere Kibriya perdesi vardır.” (Buhârî, Tevhîd: 24, Tefsir-55: 1; Müslim, İman: 296) şeklindeki hadislerde vasıfları zikredilen bu cennetler, ayetlerde bahsi geçen ikişerli gruba ayrılmış dört cenneti çağrıştırmaktadır.

Kur’an’da, iman edip salih amel işleyenlerin, cennet bahçelerinde (ravzâtü’l- cennât) oldukları ifade edilmektedir (Şûra, 42/22). Sözlükte bahçe anlamına gelen “ravzât” ile “cennât” kelimelerinin her ikisi de ayette çoğul gelmiştir. Yani orada pek çok bağ, bahçe bulunacak demektir (Ünsal, 2011: 48). Dolayısıyla dört çeşit cennetin içerisinde başka cennet veya bahçelerin de bulunduğunu ifade etmek mümkündür.

Yukarıda geçen ayet ve hadislerde özellikleri anlatılan dört çeşit cennetten ilkini Firdevs oluşturmaktadır. “İçinde her türlü ağacın, bilhassa üzüm bağlarının olduğu büyük bahçe” manasını taşıyan Firdevs (çoğulu ferâdîs), edebiyatta, üzüm salkımları ve asmaların çokça bulunduğu sık ağaçlarla örtülü yemyeşil bahçeleri ifade etmek için kullanılmıştır. İslami eserlerde Firdevs’in menşei hakkında muhtelif görüşler ileri sürülmüştür. Arapça kökenli bir kelime olduğu söylendiği gibi, Grekçe ya da Farsçadan geldiği de belirtilmektedir (Özervarlı, 1996: 123).

Firdevs cenneti, Kur’an’da iki yerde söz konusu edilmektedir. Bunların birinde, Firdevs cennetlerinin iman edip iyi davranışlarda bulunanlar için makam olduğu, cennetliklerin orada ebedî kalacakları ve oradan hiç ayrılmak istemeyecekleri (Kehf, 18/107-108) zikredilmekte; diğerinde ise Firdevs’e varis olanların özelliklerine ve ona varis olan bu kimselerin orada ebedî kalacaklarına (Müminun, 23/11) değinilmektedir.

57

Firdevs kelimesinin hadislerde de geçtiği görülmektedir. Nitekim bazı hadislerde, Firdevs’in, cennetlerin en yükseği ve ortası olduğu ve üzerinde Arş’ın bulunduğu, cennet nehirlerinin ondan fışkırdığı zikredilmekte; Allah’tan cennet istenildiğinde, Firdevs’in talep edilmesi önerilmektedir (Buhârî, Cihâd: 4, Tevhîd; 22; Tirmizî, Cennet: 4). Görüldüğü üzere Hz. Peygamber ashabına AlIah’tan Firdevs cennetlerini istemelerini tavsiye etmiş ve oğlu şehit düşen Ümmü Harise’ye, “Ya Ümme Harise! O, cennetteki bahçelerdir. Oğlun, en yüksek Firdevs’e girdi.” (Buhârî, Cihâd: 14, Rikâk: 51) diyerek müjde vermiştir.

İslam âlimlerinin, Kur’an ve hadislerde verilen bilgilere ve sahabe yorumlarına istinaden Firdevs hakkında yaptıkları açıklamalar ikiye ayrılmaktadır. Birincisi Firdevs, cennetin bütününü ifade eden bir isimdir. Çünkü müzekker (eril) bir isim olduğu halde Kur’an’da Firdevs mukabilinde müennes (dişil) zamiri kullanılmıştır (23/11); bu da Firdevs’in cennet yerine kullanıldığını göstermektedir. İkincisi Firdevs, cennetin orta yerini, en yüksek ve en değerli bölgesini oluşturan kısımlarının adı olup, orada peygamberler ile veliler kalacaklardır (Özervarlı, 1996: 123, 124).

“Firdevs hakkında ileri sürülen ikinci görüşün daha isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bu telakki sahih hadislere dayandığı halde, diğeri daha ziyade dil kurallarından kaynaklanan bir yorum niteliğindedir.” (Özervarlı, 1996: 124). Bu itibarla Firdevs’i, cennet nehirlerinin kendisinden çıktığı, Arş’ın altında bulunan en yüksek cennet olarak tasavvur etmek mümkündür.

Sözlük anlamı itibariyle, “devamlı ikamet edilen mekân, bir şeyin merkezi ve orta yeri, bir cevher ya da madenin aslı, yatağı” manalarını ihtiva eden Adn (Yavuz, 1988: 390), en belirgin anlamıyla “ikamet etme” ya da “ikamet edilen yer” demektir. Adn’ın, cennetin belli bir bölümünün ismi olduğunu yahut çoğul şeklinde kullanılışına bakarak cennetin tamamını karşılar nitelikte bir isim durumunda bulunduğunu ifade etmek mümkündür (Topaloğlu, 1993/b: 376-377)

Adn, Kur’an’da “cennât” kelimesiyle birlikte zikredilerek insanın aslının (Âdem’in) yaratıldığı ve ahirette müminlerin sonsuza kadar kalacağı çeşitli cennetleri tasvir etmek üzere kullanılmaktadır. Kur’an’da on bir yerde “cennât” kelimesiyle beraber tekrarlanarak “cennâtü Adn” (devamlı ikamet edilecek cennetler) (Abdulbaki, 2001: 551) manasında kullanılan Adn cennetleri, altından ırmakların aktığı, meleklerin cennetlikleri selamladığı, birçok meyve ve içeceğin istenebileceği bir yerdir. İçinde güzel meskenlerin, tahtların, altın ve incilerle süslenmiş ince ipekten yeşil elbiselerin,

sabah akşam ikram edilen türlü yiyeceklerin, bakışlarını yalnız kocalarına dikmiş ve eşleriyle yaşıt dilberlerin, çeşitli ırmakların bulunduğu ebedî bir yurt olarak tasvir edilmektedir. Boş sözlerin işitilmeyeceği, yorgunluk ve bıkkınlığın hissedilmeyeceği bu yere; sadece iman edip salih amel işleyen, Allah’a karşı ahdini yerine getiren, Rablerinin rızasını gözeterek sabreden, namaz kılan, kendilerine verilen rızıklardan gizlice ve açıkça dağıtan, kötülüğe iyilikle karşılık vererek kötülüğü ortadan kaldıran, günahlardan tövbe edip temizlenen, hayırda yarışan, Allah yolundan ayrılmayıp bu uğurda malları ve canlarıyla cihat eden muttaki müminlerin (erkek-kadın) gireceği vadedilmektedir (bk. Tevbe 9/72; Ra‘d 13/20-24; Nahl 16/31; Kehf, 18/30-31; Meryem, 19/60-63; Tâhâ 20/76; Fâtır, 35/32-35; Sad, 38/50-54; Mümin 40/ 7-8; Saf 61/11-12; Beyyine 98/8).

İnsân ve Hâkka surelerinde isim verilmeden anlatılan tasvirler genelde Adn cennetinin özellikleriyle örtüşmektedir (Kara, 2002: 131). Nitekim ayetlerde, kitabı kendisine sağından verilen kimsenin, meyveleri sarkmış yüce bir cennette, hoşnut kalacağı bir hayat içinde olacağı bildirilmekte (Hâkka, 69/19, 21-23), bu cennetin Adn olduğuna hükmedilmektedir. Adn cenneti, cennetliklerin orada koltuklara yaslandığı, giysilerinin yeşil ipek olduğu; oraya ait meyvelerin kolayca koparılabildiği, karışımı zencefil olan ve Selsebîl pınarından alınan şarap kadehinden oradakilere içirildiği, yanı başlarında bulunan sâkîlerin cennet şarabını ölçüsünce tayin edip gümüş kaplar, billur kâseler ve şeffaf kupalarla içki dağıttığı, onların etrafında ölümsüz gençlerin dolaştığı bir cennettir (İnsân, 76/13-21).

Hadislerde ise bütün eşyaları altın ve gümüşten olan değişik Adn cennetlerinin bulunduğu, burada bulunanların Rablerine bakmak için İlahî azamet ve Kibriya perdesi dışında bir engelle karşılaşmayacakları bildirilmektedir (Buhârî, Tefsir-55: 1; Müslim, İman: 296). Surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek dağın üzerinde bir iç kaleyi andıran Adn cenneti, bütün cennetlerin içinde ve ortasında olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş bir mekândır. Cennetlerin nehirlerinin çoğunun kaynağıdır. Burası sıddıkların, hâfızların makamıdır. Rahmân’ın tecelli yeridir (İbrahim Hakkî, 2013: 33). Hadis ve anlatılanlardan hareketle müminlerin cemâl-i İlahîyi müşahede edecekleri yerin Adn cenneti olduğu anlaşılmaktadır. Cennetteki dört nehrin (Fırat, Nil, Seyhan, Ceyhan) fışkıracağı yerin de Adn olduğu zikredildiği halde (Dârimî, Rikâk: 101), Buhârî’nin de dâhil olduğu diğer hadisçilerin rivayetleri bunu Firdevs olarak göstermektedir (Buhârî, Tevhîd: 22; Tirmizî, Cennet: 4). Ancak İbrahim Hakkî

59

Hazretleri’nin beyanında cennetlerin nehirlerinin çoğunun kaynağının Adn olduğu söylenmekle birlikte “dört nehir” kaydı verilmediğine göre bu dört nehrin Firdevs’ten çıktığını, Cemâlullah’ı müşahedenin ise Adn cennetinde olacağını söylemek mümkündür.

Allah’ın, Adn cennetini eliyle yarattığı, Tevrat’ı eliyle yazdığı, Tûbâ ağacını eliyle diktiğine dair bir rivayet bulunmaktadır (İbn Arabî, 2007: I/353). Bu da Adn cennetinin faziletini ve üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Tefsir âlimlerin büyük çoğunluğu Adn’ın, Kur’an ve hadiste özel isim olarak geçmesini ve Adn cennetlerinin belli gruplara ayrılmış olduğunun ifade edilmesini nazara alarak, cennetin en yüksek yerini teşkil eden, ancak kendi arasında da derece ve makamlara ayrılan bir mevki olduğunu kabul etmektedirler (Yavuz, 1988: 391). Arş ve Kürsî’nin altında, yedi göğün üzerinde ve birbirinden yüksek bir halde bulunan cennetlerin en yükseği ve Allah Teâlâ’nın görülme yeri Adn cennetidir.

Arapça’da “refah, huzur, mutlu hayat” anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir muhtevaya sahip olan “na‘îm”, insana huzur ve mutluluk veren maddi- manevi bütün güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre “Cennâtü’n-na‘îm”, mutluluğa vesile nimetlerle dolu cennetler manasına gelmektedir (Ünsal, 2011: 37-38). Kur’an’da, “Cennetü na‘îm” (Vâkıa 56/89; Meâric 70/38), “Cennetü’n-na‘îm” (Şuarâ 26/85) ve “Cennâtü’n-na‘îm” (Mâide 5/65; Yûnus 10/9; Hacc 22/56; Lokman 31/8; Saffât 37/43; Tûr 52/17; Vâkıa 56/12; Kalem 68/34) şeklinde on bir yerde geçen Na‘îm cenneti; iki ayette ise tek başına “na‘îm” biçiminde geçmektedir (İnfitar 82/13; Mutaffifîn 83/22).

İnanan ve salih amel işleyenler için vadedilen Na‘îm cennetlerine konulacak olan cennetliklerin, aralarında sağlık dilekleri selâm; son duaları ise “Allah’a hamd olsun” sözüdür. Samimi kullar için bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır. Na‘îm cennetlerinde karşılıklı koltuklar üzerine kurulmuş oldukları halde kendilerine ikram edilmektedir. Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş berrak, lezzetli ve sarhoş etmeyen içki kadehleri dolaştırılmaktadır. Yanlarında bakışlarını sadece kendilerine dikmiş iri gözlü ve saklı yumurta gibi bembeyaz eşler bulunmaktadır (bk. Mâide, 5/65; Yûnus, 10/9-10; Hac, 22/56; Lokman, 31/8; Saffât, 37/40-49)

Na‘îm cennetine “sabıkûn” ve “mukarrabûn” girecektir. Onların çoğu önceki ümmetlerden birazı da sonrakilerdendir. Altın ve cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde karşılıklı olarak oturmaktadırlar. Baş ağrıtmanın ve akılları gidermenin söz konusu olmadığı Ma‘în çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler, beğendikleri

meyveler ve canlarının çektiği kuş etleriyle ebedîleştirilmiş gençler onların etrafında dolanmaktadırlar. İri gözlü saklı inciler gibi hurilerin bulunduğu, kadınların yeniden yaratılıp, bakire ve yaşıt yapıldığı o yerde, boş ve günaha sokan laflar işitilmemekte, duyulanlar sadece selâm sözü olmaktadır. Orada dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar, uzun gölgeler, fışkıran sular, tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok meyve bulunmaktadır. Tahtlarda oturup bakışacak olan iyilere; mühürlü halis, sonu misk, karışımı mukarrebûnun içtiği Tesnîm kaynağı olan bir içki sunulacaktır (Vâkıa, 56/10- 40; Mutaffifîn, 88/22-28).

Cennet çeşitlerinden dördüncüsü ise Me’vâ’dır. “Me’vâ” kelimesi “sığınılacak, barınılacak, varılacak yer” anlamındadır (Rağıb, 2012: 115). Bu kelime, Kur’an’da hem cehennem hem de cenneti ifade etmek üzere geçtiği gibi (Naziât, 79/39, 41), iki yerde ise cennet kelimesiyle tamlama oluşturacak şekilde geçmekte (Secde, 32/19; Necm, 53/15) ve Me’vâ cennetini ifade etmektedir.

Bütün bu bilgilerden yola çıkarak şu tespitleri yapmak mümkündür: Cennetlerin sayısı, Kur’an ve hadiste dört olarak belirlenmiş, bu cennetlerin isimlerine ise Firdevs, Adn, Na‘îm ve Me’vâ denmiştir. Buhârî hadisindeki altından iki cennetin, Firdevs ve Adn; gümüşten iki cennetin de, Na‘îm ile Me’vâ olduğu anlaşılmaktadır (Kara, 2002: 133, 134).

Cennette erişilen nimetler, dünya hayatındaki çabalara göre bir derecelendirmeye tabidirler. Bu nedenle Allah bazılarının derecelerini yükseltirken, bazılarınınkini düşürmektedir. Bu anlamda Yüce Allah cenneti kategorize etmekte ve mertebesine göre farklı isimler vermektedir (Yeşilyurt, 2001: 273). Dolayısıyla müminlerin iman ve amellerinin üstünlüğüne nazaran tayin edilen derece mefhumu, aynı zamanda cennetteki makamlarla alakalı bir mefhumdur. Ayrıca insanların farklı fizik ve fıtrata sahip olduklarını da ifade etmektedir (Kara, 2002: 135).

Cennetin derecelerine dair ve derece kavramı hakkında Kur’an’dan ve sünnetten deliller bulmak mümkündür. Kur’an’da geçen, cennetle ilgili muhtelif isimler, tavsifi kelime ve tabirler, dünyada yapılan iyiliklerin ahiretteki karşılıklarının farklı olacağına delalet etmek üzere kullanılmıştır (Şibay, 1997/b: 102).

Ayetlerde, Allah’ın, dereceleri yükselttiği (Mümin, 40/15); Müminlerin Allah katında derece derece olduğu (Âl-i İmrân, 3/163); onlar için Rableri katında nice derece, bağışlanma ve tükenmez bir rızkın bulunduğu (Enfâl, 8/4.); herkesin yaptığı işe göre, derecelerinin olduğu (En‘âm, 6/132; Ahkâf, 46/19); ahiretin derece ve üstünlük

61

bakımından daha büyük olduğu (İsrâ, 17/21), amel-i salihte bulunan (Tâhâ, 20/75), iman edip de hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenlerin rütbe bakımından Allah katında daha üstün olduğu (Tevbe, 9/20; Nisâ, 4/95-96) bildirilmektedir. Dolayısıyla cennette derecelerin olduğu, İsrâ Suresi 17. ayette açıkça ve diğer ayetlerde ise işaret yoluyla söz konusu edilmektedir.

Cennetin mertebe ve dereceleri, bir bakıma dünya nimetleri için söz konusu olan mertebe ve derecelere benzemektedir. İnsan dünyada çeşitli nimetlerden faydalandığı gibi, cennette de çeşitli makamlarda muhtelif nimetlerden istifade edecektir. Aynı şekilde dünya lezzetlerinin değeri birbirinden farklı olduğu gibi, cennette de müminler çeşitli mertebelerde aynı değerde olmayan nimetlerden yararlanacaktır (Pürcevâdî, 1999: 184).

Bir hadiste, cennet derece itibariyle şöyle anlatılmaktadır: “Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir.” (Tirmizî, Cennet: 4).

Cennet derecelerinin en yükseği, Hz. Peygamber’in derecesi ve cennetteki makamı olan “Vesîle”dir. Vesîle hakkında Kur’an’da herhangi bir açıklama olmamasına rağmen, bununla ilgili birkaç hadis vardır: “...Sonra benim için Vesîle’yi isteyiniz. Çünkü Vesîle, cennette bir menzildir ki, Allah’ın kullarından sadece bir kula yaraşır. Ümit ederim o kul ben olurum. Kim benim için Vesîle’yi isterse ona şefaatim helal olur.” (Müslim, Salat: 11). “Kim ezanı işittiği zaman ‘Ey bu tam davetin ve kılınacak namazın Rabbi, Muhammed’e Vesîle’yi, yüksek dereceyi ver ve onu vadettiğin Makâm- ı mahmûd’a ulaştır.’ derse kıyamet günü o kişiye şefaatim helal olur.” (Buhârî, Ezan: 8). Bu hadislerden de anlaşılacağı üzere, Vesîle cennetteki en yüksek menzildir ve oraya ulaşan seçkin kula vadedilen makam ise “Makam-ı mahmûd”dur.

Cennetin her derecesindeki kişi kendine göre zevk alacaktır. Ancak cennet ehlinden bir kişi, bir üst derecedeki kişinin aldığı zevkten dolayı herhangi bir kıskançlık duymayacak veya kendinde bir eksiklik hissetmeyecektir (Ünsal, 2011: 46-47). Cennet ehlinin, orada hoşnut ve Allah’tan razı oldukları, Allah’ın da onlardan hoşnut ve razı olduğu Kur’an’da bildirilmekte (Fecr, 89/28; Beyyine, 98/8) ve mahzun olmayacakları müjdelenmektedir (Âl-i İmrân, 3/170). Dolayısıyla Allah cennetteki tüm kullarına hoşnutluk vadettiği için bir kimse cennetin hangi derecesinde olursa olsun bundan razı olacaktır (Ünsal, 2011: 107).

Cennetteki derecelerin cennetin çeşitleri mi, yoksa birbiri üzerinde bulunan cennet odaları (gurfe) veya evleri (beyt) mi olduğu ve cennetin bütünün mü derecelere ayrıldığı konusu muğlak olsa da, cennette yüksek dereceleri elde etmenin, amellerdeki üstünlüğe bağlı olduğu aşikârdır (Kara, 2002: 138).