• Sonuç bulunamadı

3. GENEL OLARAK CENNET VE CEHENNEM

1.1. İslam Dininde Cennet ve Cehennem

1.1.7. Cehennem

1.1.7.2. Cehennemin Sayısı ve Dereceleri

Cennetin farklı mertebeleri olması ve insanların güzel amellerinin kıymetine göre oralara yerleştirilmeleri misali, cehennemin de tabakaları bulunmakta, yapılan kötülüklere nispetle suçlular oralara konulmaktadırlar. Dünyada nasıl suç durumlarına göre kişiler cezalandırılıyorsa, ahirette de cezalar suça göre takdir edilecektir. Allah’ı, ahireti ve peygamberleri inkâr eden ile hem inkâr edip hem de Müslümanlara karşı savaş açan kimselerin azabı eşit olmayacağı gibi, Müslüman olduğu halde büyük günahlardan birçoğunu çekinmeden işleyen ve bununla övünen ile büyük günahlardan bazılarını işleyen bir Müslümanın azabı aynı olmayacaktır (Mutlu, 2001: 215-216). Bir hadiste, ahiretteki azabın derece derece olduğuyla alakalı olarak şöyle buyurulmaktadır: “Ateş, bir kısmını topuklarına kadar, bir kısmını dizlerine kadar, bir kısmını beline kadar, bir kısmını boynuna kadar yakalar.” (Müslim, Cennet: 33).

Kur’an’da cehennemin yedi kapısının olduğu ve her kapı için cehennemliklerden birer grubun ayrıldığı haber verilmektedir (Hicr, 15/44). Bu ayette belirtilen yedi tabakaya ayrılmanın muhtemel iki sebebi vardır: Birincisi, cehenneme gireceklerin sayısı çok olduğu için, oranın yedi giriş yeri vardır. İkincisi ise cezalandırma, azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için, o yerin Cehennem, Lezâ, Hutâme, Sa‘îr, Sekar, Cahîm, Hâviye olmak üzere yedi tabakası vardır (Yazır, tsz.: V/3065). Sıralanan bu tabakalar da yine Kur’an-ı Kerim vasıtasıyla ortaya konmaktadır.

Sünni âlimlerin aşağı yukarı tamamı, azabı en hafif olan ilk tabakada günahkâr müminlerin bir müddet kaldıktan sonra buradan kurtarılacağını, yedinci tabakada ise münafıkların azaba çarptırılacağını kabul etmektedirler. İkinci kattan itibaren de Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiîler, Mecusîler ve müşrikler azap göreceklerdir. Ancak yedi kapı tabirini yedi tabaka şeklinde anlamak, Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı ifadelerle bunları adlandırmak ve sakinlerini tayin etmek ilmî bir esasa dayanmamaktadır (Topaloğlu, 1993/a: 229).

Derin kuyu anlamına gelen “Cehennem”, yedili tasnif sisteminde derece bakımından azabı en ehven olan en üst tabakadır. Ehl-i sünnet âlimIerine göre burası günahkâr müminlerin azaba çarptırılacağı yer olacak, bunların azabı bittikten sonra boş kalacaktır. Bu durumda cehennem umumî olarak ahiretteki azap yerinin tamamının, hususî olarak da en üst tabakasının ismi olmaktadır (Topaloğlu, 1993/a: 227).

Cehennem tabakalarından ikincisini oluşturan “Lezâ”, “halis ateş/alev” (İbn Manzûr, tsz.: XV/248), “yalın alev”, “kızışan alevlenen bir ateş” (Rağıb, 2012: 960)

anlamlarına gelmektedir. Cehennem karşılığında kullanılan Lezâ, Kur’an’da, derileri kavurup soyan alevli bir ateş olarak nitelendirilmektedir (Meâric, 70/15).

“Hutâme”, “kırmak, un ufak etmek, kırıp geçmek” anlamlarına gelmekte olup, cehennem için kullanılmakta ve aşırı çok yiyen kişiye de cehenneme benzetilerek hutâme denilmektedir (Rağıb, 2012: 292-293). “H-t-m” kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup, Kur’an’da yer aldığı bir tek surede, “Allah’ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş ateşi” (Hümeze, 104/4-7) diye açıklanmaktadır. Hutâme, cehennemin tamamına ait bir isim olabileceği gibi, muayyen bir kısmını belirtmek üzere de kullanılmış olabilmektedir. Kelimenin sözlük anlamıyla Kur’an-ı Kerim’deki açıklaması arasında tam bir insicam vardır. Çünkü tutuşturulmuş şiddetli ateş dokunduğu her şeyi yakıp tahrip etmekte ve onun en iç bölgesine kadar işlemektedir (Topaloğlu, 1993/a: 227). Cehennemin isimlerinden olan Hutâmenin cehennemin kaçıncı tabakası olduğunda ise ihtilaf edilmiştir. Cehennemin dördüncü, altıncı veya ikinci tabakası olduğuna dair farklı görüşler serdedilmiştir (Yazır, tsz: IX/6092).

“Tutuşturulmuş, alevlendirilmiş, kızıştırılmış ateş” gibi anlamlara gelen “sa‘îr” (İbn Manzûr, tsz.: IV/365), biri fiil şeklinde “se‘are/sü‘ire” olmak üzere (Tekvîr 81/12), on yedi ayette geçmektedir (Abdulbâki, 2001: 430). Sa‘r kökünden sıfat olan sa‘îr, Kur’an’da çoğunlukla cehennemin bir ismi olarak, bazen de “tutuşturulmuş, alevli ateş” anlamında kullanılmaktadır (Topaloğlu, 1993/a: 227).

“Sekar” sözlükte, “yakıcı, kavurucu, güneş gibi kızartıcı ve bunaltıcı, çok şiddetli ısısıyla elem ve eza veren sıcaklık” anlamlarına gelmektedir (İbn Manzûr, tsz.: IV/372). “S-k-r” fiilinden türemiş bir isim olan sekar sözcüğü, “güneşin harareti ve o sıcaklığın verdiği eziyeti” ifade etmekle birlikte, cehennemin bir ismi olarak da kullanılmaktadır (Fîrûzâbâdî, 2005: 408). Kur’an’da dört ayette (Kamer, 54/48; Müddessir, 74/26, 27, 42) geçen Sekar (cehenneme), bütün bedeni tekrar tekrar helâk edip, geride bir şey bırakmayan ve derileri yakıp kavuran bir ateşi ifade etmektedir (Müddessir, 74/26-29).

“Cahîm” kelimesi lügatte, “yanan/tutuşan ateş, hârı çok şiddetli olan ve çukurda yanan büyük ateş, şiddetli yanan ateş, ateşi çok şiddetli olan mekân” olarak açıklandığı gibi (İbn Manzûr, tsz.: XII/84), “çok kızışmış ateş, şiddetli kızışan ateş, aşırı sıcak yer” olarak da açıklanmaktadır (Rağıb, 2012: 224). Yirmi altı ayette geçen cahîm kelimesi (Abdulbâki, 2001: 201), Kur’an’da daha ziyade cehennem yerine, birkaç ayette ise “tutuşturulan yakıcı ateş” manasında kullanılmıştır (Topaloğlu, 1993/a: 227). Cahîm,

97

cehennemin ismi olarak cehennemden sonra Kur’an’da en fazla yer alan kavramdır. Kelimenin geçtiği ayetlerin sadece birinde Hz. İbrahim’in atıldığı ateş (Saffât, 37/97) ifade edilirken, diğer ayetlerin tamamında cehennem anlamında kullanılmaktadır.

“Hâviye” kelimesi cehennemin bir ismi olup, “derinliği idrak edilemeyen her çukur” için bu isim kullanılmaktadır (İbn Manzûr, tsz.: XV/373). Çok derin çukuru ifade eden bu kelime “yukarıdan aşağıya düşmek” demektir (Rağıb, 2012: 1126). Kur’an’da sadece bir yerde zikri geçen hâviye (Kâria, 101/9-11), yukarıdan aşağıya düşmek, sukût etmek manasına gelmekte ve içi boş, derin, düşüldükçe düşülür engin uçuruma, sukût mahalline denilmektedir. “Şiddetli kızgın bir ateş” diye tefsir edilen hâviyenin cehenneme isim olduğu belirtilmiştir (Yazır, tsz: IX/6036, 6038). Hâviye, cehennemin en alt katında olduklarını haber veren Nisâ Suresi’ndeki ayete (4/145) istinaden, münafıkların konulacağı yerdir.

“Kasıp kavuran yangın, ateş” gibi anlamlara gelen “harîk” (Rağıb, 2012: 276) Kur’an’da beş ayette “azabü’l-harîk” terkibiyle geçmektedir (Âl-i İmrân, 3/181; Enfâl, 8/50; Hâc, 22/9, 22; Burûc, 85/10). Yakıcı cehennem azabını ifade eden Harîk, cehennemin tabakalarından bir tabaka diye de beyan edilmiştir (Yazır, tsz.: II/1241). Zemahşerî, mümin erkeklere ve kadınlara işkence edip, sonra tövbe de etmeyenlere cehennem azabı ve orada yanma cezasının varlığını (85/10) haber veren ayetin tefsirinde, “harîk”in müminleri yakan cehennemden daha şümullü ve daha yakıcı başka bir ateş olduğunu ifade etmiştir (Zemahşerî, 2009: IV/719).

“Hamîm”, ”çok sıcak olan su, kaynar su” (Rağıb, 2012: 306) anlamında olup, Kur’an-ı Kerim’de cehennemle bağlantılı olarak on dört ayette geçmektedir (Abdulbâkî, 2001: 269). Hamîm’in cehennemdeki azap türlerinden biri olmak üzere kaynar sudan ibaret bir içecek olduğu, cehennemliklere içirileceği, cehennemliklerin başlarından aşağı döküleceği ve onun içerisinde kalacakları beyan edilmektedir (En‘âm, 6/70; Yûnus, 10/4; Saffât, 37/67; Hac, 22/19; Muhammed, 47/15; Vâkıa, 56/54; Duhân, 44/48; Vâkıa, 56/42).

Hamîm ile aynı kökten türeyen ve hamîm manasına da gelebilen “yahmûm”, bir ayette geçmekte olup cehenneme isim olarak kabul edilmekle birlikte, “sıcaklık derecesi yüksek kapkara duman” anlamında da kullanılabilmektedir (Topaloğlu, 1993/a: 227). Nitekim ayette, cehennemliklerin serin ve hoş olmayan kapkara bir duman içinde kalacakları zikredilmektedir (Vâkıa 56/43-44).

“Temas ettiği şeyi zehir gibi etkileyerek dokularına işleyen sıcak rüzgâr” (sam yeli) manasındaki “semûm” da, cehennem azabının türlerinden olmak üzere iki ayette yer almaktadır (Tûr, 52/27; Vâkıa, 56/42). Bunlardan “azâbe’s-semûm” (52/27) tamlamasındaki Semûm’un cehennemin adlarından biri olduğuna dair kanaatler vardır (Topaloğlu, 1993/a: 227). Semûmdan maksadın “ateş” olduğu, deri üzerindeki gözeneklere nüfuz ettiği için ateşe semûm denildiği ve bu vasfından ötürü cehennem ateşi olarak isimlendirildiği belirtilmiştir (Zemahşerî, 2009: IV/402).

“Nâr” sözcüğü, “n-v-r” fiilinden türemiş bir isimdir. “Ateş, görüş, alamet, gövdeye basılan damga” anlamına gelen bu kelime, Kur’an’da 145 ayette geçmekte olup, ahirette günahkârların atılacağı cehennemin adı olarak “alevli ateş” manasında ele alınmıştır (Karagöz, 2005: 515). “Cehennem ateşi ve duyularla algılanan alev” anlamında da kullanılmakta, ayrıca savaş ateşine de bu isim verilmektedir (Rağıb, 2012: 1092-1093). Nâr, Kur’an’da cehennem kelimesinden daha çok yer almaktadır. Birçok ayette cehennem yerine (Nisâ, 4/14; Fussilet, 41/28; Hadîd, 57/15), bazı ayetlerde ise “nârü cehennem/nâr-ı cehennem” (cehennem ateşi) (Tevbe, 9/35, 63, 68, 81, 109; Fâtır, 35/36; Tûr, 52/13; Cin, 72/23; Beyine, 98/6) terkibiyle kullanılmaktadır.

“Nâr” kelimesi cehenneme isim olduğu gibi, cehennemdeki azabın karşılığında da kullanılmaktadır (Karaalp, 2007: 12). “Cehennem ateşi” anlamında geçen nâr kelimesi, cehennem azabının muhtelif şekillerinden yalnızca yakıcı olanını ifade etmektedir. Sa’îr, hutâme, lezâ gibi diğer kavramlar da nârın yakıcılığını tasvir etmektedirler (Topaloğlu, 1993/a: 227). Kur’an’da “nâr”; yakıtı insanlar ve taşlar olan, alev saçan, kızışmış, tutuşturulmuş, gönüllere işleyen, en büyük ateş (Bakara, 2/24; Âl-i İmrân, 3/131; Tebbet, 111/3, Leyl, 92/14; Gâşiye, 88/4; Hümeze, 104/6; A‘lâ, 87/12) şeklinde nitelendirilmektedir. Ateş, insan bedenine çok büyük acı ve ıstırap verdiği için ahirette kâfir, münafık ve asilerin cezası ateşle verilecektir. Cehennemin en açık vasfı da ateş olduğundan, bazen cehennem yerine ateş anlamına gelen nâr kelimesi kullanılmaktadır (Ünsal, 2011: 138).

“Hapis” manasını ihtiva eder tarzda; “devamlı”, “şiddetli”, “kötülerin/facirlerin kitabının bulunduğu yer”, “cehennemde bir vadi”, “yedinci kat yerde bir taş” ve “dibinin çevresine çukur kazılmış hurma ağacı” gibi manalara gelen “siccîn” kelimesi (Fîrûzâbâdî, 2005: 1204; Yazır, tsz: VIII/5652), diğer anlamlarının yanında cehennemin bir ismi olarak zikredilmektedir. Ayrıca siccîn için, yerin en altında bulunan yedinci tabakanın ismi olduğu da söylenmiştir (Rağıb, 2012: 483). Kur’an’da iki yerde geçen

99

“siccîn” (Mutaffifin, 83/7, 8), cehennemin adı olabileceği gibi, bir tabakası da olabilmektedir.

“Dârü’l-bevâr” terkibinde geçen “dâr” kelimesi “ev, yurt” gibi manalarda kullanılmaktadır. “Bevâr” ise “helak olma, kesat gitme, yok olma” gibi anlamlara gelmektedir. “Dârü’l-bevâr” tamlaması ise “helak olma yurdu” manasında bir isimdir (İbn Manzûr, tsz.: IV/86). Cehennemin isimlerinden biri olarak zikredilen “dârü’l- bevâr”, Kur’an’da bir yerde geçmektedir (İbrahim, 14/28).

“Sû’” kelimesi “kötü, çirkin, fena” anlamındaki bir isim olup, insana üzüntü veren her şeyi ifade etmektedir. (Rağıb, 2012: 533-535). Ayrıca “şer, hezimet, fesat, çirkinlik, kötülük” gibi manaları da ihtiva eden bu kelimenin “nâr” anlamına da geldiği belirtilmektedir (Fîrûzâbâdî, 2005: 43). “Kötü yurt” anlamına gelen “sûu’d-dâr” ise cehennem için kullanılmakta ve Kur’an’da bir ayette geçmektedir (Ra‘d, 13/25).

“Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.” (Müddessir, 74/17) ayetinde geçen “sa‘ûd” kelimesi “aşılmaz/zorlu engel (el-akabetü’l-keûd), meşakkat-güçlük-zorluk” (İbn Fâris, 1986: 534) gibi anlamlar taşımakla birlikte, Hz. Peygamber “Bu, cehennemde ateşten bir dağdır. (Kişi) oraya tırmandırılır. Elini koyduğu zaman erir. Kaldırdığı zaman eski haline döner. Ayağını bastığında erir, kaldırınca eski haline döner.” buyurmaktadır. Ayrıca sarp bir yokuş anlamına gelen su‘ûd kelimesi, büyük bir kaya demektir. Bunun, cehennemde sarp bir kaya olduğu, kâfirin ona tırmanmaya zorlandığını, onun üzerinde yüzüstü sürüklendiği belirtilmektedir. Ayrıca azaptan kaynaklanan bir sıkıntı olduğu söylenmekte; “rahat edilemeyen bir azap” anlamı verilmektedir (İbn Kesîr, 1983: XIV/8181). “Dağ yolu, patika” ve “engel, mani, zorluk, güçlük” anlamlarını taşıyan ‘akabe kelimesi (Mutçalı, 1995: 582), Kur’an-ı Kerim’de “sarp yokuşu” ifade ettiği gibi, “köle azat etmek, açlık gününde yakını olan bir yetimi veya aç açık bir yoksulu doyurmak” (Beled 90/11-17) gibi ahlaki meziyetler için de kullanılmaktadır. “Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi.” (90/11) sözündeki sarp yokuşun, cehennemde bir dağ ve yokuş olduğu, bu dar yokuştan maksadın da cehennemde yetmiş dereceyi ifade ettiği söylenmektedir (İbn Kesîr, 1983: XV/8463).

“Bozuk bir inançtan kaynaklanan cehalet”i ifade eden (Rağıb, 2012: 772) ve “günah, haddi aşma, suç” gibi anlamlara gelen “ğayy” kelimesi (Mutçalı, 1995: 639), bazı müfessirlere göre cehennem kuyularından, nehirlerinden veya vadilerinden birinin adıdır (Taberî, 2009: VIII/355-356). Muhtelif surelerde yirmi yedi kez geçen “veyl” ifadesi, bir kötülük ve musibetin hâsıl olması durumunda, “Yazıklar olsun, vay haline!”

manasında kullanılan bir ünlem olmakla beraber, bir kısım müfessirler bunun cehennemde bulunan bir kuyunun, vadinin yahut dağın adı olduğunu söylemişlerdir (Topaloğlu, 1993/a: 227). Tin süresinde (95/5) yer alan “esfele sâfilin” (aşağıların aşağısı) tabirini de, cehennem manasında alanlar olduğu gibi, yaşlılığın son haddine vardığı “erzel-i ömr” anlamını verenler de olmuştur (Taberî, 2009: XII/ 638-640).

Cehennemle ilgili bu isimler, kâfirlerin çarptırılacağı azabın -başta ateş olmak üzere- çeşitli veçhelerini ortaya koyar nitelikteki ifadelerdir.