• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3.4. Şerhteki Dil ve Üslûbu

3.4.4. Tartışmalı Meselelerdeki Tavrı

Şerh geleneğinde müellifler okuyucuya kolaylık sağlaması amacıyla tercihe şayan görüşü belirtmeye özen gösterirler. Böylece okuyucuya yol gösterilip şerhin amacına ulaşmasına katkı sağlanır. Bazen de şerh yazarları okuyucuya tartışmalı meselelerle ilgili karşıt delilleri öyle bir yoğunlukla sunarlar ki okuyucu hangi görüşün racih hangi görüşün ise mercuh olduğunu farkedemez. Zaferu’l-Emânî’de bu her iki durumun örneklerini de görmek mümkündür. Öncelikle tercihte bulunup racih görüşü sunduğu kimi yerleri ele aldıktan sonra okuyucuyu şekte bıraktığı bazı yerlerin örneklerini göstermeye çalışacağız. Böylece meselenin anlaşılması daha kolay bir hale gelmiş olacaktır.

Mütevatir haberin ilim ifade edişi nazari midir yoksa zaruri midir, konusunu ele alan Leknevî karşılıklı tarafların görüşlerini serdeder ve okuyucuya yol göstermek amacıyla tercihini dile getirir. Şafiilerden İmâmü’l-Harameyn (v. 478/1085), mutezileden Ka’bî (v.319/931) ve Ebu’l-Hüseyn el-Basri (v. 436/1044)’nin mütevatir haberle hasıl olan bilginin nazari olduğu görüşünü benimsediklerini ifade eden Leknevî, bu görüş sahibi kimselerin “Eğer mütevâtir haberle hasıl olan bilgi zaruri olsaydı onu bilmek için bir takım öncüller tertib etmeye ihtiyaç duyulmazdı. Fakat mütevatir haberde biz buna ihtiyaç duyarız. Yani yalan üzere birleşmeleri aklen imkansız olan bir topluluğun haber verdiği bilindikten sonra bizde mütevatir haber bir ilim meydana getirir” dediklerini nakleder. Muhalif görüş sahiplerinin delillerini bu şekilde serdettikten sonra kendi tercih ettiği görüşü şöyle ifade eder:

“İtimad olunan sahih görüş, muhaddis ve usulcülerin cumhurunun görüşüdür ki buna göre mütevatirle hasıl olan ilim, istidlâle ihtiyaç duymayan zarurî bir ilimdir. Mukaddimeler tertib etmenin cevâzı buna münafî değildir. Tıpkı bazı bedihiyâtta olduğu gibi. Müteveatirin hasıl ettiği ilim nazar ehliyeti olmayan avam gibi kimselerde de hasıl olur. Çünkü nazar, meçhulü elde etmek için ma’kûle dikkat kesilmektir. İşte bu açıklamalarla zarurî ilimle nazarî ilim arasındaki fark ortaya çıkmış oldu. Zarurî olan istidlâlsiz ilim ifade ederken nazarî olan istidlâlle ilim ifade eder. Aynı şekilde

zarurî bilgi ahmak ve çocuğa varıncaya kadar işiten her kimse de ilim hasıl ederken nazarî bilgi ancak kendisinde nazar ehliyeti olan kimsede ilim hasıl eder.”564

Haber-i vahidlerin ilim ve ameli gerektirmesi konusu hadis ilminde belki en

çok münakaşa edilen konulardan biridir.565 Bu konudaki münakaşaya taraflardan

alıntılar yapmak suretiyle değinen Leknevî konunun sonunda tercihini belirtmek suretiyle okuyucunun yaşaması muhtemel kafa karışıklığını önleme yoluna gitmektedir. Ulemanın cumhurunun görüşünün ne olduğu Leknevî için önem arzetmektedir. Denilebilir ki Leknevî çoğunlukla bu çerçevenin dışına çıkmamaya özen gösterir. Ona göre haber-i vahid eğer kitap ve sünnete muhalif değilse ameli gerektirir. Kâsani, Rafıziler ve Ahmed b. Hanbel’den rivayet edilen bir görüşe göre haberi vahid ne ilmi ne de ameli gerektirir diyen Leknevî bu görüş sahiplerinin

“Hakkında bir ilme sahip olmadığın şeyin peşine düşme”566, “Onlar zandan başkasına

uymuyorlar”567 şeklindeki ayetleri kendilerine delil olarak kullandıklarını ve bunların

amelin ilmi gerektirdiğine işaret ettiği görüşünde olduklarını nakleder. Bu kimselere göre bir şeyle amel etmek için o konuda ilme sahip olmak gerekmektedir ve haber-i vahidin de aşırı bazı küçük gruplar dışında ilim ifade etmediğinde ittifak edildiğine göre haber-i vahid ne ilim ne de ameli gerektirmez. Fikirlerini bu şekilde savunan birinci grubun tam karşısında haber-i vahidin hem ilim hem de ameli gerektirdiği görüşünde olanların yer aldığını belirten Leknevî bu görüş sahiplerinin delillerini serdetmez. Hemen ardından üçüncü ve racih görüşü şu cümlelerle dile getirir:

“Cumhûr-u ulema katında tercih edilen sahih görüş ilkidir ki haber-i vâhid ilmi değil ameli gerektirir. İlmi gerektirmemesinin sebebi kendisinde şüphe olması sebebiyledir. Ameli gerektirmesine gelince bu, kitap, sünnet, icma ve kıyas ile sabittir.”568

564 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 39

565 Celâlüddin Süyûti, Tedrîbü’r-Râvî fi Şerhi Takrîbi’n-Nevâvî, thk. Dr. Bedi’ es-Seyyid el-Lihâm,

Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Dımeşk/Beyrut, 2005, C. 1, s. 137-154

566 İsra, 17/36 567 Necm, 53/28

Leknevî buradan sonra haber-i vahidin ameli gerektirdiği görüşünü isbat sadedinde Tevbe 122. ve Âl-i İmran 187. ayetlerini delil gösterir. Özellikle Tevbe 122 ayetiyle ilgili verdiği mana Türkçe’de birçok mealde ve tefsirde kolayca rast gelemeyeceğimiz bir içeriğe sahip olduğundan burada alıntılamayı uygun görüyoruz:

“Kitaptan delili Allah Teala’nın şu kavlidir: ‘Hiç olmazsa müminlerden her bir fırkadan bir taife dinde tefakkuh etmek (yani derin anlayış sahibi olmak) ve onlara döndüklerinde kavimlerini inzâr için yola çıkıp gitselerdi ya. Umulur ki onlar sakınırlar.’ Ayette geçen

ْاوُعرجرر - ْاوُرِذنُيِلرو

- ْاوُهَّقرفر تريِ ل

kelimelerindeki zamirler tâife kelimesine râci olduğu gibi

ْمُهَّلرعرل

– ْمِهْيرلِإ

kelimelerindeki zamirler de fırka kelimesine râcidir. Yani bari Müslüman her fırkadan bir taife dünyanın çeşitli beldelerindeki alimlerin yanına gelmek suretiyle dinde derin anlayış sahibi olmak ve fırkasına döndüğünde evde maişeti düzenlemek, halkı ve malları korumak için kalan kavmini inzar etmek için evlerinden çıksaydı ya. Allah Teala tâife üzerine uyarmayı, fırka üzerine ise kabulü vacip kılmıştır. Çünkü uyarmanın kabulden başka gayesi yoktur. Fırka kelimesi üç ve üçten fazla olan topluluğa verilen bir isimdir. Taife ise iki veya bir kişidir. Böylece bir ve iki kişinin verdiği haberin ameli gerektirdiği bilinmiş oldu.”569

Sonrasında Âl-i İmran suresinin de konuya delil teşkil ettiğini izah etmeye çalışan Leknevî haber-i vahidlerin hüccet olduğuna sünnetten de birçok delilin olduğunu ifade eder. Kıblenin değişmesi hadisesinde Kuba mescidine gönderilen habercinin sözünü tüm halkın kabul etmesi ve Rasullullah (s.a.v)’in komşu devletlerin krallarına gönderdiği İslam’ı tebliğ mektuplarının da bu konuda delil olduğunu belirten Leknevî en son olarak da icma ve kıyastan haber-i vahidlerin delil oluşunu şu cümlelerle izah eder:

“İcmadan delile gelince o da şudur ki: Haber-i vahidle istidlalde bulunmak sahabeden ve onlardan sonraki kuşaklardan nakledilmiştir. Haber-i vahidin ameli gerektirdiği yönündeki itikadları sayılamayacak kadar çok vakıada mevcuttur. Bu itikad onların

569 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 61-62

arasında yayılmış ve onlardan nakledilen açık bir söz olmuştur. Kıyastan delile gelince o da şudur ki: Mütevatir ve meşhur rivayet her hâdisede mevcut değildir. Şayet haber-i vahid reddedilse ahkamın (çoğu) iptal olmuş olur. Umulur ki bir değil iki kişinin haberinin kabul edilmesi gerektiği görüşünde olan bazı kimselerin görüşlerinin ve tuttukları yolların batıl olduğunu anlamışsındır.”570

Leknevî, ulemanın arasında ihtilaf edilen konularda kimi zaman tercihini bir taraftan yana yaparken kimi zamanda bu ihtilaflı mevzuda kendi görüşünün hangi yönde olduğu konusunda okuyucuyu mütehayyir bırakmaktadır. Her iki tarafın görüşlerini de zikreder fakat okuyucu Leknevî’nin hangi görüşte olduğunu anlayamaz. Veya hangi görüşü tercih etmesi gerektiğini bilemez.

Bu hususun örneklerinden biri Buhari ile Müslim’in tahric ettiği hadislerin ilim ifade edip etmediği hususunda ulema arasında mevcut olan ihtilafın beyanı sırasında meydana gelir. Malum olduğu üzere İbnü’s-Salâh ve İbn Hacer gibi kimi ulema bu konuda müsbet düşünüp ilim ifade ettikleri görüşünü benimserken Nevevî gibi bir kısım ulema ise karşı görüşü benimseyip bu hadislerin zandan başka bir şey ifade etmediğini iddia ederler. Leknevî ise bu konuyu şu şekilde ele alır ve sonucunda bir tercih zikretmeyerek okuyucuyu hangi görüşü benimsemesi gerektiğini konusunda şekte bırakır:

Buhari’nin Müslim’den daha sahih olduğunu üzerinde karar kılınmış olduğunu belirten Leknevî, Buhari ile Müslim’in ittifakla rivayet ettiği hadislerin diğerlerine üstünlüğünü göstermek için İbnü’s-Salâh gibi bazı hadisçilerin Buhari ile Müslim’in ittifak ettiği hadislerin kat’i ilim ifade edeceği görüşünde oldukları konusunu gündeme getirir. Fakat bunların ifade ettiği ilim kat’i nazarî ilimdir. Tam bu sırada akla gelebilecek olan peki mütevatir hadisle bunlar arasındaki fark nedir sorusuna ise mütevatirle hasıl olan ilim kat’i zaruri ilimdir şeklinde cevap verir. Daha Sonra İbnü’s-Salâh’tan alıntıyla konuyu açan Leknevî, İbnü’s-Salâh’ın ümmetin Buhari ve Müslim’in ittifak ettiği hadisleri kabulle karşılamasından yola çıkarak bu

kanaate vardığını ifade eder. Zira ümmet hatadan masumdur ve her ne kadar ümmet Buhari ve Müslim’in ittifak ettiği hadisleri zann-ı gâliple sahih kabul etse de masum olanın zannı hatalı olamaz icma ile sabittir ki ümmet hatadan masûndur.

Bu şekilde konuyu açımlayan Leknevî, Nevevî gibi bir kısım hadis alimlerinin ise bu görüşe karşı çıktıklarını beyan ederek bu sefer karşıt görüşün delillerini zikretmeye girişir. Nevevî, İbnü’s-Salâh’ın bu görüşlerinin muhakkik ulemanın görüşlerine aykırı olduğunu beyan ettikten sonra muhakkik ulemanın Buhari ve Müslim’in ortaklaşa rivayet ettiği hadislerin sadece zan ifade ettiği fakat diğer zan ifade eden âhad haberlerden farkının bunlardaki hadislerin senedlerine bakma gereği duymadan amel edilmelerini vacip olmasına karşılık bu ikisinin ittifak ettiği hadislerin dışında kalanların ise senedlerine bakıp sahih için gerekli şartları kendisinde görmedikçe amel etmenin vacip olmamasıdır. Ulemanın o ikisinde yer alan hadislerle amel etmenin vacipliği üzerindeki icmaları bu hadislerin kesin olarak Nebi (s.a.v)’e ait oldukları için icma ettikleri anlamına gelmez.

Bu şekilde Nevevî’nin görüşlerini serdeden Leknevî’nin mesele hakkında racih görüşü serdedeceği beklenirken bir kez daha başa dönüp bu sefer İbnü’s-Salâh’ın görüşüne destek olan Bulkînî ve İbn Hâcer’in görüşlerini alıntıladığı görülür. Bulkîni, Humeydi ve Ebu’l-Fadl b. Tahir gibi kimselerin de ilim ifade ettiği görüşünde olduğunu beyan ederken. İbn Hacer, Buhari ve Müslim’in ittifak edip kendilerinde tearuz barındırmayan hadislerin ilm-i nazari ifade edeceği görüşünün daha doğru olduğunu zikreder. Uzun uzun bu kavilleri aktaran Leknevî’nin hangi görüşe yakın durduğu bu nakillerden anlaşılamaz. En son zikrettiği görüş sahiplerine meylettiği düşünülebilirse de haber-i ahadların ilim değil ameli gerektirdiği şeklinde daha önce vermiş olduğumuz örnekteki tercihi buna mani olur. Bu suretle okuyucu mütehayyir kalır. 571

Yine bu hususun bir diğer örneği “Ameller niyetlere göredir” hadisinin ravilerinden biri olan Alkame ile ilgili açıklamaları sırasında vaki olur. Alkame’nin sahabi mi yoksa tabiî mi olduğu hususunda okuyucuyu şekte bırakır:

571 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 127-128

“Alkame b. Vakkâs b. Mihsan b. Kelede el-Leysi el-Medeni. Medine’de Abdülmelik b. Mervân’ın hilafeti sırasında vefat etmiştir. İbn Hibban onu tabiinin sikaları arasında zikreder. Ebu Nuaym el-İsbehâni, Kitabü’s-Sahâbe’de şöyle demektedir: “Bazı müteahhirin dönem ulema onu sahabiler arasında zikretmiştir.” İsbehani bununla İbn Mende’yi kastetmektedir. İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzib isimli eserinde şunları söylemektedir: ‘İbn Mende, Yezid b. Harun tarikinden Muhammed b. Amr b. Alkame’den onun da babasından, onun da dedesinden şöyle dediğini nakletmektedir: ‘Hendek savaşında bulundum ve Rasulullah (s.a.v)’e gelen heyetler arasında idim.’ Bu hasen bir isnaddır. Zahirine bakıldığında Alkame’nin sahabi olmasını gerektirir. Araştırılması gerekir. Müslim, Alkame’yi Rasulullah (s.a.v)’in zamanında doğmuş olanlar tabakasında zikreder. İbn Abdilberr de el-İstiâb isimli eserinde aynı şeyleri söylemektedir.’572

Leknevî ulemanın görüşlerini zikretmektedir. Kimisi tabii olduğu görüşünü ifade ederken kimisi de sahabi olduğu görüşünü benimsemektedir. Fakat okuyucu hangi görüşe meyletmesi gerektiği konusunda mütehayyir kalmaktadır. Zira Leknevî hangi görüşün kabule şayan olduğu hususunda tercihini bildirmemekte ve okuyucuyu şekte bırakmaktadır. Sona bıraktığı görüşü kabul ettiğini anlamamız için yeterli karine mevcut değildir. Hem Leknevî, bu tip ihtilaflı konularda eğer tercihi varsa tercihini sunmadan geçmemektedir. Buradan da yola çıkarak Leknevî’nin de bu konu gibi bazı konularda nihâi bir karara varamamış olduğu söylenebilir. Muhtemelen mesele buradan kaynaklanmaktadır.