• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3.3. Kaynak Kullanım Tarzı

3.3.6. Kaynak Metni Yanlış Anlama

Büyük bir alim ve son derece zeki bir insan olmasına rağmen Leknevî, kimi zaman alıntıda bulunduğu kaynaktaki ibareleri yanlış anlamış ve yanlış okumuştur. Bunun sebebi Leknevî’nin Arapça’sının zayıf olması değildir. Ana dili arapça olan yazarlar da dalgınlık, siyak sibak arasındaki bağlantıyı atlama gibi sebeplerden ötürü kimi zaman ifadeleri yanlış anlayabilmektedir. Ayrıca Leknevî’nin elindeki eserlerin çoğunluğu istinsah suretiyle çoğaltılmış el yazmalarıdır. Çoğu zaman müstensihin gafletinden kaynaklanan kimi yanlışlıkları bünyesinde barındırabilmektedir. Aynı durum matbu eserlerde de hala varlığını devam ettirmektedir. Leknevî’nin bu tür hatalara düşmesinin iki sebebi olabilir. Ya elindeki nüsha hatalıdır ve Leknevî’nin doğrusunu ayırdetmesine imkan tanımayacak ölçüde mana uygunluğu içermektedir. Ya da metin doğru olmasına rağmen Leknevî, ibareyi yukarıda bir kısmına işaret

532 Buhari, Ezan, 19

533 Zehebi, Mîzânü’l-İ’tidâl fi Nakdi’r-Ricâl, thk. Ali Muhammed Muavved-Âdil Ahmed Abdülmevcûd,

Dâru Kütübü’l-İlmiyye, Birinci Baskı, Beyrut, 1995, C. 3, s. 70

ettiğimiz sebeplerden dolayı yanlış anlamış ve elindeki nüshadaki doğru ifadeleri anladığı yanlış anlam üzerine değiştirme gereği duymuştur. Daha önce örneklerini verdiğimiz gibi kimi zaman bu hususta isabet ettiği ve haklı olduğu da vaki olmuşsa da şimdi bazı örneklerini sunacağımız üzere yanlışa düştüğü yerler de vaki olmuştur. Abdülfettah Ebu Gudde de bunların her birine yeri geldikçe tahkikinde işaret etmiştir: Leknevî’nin bu konudaki hatalarından biri el-Menhelü’r-Revî’den yaptığı alıntı sırasında vaki olur. Bedreddin İbn Cemâa hasen hadisle ilgili bazı tanımları eleştirir ve kendisi bir tanım önerir. Leknevî ondan bu ifadeleri alıntılarken metindeki bir kelimeyi yanlış okur ve doğal olarak alıntıyı da yanlış okuduğu kelimeyle yapar. Eğer sonrasında yapmış olduğu açıklamalar olmasaydı. Bunun bir matbaa hatası olabileceği düşünülebilirdi. Fakat Leknevî yanlış okuduğu kelimeyi metnin içinde anlamlı kılmak için bir takım açıklamalar yapmaya girişir ki bu da hatanın bir matbaa hatası değil okuma hatası olduğunu teyid eder. Söylediklerimizin daha anlaşılır hale gelmesi için öncelikle el-Menhelü’r-Revi’deki ilgili yeri alıntılayacak ardından da Leknevî’nin Zaferu’l-Emânî’deki ifadelerine yer vereceğiz. İbn Cemâa’nın hasen hadis konusunu ele aldığı kısımdaki ifadeleri şöyledir:

في و ِللعلا نع لاخ ثيدح لك نسلحا :ليق ول و :تلق

روتسم ِلصتلما هدنس

وأ دهاش هب هل

روهشم

رصاق

لصتا ام هنم رصخأ و .. هولواح امم ًابيرق و هوددح الم عجمأ ناكل ناقتلإا ةجرد نع

.. نقتم يرغ روهشم وأ دهاش هل و روتسم هدنس في .. هللع تفتناو هدنس

“Ben derim ki: Şayet “Hasen, muttasıl senedinde mestur bir ravi bulunan illetsiz her hadistir ki mestur ravinin o hadisiyle ilgili bir şahidi mevcuttur. Veya ravisi meşhur olmakla birlikte itkan derecesinin altında bulunan hadistir” diye denilmiş olsaydı tanımladıkları şeyi daha câmi bir şekilde tanımlamış olacakları gibi ulaşmak için çabaladıkları şeye yakın olacaktı. Bundan daha özeti şöyledir; senedi muttasıl

olup illeti bulunmayan ayrıca senedinde mestur bir ravisi olan ve bir şahidi dahi bulunan hadistir veya senedinde mütkin olmayan meşhur ravisi bulunan hadistir.”535

Leknevî de hasen hadis konusunda bu ifadeleri alıntılar. Fakat

روهشم

kelimesini

دوهشم

diye okur ve ardından bu yanlış okuması üzerine şu açıklamalarda

bulunur:

“(Şayet denilmiş olsaydı) Bu, hasen hadisin başka bir tarifidir ki Tîbî bunu İbn Cemâa’nın tarifini reddedikten sonra zikretmiştir. İbn Cemâa, mezkur tarifleri eleştirdikten sonra şöyle demektedir:

نع ٌرصاق ٌدوهشم وأ ,دهاش هب هل ,ٌروتسم ِلصتلما هِدنس في ,للعلا نع لاخ ثيدح ُّلك وه :ليق ول و

اح امم ربرقأ و ,هوُّدح الم رعرْجمأ ناكل ,ناقتلإا ةجرد

.هنم رررصْخأ و ,هولو

“Şayet : “O, muttasıl senedinde mestur bir ravi bulunan illetsiz her hadistir ki mestur ravinin o hadisiyle ilgili itkan derecesinin altında bir şahidi veya meşhûdu mevcuttur” denilseydi tanımladıkları şeyi daha câmi bir şekilde tanımlamış olacakları gibi ulaşmak için çabaladıkları şeye daha fazla yaklaşmış olacaklardı. Ve ayrıca bu tanım daha özet bir tanım olacaktı.”

İbn Cemâa’nın

للعلا نع لاخ

“illetsiz” sözü; gizli, muğlak ve zedeleyici sebeplerin hadise dahil olmasından bir sakınmadır.

Yine

ِلصتلما هِدنس في

“muttasıl senedinde” sözü Mürsel ve Munkatı’ gibi hadis çeşitlerinden sakınmadır.

535 Bedreddin b. Cemâa, el-Menhelü’r-Revi fi Muhtasari Ulûmi’l-Hadîsi’n-Nebevi, thk: Dr. Muhyiddin

ٌدوهشم وأ ,دهاش هب هل

bu hasenin sıfatıdır.

هل’

daki zamir mestur olan raviye dönüktür .

هل

daki zamir hadise dönüktür.

وأ

çeşitlendirme içindir yoksa tereddüt için değildir. Sonuçta mana şöyle olur: Adaleti mestur olan ravinin bu hadisle ilgili bir şahidi mevcuttur. Yani bundan başka bir isnadla rivayet edilen fakat aynı lafza sahip bir hadis mevcuttur ki önceki hadisin kuvvetine işaret eder. Veya hadisin ravisine ait içinde bu hadisin manasının mevcut olduğu bir başka tarik vardır. İşte bu hadis metninin ve manasının o olduğuna şahitlik eder. Bu hadis şahit olurken önceki hadis bu mana tarafından meşhud (şehadet edilen hadis) olur. İbn Cemâa, bu kayıtla bu hadis veya başkaları gibi manası desteklenmemiş zayıf hadislerden sakınmaya çalıştı.

ناقتلإا ةجرد نع ٌرصاق

sözü adaleti mestur olan ravinin bir başka sıfatıdır. Bu kayıttan hasen hadisin ricalinin adalet ve itkanlarının sahih hadisin ricalinin adalet ve itkanından daha aşağı bir derecede olduğu anlaşılır. Bu kayıtla sahih hadis tanımın dışında kalmış olurdu ki bundan bu tanımın en güzel tanım olduğu ortaya çıkmış olurdu.”536

Yukarıda alıntıladığımız ifadelerinden de anlaşıldığı üzere Leknevî, İbn Cemâa’nın metnindeki “meşhur” kelimesini yanlışlıkla “meşhud” diye okumuş ve bu yanlış okumasını da anlamlı kılmak adına bir takım açıklamalara girişmiştir. Fakat gerek Menhelü’r-Revî’nin tahkikini yapan Dr. Muhyiddin Abdurrahman Ramazan’nın gerekse de Zaferu’l-Emânî’nin tahkikini gerçekleştiren Abdülfettah Ebu Gudde’nin tercihi bu yönde olmamıştır. Zaten Leknevî de “meşhud” kelimesine mana verirken epey zorlanmıştır. Abdülfettah Ebu Gudde ise Leknevî’nin metnine bu sefer müdahale etmemiş fakat bu büyük hataya dipnotunda şöyle işaret etmiştir:

“Bu, fahiş bir hatadır. Şarih Leknevî, Tîbî’ye uyarak bununla tarifi bozmuştur. Doğrusu “meşhud” değil “meşhur”dur. Şarihin vehmettiği gibi

رصاق

kelimesi ise “mestur” ravinin sıfatı değildir. “Meşhur” ravinin sıfatıdır.”537

536 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 159

Leknevî’nin kaynak metindeki ibareyi yanlış anlayıp aktarımda bulunurken hata etmesinin örneklerinden bir diğeri de Nesai’nin hadis tahricindeki metoduyla ilgili bir bahsin konu edildiği yerde vaki olur. Cürcânî, Nesai’nin, terki hususunda icma hasıl olmamış her raviden hadis tahric ettiğinin söylendiğini zikredince Leknevî bu ifadeyi şerh maksadıyla bir takım açıklamalarda bulunur. Hatta Hakim Neysâburi ve Hatib el-Bağdadi’den “Nesai’nin rical hususunda Müslim’in şartından daha şiddetli bir şartı mevcuttur.” diye söylediklerinin naklolunduğunu ifade eder.538 Oysa

bu ifade Leknevî’nin bir yanlış anlamasından ibarettir. Leknevî aslında meseleyi İbn Kesir’in İhtisâru Ulûmi’l-Hadis’inden nakletmektedir fakat çoğu zaman yaptığı gibi bunu doğrudan doğruya ifade etmez. İbn Kesir’in eserine ne dediğini tesbit etmek için baktığımızda aslında Leknevî’nin meseleyi yanlış anladığı ve İbn Kesir’in şunları söylediğini görürüz:

“Hakim Ebu Abdillah Hatib Bağdâdi, Tirmizi’nin kitabına Câmiu’s-Sahih ismini vermişlerdir ki bu onlardan sadır olan bir tesahüldür. Zira Tirmizi’de birçok münker hadis mevcuttur. Hafız Ebu Ali es-Seken ve aynı şekilde Hatib el-Bağdâdî’nin Nesâi’nin kitabı hakkında “O sahihtir” şeklindeki beyanlarında ihtilaf vardır. Şüphesiz Nesâî’nin rical hususunda Müslim’den daha şiddetli bir şartı olduğu müsellem değildir. Zira onda gerek aynen gerekse de halen meçhul ve mecruh kimseler mevcut olduğu gibi zayıf, muallak ve münker hadisler de mevcuttur.”539

Yukarıda yaptığımız alıntıdan da anlaşıldığı gibi Hakim’le Hatib el- Bağdâdî’nin Nesâi’nin rical konusunda Müslim’den daha şiddetli bir şartı olduğunu söyledikleri vaki değildir. Leknevî’nin meseleyi bir zühûl eseri olarak yanlış anladığı ve okuyucuya yanlış aksettirdiği muhakkaktır. Abdülfetah Ebu Gudde de bu hataya

işaret etmektedir.540

Leknevî’nin kaynak olarak kullandığı eserdeki ibareyi yanlış anlayıp aktarımda bulunurken hata etmesinin örneklerinden bir diğeri sahabeden birinin

538 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 204

539 Ahmed Muhammed Şakir-İbn Kesîr, el-Bâisü’l-Hasîs Şerhu İhtisâri Ulumi’l-Hadîs, Haz.

Muhammed Subhi b. Hasen Hallak, Müessetü’r-Risâle Nâşirûn, Beyrut, 2008, s. 36

“Rasulullah (s.a.v) bize şöyle emrederdi” şeklindeki sözlerinin merfu hadis hükmünde olup olmadığı mevzusunu işlediği sırada vaki olur. Leknevî şunları söyler:

:حلاصلا نبا لاقف .ملس و هيلع الله يلص الله لوسر انرمأ :هلوقك رملآاب بياحصلا حرص نإف

ضعب و ناميلس نب دواد نع "ةدعلا" في غابصلا نبا هاكح ام لاإ ،عوفرم هنأ في ًافلاخ هيف ملعأ لا

.هظفل انل لقني تيح ًةجح كلذ نوكي لا هنأ :ينملكتلما

“Eğer Sahabi, “Rasulullah (s.a.v) bize emretti” sözünde olduğu gibi emredeni açıkça beyan ederse İbnü’s-Salâh şöyle demiştir: Böyle hadislerin merfu olduğu hususunda ben herhangi bir ihtilaf olduğunu bilmiyorum. Sadece İbn Sabbâğ’ın el-Udde isimli eserinde Davud b. Süleyman ve bazı kelamcıların: Bu, lafzı bize naklolunana kadar hüccet olmaz” dediklerini naklettiği mevcuttur.”541

Leknevî, İbnü’s-Salâh’tan aktardığı bu cümleleri aslında Irâkî’nin Elfiye şerhinden almıştır. Genelde adeti olduğu üzere Iraki’yi zikretmeyip İbnü’s-Salâh’tan naklediyormuş gibi alıntı yapmıştır. Irâkî’nin Elfiye şerhine baktığımızda orada Leknevî’nin meseleyi yanlış anladığını ve Iraki’nin sözünü İbnü’s-Salâh’ın sözüymüş gibi naklettiğini görürüz. Iraki’nin Elfiye şerhindeki ifadeleri ise şöyledir:

في فكلا يلع فكلا عضو ةنسلا نم هنع الله يضر يلع هلوقك اذك ةنسلا نم بياحصلا لوق

رسلا تتح ةلاصلا

دنسم هنا حصلأاف حلاصلا نبا لاق بيارعلأا نباو ةساد نبا ةياور في دواد وبأ هاور ة

في غابصلا نبا لاق .هعابتا بيج ام ملس و هيلع الله لوسر ةنس لاإ هب ديري لا هنا رهاظلا نلأ عوفرم

هب ديري لمتيح اولاق منها اهميرغ و يخركلا نسلحا بيأ و فييرصلا ركب بيأ نع يكح و ةدعلا

ةنس

يرغ

هتنس يلع لميح لاف ملس و هيلع الله يلص بينلا

541 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 211

“Hz. Ali (r.a)’ın namazda elleri göbek altına bağlamak sünnettendir sözü gibi ki bunu İbn Dâse ve İbnü’l-A’râbi rivayetinde Ebu Davud aktarmıştır.542 Sahabinin şu

sünnettendir sözüne gelince İbnü’s-Salâh esah olan onun müsned merfu olduğudur. Zira zahire göre onunla uyulması vacip olan Rasulullah (s.a.v)’in sünnetinden başkasını kastetmez. İbn Sabbâğ el-Udde isimli kitabında ve kendilerinden rivayet edildiğine göre Ebu Bekir es-Sayrafî, Ebu’l-Hasen el-Kerhî ve başkaları şöyle demişlerdir: Sahabinin bu sözüyle Nebi (s.a.v)’den başkasının sünnetini kastetmesi de muhtemeldir. O sebepten Rasulullah (s.a.v)’in sünnetine hamledilmez.”543

Yukarıda yapmış olduğumuz alıntıdan da anlaşıldığı gibi Leknevî İbn Sabbâğ’ın sözünün İbnü’s-Salâh’ın sözüne dahil olduğunu zannetmiştir. Ayrıca bizim orijinal metinden naklettiğimizle Leknevî’nin alıntısı arasında bariz farklılıklar mevcuttur. Bunun sebebi Leknevî’nin elindeki yazmaların farklılığı olabileceği gibi kaynak metni manen aktarmayı tercih etmesi de olabilir.