• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3.5. Muhtasar’a Katkısı

3.5.1. Muhtasar’a Yönelttiği Eleştiriler

Leknevî Cürcânî’nin metnini şerh ederken Seyyid Şerif’e karşı son derece saygılı bir üslub kullanır. Buna rağmen hatalı gördüğü yerleri eleştirmekten de geri

durmaz. Fakat bunu uygun bir dille yapmayı tercih etmektedir. Leknevî’nin Muhtasar’a yönelik eleştirileri aynı zamanda Cürcânî’ye yönelik bir eleştiri olma mahiyeti de taşımaktadır.

Leknevî’nin Muhtasar’a yönelik eleştirilerinden biri hasenle sahihin tanımları arasındaki farkın açıklanması sırasında gerçekleşir. Cürcânî “Sahihle hasenin tanımları arasındaki fark şudur: Sahihin şartları hasenin tanımında da muteberdir fakat sahihte adaletin zahir olması ve itkanın kamil olması şart iken hasen de böyle bir şart mevcut değildir.”574 Dedikten sonra Leknevî buna eleştiri

mahiyetinde şu açıklamalarda bulunur:

“Ben derim ki bu ibare hasenin vücud yönünden sahihten daha genel olduğunu vehmettiriyor. Zira sahihde itkanın kemalini şart koşmuşken hasende bunu şart koşmamaktadır. Böylece hasen hadis kendisinde itkanın kemali bulunan veya bulunmayan hadislerden daha genel olarak kalmaktadır. Ve nihayetinde her sahih hasendir fakat her hasen sahih değildir gibi bir sonuç çıkmaktadır. Oysa durum böyle değildir. Seyyid Şerif’in sözünün gelişinin zahirinde de olduğu gibi hasen ve sahih mütekabildirler. Şurası açıktır ki şayet hasende itkanın kusuru şarttır demiş olsaydı bu daha evla ve daha güzel olurdu.”575

Leknevî’nin bu ifadeleri Cürcânî’ye bir eleştiri ve düzeltme olmanın yanı sıra onun ıstılahi tanımlar üzerinde ne kadar dikkatli ve özenli davrandığının da örneklerinden biridir.

Leknevî’nin Cürcânî’ye yönelik eleştirilerinden bir diğeri ise hasen konusunu işlerken vaki olur. Fakat buradaki eleştiri bir ıstılah veya bilgi yanlışıyla ilgili değil muhtasarın özetlenme tarzıyla ilgilidir. Cürcânî, Muhtasar’ında şu bilgileri verir:

“Eğer “hasen; sika derecesine yakın ravinin rivayet ettiği müsned yani muttasıl isnadlı hadistir veya sika ravinin mürsel olarak rivayet ettiği hadistir ki her ikisi de başka bir cihetten daha rivayet edilmiş olup şüzüz ve illetten salimdir” denilirse bu, tanımların en kapsamlısı, en yerinde olanı ve kapalılıktan en uzağı olmuş

574 Cürcânî, el-Muhtasar fi Usuli’l-Hadis, s. 44 575 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 158

olur. “Müsned”den kastımız sonuna kadar isnadı muttasıl olandır. Sikadan kastımız adalet ve zabtı kendinde cemetmiş olandır. (Muhtasar metninde yukarıdaki tanımda kullanılan) sikatin

ةقث

lafzının nekre olması şüyu’ içindir. Bunun açıklaması ilerde mürsel nevinde gelecektir.”576

Cürcânî konuyla ilgili açıklamanın mürsel nevinde geleceği vaadinde bulunur. Fakat mürsel nevinde bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmayınca Leknevî, şu eleştiriyi yöneltir:

“Ben derim ki; musannif, ilerde gelecek olan mürsel nevinde bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamaktadır. Aksine sözü usulle ilgili açıklamalara çevirmiştir. İşte bu yerine getirilmemiş bir sözdür. Onu bu duruma düşüren sebep Tîbî’nin sözünü almasıdır. Şurası bir gerçek ki “Eğer… denilirse” sözünden ta buraya kadar ki kısmın tümü Tîbî’nin sözüdür. Ve musannif bu sözü Tîbî’ye nisbet etmeksizin nakletmiştir. Tîbî’ye gelince o bu vaadini Hulâsa isimli eserinde yerine getirmiştir….”577

Gerçekten de Tîbî, Hulâsa isimli eserinde vaadini yerine getirmiştir. Fakat Cürcânî Muhtasar’ını daha öncede delillendirdiğimiz gibi Tîbî’nin Hulâsa’sından değil de Mişkat Şerhi Mukaddimesi’nden özetlemiştir. Oraya baktığımızda Tîbî’nin de

mürsel konusunda vaad etttiği açıklamayı yapmadığını görmekteyiz.578 Meselenin aslı

şudur: Mürsel kelimesi tabiînin ‘Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu’ şeklindeki sözlerine verilen bir isimdir. Acaba bu kelime Tabiin dışındaki kimseler için de kullanılabilir mi? Tîbî bu soruya Hulâsa isimli eserinin mürselle ilgili bahsinde cevap vermekte ve

böyle kullanımların olduğunu vaad ettiği üzere açıklamaktadır.579 Fakat aynı ifadeleri

kullandığı Mişkât Şerhi Mukaddimesi’nde biraz önce de ifade ettiğimiz üzere bir zühul eseri olarak vaad etmesine rağmen herhangi bir açıklamada bulunmamaktadır. Cürcânî de Muhtasar’ını Tîbî’nin Mişkat şerhi Mukaddimesi’nden özetlemek suretiyle yazdığı

576 Cürcânî, el-Muhtasar fi Usuli’l-Hadis, s. 44 577 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 161

578 Tîbî, Şerhu’t-Tîbî alâ Mişkât…, C. 1, s. 384 579 Tîbî, Hulasa fi Usuli’l-hadis, s. 64-65

için Tîbî’den kaynaklanan bir şekilde sözünü yerine getirememiştir. Bu aslında Cürcânî’nin Muhtasar’ı Hulâsa’dan istifade ederek değil de Mişkat Şerhi Mukaddimesi’nden istifade ederek yazdığı şeklindeki iddiamızı da destekler mahiyettedir. Ayrıca Leknevî’nin hatayı sadece Cürcânî’de bulup Tîbî’nin Hulâsa’sından alıntılayarak izah yoluna gitmesi de hatalıdır. Çünkü tekrar tekrar belirttiğimiz gibi Muhtasar’ını Hulâsa’dan değil Mişkat Şerhi Mukaddimesi’nden istifade ile meydana getirmiştir. Leknevî’nin bu ifadeleri Cürcânî’nin metnini Hulâsa’dan da istifade ile oluşturduğu şeklindeki yanlış kanaatinden kaynaklanmaktadır.

Leknevî, Cürcânî’ye yönelik eleştirilerinden bir diğerini mevkuf hadis bahsinden hemen önce dile getirir. Cürcânî zayıf hadis konusunu işledikten sonra 23 kavram hakkında açıklamalarda bulunur. Bu kavramları Tîbî’ye uyarak iki kısma ayıran Cürcânî, birinci kısımda yer alanların sahih-hasen ve zayıf arasında müşterek, ikinci kısımda yer alanların ise sadece zayıfa has kavramlar olduğunu ifade eder. Üstelik zayıfa has kavramlar arasında mevkuf ve maktu hadisleri de sayar. Aslında bu taksim Tîbî’ye aittir ve Cürcânî yanlış olmasına rağmen onu bu konuda taklit etmiştir. Leknevî bu durumu şu cümlelerle eleştirir:

“Ben derim ki musannif (Cürcânî), Tîbî’yi taklid ederek maktu ve mevkufu bu kısma koymakla hata etmiştir. Sahabe sözü veya fiili ve tabiînden gelenler zayıfa has değildir. Sahabe ve tabiinden nakledilenlerin hepsinin zayıf olması gerekmez. Bilakis ona kadar varan senedi sahihse ve kendisinde isnadın sıhhat şartlarını taşıyorsa sahihtir yoksa zayıftır. Senedinin vasfına göre bazen sahih olup bazen zayıf olmada merfu hadis gibidirler.” 580

Bu cümleleri kurduktan sonra sahih veya zayıf olmanın sözün kime ait olduğuyla alakası olmayıp sözü bize ulaştıran isnadla ilgili olduğunu vurgulayan Leknevî, bir sözün sırf sahabe veya tabiinin sözü olduğu için zayıf veya hasen sayılamayacağını ifade eder. Cürcânî’nin Tîbî’ye uymak suretiyle mevkuf ve maktu hadisleri hüccet saymadığını hatırlatan Leknevî bu durum kabul edilse bile hüccet sayılmamasının sebebinin bu sözlerin zayıf veya uydurma olmalarından

kaynaklanmadığını buradaki hüccet olmayışın şeriat sahibi olmamalarından kaynaklandığını ifade ederek okuyucunun zihnine gelebilecek bu tür suallere de cevap

vermiş olur.581

Leknevî, şerhinde zaman zaman Cürcânî’ye yönelik kimi eleştirilerde bulunurken yeri geldikçe hem Cürcânî’ye hem de Tîbî’ye yönelik hadis usulüyle ilgili bazı tenkid ve tashihlerde bulunur. Onların tanımlamalarını eksik bulur ve nasıl ikmal edilebileceğine dönük tekliflerde bulunur. Bu eleştiri ve tashihlerden biri hasen hadis konusunu işlerken meydana gelir. Tîbî, hasen hadisle ilgili Bedreddin İbn Cemâa’nın görüşlerini eleştirir ve bazı eksiklikler içerdiğini örneğin bu tanımın müsnedle takviye edilmiş sika ravinin mürselini kapsamadığını bunun ise tanım için bir eksiklik olduğunu ifade eder. Kendi ise daha güzel olduğunu düşündüğü şöyle bir tanım önerir:

“Eğer “hasen; sika derecesine yakın ravinin rivayet ettiği müsned yani muttasıl isnadlı hadistir veya sika ravinin mürsel olarak rivayet ettiği hadistir ki her ikisi de başka bir cihetten daha rivayet edilmiş olup şüzüz ve illetten salimdir” denilirse bu, tanımların en kapsamlısı, en yerinde olanı ve kapalılıktan en uzağı olmuş olurdu.”582

Bu sefer de Leknevî, hem Tîbî’yi hem de ondan ihtisarda bulunan Cürcânî’yi şu cümlelerle tenkide tâbi tutar:

“Ben derim ki: Tîbî’ye şaşılır. Kendisi kelime kelime İbn Cemâa’ya itiraz ediyor fakat kendi uydurduğu ve icad ettiği şeyler hakkında hiç düşünmüyor. Peki şayet diğer tüm şartlar bulunsa fakat müsned hadis bir başka tarikten rivayet edilmemiş olsa o vakit hasen olarak kabul edilmez mi? Aksine kabul edilir. Fakat Tîbî’nin tarifi bu tür müsnedi içine almamış oluyor. Özetle: başka bir cihetten rivayet edilmiş olma şartı sika ravinin mürseli için müsellemdir. Fakat müsned rivayet için bunun şart koşulması müsellem değildir. Bilakis doğru değildir bile denebilir. Zira hasen olan ferd hadis bu tarif içine girememektedir. Bundan daha da şaşkınlık verici olanı musannif Cürcânî’nin bunu eleştirmemesi hatta onu kabul etmesidir. Bunun

581 Gös. yer.

Tîbî’nin Hulasa’sını doğrusuna yanlışına bakmaksızın ihtisar etme amacı gütmekten başka bir sebebi var mıdır?”583

İlim önce gelenlerin birikim ve tecrübelerini ikmal suretiyle kemale doğru bir ilerleyiş kaydeder. O sebepten bu eksiklikler İbn Cemâa’nın ve Tîbî’nin saygınlığına gölge düşürmediği gibi bundan sonra Leknevî’nin eleştirilmesinin de önünü kapatmaz. Leknevî’nin Cürcânî’ye yönelik eleştirilerinden biri de mevkuf hadis konusunu işlediği sırada vaki olur. Zira Cürcânî, Muhtasar’ında “Mevkuf esah olan görüşe göre hüccet değildir.”584 demektedir. Cürcânî adeti olduğu üzere

Muhtasar’ında hiçbir hususta metnin asıl sahibi Tîbî’ye muhalefet etmediği gibi bu konuda da muhalefet etmeyerek sadece özetlemeyi tercih etmiştir. Sahabenin söz veya

fiilleri demek olan mevkuf hadisin585 hüccet olup olmadığı tartışılmıştır. İmam

Şafii’nin eski kavline göre eğer mevkuf hadis yayılmamış ve icma manasında değilse

hüccet değildir. İmam Şafii’nin eski kavline göre ise delildir.586 Hanefilere göre de

mesele tartışılmış ve mevkuf hadisin mutlak olarak delil olmadığı reddedilmiştir.

Sahabe sözü olan yerde kıyası terketmenin vacip olduğu ifade edilmiştir.587 Leknevî

de mutlak olarak mevkuf hadisin delil olmadığını söylemenin Cürcânî’nin bir ihmali ve hakikate ayrı bir sözü olduğunu beyan ettikten sonra Süyuti, İbn Hacer el-Mekki,

İbnü’l-Hümâm, Bahru’l-Ulum Leknevî,588 Kasım b. Kutluboğa ve Molla Hüsrev gibi

583 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 160

584 Cürcânî, el-Muhtasar fi Usuli’l-Hadis, s. 53 585 İbnü’s-Salâh, Ulûmu’l-Hadis, s. 46

586 Nevevî, Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî, Yayıncı: Muhammed Muhammed Abdüllatif, Matbaatü’l-

Mısriyye bi’l-Ezher, Mısır, 1929, C. 1, s. 31

587 Zeynüddin Kasım b. Kutluboğa, Şerhu Muhtasari’l-Menâr, thk. Dr. Züheyr b. Nâsır en-Nâsır, Dâru

İbn-i Kesir- Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Dımeşk/Beyrut, 1993, s. 157-158

588 Leknevî’nin hayatı ve kişiliğini ele aldığımız bölümde de ifade ettiğimiz gibi Leknevî’nin büyük

dedelerinin soyundan gelen ve Hindistan’daki nizami ders uygulamasının mimarı Molla Nizamuddin’dir. Bahru’l-Ulum Leknevî lakabıyla tanınan meşhur alim ise Molla Nizamüddin’in oğludur. Hicri 12251810 ’te vefat etmiştir. Bkz. Veliyyüddin enNedvî, a.g.e., s. 63-64 /

alimlerin eserlerinden yaptığı alıntılarla bu görüşün hatalı olduğunu isbata

çalışmaktadır.589

Leknevî’nin Cürcânî’ye yönelik eleştirilerinden biri de mevzu hadis konusunu işlediği sırada gerçekleşir. Cürcânî hadisin mevzu olduğunu anlama yollarından biri olarak lafızlarındaki rekâketi sayar. Leknevî buna itiraz eder. Zira bu sonuçta dönüp dolaşıp hadisin akla ve hisse aykırı olmaması gerektiği ilkesine racidir. İbnü’l-Cevzi’nin de akla ve dinen asıl olarak kabul edilen şeylere zıt olan rivayetlerin uydurma sayılması gerektiğiyle ilgili görüşünü nakleden Leknevî, bu konuyla ilgili üç

rivayeti örnek göstermek suretiyle bahsi sona erdirir.590

Leknevî’nin Cürcânî’nin metnine yönelik eleştirilerinden biri de metindeki

bir kelimenin okunuşuna yöneliktir. Müdelles konusunu ele aldığı sırada Leknevî

ُهنيع

kelimesinin

ُهبيع

şeklinde olmasının hadis usulü ilmi müvacehesinde daha yerinde bir

ifade olduğunu beyan eder ve sonrasında bu hususu açıklamak sadedinde şu cümleleri kurar:

"ُهنيع يفخُأ ام سَّلدلما

(Müdelles; aynı gizlenmiş olandır) yani zatı veya şahsı gizlenmiş olandır. Zira Tîbî, Hulâsa isimli eserinde bu şekilde açıklamıştır. Adeti olduğu üzere musannif Cürcânî de ona tabi olmuştur. Bunun zayıflığı açıktır. Müdellesin, müdellis tarafından gizlenen ravinin sıfatı olmasını gerekir. Oysa mesele öyle değildir. Zira müdelles kelimesi ya hadisin isnadının ya da hadisin kendisinin bir vasfıdır. Onunla isnadın veya hadisin kastedilmesi muhtemeldir. O vakit gizliliğin onun aynına nisbeti bir tesamühtür, gevşekliktir. Zannıma göre sözün aslı

يفخُأ ام

"

"ُهبيع

(ayıbı gizlenmiş olandır) şeklinde olmalıdır. (Büyük ihtimalle) Tîbî’nin

589 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 328-331 590 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 430-431

Hulâsa’sının ve bu Muhtasar’ın nüshalarını yazan katipler kelimedeki be harfini nun harfine çevirerek tashif ettiler." 591