• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.4. İlmi Kişiliği

2.4.2. İlmi Tartışmaları

Leknevî, dönemindeki ulemayla sürekli iyi ilişkiler içerisinde olmuştur. Hem onlara saygı ve sevgi beslemiş hem de kendisi onlardan sevgi ve ihtirâm görmüştür. Bu onun alimlerle

482 Abdülhayy el-Hasenî, a.g.e., C. 8, s. 1268

483 Serkis, a.g.e., C. 1, s. 990; Ömer Rıza Kehhâle, a.g.e., C. 1, s. 143 484 Leknevî, en-Nâfiu’l-Kebîr, s. 71; Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 102 485 Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 120-129

münakaşa ve münazaralarda bulunmasına engel olmamıştır. Dönemindeki alimler onun ilimdeki üstünlüğünü ve faziletini teslim etmişlerdir. Leknevî’nin döneminde ulemayla ilişkilerini iki ana kısımda incelemek mümkündür. Birinci kısımdakiler kendisiyle muvafakat içerisinde olduğu kimselerdir. Bunlarla karşılıklı ziyaretleşmelerde bulunmuşlar ve genellikle aralarında pek fazla münakaşa cereyan etmemiştir. Bu kısma dahil olanlardan bazıları şunlardır: Muhaddis Nezir Hüseyin ed-Dihlevi (v. 1320/1902): Kendisi Şah Abdülaziz ed- Dihlevi’nin torunu İshak b. Muhammed ed-Dihlevi’nin talebesidir. Uzun süre Delhi’de ders vermiştir. Talebeleri arasında Ebu Davud şerhi Avnu’l-Ma’bûd’un yazarı Şemsülhak ed- Diyânevi de yer alır. Leknevî, Delhi’ye geldiğinde Nezir Hüseyin’i ziyaret etmiş o da Leknevî’yi muhabbet ve ihtiramla karşılamıştır.

Mevlâna Fazlurrahman Genc Muradâbâdî (v. 1313/1909): Kendisi hem Şah Abdülaziz ed-Dihlevi’nin hem de torunu İshak b. Muhammed ed-Dihlevi’nin talebesidir. Zühd

ve takvasıyla meşhurdur.486 Leknevî bu büyük alimi de ziyaret etmiştir. Mevlana Fazlurrahman,

Leknevî’nin hadis ve fıkıh ilmindeki derin bilgisini methetmiştir.

Muhammed Kasım Nanotevi: Diyobend’deki meşhur Daru’l-Ulûm’un kurucusudur. Leknevî’nin onunla da iyi ilişkileri mevcuttur. Hatta Nanotevi’ye hediyeler gönderdiği rivayet

edilmektedir.487

İkinci kısmdakiler kendileriyle ilmi tartışmalarda bulunduğu kimselerdir. Bunlarla ilmi münakaşalar yapmış ve bazıların kitaplarında gördüğü hatalara reddiyelerde bulunmuştur. Bu ilmi münakaşalar Leknevî’nin ilmi hayatında büyük bir yekün teşkil etmektedir. Kendisiyle ilmi münakaşalarda bulunduğu bu ikinci sınıfa dahil olan kimselerden en önemlileri şunlardır.

Sıddık Hasan Han Kannûcî (v. 1339/1921): Hindistan’da muhtelif merkezlerde ilim tahsil ettikten sonra Haremeyn’e gitmiş ve Hac farizasını yerine getirmenin yanı sıra oradaki ulemadan istifade etmeye çalışmıştır. Yemen’e yaptığı seyahatinde Şevkânî’nin talebelerinden ders görmüştür. Hindistan’a döndükten sonra Bhopal kraliçesiyle evlenmiş ve İngilizler tarafından Bhopal emiri olarak kabul edilmiştir. Kendisi o dönemde Hindistandaki Ehl-i Hadis ekolünün en önemli temsilcilerinden biridir. Mezhep imamlarına ve sufilere karşı şiddetli bir muhalefet göstermiştir. Ünlü mutasavvıf Fazlurrahman Genc Muradâbâdî’nin himmetiyle ömrünün sonuna doğru bundan tevbe ettiği ve son eserinde bu görüşlerini dile getirdiği rivayet

486 Abdülhayy el-Haseni, a.g.e., C. 8, s. 1326-1327 487 Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 300

edilmektedir.488

Leknevî’yle aralarındaki ilmi ihtilaflar Leknevî’nin onun bazı kitaplarında ulemanın doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili verdiği yanlış bilgileri düzeltmesi sebebiyle başlamıştır. Leknevî en-Nâfiu’l-kebir ve et-Ta’likâtü’s-Seniyye isimli kitaplarında bunlardan bazılarına

değinmiştir.489

Sıddık Hasan Han el-İksîr fi Usuli’t-Tefsîr isimli kitabında Fahruddin Razi’nin ölüm tarihini hicri 660/1261 olarak vermiştir. Leknevî’ de onun İthâfü’n-Nübela isimli eserinde Fahruddin Razi’nin ölüm tarihini bu sefer 606/1267 olarak verdiğini göstermek suretiyle iki tarih arasındaki çelişkiyi ortaya çıkarmış ve Sıddık Hasan Han’ı eleştirmiştir.

Sıddık Hasan Han, İthâfu’n-Nübela isimli eserinde İbnü’l-Hümâm’ın Hanefi mezhebinde müteassıb bir kimse olduğunu iddia etmiştir. Leknevî ise İbnü’l-Hümâm’ın hadislere aykırı olması gerekçesiyle birçok meselede Hanefi mezhebinin görüşlerine muhalefet ettiğini ifade ederek bu suçlamanın büyük bir yalan olduğunu ileri sürmüştür.

Leknevî’nin Sıddık Hasan Han’ın kitaplarındaki düzelttiği hatalardan biri de el- Cennetü bi’l-Üsveti’l-Haseneti bi’s-Sünne isimli kitabıyla ilgili olmuştur. Bu kitapta Sıddık Hasan Han Süyuti’nin İbn Hacer’in talebesi olduğunu ifade etmiştir. Leknevî de bizzat Süyuti’nin Hüsnü’l-Muhâdara isimli eserinde bildirdiğine göre İbn Hacer’in vefat tarihi hicri 852/1448’dir. Süyuti’nin doğumu ise 849/1445 olduğuna göre nasıl olur da İbn Hacer’in talebesi olması mümkün olur? diyerek Sıddık Hasan Han’ın bu ifadelerinin büyük bir hata olduğunu zikretmiştir.

Sıddık Hasan Han’a yönelik eleştirilerinden bir diğeri et-Ta’lîkâtü’s-Seniyye isimli kitabında vaki olmuştur. Leknevî, Sıddık Hasan Han’ın Cürcânî’ye ait olan hadis usulüyle ilgili Muhtasar’ın İbn Ebi Şerif’e ait olduğunu iddia ettiğini fakat bununla ilgili sadra şifa bir delil gösteremediğini ifade etmek suretiyle Sıddık Hasan Han’ı eleştirmiştir.

Sıddık Hasan Han el-İksîr fi Usûli’t-Tefsîr isimli eserinde Alâuddin el-Kuşenci’nin Kuşenc denilen memlekete nisbetle bu ismi aldığını ifade etmiştir. Leknevî et-Ta’lîkâtü’s- Seniyye isimli eserinde bunun bir hata olduğunu zira bu zata Kuşenci denilmesinin sebebinin başka olduğunu zikretmiştir. Kuşenci’nin babası Uluğ Bey’in hizmetkarlarından biridir. Onların dilinde Bâzi denilen kuşu besleyenlere bu isim verilmektedir. Alâaddin’e de Kuşenci nisbesinin

488 Abdülhayy el-Hasenî, a.g.e., s. 1246-1250 489 Leknevî, er-Ref ve’t-Tekmîl, s. 37

verilmesinin sebebi budur diyerekten Leknevî, Sıddık Hasan’ın el-Kuşenci’yle ilgili verdiği bilgileri eleştirmiştir.

Leknevî’nin bu reddiye ve tenkidleri Sıddık Hasan Han’a ulaştığında üzülüyor, taassub ve inada meylediyordu. Bu sebepten Leknevî ona tenkidlerde bulunmaktan vazgeçmeye başlamıştı ki Ebu’l-Feth Abdünnâsır isminde tanınmayan bir kimse Leknevî’nin Sıddık Hasan Han’a eleştirilerine karşılık Şifâu’l-Ayy ammâ Evradehu’ş-Şeyh Abdülhayy isminde bir reddiye kaleme almıştır. Leknevî de bu esere cevap sadedinde İbrâzu’l-Ğayyi’l-Vâkı’ fi Şifâi’l-Ayy isimli eserini yazmıştır. Bu eserde kendisine reddiye yazan kişinin Bhopal’de tanınmadığını ya bir liyakatsiz ilim talebesi ya da Muhammed Beşir es-Sehsevânî olduğu bilgisinin kulağına geldiğini ifade etmiştir. Eserinde ayrıca Sıddık Hasan Han’ın başka hatalarına da temas etmiştir. Bu kitabın çıkmasından kısa süre sonra Ebu’l-Feth müstear ismiyle yazan kişi Leknevî’nin yazdıklarına reddiye sadedinde Tebsiratü’n-Nâkid bi Reddi Keydi’l-Hâsid isminde bir kitap kaleme almıştır. Bu kitapta Sıddık Hasan Han’ın vaki olan hatalarının ya kaynak olarak kullandığı nüsha ve basımların hatalı olmasından kaynaklandığını veya Sıddık Hasan Han’ın yazım esnasında kaynağa doğrudan müracaat etmemiş olması gibi küçük kusurlardan kaynaklandığını ifadeye çalışmıştır. Fakat bu eser Leknevî’ye hasetçilik suçlamasında bulunduğu için Leknevî bu esere reddiye olarak Tezkiratü’r-Râşid bi Reddi Tebsıratü’n-Nakid isimli eserini kaleme almıştır. Bu eserinde eleştirilerin ilmi kaygılardan ve muhatabının hatalarını görüp düzeltebileceğine olan inancından kaynaklandığını ifade etmiştir. Leknevî’yle karşı taraf

arasındaki bu reddiyeleşme süreci Leknevî’nin vefatıyla sona ermiştir. 490

Muhaddis Muhammed Beşîruddin b. Sadruddin el-Amri es-Sehsevâni (v.1323/1905): Memleketi Sehsevan’da ilk eğitimini gördükten sonra Leknev ve Delhi’de ilim tahsil etmiş olan Sehsevâni daha önce zikri geçen Nezir Hüseyin ed-Dihlevî’nin talebelerindendir. Önceleri Hanefi mezhebinden iken daha sonraları dönüşüme uğrayan fikirleri neticesinde mezhebleri taklid etmeye karşı savaş açmıştır. Bhopal’e giderek Sıddık Hasan Han ile beraber ilmi

çalışmalarını ve mezhep taklidine karşı savaşını sürdürmüştür.491

Leknevî’yle Sehsevânî’nin ilmi münakşaları Sehsevâni’nin hacca gidip Peygamberimiz (s.a.v)’in kabrini ziyaret etmemesiyle başlamıştır. Zira o Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaret etmenin dini bir vücubiyeti olmayıp mendup işlerden olduğu kanaatini taşıyordu.

490 Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 304-309 491 Abdülhayy el-Hasenî, a.g.e., C. 8, s. 1352-1353

Bu konuda Hindistan’da birçok ulema kendisine reddiyelerde bulunmuşlardır. Sehsevâni ise bu hususta el-Kavlü’l-Muhakkıki’l-Muhkem fi Ziyârati Kabri’l-Habîbi’l-Ekrem isimli eserini yazmış bu eserinde Nebi (s.a.v)’in kabrini ziyaretin vacip değil mendup olduğunu hatta Hanefilerin cumhurunun da bu görüşte olduğunu iddia etmiştir. Leknevî bu risaleden haberdar olunca el-Kelâmü’l-Mübram fi Nakzi’l-Kavli’l- Muhakkıki’l-Muhkem isimli risale kaleme alıp Nebi (s.a.v)’in kabrini ziyaretin vacip olduğunu kati delillerle isbat etmeye çalışmıştır. Sehsevâni, Leknevî’nin bu eserini görünce reddiye kabilinden el-Kavlü’l-Mensûr fî Ziyârati Seyyidi’l-Kubûr isimli eserini yazmış bu eserde Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaret etmenin müstehab olduğu hususunda fukahanın icma ettiğini iddia etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaret etmenin vacip olduğunu ifade eden hadislerin tümünün zayıf olduğunu belirtmiştir. Leknevî bunun üzerine el-Kelâmü’l-Mebrûr fi Reddi’l-Kavli’l-Mensûr isiminde ayrı bir risale telif etmiştir. Sehsevâni de buna karşılık el-Mezhebü’l-Me’sûr fi Ziyarati Seyyidi’l- Kubur isimli risaleyi kaleme almıştır. Bu risalede görüşünü destekleyecek yeni deliller serdetmiştir. Leknevî de teslim olmamış ve es-Sa’yü’l-Meşkûr fi Reddi’l-Mezhebi’l-Me’sûr adlı bir başka risale telif etmiştir. Tüm bu tartışmalara rağmen Sehsevâni Leknev’e geldiğinde Leknevî’nin yanında misafir olarak kalmıştır. Leknevî ona karşı son derece saygı ve hürmetle davranmış, Sehsevâni de Leknevî’nin derslerini ve vaazlarını kemal-i ihtiramla dinlemiştir.

Aralarındaki ilmi münakaşa şahsi bir mesele haline asla getirilmemiştir.492

Abdülhak el-Haydârâbâdî (v. 1318/1900): Mantık, hikmet ve dil bilimleri alanında kendisini özel olarak yetiştirmiştir. Ebheri’nin Hidâyetü’l-Hikme’si üzerine bir şerhi ve Mir Zahid el-Herevi’nin Şerhu’l-Mevakıf üzerine yazmış olduğu hâşiyesi üzerine bir haşiyesi

mevcuttur.493

Aralarındaki ilmi tartışmalar Mir Zahid el- Herevi’nin mantık ilmiyle ilgili risalesine Gulâm Yahya el-Bihârî’nin yazmış olduğu hâşiyeye Leknevî’nin bir haşiye yazmasıyla başlamıştır. Leknevî bu risalesine Hidâyetü’l-Verâ ilâ Livâi’l-Hüdâ ismini vermiştir. Bu haşiyede ulemadan bazı kimselerin hatalarına değindiği gibi özel olarak da Abdülhak el- Haydarâbâdî’nin hatalarına işarette bulunmuştur. Ardından bu eser üzerine bir hâşiye daha kaleme almış ona da Misbâhu’d-Dücâ fî Livâi’l-Hüdâ ismini vermiştir. Bu risalesinde mantık ilmiyle ilgili çözülmesi zor meseleleri ele almış ve Abdülhak el-Haydarâbâdi’ye olan

492 Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 311-312; Leknevî, er-Ref ve’t-Tekmîl, s. 38 493 Abdülhayy el-Haseni, a.g.e., C. 8, s. 1262-1263

tenkdilerine yenilerini eklemiştir. Bunun üzerine Abdülhak el-Haydârâbâdî talebesine nisbetle bir reddiye de bulunmuştur. Leknevî bu cevaplardan ikna olmamış olacak ki Nûru’l-Hüdâ li Hameleti Livâi’l- Hüda adıyla bir risale telif etmiştir. Bu eserde el-Haydârâbadi’nin ileri sürdüğü fikirlere cevaplar vermiş ve yeni tenkidlerde bulunmuştur. Aradan on sene geçmiş ve el- Haydârâbâdî, Leknevî’nin eleştirilerine yazdığı bir risaleyle cevap vermiştir. Bu risale Leknevî’nin eline ulaştığında yine tatmin olmamış ve İlmü’l-Hüda alâ Havâşî Nûri’l-Hüdâ ismiyle bir risale yazmış ve bu risaleyi de el-Haydarâbâdî’ye göndermiştir. el-Haydarâbâdi susmayı ve tartışmayı sürdürmemeyi tercih etmiş görünüyor ki Leknevî’ye herhangi bir

reddiyede bulunmamıştır. Tartışma böylece sona ermiştir.494

Mevlevi Ahmed Ali el-Ahrârî (v. 1294/1876): Kendisi Haydârabâd ulemasındandır. Leknevî’yle ilmi münakaşaları aslında Leknevî’nin babasına dayanır. Leknevî’nin babası Molla Abdülhalîm ayın yarılması mucizesiyle ilgili bir risale telif etmiş içinde de Şah Veliyyullah ed- Dihlevi’nin bir kitabından bu mucizeyi inkar anlamında yorumlanabilecek bir nakilde bulunmuştu. Mevlevi Ahmed Ali ise bu risaleyi tenkid sadedinde Nesrü’d-Dürer isminde bir risale kaleme alıp Molla Abdülhalim’i Şah Veliyyullah’ın ifadelerini yanlış anlamakla suçlamıştı. Babasının emri üzerine Abdülhayy Leknevî bu alime bir reddiye yazmış adına da Cem’u’l-Ğurar fi Reddi Nesri’d-Dürer ismini vermiştir. Bu risalesinde Leknevî, Ahmed Ali el-

Ahrârî’yi babası Abdülhalim’in ifadelerini yanlış anladığı gerekçesiyle tenkid etmiştir.495

Muhammed Hüseyin b. Rahimbahş el-Betâlevî (v. 1338/1919): Muhammed Hüseyin Lâhori diye de meşhur olan bu zât Nezir Hüseyin ed-Dihlevi’nin talebelerindendir. Delhi’ye yerleşmiş ve İşâatü’s-Sünne isminde aylık bir dergi çıkarmaya başlamıştır. Bu dergi de Seyyid Ahmed Han, Gulam Ahmed Kâdıyânî ve Abdullah Çekrâlevi gibi kimselere reddiyelerde bulunuyordu. Önceleri dört mezhebin imamlarını taklide derin bir nefret besliyordu. Bununla ilgili yazılar da kaleme alan Lâhorî, bu tavrın İslam hakkında şüpheler meydana getirdiğine kanaat getirerek bu konularda tartışmaya girmekten vazgeçmiştir. Leknevî’ye yönelttiği hadis usulüyle ilgili sualleri gerekçesiyle Leknevî, el-Ecvibetü’l-Fadıle li’l-Es’ileti’l-Kâmile isimli

eserini kaleme almıştır.496

494 Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 314-315; Leknevî, er-Ref ve’t-Tekmîl, s. 37 495 Veliyyüddin en-Nedvî, a.g.e., s. 315-316

3. BÖLÜM

LEKNEVÎ’NİN ZAFERU’L-EMÂNÎ’DEKİ ŞERH

3.1. Zaferu’l-Emânî’nin Önemi

Leknevî’nin hadis ilmi ve usulüyle ilgili el-Ecvibetü’l-Fâdıle ve er-Ref ‘ ve’t-Tekmîl gibi birçok eseri olsa da onlar hadis usulünün bazı konularını ele alıp bazılarını ele almamaktadırlar. Zaferu’l-Emânî ise onlardan farklı olarak hadis usulünün tüm konularını bütüncül bir şekilde içine almaktadır. Bu nedenle müellifinin hadis usulü ilmiyle ilgili konulardaki görüşlerinin tespiti açısından diğerlerine karşı bariz bir üstünlüğü mevcuttur.

Leknevî Zaferu’l-Emânî’yi yazmaya hicri 1285/1868 yılında başlamış olsa da müselsel hadis bahsine kadar gelince araya başka meşgaleler girmiş ve şerhin yazımı yarım kalmıştır. Vefatından önce tekrar şerhi ele almış ve ölümünden ancak bir buçuk ay önce telifini

tamamlayabilmiştir.497 Bir yandan Leknevî'nin en son eseri olması hasebiyle nihai görüşlerini

bünyesinde barındırma gibi bir üstünlüğe sahipken öte yandan Leknevî’nin hayatının son dönemine doğru yakalandığı akıl zayıflaması gibi bir rahatsızlık sebebiyle yazımında birçok hata ve kusurlara haizdir. Abdülfettah Ebu Gudde kitabın tahkikli basımı esnasında elinden geldiğince bu hataları tashih etmeye özen göstermiştir.

Leknevî, bu eserinde hadis usulüyle ilgili ince meselelere girmeye özen göstermiştir. Onun muhakkik bir alim olduğunu bu husus en açık bir şekilde bizlere göstermektedir. Kendisi Hanefi olmasına rağmen kitap içerisinde kimi zaman mezhebinin görüşü dışına çıkıp ictihad ettiği de vaki olmuştur. Bununla ilgili kimi örnekleri üçüncü bölümde ele aldığımızdan burada tafsilatına girmiyoruz.

Zaferu’l-Emânî’nin bir diğer önemli özelliği ihtilaflı birçok meselede okuyucuyu racih görüşe ulaştırmasıdır. Leknevî, yaptığı derin tahlil ve mukayeselerle kendince racih olan görüş hakkında okuyucunun kalbinde tam bir tatmin duygusu meydana getirebilmektedir. Kimi yerlerde ise okuyucuyu şekte bıraktığı vaki ise de bunların oranı kitaba nisbetle oldukça azdır.

Zaferu’l-Emânî’nin sahip olduğu bir diğer özellik ise hadis konularını fıkıh konularıyla ilişkili bir tarzda ele almasıdır. Böylece okuyucu fıkıhla hadisi zihninde bir araya getirebilmektedir. Bu da hadis usulünden elde edilmesi istenen neticenin ta kendisidir.

Kitabın bir diğer önemli özelliği de usul konularını olabildiğince açıklayıcı örneklerle birlikte ele almasıdır. Böylece okuyucu kitabı bitirdiğinde kaideler konusunda birçok alıştırma yapma fırsatını da elde etmiş bulunmaktadır.

497 Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 10

Kitabın bir başka mühim özelliği de nadir bulunan el yazması eserlerden birçok nakli bünyesinde barındırıyor olmasıdır. Bu da okuyucunun daha geniş bir bilgi alanından istifadesine

imkan sağlamaktadır.498

Zaferu’l-Emânî’nin özelliklerinden biri de Hindistan’da okutulan Cürcânî’nin Muhtasar’ının muğlak ve problemli yönlerini şerheden en önemli eser olmasıdır. Zira Tebrîzi’nin Muhtasar şerhiyle karşılaştırıldığında gerek içerik ve gerekse de konuları ele alış tarzı açısından Leknevî’nin şerhinin ona olan üstünlüğü hemen anlaşılabilmektedir. Bu açıdan Zaferu’l-Emânî, Cürcânî’nin Muhtasar’ının okutulduğu muhitlerde elden düşürülmemesi gereken bir eser olma hüviyetine haizdir.

Ayrıca hadis usulü eserleri tarihi açısından değerlendirildiğinde son dönem hadis usulüyle ilgili yazılan Kâsımî (v. 1332/1914)’nin Kavâidü’t-Tahdis’i ve Tahir el-Cezâiri (v.1338/1920)’nin Tevcihu’n-Nazar’ı seviyesinde olmasa da modern döneme geçiş sürecinde yazılan en önemli hadis usulü eserlerinden biridir. Henüz buna layık olan ilgi ve alakayı yeteri kadar gördüğünü söylemek ne yazık ki mümkün değildir.