• Sonuç bulunamadı

2.4. Tarih Öğretimi ve Haritalar

2.4.1. Tarih, Ġnsan ve Mekân ĠliĢkisi

Mekân, Arapçadan Türkçeye geçen ve "kevn" yani "olmak" (Eyüpoğlu, 1998) kökünden türeyen bir kelimedir. Kevn; "olma, var olma, varlık, vücud" anlamlarına da gelmektedir. Kevn'den türetilen "kâin" ise "mevcut olan, bulunan, varlık" karĢılığında kullanılmaktadır (Devellioğlu, 1998). Genellikle "oturulan yer" anlamında kullanılmakla birlikte mekân "bulunulan çevre, ortam, yaĢanan dünya ve kâinat" anlamlarını içermektedir. Felsefi açıdan bakıldığında mekân, bir bakıma "var olmak" (Göka, 2001) demektir. Coğrafi açıdan değerlendirildiğinde ise "içinde yaĢayanlar tarafından algılanan ve değerlendirilen düzlemdir, ufuktur" (Tümentekin ve Özgüç, 2002). Tarih bilimi açısından mekân; "olayların geçtiği, olguların Ģekillendiği yer"dir.

Aristoteles, evreni bir bütün olarak görmekte ve canlı varlıkların yaĢadıkları ortama uymalarının, içinde bulundukları mekân ile karĢılıklı etkileĢim içinde bulunmalarının gerekliliğine vurgu yapmaktadır (Güney, 2003; Bolay, 1993). Buradan hareketle hayatın tam ortasında yer alan mekânın, insan ile olan iliĢkisi dikkat çekicidir. Ünlü Türk bilgini Farabi, mekânı en geniĢ anlamıyla ele alarak kâinata götürmekte; "insanı küçük kâinat", "kâinatı ise büyük insan" olarak tanımlamaktadır. Mekânın insan için ne anlama geldiği Ġhvan-ı Safa Risalelerinde Ģöyle açıklanmaktadır (Akt. Göka, 2001):

"Vücut toprak gibidir. Kemikler dağlar. Beyin madenler, uyluk deniz. Bağırsaklar nehirler, sinirler ırmaklar ve kaĢlar da toz ve çamur gibidir. Vücuttaki kıllar bitkiler gibidir ve kıl yetiĢen bölgeler verimli topraklar, yetiĢmeyenler ise bataklık. Yüzden ayaklara dek vücut bir ülke gibidir. Önü doğu arkası batı, sağı güney ve solu kuzey olan bir ülke. Nefes rüzgârlar gibidir. Kelimeler gök gürültüsü ve yıldırım. Gülme öğle, gecenin karanlığı ölüm, uyanma hayat gibidir. Çocukluk ilkbahar, gençlik yaz ve yaĢlılık kıĢ. Hareket ve yapılanlar yıldızların hareketi ve yanıp sönmesine benzer. Doğmak ve var olmak yıldızların yükseliĢi, ölüm ise yıldızların batması gibidir."

Eserde mekân, hayatın devamı için önemli olan insan uzuvları ve yaĢamla özdeĢtir. Bu, insan ve mekân arasındaki yakın iliĢkiyi açıklamak açısından kayda değerdir.

Gazzali'ye göre mekân "kuĢatan cevherin iç sathı olup, kuĢatılan cismin dıĢ sathına temastır"(Akt. Bolay, 1993). Leibniz'e göre mekân, metafizik bir gerçek değil, bir görünüĢtür; baĢlı baĢına bir gerçek olmayıp, monadların*

tasarımlarını düzenleyen bir formdur. Kısacası mekân, "birlikte varoluĢun düzeni ya da düzenleri sonucu ortaya çıkan bağlantı"dır (Akt. Koç, 1994). David Huma'a göre mekân duygusu zihne iki duyu yoluyla iletilir. Bunlar, görme ve dokunma duyularıdır. Bu görüĢe John Locke'da destek vermektedir (Hume, 1997; Lock, 1995). Mekân ile insan arasında iliĢki kuran ve bu iliĢkiyi vatan olgusuna taĢıyan Martin Heidegger (Akt. Göka, 2001), insanın yapıp ettiği, düĢündüğü her Ģeyin içinde bulunduğu mekânın fiziksel ve sosyal uzantısı olduğunu söyler. "Ġnsan hiç bir zaman tek baĢına bir varlık değildir. Kendini açıklayabilmesi, anlayabilmesi ve tanıyabilmesi için mutlaka bağlı bulunduğu bir grubu

*

olmalıdır." Bu düĢüncede vatan, sınırları belirlenmiĢ bir mekân olarak bağlı bulunulan en büyük grubu temsil etmesi açısından önem kazanır.

Ġnsan, içinde bulunduğu mekânı yani çevresini düzenlerken, farkında olarak veya olmayarak, alıĢkanlıklarından gelenek ve göreneklerine kadar yaĢayıĢını da çevresine göre Ģekillendirmektedir. Günlük yaĢantısında iklim, bitki örtüsü, yer Ģekilleri, yerleĢim birimlerinin büyüklüğü gibi her türlü özelliğiyle bulunduğu mekân, doğayla uyum içinde mutlu bir hayat sürdürebilmesi için önemli olmak zorundadır. Tarihçi Fernand Braudel (2007), Akdeniz'in dağlık kesimlerini değerlendirirken, bu çevrede doğaya göre Ģekillenen gelenekleri Ģöyle açıklamaktadır:

"BaĢtan baĢa insan eliyle gerçekleĢtirilmiĢ, kolaycacık bozuluveren bir çevre: sekiler halinde dikilmiĢ topraklar, durmadan yenilenmesi gereken dayanak duvarları, eĢek ya da katır sırtında taĢınıp, yerlerine oturtulan taĢlar ve sepetlerle taĢınarak bunların arkasına yığılan toprak. Bu dik yamaçlarda ne hayvan çalıĢır ne de el arabası: Zeytinler, üzümler elle toplanır. Ürünler insan sırtında taĢınır... Zahmeti çok, kazancı yetersizdir. "

Braudel'in Akdeniz'in dağlık kesimleri için yaptığı bu değerlendirmeden hareketle, her mekân koĢulunun kendine uygun gelenek ve görenekleri doğurduğu söylenebilir. Tarımda kullanılan yöntemler, bazı törenler, müzik anlayıĢı, yerleĢim yeri ve Ģekli coğrafi özelliklere göre Ģekillenir (Göka, 2001). Bu nedenledir ki, hem insanla yakın teması hem de yaĢayıĢa ve kültüre etkisi nedeniyle mekân, tarih biliminin ayrılmaz bir parçasıdır. Tarih biliminde mekânın önemi, insanı etkilemesinden dolayıdır. Bu nedenle olaylar incelenirken, mekân merkeze alınmakta ve değerlendirmelerde göz önünde tutulmaktadır.

Jared Diamond, "Tarih, farklı halklar için çevrelerinin farklılığı nedeniyle farklı yollar izlemiĢtir, insanların kendi aralarındaki biyolojik farklılıklar yüzünden değil." (Akt. GümüĢçü, 2006) sözleriyle mekânın önemini insan ve tarih açısından belirlemektedir. Toplumsal yaĢamın oluĢmasında mekanın önemi, toplumsal iliĢkilerin mekansal yapılanması ve toplumsal teoride mekanın yeniden değerlendirilmesi üzerinde durmaktadır (Tümentekin ve Özgüç, 2002). Tarihi olayların nedenleri ve sonuçları olayın gerçekleĢtiği çevrenin, ekonomik ve stratejik özellikleri ile yakından ilgilidir. Yer bir çevredir ve tarihi olayların oluĢmasında etkili bir rol oynar. Bir devletin stratejik konumu, o devletin tarihe iliĢkin olaylarını yorumlamada, değerlendirmede ve

karĢılaĢtırmalar yapmada öneme sahiptir. XV. yüzyılın sonlarında Uzak Doğu'ya deniz yoluyla ulaĢılmaya baĢlanması; SüveyĢ Kanalı'nın 1869 yılında deniz ulaĢımına açılması ve benzer geliĢmeler eski çağdan beri önemini koruyan ve Anadolu üzerinden iĢleyen Ġpek Yolu'nun önemini yitirmesi ve ticaretin güneye kayması sadece ticari geliĢmelerin değil, bilimsel ve sanatsal çalıĢmaların yerinin de değiĢmesinde etkili olmuĢtur. Bütün bu geliĢmelerde mekânın yaĢam ve tarih üzerindeki etkisini yadsımak doğrudan uzaklaĢmak demek olacaktır.

Mekânın yaĢantı üzerindeki etkileri çeĢitlenebilir. Deniz kenarında yaĢayanlarla, iç taraflarda, çöllerde, steplerde veya nehir boylarında yaĢayanların hayatı ve kültürleri aynı değildir. Her toplumun geliĢimini anlamak için üzerinde yaĢadığı coğrafyayı yani mekânı iyi analiz etmek, anlamak gerekmektedir. Mekânın imkân verdikleri ya da imkânsızlıkları, yerleĢme merkezlerinin seçilmesinde, kalelerin kurulmasında önemli ölçüde yer sahibidir. Mısır Medeniyetinin Nil çevresindeki yerleĢimi, hem kültürünü hem yaĢayıĢını hem de tarihe olan katkısını etkilemiĢtir. Çanakkale'nin I. Dünya SavaĢı'ndaki baĢarılı müdafaasında da mekânın önemi dikkate değerdir. Ġnsanların doğal ortama uyması, bedenin bir parçası olmayan aletler, giysiler, evler ve benzeri donatılarla sağlanır. Toplumların tarih öncesi çağlarda karĢılaĢtıkları güçlük ve açmazları çözme yolundaki gayretleri sonucu biriken bilgi ve tecrübelerin üstünde yaĢanılan doğal ortamın özelliklerine bağlı olarak farklı iliĢkilere yol açtığı bilinmektedir. Mekân, hem doğal unsurları hem de mekâna daha sonra eklenen unsurlarıyla birlikte bir bütündür. Tarihi olayların değerlendirilmesinde de göz önünde bulundurulması bu yüzden hayatidir. Örneğin, günümüzde denizden on, on beĢ kilometre içeride kalan Efes ve Milet antik kentlerinin daha 2000 yıl kadar önce bir liman kenti olduğunu göz ardı etmek, ülkemizde bugün ağaçtan tamamen yoksun step bölgelerin geçmiĢte gür ormanlarla kaplı olduğunu unutmak (MemiĢ, 1990) tarihi olayları değerlendirirken yanlıĢlara sebep olabileceği gibi, sınıfta tarihi olayların anlatımında da öğrencilerin konuyu kavramasına engel olacaktır.

Türk kültür tarihinde mekânın insanlık ve tarih için hayati derecede önemli olduğunu gösteren pek çok hikâyeden biri de Yörükler ve yayla düĢüncesiyle ilgilidir. ġöyle ki (Göka, 2001);

"Yaylaya göçmekte olan bir Yörük'ün babası yolda hastalanır. Yörük üç gün bekler, fakat babasının durumunda bir değiĢiklik olmaz. Adamcağız belli belirsiz bir solukla yaĢamaya devam eder, Yaylaya giden obalardan epey geride

kaldığını gören oğul, hocayı çağırır ve "cenazeyi yıkayıp hemen gömelim" der. Hoca eğilir bakar, adamın cenaze dediği hala yaĢıyor. "Yahu, bu adam ölmemiĢ ki..." der. Oğul kızar. "Biz de biliyoruz hoca. Sen iĢine bak. Yörük kısmı bu kadar ölür..." der. Macit Selekler 1938'de yaptığı gözlemlere dayanarak, bu tutkuyu açıklamaktadır ki; Obası göçmüĢ olsa bile, bir Yörük'ü yayladan alıkoymak imkânsızdır. O, kadını doğuracak olsa dahi göçer. Devesini, sığırını yitirmiĢ olsa dahi göçer. Çadırda ölmek üzere olan hastası olsa dahi göçer."

Yörüklerin mekânsal algısı ve kültürleri üzerindeki derin etkisini açıklamak açısından oldukça etkili bir örnek olduğu düĢünülebilir.

Ġbn-i Haldun'a göre, mekâna hâkim olmak medenileĢtirir. Ġnsanın mekâna müdahalesi, baskıyı da beraberinde getirmiĢ, zaman zaman farklı kültürlerin ve etkilerinin kendi hâkimiyet alanına girmesine engel olmuĢtur. Sokrates'in surlarla çevrili Ģehirler kurması ve insanları buralarda yaĢatmak istemesi, Cengiz Han'ın bütün Asya'nın kalıcı yapılarını yok etmeyi ilahi bir görev sayması, Halife Mansur'un kendi düĢüncesinde Bağdat'ın dairevi yapısını sınırlayıcı bularak dümdüz etmesi, Eski Paris'in Hausmann tarafından yıkılarak yeniden yapılması, Le Courbusier'nin "makine çağının mimarisini yapacağız" diyerek 1930'ların Moskova'sıyla ilgili planları ve daha yüzlercesi bir anlamda bu baskıcı eğilimle açıklanabilir (Akt. Göka, 2001). Coğrafi yapıların ve coğrafi unsurların siyasi, kültürel tarih ve tarihi olayların değerlendirilmesi üzerindeki etkileri yukarıdaki örneklerden de anlaĢılabileceği üzere çeĢitlendirilebilir. Ülkelerin yeryüzündeki yerleri, sınırları, fiziki özellikleri, alanı, iklimi, yer altı ve yer üstü kaynakları devletlerin kurulmasında, Ģekillenmesinde, yaĢayıĢlarında ve yıkılmalarında önemli bir etkiye sahiptir.

Bireylerin ve toplumların zaman içindeki farklı durumlarını ve dıĢ dünya ile kurdukları iliĢkileri (mekânsal karar alma süreçlerini) ortaya koymak için mekânı, çeĢitleri ve farklı boyutlarıyla göz önüne almak gerekir (Öztürk, 2010a). Coğrafi anlamda mekân çeĢitleri dörde ayrılmakla birlikte Öztürk'ün de dikkat çektiği üzere, tarih söz konusu olduğunda tarihi mekânı da konunun içine dâhil ederek beĢ tür mekândan söz etmek mümkündür.

Bunlar;

 Fiziki Mekân (Mutlak Mekân),

 Görece Mekân (Ġzafî Mekân),

 Tarihî Mekân ve

 Ġmge Mekândır.

 Fiziki Mekân (Mutlak Mekân); herkes tarafından objektif olarak ölçülebilen ve bilinebilen mekândır (Öztürk, 2010a). Bir yerin paralel ve meridyenlere göre dünya üzerindeki konumu fiziki mekânı ifade etmektedir. Koordinatlardan söz edildiğinde ve matematiksel hesaplamalar iĢin içine dâhil edildiğinde sadece coğrafya ile ilgili bir unsurmuĢ gibi görünse de fiziki mekân, tarihi olayların değerlendirilmesinde de etkili olabilmektedir. Bir ülkenin yerleĢiminin fiziki mekânı, sadece kültürel hayatı değil; askeri ve ekonomik hayatı etkilemekte; savaĢlar, barıĢlar, adetler ve ekonomi gibi pek çok oluĢuma katkıda bulunmaktadır.

 Görece Mekân (Ġzafi Mekân); yakınlık, uzaklık, alt yapı imkânları, ulaĢım kolaylığı, maliyet ve diğer etkenler dolayısıyla mesafenin izafi olması sonucu meydana gelir. Görece mekân, iki Ģehir arasındaki mesafenin farklı kiĢiler tarafından ve farklı etkenler iĢin içine koĢularak değerlendirilmesi sonucu oluĢan mekândır. Mesafenin zaman, maliyet, biliĢsel algılanma ve sosyal açıdan (Öztürk, 2010a) değerlendirilmesi görece mekânın algılanmasında etkilidir.

 "Yer" Olarak Mekân; onu diğer yerlerden ayıran özelliklere ve özel kimliğe sahip olan mekân (Öztürk, 2010a) olarak tanımlanabilir. Ġnsanın içinde yaĢadığı çevre, her Ģeyden önce bir kaynak, en önemlisi de "yer"dir. Yer, konumu temsil ettiği gibi etnik bir oluĢumu ve tanımı içine alan yöreyi temsil eden bir yapıya sahiptir. Örneğin, "Çanakkale" konum olarak yeri ifade ederken," Çanakkaleli" kimliği gösteren bir yer kavramını ifade etmektedir.

 Tarihî Mekân; tarihi ve arkeolojik niteliğe sahip yapı ve anıt-heykel olabildiği gibi, tarihî bir sokak, bir ulusun kaderine yön vermiĢ, bir olayın ve savaĢın geçtiği bir yer ya da bir kiĢinin doğduğu yaĢadığı yer olarak (Ata, 2002a) tanımlanabilir. Boland'a (2002) göre tarihi mekânlar hem geçmiĢle duygusal bağ kurar, merak uyandırır, heyecanlandırır, zihinde kapılar aralar, soruĢturmaya sevk eder hem de tarihteki olayları ve insanları anlamayı sağlar. Tarihi yerler zaman içindeki olaylar, olgular ve kiĢiler ile bağlantılar kurarak, bu bağlantılarla geçmiĢteki olayların neden ve sonuçlarını sorgulayarak öğrencilere empatik anlayıĢ kazandırır. Öğrenciler, gözlem yapma, veri

toplama, karĢılaĢtırma yapma, değerlendirme, yorumlama ve sonuca varma gibi birçok beceriyi tarihi mekânlar sayesinde elde edebilir.

 Ġmge Mekân; daha önce hiç görmemiĢ olmamıza rağmen resimler, filmler, kitaplar ve diğer aracılarla bildiğimiz mekân türüdür. Mısır'a gitmemiz mümkün olmayabilir ancak Piramit'leri bilmek için Mısır'a gitmemiz gerekmez. ÇeĢitli film, resim ve dolaylı yollarla piramitler ve Mısır ile ilgili bir mekân algısına sahip olabilir, zihin haritamızı Ģekillendirebiliriz.

Mekân soyut bir kavramdır. Onu somutlaĢtıran ve öğretimini kolaylaĢtıran en önemli materyal haritalardır. Haritalara iliĢkin bilgiler ayrı bir baĢlık altında verilecektir.