• Sonuç bulunamadı

2.3. Makro Ekonomik Değişkenler-Tarım Sektörü İlişkisi

2.3.3. Faiz-Tarım Sektörü İlişkisi

Türkiye’de tarım sektöründe faaliyet gösteren işletmeler, daha çok aile işletmesi olduğundan, sektör iktisadi bir faaliyet olmasının yanında bir yaşam biçimi özelliği taşımaktadır. Tarım sektöründe üretim sürecinin tamamlanmasında, belirli bir sürenin geçmek zorunda olması tarımda finansman ihtiyacına neden olmaktadır. Aynı zamanda sektöre yapılan yatırımlardan elde edilen getirinin, sanayi sektörüne nazaran daha düşük kalması da sektörde yeterli finansmana ulaşmada karşılan en büyük engellerden birini teşkil etmektedir. Bu nedenle mevcutta yetersiz olan tarımsal yatırımların sayısının artırılmasında, sermaye ihtiyacı hızlı bir şekilde sağlanamamaktadır (Bülbül,2006: 60-62). Tarımda finansman ihtiyacının nedenlerini özetlemek gerekirse(Yılmaz, 2008: 20-21);

-Tarımsal işletme yapısının küçük ve yetersiz olması, -Üretimin doğal koşullara bağlı olarak gerçekleşmesi, -Pazarlama ve yeni teknoloji maliyetlerinin yüksek olması,

-Tarımsal işletmenin zayıf sermaye ile kurulması,

-Tarım piyasalarında tarım ürün fiyatlarındaki dalgalanmalar nedeniyle sektörün sürekli ve beklenmeyen finansmana ihtiyacının olması söz konusudur.

Gelişmekte olan ekonomilerde sektörün giderek küresel piyasalarının bir parçası olduğu görülmekte olup, pek çoğunda sektöre yönelik devletlerin ekonomi ve finans sektörü üzerine etkisinin oldukça azaldığı görülmektedir. Gelişmekte olan ekonomilerde mali sektör halen kredi birliklerini, mikro finans kurumlarını, kamu bankalarını ve küçük ticari bankaları içeren çok parçalı bir yapıda olup ağırlıklı olarak kentsel bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu anlamda tarım sektöründe karşılaşılan finans sorununun ortadan kaldırılarak sektörün yapısına uygun mali kuruluşların kırsalda da oluşturulması büyük önem taşımaktadır (Şahin, 2006: 6). Gelişmiş ekonomilerde ise sektöre yönelik faaliyette bulunan mali kuruluşların alternatif yöntemler ve farklı ürün tasarımları gerçekleştiği, farklı kredi değerlendirme kriterleri oluşturduğu görülmektedir. Böylece gelişmiş ülkelerde mali kuruluşların, sektörün finansman sorununun ortadan kaldırılmasına yönelik kapsamlı çözüm paketleri oluşturarak sektörün kalkınması sürecinde etkin bir role sahip oldukları görülmektedir (Gültekin, 2006: 2). Bunun yanında son yıllarda dünyada tarım sektöründe yönelik yeni banka kredilerinin geliştirilmektedir. Ancak henüz istenen düzeyde gerçekleşmediği görülmektedir.

Sektörün verimlilik ve kullanılan teknoloji düzeyi ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Sektörün gelişmiş ekonomilerde tarımdan elde edilen verim ve dolayısıyla gelir, diğer ülkelere göre çok daha yüksek iken, gelişmekte olan ekonomilerde ise tarım sektörünün payının yüksek olmasına karşın, verimliliğinin düşük olduğu görülmektedir. Bu çerçevede gelişmiş ekonomilerde tarımın sektörünün daha fazla desteklenmesi, girdi kullanımının uygun miktarlarda kullanılması, tarımda Ar-Ge faaliyetlerine önem verilmesi ve modern tarım tekniklerinin kullanılması sektörün verimliliğinin artması gerekmektedir(Eroğlu, 2007: 20-21). Bu gerekliliğin yerine getirilebilmesi de ancak yeterli finansman kaynaklarının olması ile mümkündür.

Klasik ve neoklasik ekonomistler tarafından öne sürülen faiz teorisinde, paranın faiz üzerinde etkisi göz önüne alınmamaktadır. Keynes, faiz açıklamasında parayı analize dahil ederek ekonomideki faiz haddinin para arz ve talebine bağlı olduğunu, ekonomide toplam para arzı ile toplam para talebini eşitleyen noktada denge faiz haddinin oluştuğunu kabul etmektedir. Keynesyen görüşe göre faiz, tasarruf etmenin değil likiditeden vazgeçmenin bedelidir. Keynese göre kişiler yada işletmeler işlem güdüsü, ihtiyat güdüsü ve spekülasyon güdüsü olmak üzere üç neden için para talep etmektedirler (Keynes,2008: 90).

Bir ekonomide likidite tercihinde bir değişiklik yokken, toplam para arzının artırılması durumunda, para arzı fazlası olan yatırımcılar reel getirisi yüksek olması nedeniyle tahvil talep ettiklerinden tahvil fiyatları yükselecektir. Tahvil fiyatlarının yükselmesi de para arzının ortadan kalktığı faiz haddine ulaşıncaya kadar düşmeye devam edecektir. Para talebi fazlası durumunda ise elde tutulan para miktarını artırmak için tahviller satışa çıkarılması gerekmektedir. Bu tahvillerin satışa çıkarılması, tahvil fiyatlarının düşmesine neden olacaktır. Bu yükselme denge faiz haddine ulaşıncaya kadar devam edecektir. Para arzı sabitken, milli gelirin artması sonucunda toplam para talebi kaymakta ve faiz haddi yükselmektedir. Bir ekonomide toplam para arzının artması (para talep eğrisi sabitken) faiz haddinin düşmesine neden olacaktır. Faiz haddindeki azalma ise yatırımları uyararak, ekonomideki yatırımların artması sonucunu doğuracaktır(Keynes, 2008: 145).

Türkiye’de tarım sektörüne yönelik destekleme politikaları uzun yıllar taban fiyat belirlenerek destekleme alımlarında bulunulması şeklinde yapılmış daha sonra girdi destekleri, düşük faizli kredi, teşvik primi ödemeleri, hayvancılığı geliştirme teşvikleri ile ürün bazında uygulanan belirli ürünlerde ekim alanlarını sınırlandırarak alternatif ürünlere geçisin teşvik edilmesine yönelik tazminat ödemeleri ve destekleme primleri gibi uygulamalarla tarım sektörünün desteklenmesi yoluna gidilmiştir (Kesbiç vd., 2005: 6).

1950 yılı sonrası tarım sektörüne yönelik kredi politikasının gelişme gösterdiği dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde faiz oranları, diğer kredilere oranla düşük tutularak tarım sektöründe yaşanan risklere karşı tarım sektörü korunma altına alınmıştır. Bu dönemde tarım sektörüne yönelik krediler, orta ve

büyük ölçekli çiftçilere Ziraat Bankası ile küçük üreticilerin girdi alımları temini için finansman kaynaklarına ulaşmasında Tarım Kredi Kooperatifi sorumlu tutulmuştur. 1970’li yıllarda ise kooperatif üyelerinin sayının artmasıyla birlikte tarım sektörü girdi kullanımına önemli ölçüde katkı yapan Tarım Kredi Kooperatiflerinin etkinliği öne çıkmaktadır. Ancak 1980 yılından itibaren uygulamaya konan yeniden yapılanma politikaları sonucunda bu kurumun büyük ölçüde etkinliğinin azaldığı görülmektedir (Kazgan, 2003: 231).

Türkiye’de, 1980 yılı sonrasında dışa açılma ile birlikte yaşanan değişim sadece mal piyasasında değil, aynı zamanda finansal sistemde ve faiz politikasında da ortaya çıkmıştır. 1980 yılı öncesindeki geçerli olan mali sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalkarak, serbest faiz politikasına geçilmiştir. Bu değişim ile kamu kesimi bütçe açıklarının finanse edilebilmesi için gerçekleştirilen borçlanma talebi faiz oranlarının yükselmesine neden olmuştur (Kazgan, 1999: 233-234). Faiz oranlarında yaşanan bu yükselme ise fırsat maliyetleri ve risk artışı çerçevesinde sektörel yatırımların seyrinin gözden geçirilmesini gündeme getirmiştir. Bu gelişmeler çerçevesinde 1980 öncesinde başlayan tarım sektörüne yapılan yatırım payının azalması, 1980 sonrasında da hızlanarak devam etmiştir. 1980 sonrasında serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesine dönük olarak kamu kesiminin üretim sektöründen ve imalat sanayi yatırımlarından çekilmek istense de yüksek faiz ortamı imalat sektörü gibi tarım sektörüne yönelik özel yatırımların azalmasına neden olmuştur. (Balkanlı, 2002: 157-158).

1980 yılında yeniden yapılanma politikalarının gündeme gelmesi ile birlikte tarıma yönelik uygun koşullarda verilen finansman imkânları yeniden yapılanma politikaları ile birlikte giderek daralmaya başlamıştır. 1990 yılında itibaren Merkez Bankası, tarıma yönelik finansman sürecinde temel aktör olan kamusal kuruluşlara kredi akışını kesmiştir. 2001 yılı ile birlikte gerek bitkisel üretime ve gerekse de hayvansal üretime yönelik kredi faiz oranlarının enflasyon oranının oldukça üzerinde olduğu görülmektedir. Bu durum tarıma yönelik faiz politikalarının, üreticileri özel bankaların faiz oranları ile karşı karşıya bırakmıştır (Eşiyok, 2004: 84-85).

Türkiye ekonomisinin son çeyrek yüzyılının en önemli sorunlarından olan fiyatlar genel düzeyinin istikrarsız bir yapıda olması ve süreklilik göstermesi, faiz

oranlarının da yüksek seviyelere çıkmasına neden olmaktadır. Enflasyonun yüksek seyir izlediği dönemlerde yatırımcıların kar-maliyet hesabı yapmaları ve fiyat değişikliklerinin kontrol edilmesini zorlaşmaktadır. Yatırımcıların riskten korunmak için yüksek getiri talepleri, reel faizlerin yükselmesine yol açmaktadır. Reel faizlerin yükselmesi borçlanmanın maliyetini artırdığından, üreticinin kredi talepleri azalmakta ve yatırımı engelleyen bir unsuru teşkil etmektedir. Enflasyonun yüksek seyir izlediği dönemlerde geri ödeme zorunluluğunda yaşanan sıkıntılar yatırımcıların, üretim yerine reel yatırım getirisi kesin ve üretimden genellikle daha yüksek olan devlet tahviline ve hazine bonosuna parasını yatırmasına neden olmaktadır. Böylece enflasyondan kaynaklı oluşan istikrarsızlık durumu, tahvil ve hazine bonolarına talebin artması ile faizlerin dolaylı olarak yükselmesi kaçınılmaz hale getirmiştir.

Bu çalışmada faiz oranının tarımsal üretim arasındaki ilişkinin yönü ve derecesi hububat-baklagil, meyve-sebze alt sektörleri için ayrı ayrı ortaya konacaktır. Böylece faiz oranının tarımsal işletmelere yüklediği maliyetin tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkisinin olup olmadığı test edilerek mevcut durumun ortaya konması amaçlanmaktadır.