• Sonuç bulunamadı

Takrizlerin Edebi-Estetik Değerleri

Belgede Klasik Türk edebiyatında takriz (sayfa 139-150)

Takrizlerin gelenekle kurduğu bağı sorgulamada en önemli duraklardan biri de bu metinlerin klasik edebiyatın edebi ve estetik değerleriyle gösterdikleri uyumdur. Edebiyat bilgisi, amaçları ve zevklerine dayalı bir geleneğin içinde oluşan, (Aytaç, Genel Edebiyat Bilimi 2003: 26) “edebilik” mefhumu, estetiğin emrinde olan (Tanpınar, “Eski Şiir” 1999: 78) Klasik edebiyat üretimlerinin en ayırt edici kıstasıdır. Bu kıstasın geleneğin içinden konuşan takriz yazarlarınca da dikkate alındığı görülür.

Adonis, Arap Poetikası adlı kitabında, “Anlayışlar arasında üstünlük var olduğu gibi sanatta da üstünlük vardır. Şair yaratıcı tasviri ve ince üslubu ile takip ettiği yolun hassasiyetine göre öncelik hakkını kazanır (2004: 46)” şeklinde bir

değerlendirmede bulunur. Adonis‟in dikkat çektiği “öncelik hakkı” kazanma kıstası, takriz geleneğinde de birtakım yansımalar bulmuştur. Bu durum, takriz yazarlarının sanat sergileyerek gerek kendilerini gerekse üretmiş oldukları takrizleri edebi geleneğe eklemleme çabalarını doğurmuştur. Bu çabalar, zaman zaman takriz yazarlarının takriz geleneğinde öncelenen statülerinin önüne geçmiş ve takriz yazarlarının edebi kimlikleriyle ön plana çıkmalarına imkan sağlamıştır.

Takrizlerinde lügat bilgisi ve edebi sanatlardaki hünerlerini ortaya koymaya çalışan (Uzun-Arslan, “Takriz” DİA, 2010: 472) takriz yazarlarının söz sanatlarını yoğun biçimde kullandıkları görülür. Bu bağlamda Yenipazarlı Vâlî‟nin Hüsn ü Dil‟ine dikkat yöneltmek uygun olacaktır. Söz konusu mesnevide Bâkî, Nev„î, Sâ„î, Gelibolulu Âlî, Riyâzî gibi 16. yüzyılın önemli şairlerinin ait birer manzum takrizi bulunmaktadır. Azmizâde Hâletî de manzum takriziyle bu önemli isimlerin arasında yerini almıştır. Azmizâde Hâletî‟nin takrizinde yer alan,

Mîm fem lâm zülf elif bînî Noktadur hâl-i „anber-âgîni (SK Esad Efendi 2560 3b)

beytinde mesnevi kahramanlarından Hüsn‟ün güzelliğini tasvire yönelen şairin, harf simgeciliğini kullanarak sevgilinin cemalinin kusursuzluğuna işaret ettiği görülür. Sevgilinin güzelliğini “elem”le (م-ل-ا) tasvir eden Azmizâde Hâletî, yanağındaki nokta şeklindeki anber kokulu benin ise sevgilinin meziyetlerini özetlediğini belirtir (Gür, “Klasik Metinlerin Nazar Duaları ” 2012: 1275). Azmizâde‟nin beyitinden yansıyan bu sanatlı söyleyiş, yazmış olduğu takrizde sanat gücünü ortaya koyma çabasının bir göstergesidir.

Takrizlerin içerdiği edebi ve estetik söylem bağlamında Arpaeminizâde Sâmî‟nin Vahîd Mahtûmî Divanına yazdığı takriz dikkate değerdir. Söz konusu takrizin,

Pûşiş-i tevriyeyle her bir harf Huld-i ma„nâda kâsıretü‟t-tarf (SK Esad Efendi 2644, 44a)

şeklindeki beyitiyle Arpaeminizâde Sâmî, şairin orijinalliği ortaya koymaya çalışır. Bu bağlamda, şairin kullandığı her bir kelimenin ne derece anlam yüklü olduğuna işaret eden takriz yazarı, iffetli bir kadının bakir bedeniyle şairin şiirlerindeki gizli ve orijinal anlamlar arasında başarılı bir bağlantı kurmuştur.

Vahîd Mahtûmî Divanında İmâm-ı Sultânî unvanlı kişi tarafından yazılan takriz de dikkate değerdir. Söz konusu takrizin,

Kimse görmezdi bend-i zencîri Tavk-ber-gerden olmasa kumrî (MYK AEMNZ 491, 2b)

beyitindeki ifadeleri de yine güzel bir hayal ve benzetme örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Manzumesine Vahîd Mahtûmî‟nin övgüsüyle başlayan İmâm-ı Sultânî, Sultan III. Ahmed‟in medhiyyesiyle devam etmiştir. Takrizinde padişahın gücünü ortaya koymaya çalışan takriz yazarı, kumruyu misal göstererek III. Ahmed‟in döneminde herkesin hür ve refah içinde yaşadığına vurgu yapmaktadır. Kumruların boynundaki siyah halkanın (zincirin) dışında kimsenin boynunda esaret zinciri görülmediğini söyleyen takriz yazarı, hüsn-i ta‟lil sanatını başarılı bir şekilde kullanmıştır.

Takrizlerin edebi-estetik değerini yansıtan bir diğer örnek Vahîd Mahtûmî Divanına Suyolcuzâde Necîb tarafından yazılan takrizdir. “Takrizler ve Gelenek” başlıklı alt bölümde farklı bir bağlamda değerlendirdiğimiz bu takrizde özel isimlerin tamamının tevriyeli kullanıldığı görülür. Söz konusu takriz manzumesinin yazma nüshasında üstleri kırmızı mürekkeple çizili olan bu isimlerin yer aldığı beyitler şu şekildedir:

Nazarı sahn-ı bâğ-ı ma„nâda „Aynı inşâda Nergisî-zâde

Fikreti Sâ„ibâne nükte Fehîm Oldı şâyeste ana tab„-ı selîm Kâmı hep sohbet-i ma„ârifdür İntihâ-yı kelâmı „ârifdür

Bezle-senci hüner-veri hakkâ Sâbit oldı ana be-lutf-ı Hudâ Rûhı âsâr-ı „Urfî ile Kelîm N‟ola nazmı olursa dürr-i Nazîm Vâkıf-ı râz-ı ma„rifet-kârân Neş‟e-bahşâ-yı nâdî-i „irfân (MYK AEMNZ 491, 4b)

Necîb Efendi takrizinde yer alan üstü çizili bu kelimeleri tevriyeli kullanarak Vassâf, Aynî, Nergisî, Sâ‟ib, Fehîm, Kâmî, Ârif, Urfî, Nâbî gibi geleneğin önemli isimlerine göndermeler yapmıştır. Takriz yazarının ustaca sergilediği bu sanat, yine, edebi kaygıların bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu bağlamda değerlendirebilecek bir diğer örnek Sermed Divanında karşımıza çıkmaktadır. Şairliğinin yanı sıra, aynı zamanda matematik ve astronomi ilmine vâkıf olan Sermed takrizlerinin söylemine bu çok yönlü kişiliğini de yansıtmıştır. Sermed Divanındaki takrizlerin içeriğine bakıldığında bu manzumelerin bir nevi lügaz oldukları görülür. Söz konusu takrizlerin yazılış tarihini bir tarih manzumesiyle vermek yerine lügaz türünü tercih eden Sermed, adeta bir matematikçi titizliğiyle takrizlerin tarihlerini manzumelerin içine yerleştirmiştir. Bu bağlamda, “Takrîz Berây-ı Şerh-i Miftahü’d-deriyye-i Siyâhîzâde Ali Efendi” başlıklı takrize dikkat yöneltelim:

Sâl-i takrîzim iderlerse hisâb Fenn-i cebr ile mümâris ahbâb

Sî vü heft itmek ile zamm sâle Cezr alub vâkıf ola ahvâle Nısf-ı sâle ola vâhid manzûm Kıla mecum„ı bu cezre maksûm

Hâric-i kısmet olur hefdeh „aded Sanma bu remzi sakın müsteb„ad Sermedâ san„ata düşdi hâme Kim ki hall ide odur „allâme

Sâlden san„atı bilmek degil iş San‟atımla kıla sâli der-pîş

Böyle nutk itdi yerâ„am bî-bâk Mütemerrin olan eyler idrâk (SÇK 4870, 13a-13b)

Görüldüğü üzere, Sermed‟in bu takrizi adeta bir matematik problemi niteliği taşımaktadır. Divanda “Takrîz-i Diğer” başlığıyla yer alan ikinci takriz de benzer söylemiyle lügaz özelliği taşımaktadır.

Sâl-i takrîzim iderlerse suâl Se „aded „aşrına zamm it cezr al

Sene nüh heşt idüb zam elbet Zâlike‟l-cezre idersen kısmet Yüz sekiz hâric-i kısmetdir bil Fehm kıl mes‟eleyi ve‟l-hâsıl

Dehen-i kilk ü bedî„ü‟l- „icâz Böylece itdi bu remzi ilgâz

Kim ki hall ide odur „âlim nâm Olsa şâyeste ser-i tâc-i enâm (SÇK 4870, 14a)

Görüldüğü üzere adeta bir matematik problemi şeklinde kurgulanan bu takrizler Sermed‟in takrizinde sanat gösterme çabalarının da bir yansımasıdır. Aynı zamanda takriz yazarının lügaz alanındaki hünerini yansıtan bu örnekler, takriz geleneğinde Sermed‟in yalnızca bir şair olarak değil bir matematikçi olarak da kendisini konumlandırdığını göstermektedir. Diğer yandan Sermed, “mütemerrin olan eyler idrâk” ibaresiyle bu lügazların çözümü işin ehline havale ederek bu sanattaki üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır.

Sermed Divanında yer alan bu takrizlerde dikkati çeken bir diğer husus, tıpkı takriz-tarih, takriz-medhiyye, takriz-mektup örneklerinde olduğu gibi bu takrizlerin de bir tür “takriz-lügaz” manzumesi şeklinde üretilmiş olmasıdır. Bu bağlamda, Sermed‟in söz konusu takrizleri, bu yazım türünün zaman zaman edebi türlerle iç içe geçmiş “melez” yapısına işaret etmesi açısından da ayrı bir önem taşımaktadır.

Birtakım takriz metinlerinde deyimlere de yer verildiği görülür. Bu bağlamda, Râşid Efendi‟nin Vahîd Mahtûmî Divanına yazdığı takrizin,

Azdur akrân ana bu demlerde Hele benden el arkası yerde (MYK AEMNZ 491, 2a)

beyitinde kullanılan “el arkası yer/de” deyimi bu durumu örneklemektedir. Yine aynı divana Necîb Efendi tarafından yazılan takrizin,

Bu edâ var mı her sühan-verde Didüm el arkası ana yerde (MYK AEMNZ 491, 5a)

şeklindeki beyitinde de aynı deyimin kullanıldığı görülür. Bugün kullanımda olmayan bu deyim, “yenilgiyi kabul etme, pes deme/etme, aczini itiraf etme, kimi zaman takdir anlamını da içerir biçimde rakibin üstünlüğünü kabul etme” (Demirkazık, “„El Arkası Yerde‟ Deyimi ” 2013: 630) anlamlarını taşır. Aynı zamanda bir güreş terimi olan bu deyim, takriz yazılan kişinin karşısında sözle güreş tutacak güce sahip bir şairin olmadığına da işaret eder. Takriz yazarlarının takriz yazdıkları kişiyi övmek ve dahası “rakip”lerinden üstün tutmak için bu deyime yer vermiş olmaları oldukça yerindedir. Diğer yandan bu deyim, binicilik, kılıç

kullanma, cirit atma gibi maharetleriyle III. Ahmed‟in dikkatini çeken (Kahraman, “Vahîd-i Mahtûmî” DİA, 2002: 436) Vahîd Mahtûmî‟nin bu çok yönlü kişiliğinin de takdiri niteliğindedir.

Merzifonlu Mehmed Hilmî Dedezâde‟nin Külliyât‟ın Divan kısmında Leblebici Şeyh Şemseddin‟e yazılan takrizin üslubu da bu bağlamda incelenmeye değerdir. Söz konusu takrizin birtakım beyitleri şöyledir:

Dedim ey şeyh-i kâmil bu kelâmın cem„ ü tertib et Dedi yazmak okumak bilmezem ben söylerim amma Dedim ahbâbına tahrîrine himmet edin lillâh

Tehecci üzre tertip eyleyüp eş„ârını imlâ (1984: 35)

Yukarıda sıraladığımız takriz örneklerine kıyasla Merzifonlu Mehmed Hilmî Dedezâde‟nin takrizinde yer alan bu beyitlerin edebi-estetik kaygıdan bir nebze uzak olduğu ve Halk şiiri şöyleyişine yaklaştığı söylenebilir. Takrizde yer alan “dedim- dedi”li söyleyişlerin kullanımı, şüphesiz, takrizin muhatabı olan Leblebici‟nin sanatıyla da ilişkilendirilebilir. Nitekim ilk beyitte ümmî olduğuna gönderme yapılan şairin mahalli şairlerden olduğu ve okumuş olmayıp tabiat-ı feyzle ve şifahi kültürle yetiştiği bilinmektedir (Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi 1970: 622). Bu bağlamda, söz konusu takrizin gerek Halk şiiri tarzındaki üslubu gerekse içeriğinin, takriz yazılan kişinin edebi gelenekteki konumuyla uyum içersinde olduğu görülür. Bu durum, takriz yazarının takriz yazdığı kişinin edebi gelenekte durduğu yere ve sanat üretimlerine göre takrizinde bir üslup tercih ettiğini göstermektedir.

Birtakım mensur takriz örneklerinde de takriz yazarlarının edebi kaygılar taşıdıkları görülür. Bu bağlamda, Seyyid Vehbî‟nin Safâyî Tezkiresi‟ne yazdığı manzum-mensur takriz dikkate değerdir. Safâyî‟nin tezkireciliği ve bu gelenekteki yerini ortaya koyan Seyyid Vehbî‟nin söz konusu takrizi şu şekildedir:

Her safha-i müşgîn-rakamı ber-tahte şükûfezâr-ı letâyifdir ki üstâd-ı kâr her bâğbân-ı „irfânın tohm-ı süveydâsından ser-zede-i hadîka-i ibdâ‟ ve pîrâye-i ravza-i anîka-i ihtira‟ı olan müntehabât-ı ezhâr-ı nâm-dâr âsârı ile müşgîn-i bahâr ve cûybâr-ı eş„âr-ı selâset-eş„ârı ile

numûne-i 262هبٜٗلاا بٜزؾر ٖٓ ١وغر ٕلػ دب٘ع eylemiş her makâlesi bir

musavver meclis-i Şehnâme-i zarâyifdir ki nice Rüstem-neberd-i „arsa-i endîşenin zûr-ı dest-i iktidârları menkabesin Mânî-i mûyîn- kalem tedkîk-i sâf-şikâf-ı musâf-ı tahkîk göstermiş mu„asker-i müretteb-leşker-i evrâkında hayme-zen-i tertîb olan „ibârât-ı sahîhatü‟l-fehâvî ve suhûf-ı sutûr-ı mütesâviye-i letâyif-i metâvisi yegân yegân güzâşte-i memerr-i nazar kılındıkda her mîr-i kalem-rev-i nazmın zîr-i livâ-yı hâmesine ilticâ ve râyet-i isti„dâdına intimâ eden şirzime-i âsâr-ı tabî„atları taklîd-i seyf ü sinân-ı hüsn-i beyân ile ârâste

نؽ ذؼِف ْٜجراوٓ ٢ِػ ٝ

263

ta„bîriyle pîrâste görülüp sipeh-sâlâr-ı kitâb-ı hurûfuna gül-bang-ı âferîn keşîde kılınmıştır. (BDK Veliyüddin Efendi 2585, 6a-6b)

Görüldüğü üzere Seyyid Vehbî, takrizinde yer verdiği göndermeler, iktibaslar ve edebi tasvirlerle sanatlı bir nesir üslubu sergilemiştir. Takrizden yansıyan bu geleneksel sanatlı söylem, Vehbî‟nin kaleme aldığı bu takrizi yalnızca Safâyî‟yi övmek için değil kendi sanatını ortaya koyma çabasıyla da üretmiş olduğunu gösterir. Vehbî, Birrî Mehmed Dede‟nin Bülbüliyye‟sine yazdığı manzum-mensur takrizle de yine nesir üslubundaki maharetini ortaya koymuştur. Nitekim takrizin,

El-hakk bu nüsha-i kem-yâb bir gülşen-i râzdır ki cûyibâr-ı reşehât-i hâme-i fesâhat ile sebz ü ter ve nesîm-i bahâristân-ı belâgât ile letâfet- perverdir ve bu mâlike-i müşkîn-nikâb bir hadîka-i nâz ü niyâzdır ki her nahlistân-ı kelimât-ı müştemilâtü‟n-nikâtı âşiyân-gâh-ı belâbil-i „irfân ve her agsân-ı şâhsâr-ı hurûf-ı zarâif-zurûfi terennüm-gâh-ı tuyûr-ı ikândır. Şükûfe-zâr-ı erkâm-ı anberîn-fâmı tarâvet-fersâ-yı hezâr-ı gülistân ve „uzviyet-i nev-bâve-i nukat-ı nâzük-namatı revnak- şiken-i bisyâr-ı bostândır. Sevâd-ı safâhât-ı hıyâbân-şumûli esdâf-ı bâsile-i arayis-i esrâr-ı vahdet-i vücûd ve beyâz-ı miyân-ı sutûr-ı turûs-ı mükâşefât-meşmûlü gurre ve cennât-ı şevâhid-i şühûddur. (SK Rauf Yekta 77, 4-5)

262

[ ] içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan, Adn cennetleri vardır (Tahâ Suresi/ 76).

şeklindeki mensur kısmı hem nesir üslubunun yetkinliğini hem de şairin sanat kudretini açıkca gösterir. Vehbî‟nin sanat kaygısını, yukarıda altını çizerek imlediğimiz Gülşen-i Râz, Reşehât, Baharistân, Nâz u Niyâz ve Nahlistân gibi mesnevilerin tevriyeli kullanımlarında da açık bir bir şekilde görmekteyiz. Bu mesnevilerin takrizde zikredilmiş olması Bülbüliyye‟nin konusu ile doğrudan ilişkilidir. İçerdikleri edebi söylemle şairin diğer üretimleri arasında anılmaya değer görülebilecek bu takrizler, Vehbî‟nin takriz yazma uğraşını kendi hünerini sınadığı bir platform olarak gördüğünü de düşündürmektedir.

Safâyî Tezkiresi‟ne takriz yazan Nedîm‟in takrizi de yine bu açıdan incelemeye değerdir. Dilekçe, takriz ve mektup benzeri birkaç küçük metin dışında Nedîm‟in bugüne ulaşan en önemli eseri şüphesiz divanıdır (Macit, Nedîm Divanı 1997: XXXII). Şairin bu sınırlı sayıdaki üretimleri arasında takriz vadisinde kalem oynatmış olması dikkate değerdir. Safâyî Tezkiresi‟nde, “Müderrisîn-i Kirâmdan Nedîm Ahmed Efendi Hazretlerinin Tahrîr Eylediği Takrîzdir” başlığıyla yer alan takrizin içeriği şu şekildedir:

Habbezâ mecelle-i celîle-i pâkîze-edâ ki her satr-ı dil-nişîni reşk- fermâ-yı ebrû-yı dil-berân-ı Hıtâ ve her kelime-i „anber-âgîni ser- mâye-bahş-ı tabla-ı „attâr-ı sabâdır. Riyâzî fehâvîsinde Tezkire-i Riyâzî bir gonca-i nev-demîde ve yetîme-ise‟âlibi bir şeb-nem-i çekîde ve reyhâne-i şihâb-ı huffâcı bir sebze-i hâbîdedir. Bir mecmû‟a-ı nefîsedir ki her sahîfesinde bir nice şâ„ir-i pakîze-edânın âsâr-ı hâmesi nümâyân ve bir mesire-i hâtır-güşâdır ki her gûşesinde bir kaç dil- berân-ı ma„nî-i bîgâne hırâmândır. Hezârân sâbâş u âferîn hâme-i hoş- edâ-yı Safâyî-i sühan-serâya ki bu gûne bir bezm-i safâya tertîb-sâz ve peymâne-i hüsn-i edâ ile ahbâbı ser-germ ü ser-endâz eyledi. (BDK Veliyüddin Efendi 2585, 9b)

Nedîm‟in bu takrizinin Seyyid Vehbî‟nin takrizleriyle benzer bir üsluba sahip olduğu görülür. Bu durum, ister şair ister nâsir olsun, mensur takriz yazacak olan kişilerin Klasik edebiyat nesrinin teşrifatına uyup geleneksel nesir üslubuna uyumlu bir söylem ürettiklerini göstermektedir. Nitekim Divan şiirinde kendi tarzını yaratmış Nedîm gibi sıradışı bir şairin dahi takrizinde bir nesir üstadı tavrını takınması bu durumu somut bir şekilde ortaya koymaktadır.

Tayyarzâde Atâ‟nın Tarih-i ‘Atâ‟sına Şeyh Osman Salâhuddin tarafından yazılan takriz de, mensur takrizlerin sanatlı üslubunu yansıtması açısından anılmaya değerdir. Aynı zamanda Tayyarzâde Atâ‟nın şeyhi olan Şeyh Osman Salâhuddin‟in takrizi şu şekildedir:

Farîza-i tahmîd ü temcîd-i Cenâb-ı Cihân-âferîn ve vecîbe-i teslîm ü tahiyyat-ı Hazret-i bâ‟is-i tekvîn-i âsumân-ı zemîn Muhammedü‟l- Emîn ve vazîfe-i tarziyye-i âl u ashâb-ı güzîn ve sâ‟ir ecille-i millet-i beyzâ ve küberâ-i dîn-i mübîn edâ vü îfâsıyla ser-levha-i makale-i „abd-ı a„cez u kemterîn bade‟t-tezyîn vesâtet-i elsîne-i sikât-ı ruvâtla mütelakkıt-ı künûz-ı hâfıza-i erbâb-ı „ilm ü hikmet ve aklâm-ı eyâdî-i tetebbu„-ı âsâr-ı eslâfla nakş-zed-i sahâyif-i Erjeng-i hayâl-ı ashâb-ı dâniş ü ma‟rifet oldığı ve „ale‟t-tafsîl müdevvenât-ı mu‟tebere-i fenn-i celîl-i târîhde pîrâye-bahş-ı evrâk-ı istibânet kılındığı üzere fenn-i bîhîn-i târih tâbi„a-i ezmine-i muhtelife olan isti„dâdât-ı muhtelife ve tabâyi„ u emzice-i mütefâvitesi iktizâsınca nev„-i beşerin ahvâl-i gûnâ- gûn ve evzâ‟-ı rengâ-reng-i çü-nakş-ı bûkâlemûnından vekâyi‟-i mâziye ve me„âsir-i güzeşte-i eslâfdan ahlâfını muttali„a kılup efrâd-ı nâsın telâfuk-ı umûr-ı ma‟âşlarınca nice nice fevâyid-i cezîlelerini ve belki istikmâl-i kemâl-i ma‟âdiyeleri menâfi‟ini şâmil bir fenn-i celîlü‟l-kadr olu[b]. (1876: 4)

Tarih-i ‘Atâ‟da yer alan diğer takrizlere göre daha süslü ve ağır bir üsluba sahip olan bu takriz, içerdiği uzun tamlamalar ve sanatlı söyleyişle klasik nesrin bütün özelliklerini yansıtmaktadır.

Mensur takriz örneklerinin edebiliği hususunda değineceğimiz son örnek Arpaeminizâde Sâmî‟nin, Râzî‟nin bir gazeline yazdığı mensur takrizidir. Yalnızca “Takriz” başlığını taşıyan bu mensur takrizde bir iki beyitlik Türkçe-Farsça manzum parçalar yer alır. Takrizinde Râzî‟nin sanatını yerden yere vuran Arpaeminizâde Sâmî, takrizini adeta bir latife metni şeklinde kaleme almıştır. Söz konusu takrizin içeriği şu şekildedir:

Hakka ki bu neşîde-i bâ-şenîde bir acûz-ı fertût-ı herze-dârdır ki safsata-i magz-ı şikâf-ı dimag-hıraş ile şikâf-ı kühen-i sifal-i şikeste-

leb-i dehânından çirkabe-feşân-ı büzak-i hezeyân-ı na-be-mahal olub bister-nişin-i izdivâc-ı şevher-tab„-ı Râzî-i mihnet-mizâcın çehre-i saht-ı behre-i hayâl-i herem-meâline tufû-endâz-ı tevbîh ü teşnî‟ oldukça gark-âb-ı bahr-ı siyâhımidâd-gûn-ı nefrîn etmiştir. Her lafz-ı „âcibete‟l-heykel-i turfe-nümâsı mevzû„-ı miyâne-i besatîn-i baklatü‟l- hümekâ-ı belâhet olmuş bir kalbüd-i bî-rûh-ı uzhûke-likâdır ki bîm ü hirâste kârünü temâyülünden fevâhıt-ı revâbıt-vahşet ü ictinâb olmuştur. Her mısra-ı tavîlü‟z-zeyl-i arîzü‟l-ekmâmı bâlâ-keş-i terhîb- i güm-kerde-i ser-âgâz-ı mezâmir-i dalâlet olmuş muhâki-i süver-i misâliye gûl-i beyabân müdâni„-i Uc bin Unûk mehîbü‟l-unvân olmagın mikrâz-ı şakk-ı yerâ‟a-ı hülya ile kamet-i nâ-mevzûnuna kesüb biçtigi bornos-ı teng-i giribân-ı rehâbin-ı Efrencî ki nesic-i hezar-pâre-i nâ-çesbân-ı kesirü‟l-haşvından beraât-bâf-kar-gâh-ı istihlâldir. [ .]

َٜع یلابث ىا كهاك یٓ ٙكوپ ٟبٔٗكٞف

264اه ٙبرًٞ ءٚٓبع ٖزَْٗ هك یج٤ػ ذَ٤ٗ

(SK Yahya Tevfik 300, 111b)

İçeriğinden Râzî‟nin bir manzumesine yazıldığını öğrendiğimiz bu takrizde Arpaeminizâde Sâmî şairin sanatını kıyasıya eleştirmiştir. Eleştiriden öte takrizinde adeta dalga geçer bir üslup sergileyen Sâmî, şairin şiirini yaralı dudaklarının çatlaklarından yersiz hezeyanların pis salyaları gibi saçma ve beyin tırmalayıcı sözler saçan yaşlı bir ihtiyara benzetmiştir. O yaşlı ihtiyar kınayarak Râzî‟nin ihtiyarlamaya yüz tutmuş katı çehresine tükürdükçe o siyah renkli denizin derin sularını mürekkep rengine boyar. Yani Sâmî‟nin nezdinde Razî‟nin bu manzumesi modası geçmiş boş sözlerle dolu kıymetsiz bir manzumedir. Onun kaleminden dökülen anlamlar, adeta denize akan siyah mürekkep gibi sadece kirlilikten başka bir şey değildir. Tuhaf görünümlü acayip heykellere benzeyen her lafzı ise ahmakların yetiştiği bostanlarda dolaşan gülünç korkuluklar gibidir. Yani onun lafızları ancak aptalların ağzında dolaşacak değerde komik sözlerdir. Öyle ki, bu lafızların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bu anlamsız şeylerden üveyik kuşlarının sürüsü dahi korkup kaçar. Uzun

264

Gösterişci kişi cehaletinden dolayı üst perdeden atıp tutar. Çünkü elbisesi kısa olan kişi (yani onursuz kişi) oturup kalkmasına dikkat etmez.

uzadıya anlatılan her mısrası rüyasında gördüğü suretlere benzer olan ve Uc bin Unûk‟un heybetine eş bir gulyabani gibi yoldan sapmışların vardıkları meydanların köşelerindeki gölgelere benzer. O mısralar hülya kamışının kesici makasıyla o gulyabaninin ölçüsüz endamına kesip biçilen kırkyama minderlerin dokumalarından yapılan Frenk rahiplerinin dar yakalı bornosları gibidir. Yani şairin sözleri o derece birbiriyle irtibatsız ve anlamsızdır.

Görüldüğü üzere, Sâmî‟nin takrizinden yansıyan bu alaycı söylem ve ağır tenkitler takriz geleneğinin mantalitesine tamamen zıt bir söylem içermektedir. Şairin bilinçli ve özgün bir girişimi olarak değerlendirebileceğimiz bu takriz, Sebk-i Hindî üslubunun önemli takipçilerinden olan ve sanatında nükteli söyleyişi esas alan (Horata, Has Bahçede Hazan Vakti 2009: 112) Sâmî‟nin nesir üslubunu yansıtması açısından oldukça önemlidir. Sâmî‟nin söz konusu takrizinde kullanılan “orijinal kelime ve terkipler, konuşma diline ait özellikler, yer yer kullanılan Farsça-Arapça ağrılıklı bir dil, tensîkü‟s-sıfat ve genişletilmiş tamlamalar, birleşik yapılar, somutlaştırma ve alışılmamış bağdaştırmalar (Babacan, Klasik Türk Şiirinin Son Baharı Sebk-i Hindi 2010: 360) Sebk-i Hindî üslubunun somut yansımasıdır. Arpaeminizâde Sâmî‟nin bu üslubu başarılı bir şekilde takriz geleneğine taşımış olması, aynı zamanda, takriz geleneğinde bu tarz özgün ve aykırı başka örneklerin var olup olmadığını düşündürmektedir. Diğer yandan, Sâmî‟nin takriz-latife şeklinde kaleme aldığı bu melez takrizin, her durumda Râzî‟nin sanatının takdiminde tanıtıcı bir işlev üstlendiğini söylememiz mümkündür.

Sonuç olarak, gerek manzum gerek mensur takriz örneklerinde karşımıza çıkan bu edebi-estetik söylem, takriz geleneğinin Klasik edebiyatta yerleşmiş bir

Belgede Klasik Türk edebiyatında takriz (sayfa 139-150)