• Sonuç bulunamadı

Edebiyat Tarihi Yazımında Bir Kaynak Olarak Takriz Metinleri

Belgede Klasik Türk edebiyatında takriz (sayfa 158-176)

Ottoman Literary Introductions as a Locus for the Central Argument of the Text” (“Bir”in (Tanrının) Çeşitli Yüzleri: Metnin Ana Konusuna Dair Bir Bölüm Olarak Osmanlı Edebi Önsözlerinin Dua Bölümleri) başlıklı makalesinde Osmanlı önsöz geleneğinin en zor bölümleri olarak görülen ve birçok çalışmada gözardı edilen dua cümleleri üzerine birtakım değerlendirmeler sunar. Söz konusu makalesinde “Dua cümleleri üzerinden bir eserin ana konusunu “okuma”mız mümkün müdür?‟ sorusuna cevaplar arayan Tezcan, duaların işlevine dair şöyle bir tespitte bulunur:

Döneminin okurlarının hakim oldukları tarihsel kontekse az çok hakimsek -birtakım ayrıntılı örneklerde- Tanrıya dua içeren ve eserlerin ilk sayfalarında bulunan önsözlerin içerdiği bu özel usuller, metnin ana konusunu tahmin etmede bize yardımcı olabilir. (2009: 35) Tezcan‟ın genelde önsöz yazınına özelde ise dua cümlelerine yöneltmiş olduğu bu dikkat, eserlere eklemlenen takriz metinlerini bu perspektiften değerlendirip değerlendirilemeyeceğini düşünmemize olanak sağlar287. Bu bağlamda

takriz geleneğini bu sorunsal düzleminde irdeleyerek bu metinlerin içeriklerinden hareketle yazar, eser ve bağlama dair birtakım çıkarımlarda bulunmak uygun olacaktır.

Takrizlere dair yapılan değerlendirmelerin birçoğu bu metinlerin salt övücü nitelik sergiledikleri kanaatini taşır. Bu kanaatler takrizlerin esere ve yazara dair ayırt edici bilgiler içermediğini ve genellenebilir hükümlerden öteye gidemedikleri görüşünü de beraberinde getirmiştir. Çalışmamız kapsamında irdelediğimiz 200‟e

287 Tezcan‟ın bu dikkati, ayet ve hadis içeren takriz metinleri bağlamında da bir karşılık bulmaktadır.

Nitekim, takrizlerde yer alan iktibasların -ve aynı zamanda eser ve yazar isimlerine yapılan göndermelerin- metnin ana konusunu tahmin etmede etkin oldukları görülür. Bu hususa tezin “Takrizler ve Gelenek” başlıklı alt bölümde değinilmiştir.

yakın takriz metni bizi bu kanaatlerin sıhhatini sorgulamaya ve takrizlerin içeriklerini irdelemeye yöneltmiştir. Bugün birçok araştırmacının eserden bağımsız olarak değerlendirdiği, dahası bilimsellik iddiası güden birçok metin neşrinde dahi yer vermediği bu metinler edebiyat araştırmaları için gözardı edilmeyecek nicelik ve niteliğe sahiptir.

Takriz metinleri, yalnız bugünün araştırmaları için değil üretildikleri dönemler için dahi önemli kaynak olarak görülmüştür. Nitekim İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Leskofçalı Gâlib Divanına yazdığı önsözde takriz metinlerinin edebiyat tarihi açısından taşıdığı öneme dikkat çekmiştir. Bu önsözde, Namık Kemal‟in Leskofçalı Gâlib Divanı için yazdığı takrize atıfta bulunan İbnülemin Mahmud Kemal İnal söz konusu takrizin önemini şu şekilde dikkat çeker:

[Namık Kemal‟in] mutavvel ve mufassal takrîzi müessirle eser hakkında elbette şâyân-ı ehemmiyet ma‟lûmât ve mülâhazât ihtivâ eylemiştir ki -divanı kadar hâiz-i kıymet olan- o takrîzin bugün elde bulunmaması, seza-vâr-ı esef-i azîmdir. Elde bulunsaydı, Galip Bey‟i pek yakından tanıyan bir üstâd-ı sâhib-kemâlin tahkîkât ve mütâla‟âtı şimdi bu sahifeleri tezyîn ve istifâde-i mükemmelemizi te‟mîn ederdi. (Yıldız, “Leskofçalı Gâlib Divanı” 2003: 43)

İbnülemin Mahmud Kemal İnal‟ın yazdığı önsözde üzerinde duracak kadar değerli gördüğü bu takriz288

adeta Leskofçalı Gâlib Bey‟in sanatının tescili olarak değerlendirilmiştir. İbnülemin Mahmud Kemal İnal‟ın bu değerlendirmeleri, aynı zamanda, söz konusu takrizin dönemindeki popülerlerliğini ve belirli bir sosyal ağın içinde dolaşımda olduğunu da düşündürmektedir. Bu durum takrizlerin eserlerden bağımsız olarak bir değerinin olduğunu ve üretildikleri dönemlerde bir başvuru kaynağı olarak görüldüklerini ortaya koymaktadır. Peki, takriz metinleri edebiyat tarihi ve araştırmaları bağlamında bugünün araştırmacılarına nasıl bir mazleme sunmaktadır? Bu soruyu birtakım takriz örnekleri üzerinden cevaplandırmaya çalışalım.

Keçecizâde İzzet Molla‟nın “yerleşik geleneğin dışına çıkan özellikleri dolayısıyla hem çağında hem de sonraki dönemlerde “temkinli” bir ilgiyle

288

Bu takriz Midhat Cemal Kuntay‟ın Namık Kemal: Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında adlı eserinde tıpkıbasım şeklinde bulunmaktadır (bkz. s. 31).

karşılan[an] (Tüzin, “Sürgün Yolunda Bir Yenileşme Serüveni: Mihnetkeşân” 2008: 8) Mihnetkeşân adlı mesnevisine Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi bir takriz yazmıştır. Eserin nazım şekliyle uyumlu olan bu manzum takriz Es„ad Efendi Divanında “Takrîzât” başlığı altında yer alır. Söz konusu takriz adeta Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi ve İzzet Molla‟nın müşterek bir sergüzeştnâmesi niteliğindedir. Kendisi aynı zamanda İzzet Molla‟nın bacanağı olan ve bu bağın tesiriyle samimi bir üslupla takrizini kaleme alan Es„ad Efendi, söz konusu takrizinde İzzet Molla‟nın sanatını şu şekilde değerlendirir:

[ ]

Ma„ânîsi rengîn hurûfı harîf O mazrûfın el-hak zurûfı zarîf

Olup lafz u ma„nâda şekkerle şîr Ana nân u helvâ degildir nazîr Misâl-i Nedîm-i ma„ârif-nişân İder bezme enseb ma„ânî beyân Makâmâtı görmiş degilsen eger Bunu ezber eyle edebden yeter

Mizâc-ı mizâh-âşinâsı eger Dilerse sözünden hacerler güler Bulur bâde-nûşâne meşrebce söz Koyar lüle-i ehl-i keyf üzre köz Olup vâ‟ize geh medâr-ı kelâm O dürden virir silk-i nusha nizâm Beyân-ı kerâmâtı itse murâd Mürîdi olur merd-i rûşen-nihâd (SK Esad Efendi 1749, 8b)

Bu övücü söyleminin ardından söz konusu takrizin 22. beytinden itibaren Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi kendi hayatına dair birtakım bilgilere yer verir:

Çıkup emr-i tahrîre kırk altıda Gezildi rehin üstü de altı da O yolda perîşân iken dürr-i dem‟ Refîkim olup hâtırım itdi cem„ Kalem oldı şîrâze-bend-i senâ Bu nazm ile virdikde Sofya safâ (SK Esad Efendi 1749, 9a)

Es„ad Efendi‟nin “1831‟de yapılan nüfus sayımında Şehirköy ve Sofya yöresinde görevlendir[ilişine]” (Arslan Üss-i Zafer 2005: XIV) gönderme yapan bu ifadeler söz konusu takrizi adeta Sahaflar Şeyhizade Esâd Efendi‟nin bir sergüzeştnâmesi olarak da okumamıza imkan sağlar.

Takrizinin 33. beyitinde tekrar İzzet Molla‟ya dikkat yönelten Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi, İzzet Molla ve Hâlet Efendi arasındaki ilişkiye göndermede bulunur. Şairin gerek siyasi gerekse edebi birçok faaliyetinde önemli bir kimlik olan Hâlet Efendi, İzzet Molla‟nın hem iyi hem de kötü talihi olmuştur. Devlet kethüdalarından olan Hâlet Efendi ile tanışan İzzet Molla kısa sürede “Hâlet Efendi‟nin nedîmleri sırasına girmiş ve o vasıta ile Sultan Mahmud‟un mülakat ve iltifatına nâil ol[muştur]” (İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, IV. Cildi, Fasikül III: 980-981). Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi de İzzet Molla gibi Hâlet Efendi‟ye intisap etmiş ve onun meclislerinde bulunmuştur (Oğraş Bahçe-i Safâ-Endûz, 2001: 4). Böylelikle İzzet Molla ve Hâlet Efendi arasındaki ilişkiye tanıklık etme fırsatı da bulan Es„ad Efendi, ikili arasındaki ilişkiyi yazmış olduğu takrizine de yansıtmayı ihmal etmemiştir. Takrizinde ikili arasındaki ilişkiye “hâlet” kelimesinin tevriyeli kullanımıyla gönderme yapan Es„ad Efendi, şairin sürgün nedenini şu şekilde dile getirir:

Düşer hâlet-i hicrete nâgehân (SK Esad Efendi 1749, 9a)

Hâlet Efendi‟nin Konya‟ya sürülüp orada idam edilmesinin ardından İzzet Molla bir anlamda ondan gördüğü lütuf ve keremin şükrünü îfâ etmiş olmak için Hâlet Efendi‟nin müdaafasında bulunmuş ve bu nedenle Keşan‟a sürülmüştür (İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, IV. Cildi, Fasikül III: 980-981). Es„ad Efendi‟nin bu takrizinde şairin hayatında dönüm noktası olan ve mesnevisini kaleme almasına vesile olan bu hadiseye gönderme yapılması bu metinlerin belirli bir bağlamda üretildiği ve içerdikleri kodların şairin sanatı ve hayatında birtakım karşılıkları olduğunu açıkça göstermektedir. Bu örnek, aynı zamanda takriz metinlerini çözümlemede tarihsel, sosyal ve kültürel zeminde yapılacak farklı okumaların önemine de işaret etmektedir.

Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi‟nin söz konusu takrizi şairin ikinci sürgün yeri olan ve hayatını kaybettiği Sivas sürgününe de göndermeler içerir. Bu kısımlar, İzzet Molla‟nın sürgününe sebep olan ve onun layihasını II. Mahmud‟a bildiren (Ceylan-Yılmaz, Hazana Sürgün Bir Bahar 2005: 23) Behçet Bey‟e dair şu göndermeleri içerir:

Leb-i behçeti bir sebebden meded Kapandı be-tezvîr-i ehl-i hased Erâcîfe bâ‟is olur sohbeti Dinüp dûra tard itdiler „İzzeti Sakın nâ-becâ açma kat‟â dehân Olursan da sâdık çekersin ziyân

Der-enbâr olan gendüm-i sebze-dâr Bu ma„nâyı eyler sana âşikâr

Hudâ saklasun cümleyi ez-kazâ Bu hefve ider nefyini iktizâ

Tarîkin idüp tayy kazâ-yı Hudâ Sürer sûy-ı Sîvâsa esb-i celâ

Tokuz mâha vardıkda hengâm-ı hicr Bakın ne toğurdı „acûz-ı sipihr (SK Esad Efendi 1749, 9b)

İzzet Molla‟nın ihtiyatsızlığı ve çevresindekilerin onun sürgününde oynadıkları role göndermeler içeren bu beyitler adeta tarihi bir belge niteliği taşımaktadır. Gerek şairin diğer eserlerinde gerekse farklı kaynaklarda yer aldığı şekliyle289

şairin bu ikinci sürgün yerinde dokuz ay kalmış olması ve buna takrizde “Tokuz mâha vardıkda hengâm-ı hicr/Bakın ne toğurdı „acûz-ı sipihr” şeklinde gönderme yapılmış olması bu takrizin bir belge-şiir olarak değerlendirilebileceğini de göstermektedir.

Keçecizâde İzzet Molla‟nın hayatındaki bu önemli ve detay bilgileri içeren Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi‟nin söz konusu takrizi, aynı zamanda şairin sanatı ve edebi üretimlerine dair bilgi ve değerlendirmeler de içermektedir:

Nu„ûtı olur bür‟e derd-i dile Şefâ‟atle men„ûtı virsün sıla Kasâ‟id ki Nef„î olaydı eger Mu„âsır çeker şöhretinden zarar

Gazâl-i Cemâli gazel sayd ider Gümüş sâkını makta„ı kayd ider Rubâ‟îsini rub„-ı meskûnda nâs Sezâ itseler kasr-ı nazma esâs Bulur müfredinden revâ serv-i yâr

289 Keçecizade İzzet Molla, Divançe-i İzzet (Hazan-ı Asar). İstanbul, 1841-42; Ceylan, Ömür- Ozan

Yılmaz. Hazana Sürgün Bir Bahar, 2005: 22-23; Tayyarzade Ata, Osmanlı Saray Tarihi III, 2010, 117).

Miyân-ı muhibbânda nev iştihâr Mesâri‟ ki âzâde aglâkdan Açar beyt-i rengîne bâb-ı dehen Tevârih-i şinâsı öyle metîn Surûrî‟yi gıbtayla itdi hazing (SK Esad Efendi 1749, 10a)

Şairin divanında yer alan nazım şekillerini tek tek mercek altına alan bu değerlendirmeler takriz yazarının şairin sanatına ne derece vakıf olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Takrizinde yer alan bu detayların yanı sıra Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi, Keçecizâde İzzet Molla‟nın edebi faaliyetlerinin de bir dökümü sunmuştur:

Kodı Gülşen-i Aşk adın birine Hezârın götürdi huşun yirine Sabâvet söziyken nola ol sühan Olur Gâlib-i güfte-i şeyh-i fen Diger mesnevî ismi Nâz u Niyâz Usûli ser-â-pâ-yı sûz u güdâz Tamâm olmadan lîk ecel sad dirîg Meh-i „ömrüni örtdi mânend-i mîg

Sipâh-ı hurûfa işâret idüp Yine cem„-i dîvâna niyyet idüp

Anın nâmın itdi Hazân-ı Bahâr Biraz dahı olmış iken sebze-vâr (SK Esad Efendi 1749, 10a)

Görüldüğü üzere bir biyografi maddesinde yer alabilecek bütün bilgileri içeren Sahaflar Şeyhizâde Es„ad‟ın bu takrizi, İzzet Molla‟nın biyografisini takip etmede bugünün araştırmacılarına önemli bilgiler sunmaktadır. Bu niteliğiyle bir tür takriz-sergüzeştname özelliği gösteren bu melez takriz, takriz geleneğinde sıradışı bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi‟nin yukarıda aktardığımız bu uzun soluklu takrizi karşılıksız kalmamış, Es„ad Efendi‟nin Üss-i Zafer adlı eserine Keçecizâde İzzet Molla da bir takriz yazmıştır. Bu takriz aynı zamanda İzzet Molla‟nın kendisine yazılan takrize bir teşekkür niteliği taşımaktadır. Es„ad Efendi‟nin vekâyinüvis olduğu sırada yazdığı [Üss-i Zafer], olayların içinde bulunmuş bir kişinin kaleminden çıkmış olması, askeri alanda yapılan yenilikler ve yeniçeriliğin kaldırılmasını ayrıntılı olarak anlatan başka bir eserin bulunmaması açısından” (Arslan Üss-i Zafer 2005: XXXII) önemli bir kaynaktır. Takrizinde eserin bu yönüne dikkat çeken İzzet Molla, Es„ad Efendi‟nin vakanüvisliğine dair değerlendirmelerde de bulunmuştur. Takrizde ayrıca eserin basımına dair birtakım bilgilere de yer verildiği görülür.

Takrizlerin içeriklerini tartışabileceğimiz bir diğer örnek Arpamenizâde Sâmî‟nin Vahîd Mahtûmî‟ye yazdığı takrizidir. Gerek Arpaemizâde Sâmi Divanında mesnevi tertibinde gerekse Vahîd Mahtûmî Divanının ön kısmında yer alan bu manzum takriz Vahîd Mahtûmî ile ilgili birçok önemli bilgi içermektedir. Şiirlerinin genellikle fahriyye bölümlerinde şiir ve şairle ilgili görüşlere yer veren Arpaeminizâde Sâmî (Kutlar, Arpaeminizâde Sâmî Divanı 2004: 31) Vahîd-i Mahtûmî Divanı‟na yazdığı bu takrizde de Osmanlı şiirinin poetik söylemi üzerine birtakım değerlendirmelerde bulunur. Arpaeminzâde Sâmî‟nin Mahtûmî‟nin hayatına, mesleğine, idari görevlerine ve sanatına dair birçok bilgiyi içeren bu takrizi şairin biyografisine kaynaklık edecek şu bilgileri içerir:

Menkabet-hân-ı pâdişâhîdür Mahrem-i pây-taht-ı câhîdür

Enderûnî Hazine Agası Şâh-ı dehrün kafesde Bebgâsı (SK Esad Efendi 2644, 43b)

Takrizde yer alan bu beyitlerde şairin son görevi olan (Kahraman, „Vahîd Mahtûmî Divanı‟ 1995: 18) hazine ağalığı görevine işaret edildiği görülür. Vahîd Mahtûmî‟nin saraydaki konuma dair bilgiler de içeren bu takrizde şairin sanatı ve hüneri şu şekilde övülür:

Oldı tertîb idince dîvânı Fevc-i ma„nî sufûf-ı dîvânî

Nazm u tensîk idüp âlây nikât Yüritdi çift ü hem-„inân ebyât Oldı destinde deste-i aklâm Kanavât-ı mecârî-i ilhâm

Matla„-ı pâki cûy-bâr-ı behişt Cânibeyni benefşe-zâr-ı behişt Nâ-şinîde neşîde-i garrâ Nüsha-i dil-firîb ü müstesnâ Kilki oldukça nagme-rîz-i dü-beyt Cevelâna gelür revân-ı kümeyt Oldı her beyt hoş-terîn-âgâz İki telli gibi terennüm-sâz Pûşiş-i tevriyeyle her bir harf Huld-i ma„nâda kâsıratu‟t-tarf

Mısrâ„ında kinâye vü îhâm Müje-i yârda nühüfte kelâm Âşinâ lafzı şûh u ra„nâdur Anda bîgâne varsa ma„nâdur

(SK Esad Efendi 2644, 44a)

Arpaeminizâde Sâmî‟nin geleneğin ortaya koyduğu bu değerlendirmeler, aynı zamanda, takriz yazarının şairin sanatına ne derece hâkim olduğunun da bir göstergesidir.

Arpaeminizâde Sâmî‟nin takrizi ile Vahîd Mahtûmî Divanında yer alan diğer takrizler, bugün şair üzerine yapılan birçok araştırmada birincil kaynak olarak dikkate alınmıştır. Bahaattin Kahraman‟ın Vahîd Mahtûmî Divanı üzerine hazırlamış olduğu doktora tezinde takrizlere dayanarak birtakım çıkarımlarda bulunması bu durumu örneklemektedir. Söz konusu doktora tezinde, şaire yazılan diğer takrizlerle birlikte Arpaeminizâde Sâmî‟nin yazdığı takrizi de değerlendiren Kahraman, bu metinlerin eser ve şair için taşıdığı değeri şu şekilde ortaya koyar:

Devrinin önde gelen devlet adamı ve şairleri tarafından kaleme alınan söz konusu takrizlerden sonuncusu Necîb Efendi‟ye aittir. Söz konusu takrizlerden edinilen intibaa göre Mahtûmî, [ .] şairliğini tescil ettirmiş olmakta ve edebi bir kişilik olarak önemli bir konuma yükselmiş bulunmaktadır. İşte sözünü ettiğimiz bu takrizler, bilhassa, şairin edebi hüviyeti hakkındaki değerlendirmelerle önem taşımaktadırlar. (Kahraman “Vahîd Mahtûmî Divanı” 1995: 38) Yenipazarlı Vâlî‟nin Hüsn ü Dil adlı mesnevisine Bâkî tarafından yazılan takriz de yine bu bağlamda anılmaya değerdir. Bâkî tarafından mesnevi nazım şekliyle yazılan üç beyitlik takriz “Melikü‟ş-Şu‟arâ Kıdvetü‟l Fuzelâ Bâkî Efendi” başlığını taşımaktadır. Mehmet Fuat Köprülü Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi‟nin “Bâkî” maddesinde söz konusu takrizin başlığına gönderme yaparak şöyle bir tespitte bulunmuştur:

991 (1584)‟de şair Vâlî, Âhî‟nin meşhur Hüsn ü Dil‟ini nazmederek devrin belli başlı şairlerinden takrizler aldığı sırada, Bâkî‟den de takrîz almış ve bunun üstüne ilave ettiği sernâmede, Bâkî hakkında mâlik al-şu‟arâ unvanını kullanmıştı. Bu unvan sonradan umûmiyetle kabul edilmiş ve Bâkî hakkında dâimâ mâlik al-şu‟arâ ve daha ziyade sultan al-şu‟arâ unvanı kullanılmıştır.” (1979: 249)

Her ne kadar Köprülü‟nün bu tespitini başka kaynaklarla destekleyemiyor olsak da290 bu ifadeler, takrizlerin işlevi ve edebiyat tarihi açısından taşıdıkları değeri göstermek için oldukça önemlidir. Takrizlerin yalnızca takriz yazılan kişiler üzerinden bir işlev kazanmadığını gösteren bu örnek, şüphesiz, 16. yüzyılda takriz metinlerinin bir şekilde dolaşımda olduğunu ve edebi muhitlerde belirli bir işlev üstlendiğini düşündürmektedir. Yenipazarlı Vâlî‟nin bu tasarrufu, aynı zamanda, salt takriz başlıklarının dahi bugünün araştırmacılarına söyleyecek birçok şeyi olabileceğini ortaya koymaktadır.

Takrizlerin içeriklerinin değerlendirilmesinde önemli bir diğer örnek Âsâf Divanında karşımıza çıkmaktadır. “Sultan Abdülmecid‟in kızıyla evlenen ve aynı zamanda saray görevleri sırasında kayınbiraderi Sultan Abdülhâmid‟in yakınlığını kazanan (Ceylan, Hanedanda Bir Asi 2003: III) Damad Mahmud Celâleddin Paşa‟nın saraydaki iyi konumu çok uzun sürmemiş ve nihayetinde padişahın iltifatından uzak kalmıştır. Siyasi kimliğinin yanı sıra Âsâf mahlasıyla şiirler yazan Paşa‟nın evi şair meclislerinin en popular mekanı olmuştur (Ceylan, Hanedanda Bir Asi 2003: 21).

Müstakil bir divana sahip olan Âsâf‟ın eserinde iki manzum takriz bulunur. Şairin sanatının övüldüğü ilk takrizin içeriği şu şekildedir:

Pür-ma„âlîdir kasâid meclis-ârâ söz değil Medh-i şâhı benzemez Şehnâme‟nin destânına

Pür-hakîkat cümlesi ez cümle ol İntâk-ı Hak Hak Te„alâ‟nın güzel tefsîrdir Kur‟ânına

Hizb-i Bahrin zevki tab„-ı müstakîmi coşdurur Çâredir ammâ sakâmet zenbinin tûfânına (SK İhsan Mahvi 94, 2-3)

Divanda yer alan diğer takriz de yine Âsâf‟ın sanatını övücü şöyle bir söylem içerir:

290

Fuad Köprülü‟yü referans alan Haluk İpekten bu tespite, Bâkî: Hayatı, Edebi Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları adlı kitabında yer verilmiştir (2008: 25-26).

O Hizb-i güzîden o İntâk-ı Hak Sır-ı nâme-i fikret-i mâ-sebak „Arabdan „Acemden gelen şâ„irân İşitmiş mi hiç böyle bir dâstân Kelâmın hoş-üslûb u dil-cûydur Çemen-zâr-ı tab„ın da hoş-bûydur Sitâyişgerindir zebân-ı „umûm Seninle mübâhât eder mülk-i Rûm (SK İhsan Mahvi 94, 8)

Şairin sanatının değerlendirildiği her iki takrizde dikkati çeken husus Âsâf‟ın devrinde sansasyon yaratan ve onun şairliğinin tescili olan “İntak-ı Hak” ve “Hizbü‟l-Bahr” adlı kasidelerine yapılan göndermelerdir. Ömür Ceylan, Hanedanda Bir Asi: Damad Mahmûd Celâleddin Paşa adlı kitabında şairin söz konusu kasideleri ve bu kasidelerin devri için taşıdığı önem hakkında şu tespitlerde bulunur:

İntak-ı Hak Paşa‟nın en bilinen manzumesidir. Ziya Paşanın Zafernamesi tarzında yazıl[mıştır]. Bir hicviyye olan kasidenin göze çarpan ilk özelliği Zafername gibi, klasik Şark hicviyyeciliğinin müstehcen geleneğinden tamamen uzak oluşudur. Bu da garplı “satyr”ı edebiyatımıza getiren Ziya Paşa‟nın etkisiyle olmuştur denilebilir. Kaside devrin bazı şaileri tarafından tahmis edilmiştir. [ .] Paşa son zamanlarda gayz ve bugzunu herkesten ziyade Bahriye Nazırı Hasan Hüsni Paşa‟ya (İntak-ı Hakk‟ın muhatabıdır) hasretmiştir. Bozcaadalı Hasan Hüsni Paşa 1882-1903 yılları arasında Bahriye Nazırlığı yapmış, zamanında donanma Haliç‟te çürütülmüş, denizciliğimiz gerilemiştir. Devrin tekmil şuarâsı tarafından sevilmez. Lakin en esaslı hicvi Âsâf‟dan alır. (Ceylan 2003: 35)

[Hizbü‟l-Bahr‟da] 1897-1898 Türk Yunan savaşlarında kazanılan zaferin mevzu edildiği beyitler oldukça dikkat çekicidir. [Kasidede] Bahriye Nazırı Hasan Paşa‟nın Sultan‟a şikayet edilmesini içeren [bir] kısım [yer alır]. Bu bölümde devrin sosyal durumunu çizen Paşa‟nın fırçası bir önceki kasideye nazaran (İntak-ı Hak) daha acımasızdır. (Ceylan 2003: 36)

Paşa‟nın söz konusu sansasyonel kasideleri üzerinden övücü bir söylem üreten takriz yazarları, aynı zamanda takriz geleneği düzleminde Damad Mahmûd Celâleddin Paşa‟ya destek vermiş ve onun cephesinde yer aldıklarını göstermişlerdir. Bu takrizlerde dikkati çeken bir diğer önemli husus takriz yazarlarının isimlerinin mahlas beyitlerinde yer almayışıdır. Bu durumu, yaşadığı siyasi baskının en yoğun olduğu dönemde Mısır‟a giden, Divanını orada bastıran ve divanın basım süreciyle bizzat alakadar olan Mahmûd Celâleddin Paşa‟nın bir tasarrufu olarak değerlendirmek mümkündür. Divanın basımından önce yazıldığını düşündüğümüz ve muhtemelen Paşa tarafından, “Bir Şâ‟ir-i Meşhûrun Takrizi” ve “Bir Şâ‟ir-i Nükte- perverindir” şeklinde adlandırılan bu manzum takrizlerin mahlas beyitleri şu şekildedir:

Şânını tavsîfden „âcizsin ey [...] fakat

„Aczini „afv etmemek düşmez o zâtın şânına (SK İhsan Mahvi 94, 5)

Bu [...] sana bir kemîn-bendedir „İnâyetine karşı şermendedir (SK İhsan Mahvi 94, 8)

İncelediğimiz takrizler içerisinde ilk kez rastladığımız bu sıradışı örnek, söz konusu takrizlerin Paşa‟yı destekleyen ve onun sosyal ağında bulunan birileri tarafından yazıldığını düşündürmektedir. Peki, takrizlerde kimlikleri bilinçli bir şekilde gizlenen söz konusu takriz yazarları kimlerdir? Bu sorunun kısmî cevabını İbnülemin Mahmud Kemal İnal‟ın şu ifadelerinde bulmaktayız: “[Damad Mahmûd Cemaleddin Paşa] İstanbul‟da bulunduğu esnada Divan-ı Eş‟arını Mısır‟a gönderip tabettirmek istedi ise de muvaffak olamadı. Bilahere Mısır‟a azimetinde tab

ettirmiştir. Üsküdarlı Sâfî‟nin pek latîf bir takriz-i manzûmunu hâvidir” (Son Asır Osmanlı Şairleri I 1988: 60). İbnülemin Mahmud Kemal İnal‟ın aktardığı bu bilgi,

Belgede Klasik Türk edebiyatında takriz (sayfa 158-176)