• Sonuç bulunamadı

Takrizlerin Dürüstlüğü

Belgede Klasik Türk edebiyatında takriz (sayfa 184-190)

“Blurbs (Taqriz) From Fourteenth-Centruy Egypt” başlıklı makalesinde Arap edebiyatında takriz geleneğinin özelliklerini ve günümüzde söz konusu geleneğin nasıl bir dönüşüme uğradığını irdeleyen Franz Rosenthal takriz metinleri ile tavsiye mektupları arasında bir ilişki kurar. Tavsiye mektubu yazan ve yazılan kimseler arasındaki ilişkiyi irdeleyen Rosenthal, bu tarz metinlerin dürüstlüğünü sorgular. Bu bağlamda Rosenthal, İbn Qayyim al-Jawziyah‟ın Badâ’iu’l-fawâ’id adlı eserinde yer alan şu ifadelere yer verir:

Bir öğrenci profesöründen (üstad, burada muhtemelen onun usta sanatkarı anlamına gelmektedir) kendisi için bir tavsiye mektubu yazmasını ve başarılarını olduğundan daha yüksek göstermesini ister. Profesör cevap verir: “Eğer bunu yapsaydım bu mektubun muhatapları sana hak ettiğinden daha fazla kredi vermiş kıt anlayışlı bir adam olduğumu düşünür ya da danışma mercii olarak dürüstlüğümden şüphe ederlerdi. Böylece her iki durumda da sen zararlı çıkardın. Çünkü bu durumda ben senin şahidinim ve eğer bir şahidin yalanı ortaya çıkarsa, lehinde şahitlik yaptığı kişi de davasını kaybetmiş olurder. (1981: 179)

Rosenthal‟ın aktardığı bu anektot takriz geleneğine dair birtakım ön kabullerin sıhhatini sorgulamamıza imkan sağlar. Öyle ki bu alıntı, takrizlerin yalnızca hatır için kaleme almadığını ve takriz yazarlarının -kendilerini riske atmamak adına- takriz yazdıkları kişilerin sanat yetilerini hesaba kattıklarına işaret eder. Rosenthal‟ın aktardığı bu anektot, yazdığı takrizle sanat ehline bir nevi kefillik yapan takriz yazarlarının bu metinleri salt övücü mahiyette ve kerhen yazmadıklarını düşünmemize olanak sağlar. Peki yukarıdaki alıntıda vurgulanan bu “dürüstlük” mefhumu, klasik Türk edebiyatı takriz geleneğinde nerede durmaktadır? Dahası takriz yazarlarının dürüstlüğünün sağlamasını yapmak mümkün müdür?

Takrizlerden yansıyan ve bizim bir önceki bölümde izlerini sürmeye çalıştığımız ilişkiler ağı, takriz geleneğini edebiyat tarihi araştırmalarının önemli bir malzemesi haline getirmiştir. Söz konusu ilişkiler ağının sağlamasını yapmak için takriz metinleri ve diğer kaynaklar üzerinde birtakım okumalar yapıldığında takrizlerden yansıyan bu ilişkilerin zaman zaman süreklilik arzetmediği gözlemlenir. Bu durumu birtakım örnekler üzerinden ortaya koymaya çalışalım.

Bu bağlamda, Ayıntablı Aynî ve Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi arasındaki ilişkiye dikkat yöneltelim. Ayıntablı Aynî‟nin Sakinâme‟sine takriz yazan Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi, takrizinde şairin sanatını ve hünerini yücelten bir söylem sergilemiştir. Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi‟nin aynı zamanda kendi divanında da yer verdiği bu takrizde Ayıntablı Aynî‟nin sanatı şu şekilde değerlendirilir:

Ne ma„nâ oldı Sâkînâme nâmı Bulur anınla bezm-i dil nizâmı Sezâdır ehl-i dil eylerse yekser Lisânü‟l-gayb Hâfız gibi ezber

Budur hem-şîve-i güftâr-ı Câmî Füzûn itse nola sekr-i garâmı Bu bir bustân-ı nevdir kim Riyâzî Alaydı şemmesin olurdı râzı (SK Esad Efendi 1749, 7a)

Aynî‟yi bu şekilde öven Es„ad Efendi, Bahçe-i Safâ-Endûz adlı tezkiresinde ise tam tersi bir üslup takınır. Aynî‟nin medreseden matrud ve meclis-i ulemâdan merdud olduğunu, saçını sakalını boyayıp fes giydiğini, mevki ve yaşına yakışmayan hareketlerde bulunduğunu (Koçu, İstanbul Ansiklopedisi 1958:1624) söyleyen Es„ad Efendi şairi yerden yere vurur. Es„ad Efendi‟nin tezkiresinde yer alan hakaretvâri ifadeleri şöyledir:

[K]endiyi hâşâ gâh Celvetî ve gâh Nakşibendî ve geh Mevleviyyeye nisbet ve lisân-ı „asra uyup yârâna karışmak ve yatımlık emeliyle düzüp takrîz-i fakîrde îmâ olundugu vechile sifre-i meygededen nişân veren Sâkînâme nâm hurâfâtındaki reviş-i habâset kemâl-i hırs ve azına dâl ve muttasıf oldugu cehl-i mürekkeb tekâzâsıyla muhâveresi ve bir merkeb yüki kadar esfâr-ı eş„ârını yanında gezdirerek hod-be- hod sitâyîş ile mecâlisde okuması mûris-i sudâ„-i re‟s ve bâdî-i istiskâl olu[r]. (Oğraş, Bahçe-i Safâ-Endûz 2001: 148)

Şairin döneminin sanat ehli içinde kendisine yer edinmek için farklı tarikatlere meylettiğini söyleyen Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi‟nin Aynî‟ye dair bu ağır sözleri takrizinde yer alan şu ifadelerle tamamen çelişmektedir:

Melâmiyyûn tarîki üzre gitmiş Riyâ vâdisini mehcûr itmiş Mizâc-ı rinde virmiş gâh tâbı Müzeyyen eyleyüp bezm-i şarâbı

Ney-i kilki olup gâhice dem-sâz Makamât-ı sarâyı itmiş efrâz Karışdırmış hakîkâtle mecâzı Çalup297بلٕ بٓ نف âvâzı sâzı

(SK Esad Efendi 1749, 7a)

Bu örnekler Ayıntablı Aynî ve Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi‟nin arasında tekdüze seyretmeyen bir ilişkinin var olduğunu göstermektedir. Takriz manzumesi ve tezkire maddesinin içerdiği bu tezat söylem, aynı zamanda, sanat ehli arasındaki ilişkilerin belirli bir dinamiği olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu bağlamda söz konusu takriz manzumesi, Ayıntablı Aynî ile Sahaflar Şeyhizâde Es„ad Efendi arasındaki ilişkinin şeffaflaşması ve taraflara dair verilecek hükümlerin sağlam bir zeminde yapılandırılmasında önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu bağlamda değerlendirebileceğimiz bir diğer örnek Safâyî ve Sâlim arasındaki ilişkide karşımıza çıkmaktadır. Sâlim, Safâyî Tezkiresi‟ne manzum- mensur bir takriz yazmıştır. Tezkirede, “Fâzıl-ı cihân nihrîr-i zamân Şeyhü‟l-İslâm müfti‟l-enâm Mirzâ Mustafa Efendi hazretlerinin mahdûm-ı mükerremleri olup hâlâ İstânbul kazâsı pâyesi i‟tibârıyla mu‟teber ü mükerrem olan Sâlim Mehmed Efendi hazretlerinin tahrîr buyurdukları takrîz-i dil-nişîndir” başlığıyla yer alan takrizde Sâlim tezkire yazarını şu şekilde övmüştür:

[M]ürûr-ı a„vâm ve te„âkub-ı leyâli vü eyyâm ile „uhûd ba„îde ve seneler cedîde oldukça be-herhâl tûl-ı âme tezkire-i sâbıka sedd olup iktifa-yı masâdır-ı hâli ile ferâmuş-ı savâdır-ı sühandânân-ı mazi eylemek lâyık u sezâ olmadığından Safâyî-i üstâd-ı şîrin-reftâr işbu tar-ı „anberîn-evtâr ile masnu„ olan tezkiretü‟ş-şu„arâ-yı san„at-şi„ârı ve 298ٓبلهلاا ٠ك َٖجؽ ٖٜربـُِ بٔٗا ٝ و٤طر ًب٘عا و٤طُاٝ ma„nâsına kafes-i tûtîyân-ı hoş-güftârân-ı şu„arâ-yı zamân eylediğinden her bir şâ„ir-i mâhirin gûy-ı dürr-i meknûn ve edâ-yı pür-mazmûnu ile âyîne-i cemâl-i kâlde sûret-i ra„nâ-yı nükte-i mısrâ„-ı 299ٕٝىٞٓ بٛو٤ٛ غغٍ خؽٝك

nümâyân olmuşdur. Hoşâ sa„y-i tâm ve hıdmet-i mâlâ-kelâm ki böyle bir eser-i nâzik-bihterîn îcâdı hayrü‟l-halef-i mîrâs-ı vedâda-ı ٠ُا

300

ٟهًٞى كلاٝا حوًنزُا َعلا ٝا كبث ئكبث ٕبٓيُا ءبٚوٗا endâhte-i verâ-yı hayât eylemekden evlâter ü ziyâd olduğu cây-ı isti„dâd değildir.

(MYK Thr 771,1)

Bu ifadeleriyle Safâyî‟yi tezkiresiyle övgüye layık gören Sâlim Efendi kendi tezkiresinin “Safâyî” maddesinde tam tersi bir tavır takınarak kişiliği, cahilliği, yeterli tahsilinin olmayışı, imlayı ve edebiyatı bilmemesi, tezkiresinin tertibinin yanlışlığı, şairler hakkında yanlış bilgi verdiği ve hatta kasıtlı olarak şairler hakkında çirkin şeyler yazdığı için Safâyî‟yi ağır bir şekilde eleştirmiştir (İnce, Tezkiretü’ş- Şu’arâ 2005: 13)301. Bu eleştirilerden birini Sâlim Tezkiresi‟nde yer alan “Râşid”

maddesinde şu şekilde görmekteyiz:

Zamânımızda tertîb-i tezkiretü‟ş-şu„arâ eyleyen Safâyî-nâm nâ-safvet fark-ı âhâd-ı ricâlü‟l-kemâle kudreti olmadığından böyle zât-ı kemâl- ittisâfın tercemesin sebt ü tastîr ve rûz-nâmçe-i hallerin zabt u tahrîr eylediği mahalde deşt-i pehnâ-yı sühanda ma„kad makûlesi olan Kıyâmî-nâm erbâb-ı kemâl kemâl-düşmen bir nâ-şâyân-sühanın hevâyî suyunda bunların bazı gazellerine ictirâ eylediği tezyîfi tahrîr

298 Kuşlar da çeşit çeşittir, uçmaktadırlar. Onların dilinde kafeslerde hapsolmak vardır. 299 Bir secî bahçesidir, kuşları da bir düzen içindedir.

300 Zamanın bitiminde daha zaman var. Ve (bu) tezkire içinde kabiliyetli kişiler var. 301

Adnan İnce tarafından yayıma hazırlanan Tezkiretü’ş-Şu’arâ‟nın önsözünde Sâlim‟in Safâyî‟ye yönelttiği eleştirilere dair detaylı bilgi verilmiştir. bkz. Sayfa 13.

ve bu misilli cerîdeler mecmû„â-ı edeb ü „irfân olacak iken bilâ-mûcib bu gûne türrehâtı sebk u tahrîr eylemek mücerred kendinin hamâkatına ve tab„-ı matbû„unun belâhatine haml olunu[r]. (İnce, Tezkiretü’ş-Şu’arâ 2005: 321)

Her ikisi de Sâlim‟in kaleminden çıkmış olan, ancak tamamen birbirinin zıttı bir söylem barındıran bu ifadeler, şair ve yazarlar üzerine yapılacak araştırma ve değerlendirmelerde edebiyat tarihine kaynaklık eden her türden malzemenin tek taraflı okunmaması ve bu malzemenin farklı birincil kaynaklarla desteklenmesi gerektiğini açıkça göstermektedir.

Bu açıdan değerlendirebileceğimiz diğer bir örnek, Mütercim Âsım ve ona takriz yazan Şeyhülislâm „Atâullâh ve Münîb Efendi arasındaki ilişkidir. Burhân-ı Kâtı‘‟ya takriz yazan söz konusu kişiler bu takrizlerinde övücü bir söylem takınmış ve sözlük yazarını yüceltmişlerdir. Tevfik Sütçü, “Türkçe Sözlükçülük Tarihinde Mütercim Âsım ve Kamus Tercümesi” başlıklı makalesinde taraflar arasındaki ilişkinin farklı bir boyutunu şu şekilde temas eder:

[Mütercim Âsım], Burhân-ı Kâtı‘‟ı Türkçeye tercümeye başlamış, bu işi altı yılda bitirerek esere padişah III. Selim‟e sunmuştur. Bu çalışmasından dolayı padişahın gösterdiği teveccüh ve yakın ilgiyi zamanının şeyhülislamı Şerifzâde „Atâullâh Efendi çekememiş, padişahın Âsım‟a maaş bağlaması ile ilgili olan emrini işlemez hale getirmiştir. Ne ilgi çekicidir ki, Burhân-ı Kâtı‘Tercümesi‟nin başında „Atâullâh Efendi‟nin ve onun hocası Antepli Münîb Efendi‟nin takrizleri bulunmaktadır. Bu durum üzerine Âsım, daha sonra yazacağı Âsım Tarihi‟nde her ikisi için de ağır sözler yazmıştır. (2012: 545-546)

Yukarıda sıraladığımız bu örnekler, takriz metinlerinin bütünlüklü bir edebiyat tarihi yazımında yoruma açık birçok boşluğu doldurabilecek niteliğe sahip olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu örnekler, aynı zamanda, edebiyat tarihi araştırma ve eleştirisinde takriz metinlerinin bugünün araştırmacılarına farklı bir perspektif sunabileceğini de göstermektedir.

Belgede Klasik Türk edebiyatında takriz (sayfa 184-190)