• Sonuç bulunamadı

Türk Edebiyatında Takriz Geleneği

Takriz geleneğinin klasik Türk edebiyatında ne kadar eskiye götürülebileceğine dair bugüne dek birtakım fikirler ileri sürülmüştür. Bu çalışma

kapsamında takriz başlığı altında ulaşılabilinen en eski örnek 16. yüzyıla dayanmaktadır.161

Ancak bu örnek takriz geleneğinin 16. yüzyılda başlandığına dair kesin bir hüküm vermeyi imkansız kılar. Peki, Türk edebiyatında takriz örnekleri ne kadar eskiye götürülebilir? Bu sorunun cevabı için Kutadgu Bilig’e dikkat yöneltmek yerinde olacaktır. Nitekim Kutadgu Bilig takriz geleneğinin “eski”liğini sorgulamada önemli bir tartışma zemini oluşturur.

“Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig” başlıklı makalede Kemal Yavuz tarafından ortaya konulan birtakım görüşler, takrizlerin Türk edebiyatının ilk dönem edebi metinlerine kadar götürülebileceğine dair bilgiler içerir. Söz konusu makalesinde esere sonradan eklenen manzum-mensur önsözlerin eserin değerini ortaya koymadaki fonksiyonuna işaret eden Yavuz (2009: 167) bu metinleri bir tür takriz olarak değerlendirir. İslâmî dönem Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig‟e döneminin önemli şahsiyetleri tarafından yazılan bu önsözler için Reşit Rahmeti Arat da birtakım değerlendirmeler yapar. Esere öncelikle manzum parçaların eklendiğini belirten Arat, eserin daha sonraki dönemlere ait nüshalarına eklenen mensur parçaları, söz konusu manzum parçaların “eksik ve kötü bir hülâsası” (Arat, Kutadgu Bilig 2007: XXX) olarak değerlendirir. Bu metinlerin işlevine dair birtakım tespitler sunan Arat söz konusu önsözler ve eser arasında şöyle bir ilişki kurar:

Kitaba ilk ilâve edilen manzum mukaddimede bir taraftan eserin kendisi ve müellifi hakkında mâlûmat verilmekte, diğer taraftan mukaddimeyi yazanın fikirlerine göre eserin en mühim kısımları tebârüz etmektedir. [ ] Kutadgu Bilig‟in üslûbunu benimsemiş olan bu şairin eserin esas fikrini iyi kavramamış olmasına rağmen terkip kudraları umumi olan bazı tâbir ve ıstılahlar dışında manzum mukaddimenin dili Kutadgu Bilig‟inkine çok yakındır. (Arat, Kutadgu Bilig 2007: XXVIII)

Arat bu önemli tespitlerinin yanı sıra “eserin ikinci ve üçüncü defa canlanması”nın bir mahsulü olarak gördüğü bu mukaddimeleri, “[Kutadgu Bilig‟in]

161 100‟ü aşkın divan ve mesnevi üzerine yapmış olduğumuz taramalar sonucunda en eski örneğine 16.

yüzyılda ulaşabildiğimiz takriz örnekleri şüphesiz gerek 16. yüzyılda gerekse öncesinde birçok farklı eserde keşfedilmeyi beklemektedir.

asıl yazılmış olduğu muhitin dışında ve birbirinden oldukça uzun fâsılalar ile vuku bulduğu”nun bir işareti olarak görür.

Eserin yazılış tarihine, çoğaltılmasına, o dönemde nasıl algılandığına ve muhitine olan tesirine dair birtakım ipuçları barındıran bu metinlerin eser takdiminde de önemli bir işleve sahip oldukları görülmektedir. Bu takdim, aynı zamanda söz konusu metinler ve takriz geleneği arasında bir ilişkinin kurulabileceğinin de önemli bir göstergesidir. Söz konusu önsözlerin takriz geleneğiyle ne derece ilişkili olduklarını somutlaştırmak için bu metinlerin içeriklerine değinelim:

Bu kitab yavlak aziz turur Çin hükemâlarının emsalleri birle bezenmiş Maçin ulemâlarının eş‟arları birle ârâste kılınmış turur bu kitabın okuglı bu beyitlerni ma‟lûm kılıglı kitabdın yakşı azizrak turur Çin ü Maçin âlimleri ve hâkimleri kamug ittifak boldılar kim maşrık vilâyetinde kamugTürkistân illerinde Buğra Han tilinçe, Türk Lugatinçe bu kitabdın yakşırak hergiz kim erse tasnif kılmadı. Bu kitab kayu padişahka ya kayu iklimka tegdi erse gayet uzlukındın nihayettin keçe körklükindin ol illerning hâkimleri âlimleri kabul kılıp, tegme biri bir türlüg at lakaburdılar162

. (Arat, Kutadgu Bilig 2007:1)

Kutadgu Bilig‟in baş kısmında yer alan bu mensur önsöz, esere eklenen manzum parçaların ne olduğuna ve kimler tarafından kaleme alındığına dair adeta okura bir önbilgi sunmaktadır. Peki mensur önsözde bu ifadelerle takdimi yapılan söz konusu manzum parçalar esere dair neler söylemektedir? Bu bağlamda, Kutadgu Bilig için yazılan manzum kısımlara yer verelim:

yime bu kitab ol idi ök aziz biligligke bolgay biligdin tengiz

162 Bu kitap çok aziz bir kitaptır. Çin hakîmlerinin hikmetleri ile bezenmiş ve Maçin âlimlerinin

şiirleri ile süslenmiştir. Bu kitabı okuyan ve bu beyitleri başkalarına bildiren bu kitaptan daha iyi ve daha azizdir. Maşrık eyâletinde bütün Türkistan memleketlerinde, Buğra Han dilinde Türkçe olarak bu kitaptan daha iyi bir kitabın kimse tarafından tasnif edilmemiş olduğunda Çin ve Maçin âlimleri ile hakîmlerinin hepsi ittifak etmişlerdir. Bu kitap hangi padişaha veya hangi diyara erişti ise, fevkaladeliğinden ve sonsuz güzelliğinden dolayı, o memleketlerin hakîmleri ve âlimlerince makbûl görülerek her biri ona bir türlü ad ve lakap verdiler.

bezenmiş agırlıkbiligler bile kalı kim şükür kıl kanâ’at ile

kamug barçasınga bügüler sözü tizip yinçüleyü kamug tüp tüzi […]

elig köz tutar köt kitab sözleri iki gün ajunda iter işleri

maçinler hakimi bu çin yumgısı tözü barça aymış munıng yakşısı

bu meşrik ilinde kamug türk ü çin munı teg kitab yok ajunda adın […]

‘arapça tejikçe kitaplar öküş bizing tilimizçe bu yumgı ukuş163

(Arat, Kutadgu Bilig, 2003:5-7)

Yukarıda aktardığımız önsöz ve manzum kısımların birbirleriyle büyük oranda benzerlikler göstermesi dikkat çekicidir. Eserin baş kısmında bulunan ve

163

Yine bu kitap çok aziz bir kitaptır, bilen için bir bilgi denizidir/ Değerli bilgiler ile süslenmiştir; artık sen şükret ve kanaatkâr ol/Bunların her birine birçok hakîmlerin sözlerini inciler dizer gibi sıralamıştır/Bu kitabın sözleri insana yardım eder ve yol gösterir; her iki dünyadaki işleri düzenler/Çin ve Maçin hakîmlerinin hepsi hep bunun güzelliğini öğmüşlerdir/Türk, Çin ve bütün maşrık illerinde, dünyada bunun gibi başka bir kitap yoktur/Arapça ve Farsça kitaplar çoktur; bizim dilimizde bütün hikmetleri toplayan yalnız budur.

esere sonradan eklenmiş olan bu kısımlarda Yusuf Has Hâcib‟in nerede yaşadığı, memleketinden ayrılışı, eserin son şeklini nerede aldığı, çeşitli memleketlerde kitaba verilen isimlerin neler olduğuna dair bilgiler yer almaktadır. Ancak yukarıda aktardığımız kısımlarda dikkati çeken asıl nokta, bu metinlerin Kutadgu Bilig‟in edebi niteliği hakkında sundukları değerlendirmelerdir. Yazara, eserine ve dönemine göndermeler yapan bu kıymetli değerlendirmeler söz konusu metinlerin takriz geleneğiyle ilişkilendirmesine imkân sağlar. Ayrıca bu takrizlerin “Çin ü Maçin âlimleri” tarafından yazılmış olması, takriz yazan ve kendisine takriz yazılan kimseler arasında kurulan hiyerarşik ilişki düzleminde bu metinleri takriz geleğine eklemlemeyi mümkün kılar.

Türk edebiyatında takriz geleneğinin sorgulanabileceği diğer önemli eser Edip Ahmed Yükneki tarafından 13. yüzyılda kaleme alınan Atabetü’l-Hakâyık adlı eserdir. “Türk-İslâm muhitinin kültür çerçevesi içinde ferdlerin terbiyesi için tanzim edilmiş olan esâsları, olduğu gibi, Türkçe ve manzûm olarak tekrarlayan bir ahlâk kitab[ı]” olan Atabetü’l-Hakâyık‟ın “yazıldığı tarihten epey bir müddet sonra dahi [...] yeniden tanzimi ve neşri ile uğraşılmış, birçok edi[b] gerek müellifin kendisinden ve gerek eserinden takdir ile bahset[miştir]” (Arat, Atabetü’l-Hakâyık 2006: 8). Atabetü’l-Hakâyık‟da eserin her nüshasında bulunmayan ve farklı başlıklarla karşımıza çıkan biri isimsiz diğerleri ise döneminin önemli devlet adamı- hâmileri tarafından yazılan üç manzume yer almaktadır. Reşit Rahmeti Arat tarafından bilimsel yayımı yapılan eserin inceleme ve notlar kısmında doğrudan “takriz” (Arat, Atabetü’l-Hakâyık 2006: 127) olarak adlandırılan bu manzumeler, Kutadgu Bilig‟le benzer şekilde yazar ve eser hakkında hükümler içerir:

I

toġa körmez erdi edibniij közi tükedi bu on tört bab içre sözi

yaġan bolsa yüklüg özesinde zėr anıijtuşı bolġay bu söznüij azı164

164

Müellifi bilinmeyen bu takrizin çevirisi şu şekildedir: Edibin, anadan doğma, gözü görmezdi; sözü bu on dört bâb içinde tamamlandı; üzerinde altın yüklü bir fil olsa, bu söz, en az, ona benzetilebilir.

II

edibler edibi fażıllar başı

gühėrdin söz aymış öğün söz bışı

uġan rahmet itsün bu saat aija yarm kopsa bolsun yaranlar işi165

III

edibniij yiri atı yüknek erür safâlıġ ‘aceb yir köijüller yarur

atası atı Mahmûd-ı yükneki edib maģmud oġlı yoķ ol hiç şeki

kitabınıij atı erür ‘atbetü’l haķayıķ ‘ibâret ‘arabdın uŝul

tamamı erür kaşġari til bile ayınıtış edib riķķat-i dil bile

eġer bilse kaşġar tilin her kişi bilür ol edibniij ne kim aymışı

165 Emîr Seyfeddin yazılan bu takrizin çevirisi şu şekildedir: Edipler edibi, fâzıllar başı, akıl ile

gevherden söz söylemiş, bu sözlerin başıdır; Tanrı bu saatte ona rahmet etsin, yarın kalktığı zaman yârânlar eşi olsun.

kişi tilni bilse bilür ma‘nisin bilür men tise ‘ayb özi bilmesin

köp ilni körür biz edib sözini bile bilmegendin ular özini

‘ayıbka koyuptur ģalayıķ ara ġalat ma’nilerni ayıtmış yana

sebeb erdi bu iş bitidük kitab kerek kıl icabet kerek kıl ‘itab

bilip tutsa her kim edibniij sözin ĥalayıķ ara ol güzinler özin166

(Arat, Atabetü’l-Hakâyık 2006: 100)

Görüldüğü üzere, Edib Ahmed‟in fiziksel özellikleri, nereli olduğu, babasının adının ne olduğuna dair birtakım detay bilgiler içeren bu manzumeler eserin dili, içeriği, edebi değeri ve döneminde gördüğü ilgiyi ortaya koyması açısından oldukça önem taşımaktadır. Öyle ki eserin bilimsel incelemesini yapan ve bu metinleri takriz olarak adlandıran Reşit Rahmeti Arat, bu manzumelerdeki bilgilerden hareketle eser ve yazara dair birtakım çıkarımlarda bulunmuştur. Arat‟ın aşağıdaki ifadeleri,

166 Büyük Emîr Arslan Hoca Tarhan tarafından yazılan şiirin çevirisi şu şekildedir: Edibin yerinin adı

Yuknek‟tir. Gönülleri açan, safâlı bir hoş yerdir. Babasının adı Mahmud Yüknekî'dir, Edip Mahmud‟un oğludur ve (bunda) hiç şüphe yoktur. Kitabının adı ʿAtebetü’l-hakâyık‟tır ve bu ibâre

Arap usûlüne göredir. (Eserin) bütünü Kâşgar dili iledir, edip (bunu) gönül rikkati ile söylemiştir. Kâşgar dilini bilen herkes edibin ne söylediğini anlar. İnsan dili bilirse, mânasını da bilir; kendi bilmediğine, bilirim, demesi ayıptır. Birçok kimseleri görüyoruz ki, edibin sözünü sofi anlayamadıkları için kendilerini üzerler. (Birçokları da), yanlış mâna vermek suretiyle, halk arasında utanılacak vaziyete düşerler, Bundan dolayı kitabı yazdık, ister kabûl et, ister hoş görme. Edibin sözünü kim bilip tutarsa, halk arasında kendi itibârını yükseltir.

Atabetü’l Hakâyık‟a dair yapılacak değerlendirmelerde bu metinlerin önemli bir işlev üstlendiğini açıkça ortaya koymaktadır:

Eserin bu ilaveler ile birlikte yeniden tanzim edildiği tarihlerde, Edib Ahmed‟in hâl tercümesi o muhitte artık meçhûl olup, adı, yeri ve hattâ eserinin ismi bile tereddütlü ve şüpheli bulunuyordu. Bilhassa Arslan Hoca Tarhan‟ın sözleri bu ciheti açıkça göstermektedir.” (Arat, Atabetü’l Hakayık 2006: 7)

Eserin sonuna eklenen söz konusu manzumelerin eser ve yazarla olan ilişkisini ortaya koymada takriz yazarlarının kimlikleri de oldukça önem taşımaktadır. Reşit Rahmeti Arat söz konusu çalışmasında takriz yazarlarının kimliğine dair şu bilgileri sunar:

Emir Seyfeddin veya Seyfeddin Barlas, Timur‟un emirlerinden olup aynı zamanda Seyfî mahlası ile Türkçe ve Farsça şiirler yazan bir şâirdir. [ .] Timur‟un ölümünde devletin ileri gelen emîrlerinden olan Arslan Hoca Tarhan, Uluğ Bey‟in 1425 yılında Moğollara karşı açtığı sefere faâl bir şekilde iştirâk etmiştir. [ .] Devletin en mühim mevkiinde idâre âmiri ve kumandan olarak vazife gören bu zat, bulunduğu memleketi imar etmekle kalmamış, fikir hayatı ve edebiyatı ile de yakından alakâdar olmuştur. Sekkâkî‟nin onun nâmına yazdığı kasidelerden kendisinin şairleri himaye ettiği anlaşılıyor. Atebetü’l-hakâyık‟a ilave edilen manzûme, Türk Dili ve edebiyatı tarihi ile eski edip ve fikir adamlarına gösterdiği alâka ve anlayışın güzel bir misâlini teşkil ettiği gibi, kendisinin de bu san‟ata yabancı olmadığını gösteriyor. (Arat, Atabetü’l-Hakayık 2006: 18)

Arat‟ın bu önemli tespitleri söz konusu metinlere şair, eser ve edebi himâye ilişkisi düzleminde bir yorum getirmesi açısından dikkate değerdir. Döneminin fikir hayatı ve edebiyatı ile yakından alakâdar ol[an] Arslan Hoca Tarhan‟ın döneminde önemli bir hâmi oluşu, Emir Seyfeddin‟in şâir kimliğiyle karşımıza çıkması bu manzumelerin -hüner hiyerarşisi düzleminde- takriz geleneğiyle ilişkilendirilesine olanak sağlar. Bu takrizler aynı zamanda Edib Ahmed‟in Arslan Hoca Tarhan ve

Emir Seyfeddin‟in sosyal ağında yer aldığını da göstermektedir. Aynı zamanda takriz yazarlarının kimlikleri -Kutadgu Bilig‟de olduğu gibi- takriz yazan ve kendisine takriz yazılan kişiler arasındaki hiyerarşik yapıyla da uygunluk göstermektedir.

Kutadgu Bilig ve Atabetü’l-Hakâyık‟da benzer örneklerini gördüğümüz bu ek metinler, takriz geleneğinin Türk edebiyatındaki seyrini belirlemede oldukça önem taşımaktadır. Her iki eserde de mevcut olan bu parçalar Türk edebiyatının ilk üretimlerine kadar götürülebilecek bir takdim geleneğinin varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Kutadgu Bilig ve Atabetü’l-Hakâyık‟da yerleşmiş bir geleneğin temsili olarak karşımıza çıkan, “eseri okuyucuya takdim eder mahiyette yazılmış” olan bu metinler, gerek söz konusu eserlerin yazıldığı dönemde gerekse daha öncesinde bu tarz örneklerin var olabileceğini düşünmemize imkân sağlamaktadır.

Bu bağlamda değerlendirebileceğimiz bir diğer örnek Osmanlı âlimi ve kadısı Şükrullâh (öl. 1464?) tarafından yazılan Behcetü’t-Tevârih‟de karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı hânedanına dair en erken kaynaklardan biri olan bu tarih kitabı, aynı zamanda Osmanlılar‟dan bahseden ilk Farsça mensur eser olarak bilinir (Yıldız, “Şükrullâh” DİA, 2010: 257). Eserin baş kısmında Mevlânâ Hızır Bey ile Mevlânâ Tûsî‟nin Farsça ve Mevlânâ Muhiddin Muhammed‟in Arapça birer manzum şiiri bulunmaktadır. Hasan Almaz, Behcetü’t-Tevârîh üzerine hazırladığı doktora tezinde, esere yazılan ve medih başlığı taşıyan bu manzumeleri takriz olarak değerlendirmiştir. Almaz söz konusu tezde, Şükrullâh‟ın düğün töreni için Edirne‟de bulunduğu zamanda Behcetü’t-Tevârîh‟in bir kısmını yazmış olduğunu ve eseri orada bulunan Hızır Bey Çelebi ile Mevlânâ Tûsî‟ye gösterdiğini söyleyerek (2004: 12) takrizlerin ne zaman yazıldığına dair şöyle bir değerlendirme sunar:

Hızır Bey İstanbul fethedildiği zaman Fatih onu İstanbul kadısı yapmış, oğulları Bâyezid ile Mustafa‟nın Edirne‟de yapılan sünnet düğününe onu da çağırmıştır. Hızır Bey Çelebi, bu sırada Behçetü’t- Tevârih‟in bir kısmını bitirmiş olan Şükrullâh‟ın Behçetü’t- Tevârih‟ine bir takriz yazmıştır. Behçetü’t-Tevârih‟in baş kısmında yer alan Hızır Bey Çelebi ve Mevlânâ Tûsî‟ye ait takriz beyitleri bu esnada yazılmıştır. (2004: 16)

Almaz‟ın aktardığı bu anektot takriz yazımına yansıyan ve tarafların kendilerini konumlandırdıkları bir sosyal ağın varlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Nitekim Şükrullâh‟ın İstanbul Kadısı Hızır Çelebi ile birlikte Fâtih Sultan Mehmed‟in meclisinde bulunması (Yıldız, “Şükrullâh” DİA, 2010: 257) ve henüz yazmakta olduğu eserini dönemin âlimlerine sunup karşılığında övgü şiirleri alması bu ağın varlığını somutlaştırır.

Söz konusu tarih kitabında “ل٣ٞگ ـ٣هاٞزُا خغٜث ٖ٣ا ػلٓ هك”167

ve “ ةبزً ٖ٣ا ػلٓ هك ل٣ٞگ”168

şeklinde adlandırılan manzum kısımların içerikleri şu şekildedir:

ذٍا ٕاوً ٠ث وؾث ٕٞچ ـ٣هاٞزُ ا خغٜث ٖ٣ا ذٍا ٕبع ٝ ٌٗا ٍٞجوٓ ن٤وؾر ٚث ٕبٜع هلٗاٝ لّبجٗ ٖ٣ا ىا وزٜث ٕبَٗا ٍبًٔ وٜث 169ذٍا ٕبٜٗ ٖ٣ا ٖٔٙ هك ٠٘ؼٓ هك طهك يً (Hızır Beg Çelebi) ٚ٤ٗبؼٓ ٠ك غ٣لث ٚ٤ِك ةبزًِ ٚ٤ٗبػ ٝ ٚ٤ٓاوُ ٠عو٣بٓ ًَ ٕب٤ث ٚ٤ٗبث َضٓ ي٣يػ نك ٚ٘ك ٠ك امٝ 170ٚ٤ٗبص ٝ ٚ٤ٗالٓ لغ٣ ُْ ـ٣هبزُا ٠ك ٝ

(Mevlânâ Muhiddin Muhammed) ٌؽ هلٗا اه خغٜث ةبزً ٖ٣ا ٕما ذؼٍٔ لاٝ ٖ٤ػ دأه بٓ ٞٗ ـ٣هبر ٖ٣ا كٞٔ٘ث ِق٣هبر ًٖٜ ـ٣هاٞر ِٚٔع لّ دبٓ ّبٔر اه ُْبػ ٍاٞؽا ذٍا غٓبع ًٖ كب٣ اه ٖ٣ا كاى تًَ وٜث171 167

Bu Behçetüt-tevârih‟in medhi için şöyle dedi.

168 Bu kitabın medhi için söyle dedi.

169 Bu Behcetü’t-tevârih adlı eser öyle kıymetli bir eserdir ki dünyada makbul olan eserlerin içinde en

eşsiz olanlarından biridir. İnsanın elinden daha iyisi gelmez. İçinde mana incileri doludur.

170

Bu, manaları eşsiz olan bir kitaptır ve kendisini anlamak isteyene bir beyan niteliğindedir. Aynı zamanda bu, sahasında misli görülmemiş ve tarihte benzer bir örneği yazılmamış bir kitaptır.

(Mevlânâ Tûsî) (Almaz, Behcetü’t-Tevârîh, 2004, “Metin” 8-9)

Görüldüğü üzere, Behçetü’t-Tevârih‟te yer alan bu farklı dilli manzum parçalar takrizlerin övücü söylemiyle uyumlu bir söylem içermektedir.

Sonuç olarak, Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakâyık ve Behcetü’t-Tevârih‟te yer alan bu manzum-mensur kısımlar -her ne kadar “takriz” başlığı taşımıyor olsalar da- övücü söylemleri ve içerdikleri değerlendirme ölçütleriyle takriz/takdim geleneğinin bir temsili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, eserleri takdim etme geleneğinin “takriz” olarak adlandırılmadan önce “medih, takdim, dibace” gibi çeşitli başlıklarla karşılanmış olabileceğini düşündürmektedir. Bu örnekler, aynı zamanda 16. yüzyıl öncesinde takriz özelliği gösteren başka metinlerin var olabileceğine de işaret etmektedir.

Klasik dönem öncesinde örneklerini gözlemlediğimiz söz konusu “takdim” geleneği klasik Türk edebiyatında, takriz başlığı altında birçok olgun örneğini vermiş ve usta kalemlerin elinden çıkan sayısız örnekle bir takdîm geleneğinden çok öteye götürülerek adeta bir yazım türü özelliği göstermeye başlamıştır. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar klasik formda üretilen birçok takriz örneği, gerek edebiyat tarihine kaynaklık etmeleri gerekse bu geleneğin estetik-edebi zevkine eklemlenmeleri açısından klasik edebiyat geleneği içerisinde hatırı sayılır bir yer edinmiştir. “Klasik Edebiyatta Takriz” konusu tezin II. Bölümü‟nde müstakil bir başlık altında etraflı bir şekilde tartışıldığından ötürü burada yalnızca kısa bir şekilde değinilmektedir.

Klasik dönem sonrasında varlık gösteren takriz geleneği Tanzimat döneminde adeta bir modaya dönüşür. Çeşitli ilimler üzerine yazılan kaynak eserler, romanlar, şiir kitapları, coğrafya kitapları, elifba cüzleri gibi çok geniş yelpazede üretilmiş metinlerde karşımıza çıkan takrizler, Tanzimat kanonu içerisinde kendisine önemli bir yer bulmuştur. Takriz Edebiyatı adlı kitabında Tanzimat dönemi takriz geleneğini matbaanın yaygınlaşması ve Batı etkisi düzleminde değerlendiren Turan Karataş bu dönem takrizlerine dair şöyle bir değerlendirme sunar:

171 Göz görmedik, kulak duymadık bu “Behcet” kitabı, ancak hissederek anlaşılabilir. Tarihi şu

ifadeye denk düştü: „bütün eski tarihler mat olsun‟. Bütün dünyada olan olayların tamamını içerir. Sen bunun içindekileri öğren.

Takriz yazma edebiyatımızın yenileşme döneminde iki farklı çerçevede, başka bir deyişle iki ayrı çizgide devam edegelmiştir. Birisi, Doğu edebiyatlarından (Arap, Acem) gelen ve eski edebiyatımızda da görülen neredeyse “övgü” üzerine kurulan takrizler, diğeri Batı‟daki örneklere bakılarak, heveslenilerek yazılan ve içinde eleştirel bir yaklaşım da bulunan takrizler. [...] Geleneğe bağlı olan, gelenekçi sayılan edebiyatçılar (Muallim Naci gibi) övgü merkezli takrizleri benimsemişlerdir. Batı edebiyatını önemseyen, edebiyatımıza o istikâmette yön vermek isteyen ve yenilikçi addedilen edebiyatçılar ise (Recaizade gibi) eleştirel bir bakışı da önceleyerek yazılan takrizlere imza atmışlardır. (2002: 20)

Karataş‟ın bu ifadelerinde dikkat çekildiği üzere değişen edebiyat algısı ve fikirleri çerçevesinde Tanzimat dönemi takrizlerinin dönüşüme uğradığı ve eleştirel bir hüviyet kazandıkları gözlemlenmektedir. Nitekim “Muahhar eserlerde takriz, takdim ve takdir yanında bazan eleştiri anlamı da içer[ren] bazı takrizlerin “mütalanâme” adıyla anılması” (Uzun-Arslan “Takriz”, DİA, 2010: 473) onların bu eleştirel özelliklerine işaret etmektedir. Ayrıca takrizlerin “XX. yüzyılın başlarından itibaren Türkçe mecmualarda “tenkit ve takriz” gibi başlıklar altında yer almaya başlam[ası da] (Uzun-Arslan “Takriz”, DİA, 2010: 473) yine bu metinlerin -övücü söylemlerinin yanı sıra- yüklendikleri eleştirel tavrı yansıtmaktadır.

Klasik edebiyattaki örneklerine kıyasla yazıldıkları eserlerin içerikleri ve döneminin tartışmalarıyla ilintili olarak yazarlarının fikirlerini yansıtan Tanzimat takrizlerini, adeta yazarlarının fikri mülahazalarını içeren birer “mütalaanâme” olarak değerlendirmek mümkündür. Gelenekten haberdar olan ve “yeni”yi özümsemeye, yerlileştirmeye çalışan Tanzimat dönemi aydınları sanatsal düzlemdeki arayışlarını takrizlerin içeriğine yansıtarak bu geleneğin sınırlarını genişletmişlerdir. İçeriklerinde gözlemlenen bu çeşitlenme, Tanzimat dönemi takrizlerinin Klasik edebiyattaki temsillerinden ayrı bir yerde konumlandırılmasına olanak sağlamıştır. Tanzimat aydını, karşısında yazılı kültürün tüketicisi olan bir kitleye hitap ettiğinin bilinciyle edebiyatı, toplumu ve dahası kültür algısını yeniden yapılandırmayı hedefler. Bu durum takriz söylemlerinin bu hedefin bir aracı haline dönüştürülmesini kaçınılmaz kılmıştır. Tanzimat aydınının takriz geleneğine yüklediği bu yeni misyon Klasik dönem takrizlerine karşı eleştirel, dahası “olumsuzlayıcı” bir tutumu da

beraberinde getirmiştir. Ahmed Midhat Efendi ve Ahmet Cevdet Paşa arasındaki şu mektuplaşma söz konusu eleştirel tavrı yansıtan önemli bir örnektir:

“Mufassal” ser-levhasiyle yazmaya başladığım târih-i umûmîden mukaddemâtı hâvî çend formayı huzûr-ı üstâdîlerine takdîm eyledim. Maksadım, taraf-ı devletlerinden bir takrize nâiliyyet değildir. İtikadımca müdâhene küçükler tarafından büyüklerin celb-i teveccühât-ı sathiyyesi için açıktan açığa iltizâm edilir bir ta‟zîm-i