• Sonuç bulunamadı

Takriz Niçin Yaz[dır]ılır?

Takriz Edebiyatı adlı kitabında, “Takrizlerin nadiren kitabın faziletine, ekseriyetle de münderecatına, kıymetine bakılmaksızın taltif için verildiğini, bazen de müellifin, müelliflerin tacizi sayesinde kerhen yazıldığını” (2000: 48) belirten Turan Karataş, takriz talebinde bulunan ve kendisinden takriz yazması rica edilen kimseler arasında “zoraki” bir ilişki kurulduğuna dikkat çeker. Geleneğe eklemlenme çabası ve hüner ispatı bağlamında değerlendirdiğimizde, birtakım şairlerin kendilerine üstat kabul ettikleri kimselerden takriz ricasında bulunmaları, dahası bu isteği bir tür “tacize” dönüştürmeleri elbette kaçınılmazdır.

Ömer Faruk Akün, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi‟nin “Divan Edebiyatı” maddesinde şairlerin içinde yetiştikleri geleneği ve bu gelenek içinde şairin nasıl bir tavır takınması gerektiğini şu şekilde ortaya koyar:

Gelenek, divan edebiyatı asırlarında her yeni yetişen şairi, kendinden önce ne mevcut olmuşsa değiştirmeden onu devam ettirmeye, nesilden nesile devralınanı kabullenmeye mecbur kılmıştır. Bütün bu çağların anlayış ve itiyatları zemininde geleneğin süregetirdiğinin dışına çıkmak, sanatın dışına çıkmakla eş değerde bir mana taşır. Şairin bu edebiyatın bünyesinde yer alabilmesi, bir şair olarak kabul görmesi için ilk şart geleneğe mutlak surette uyması, her şair gibi onun da kendisinden istenileni eksiksiz ve kusursuz olarak yerine getirmeye çalışmasıdır. [ .] Bu edebiyatın disiplinini kabul ettikten sonra şairden beklenen, kendisine geleneğin tanıdığı imkân ve sınırlar içinde, müesses değer ölçülerine en uygun ve en üst seviyede sanat göstermesidir. (2010: 421)

Akün‟ün klasik edebiyat geleneğinin teşrifatını etraflı bir şekilde ortaya koyan bu ifadeleri, takriz edebiyatı etrafında oluşan ilişkileri değerlendirmek için dikkate değerdir. Nitekim “acemi ve ehliyetsiz bir şiir heveslisi” olmadığını “üst seviyede” göstereceği sanatla kanıtlama gayretinde olan ve geleneğin kendisine sunduğu malzemeyi en iyi şekilde kullanmayı hedefleyen kimse için klasik disipline eklemlenme çabası elbette kaçınılmaz bir uğraştır. Bu bağlamda, sanat ortamında varlık göstermeye çalışan kimse için takriz ricasında bulunmak bu alanda sergilenecek gayretlerin de bir parçası olarak okunabilir. Bu noktada, kendisini teşrifata uyduracak sanat ehli için takriz, sanattaki hünerinin somutlaştırıcısı, geleneğe uygunluğunun tescili ve nihayetinde statü arzusunun bir aracıdır.

Çerçevesi çizilmiş, kuralları belirlenmiş bir geleneğin içinde şairin hünerinin bir göstergesi olan bu tescil, takriz yazan ve kendisine takriz yazılan kimseler arasında bir “arz-talep” ilişkisinin kurulmasını gerekli kılar. Bu dengenin nasıl kurulduğunu örneklemesi açısından Çelebizâde Âsım Efendi ve Haşmet arasındaki ilişkiye dikkat yöneltelim.

Haşmet‟in divanından sonra en önemli eseri olarak görülen Senedü’ş- Şu‘arâ‟da “Arap Dili ve Edebiyatı [ .] tefsir, hadis konusundaki bilgilerini ortaya

koy[muş], aruz vezni ve belâgat konusundaki mütebahhiresini gözler önüne ser[miştir]” (Aksoyak-Arslan Haşmet Külliyâtı 1994: 48). Haşmet‟in bu önemli eserine Koca Râgıb Paşa ve Çelebizâde Âsım Efendi birer manzum takriz yazmıştır. Aynı zamanda şairin en önemli hâmilerinden biri olan Çelebizâde Âsım, söz konusu takrizinde Haşmet‟in sanat kudretini şu şekilde ortaya koymuştur:

Eylemiş cem„ asahh-ı akvâl İ„tirâz etmeğe yok nutka mecâl Şöyle kim sıdkı olundı ihsâs Dinse şâyestedir İbn-i „Abbâs Şi„ri şol vech ile itmiş ki senâ Hadd u mikdârını bilsün şu„arâ (Senedü’ş-Şu‘arâ 1287:127)

Haşmet, Çelebizâde Âsım Efendi‟nin bu takrizine, “Tırâzende-i Sadr-ı Vâlâ- yı Fetvâ Şeyhü‟l-İslâm-ı Maârif-Âşinâ Çelebi-zâde Âsım Efendi Hazretleri “Senedü‟ş-Şu „arâ” Nâm Te‟lîf-i Latîflerini Takrîz Buyurduklarında Teşekküren İnşâ Etdikleri Kasîde-i Pâkîzedir” (Aksoyak-Arslan Haşmet Külliyâtı 1994:125) başlığını taşıyan bir kasideyle karşılık vermiştir. Divanında yer alan bu teşekkür kasidesinde Haşmet, Çelebizâde Âsım Efendi‟yi şu ifadeleriyle medheder:

Müftî-i zamân rûh-ı cihân hâsıl-ı devrân Sermâye-i cân kâfile-sâlâr-ı fazîlet Evzâı pesendîde vü ahlâkı hamîde Levh-i dili mecmu„a-i âsâr-ı fazîlet

Hûrşîd gibi pertev-i „irfânının olmuş Her zerresi bir kulle-i kühsâr-ı fazîlet

Bir mihr-i celî-şa„şa„a-i ilm ü fazıldır Zâtından olur münteşir envâr-ı fazîlet

(Aksoyak-Arslan 1994:125-26)

Bu övücü söylemin ardından Haşmet, kendisine yazılan takrizden duyduğu memnuniyeti şu şekilde dile getirir:

Takrîz-nüvîs-i eserim oldun efendim Etdin hünerim mazhar-ı âsâr-ı fazîlet

Yani “Sened”im eyledin âlî kaleminle Kıldın anı bir nüsha-i hal-kâr-ı fazîlet

Bu mebhas-ı vasfında eger iznin olursa Haşmet kulun etsin biraz izhâr-ı fazîlet (Aksoyak-Arslan 1994:126)

Haşmet ve Çelebizâde Âsım Efendi arasındaki ilişkiyi iki farklı düzlemde takip edebilmemize imkan sağlayan bu örnekler, takriz geleneği düzleminde arz- talep ilişkisinin karşılıklı olarak nasıl kurulduğunu somutlaştırması açısından önemlidir. Haşmet‟in Çelebizâde Âsım Efendi‟den takriz ricasında bulunup bulunmadığını tam olarak tespit edemiyor olsak dahi, takrize karşılık yazılan söz konusu teşekkür kasidesi bu geleneğin bir tür sanatsal alışveriş olarak değerlendirilebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca kasidesinin fahriye bölümüne geçerken “Bu mebhas-ı vasfında eger iznin olursa/ Haşmet kulun etsin biraz izhâr-ı fazîlet” ifadelerini kullanan Haşmet‟in kendini övmeye başlarken Çelebizade Âsım Efendi‟den müsaade istemesi de bu sanatsal alışveriş düzleminde tarafların kendilerini nasıl konumlandırdıklarını gösterir. Çelebizâde Âsım Efendi‟nin meclislerinde bulunan ve sanatında onun tesciline ihtiyaç duyan Haşmet‟in hâmisinden istediği bu “müsaade”, aynı zamanda fahriyesinin söylemini meşrûlaştırma çabası olarak da okunabilir. Öyle ki, şairin kendine dair ortaya koyacağı övücü söylem üstat kabul ettiği birisinin onayıyla elbette daha kıymetli olacaktır.

Bu bağlamda değerlendirebileceğimiz bir diğer takriz örneği Keçecizâde İzzet Molla‟nın Mihnetkeşân adlı mesnevinde karşımıza çıkmaktadır. Şairin Keşan sürgününde tanıştığı ve eserin tamamlanmasında şaire destek olan Talât adlı bir şahıs

tarafından yazılan Farsça takriz arz-talep ilişkisini yansıtması açısından dikkate değerdir. “Kaside, gazel, kıta gibi nazım şekillerinin [yanı sıra] tasvirimsi, hikâyemsi, tasavvufî, âşıkâne, felsefî, didaktik, dramatik ve mizâhî bölümler [içeren]” (Gibb Osmanlı Şiir Tarihi 1999: 476) Mihnetkeşân‟da “Evsâf-ı Tal‟ât ve Sebeb-i Nazm-ı Hikâyet” adlı bir manzume yer alır. İzzet Molla bu manzumede Keşan sürgününde mektuplaşarak tanıştığı ve kısa bir süre beraber olduğu şair Talât‟a dair birtakım bilgilere yer vermiştir. İzzet Molla‟nın mesnevisine ad koyma sürecinde kendisine danışacak kadar yakın gördüğü Talât, şairin edebi sohbetlerine de iştirak etmiştir. Molla‟nın Talât‟a dair kaleme aldığı bu manzum parçanın ardından mesnevide, “Takrîz-i Tal‟ât Efendi” başlıklı bir takriz yer almaktadır. Bu takriz, İzzet Molla‟nın sürgünü ve bu sürgünün meyvesi olan Mihnetkeşân‟a dair birtakım bilgi ve değerlendirmeler de içerir. Talât‟ın bu takrizinin ardından, “Teşekkür Berây-ı Takrîz ve Ebyât-ı Besmele Ki Der-Evvel-i Manzûme Nüvişte Bûd”179

başlığıyla İzzet Molla‟nın teşekkür manzumesi gelmektedir. Takriz ve takrize karşılık yazılan bu teşekkür manzumesinin Mihnetkeşân‟da bir arada yer alması, Haşmet ve Çelebizâde Âsım örneğinden bir derece farklı olsa da, taraflar arasındaki sanatsal alışverişi yansıtması açısından önemlidir.

Bu takrizlere eklenebilecek bir diğer örnek, Yenipazarlı Vâlî‟ye yazılan takrizlerdir. Klasik Türk edebiyatında ilk manzum Hüsn ü Dil mesnevisini kaleme alan Yenipazarlı Vâlî, 16. yüzyıl edebiyat ortamında kendisini önemli bir sosyal ağın içinde konumlandırmış şairlerdendir. Öyle ki bu sosyal ağın içerisinde bulunan ve her biri döneminde önemli yerlerde olan 24 şair-devlet adamı180

onun sanatının arkasında durarak alanında öncüllük ettiği bu mesnevisine takrizleriyle değer biçmişlerdir. Söz konusu takrizlerin başında yer alan “Nâzım-ı kitab Vâli-yi ma„ârif- nisâbın „asrında bulunan şeyhülislâm ve sâ‟ir „ulemâ-yı a‟lâm zevi‟l-ihtirâmdan çend satır ebyât-ı medh-ârâlarıyla hatm u imzâlarını matlûb eylediğidir” (SK Esad Efendi 2560, 1b) şeklindeki ifadeleri Vâlî‟nin bu kişilerden takriz ricasında bulunduğunu

179

Eserin Başına Yazılan Besmele Beyitleri ve Takrîz İçin Talat‟a Teşekkür (Ceylan-Yılmaz, Bir Sürgün Şaheseri, 2007, 126).

180Hüsn ü Dil‟e takrîz yazan şahsiyetlerin isimleri şu şekildedir: Zekeriya Efendi (Meylî), Bâkî,

Abdülhalim Muhammed (Halîmî), Ahî-zâde Yahya Efendi, Nev‟i, Paşazâde Hüseyin Efendi (Hasîbî), Muhammed Su‟ûdî (Su‟ûdî), Taşköpri-zâde Kemal Efendi (Kemâlî), Kefevî Hüseyin Efendi (Kefevî), Kınalızâde Fehmî Çelebi (Fehmî), Azmizâde Hâletî Efendi (Hâletî), Nihâlî Mehmed Efendi (Nihâlî), Ahî-zâde Hasan Çelebi (Hasan), Ahî-zâde Hüseyin Çelebi (Hüdâyî), Mustafa Âlî Çelebi (Âlî), Resmî Mahmud Çelebi (Resmî), Riyâzî Çelebi (Riyâzî), Vâlihî Efendi (Vâlihî), Mevlânâ Sâ‟î Efendi (Sâ‟î), Hasan Çelebi (el-Mu‟îd), Hilâlî Efendi (Hilâlî), Ma‟rûf Efendi (Ârifî), Gazanfer Ağa, Derviş Ağa. (Köksal Hüsn ü Dil 2003: 42).

açıkça ortaya koymaktadır. Mesnevi temize çekilirken müstensih tarafından takrizlerin başına eklendiğini düşündüğümüz bu satırlar takriz edebiyatına dair döneminin algısını yansıtması açısından değer taşır. Bu not, aynı zamanda takriz yazarları ve şair arasında var olan sosyal ağın bir takdimi niteliğini de taşımaktadır. Bu açıklamanın yanı sıra söz konusu takrizlere dair Yenipazarlı Vâlî de şöyle bir “not” düşmüştür:

Sebeb-i „izz ü sa„âdet yiter ol kim bu kitâb Ola manzûr-ı „uyûn-ı „ulemâ‟-i a„lâm

N‟ola imzâ ideler diyü tevakku„ kılsam Sikkedâr olmasa lâ-büd yürimez nukre-i hâm (Esad Efendi 2560, 1b)

Bu ifadeleriyle eserini açık bir şekilde takriz yazarlarının dikkatine sunan Yenipazarlı Vâlî, takriz yazarlarının teveccühüne ve dahası “imzâ”larına ihtiyaç duyduğunu açıkça belirtmekten çekinmemiştir. Ayrıca Vâlî, yukarıdaki ifadelerinde sikke ile eser, damga ile takriz arasında bir analoji kurarak ham gümüşün tedavüle girmesinde damganın değeri ne ise, bir eserin dolaşıma girmesinde takrizlerin işlevinin de o derece kıymetli olduğuna dikkat çekmiştir. Takrizlerin şair için taşıdığı öneme işaret eden bu ifadeler bu geleneğin sanat piyasasında bir tür takdim aracı olarak algılanışını açık bir şekilde göstermektedir. Öyle ki iyi akçenin dolaşıma girmesinde damganın hükmü ne derece önemliyse bir eserin dolaşıma girmesi ve revaç bulmasında da takriz yazarının “imza”sı o derece kıymetli olacaktır.

Takriz mantalitesine dair Vâlî‟nin bu benzetmesine eklemlenebilecek bir diğer örnek Safâyî Tezkiresi‟ne Ahmed Efendi tarafından yazılan takrizde karşımıza çıkmaktadır: “Hakka ki bir ibrîz-i hulûs-âmîz-i bedi‟ü‟l-üslûb bu gûne vaz‟-ı hasen üzre mesbûk-ı kâlıb-ı matbû‟ u mergûb olduğu dîde-i itibâr-ı ulü‟l-enzârda müstahsen ve hûb vâki‟ olmagla dârü‟l-‟ıyâr-ı hayyiz-i kabûlde tamgâ-zede-i sikke-i takrîz olmak revâ görüldü” (BDK Veliyüddin Efendi 2585, 10a). Bu ifadelerde yer alan “dârü‟l-‟ıyâr-ı hayyiz-i kabûlde tamgâ-zede-i sikke-i takrîz olmak revâ görüldü” şeklindeki hükümler de yine eserin kıymetinin belirlenmesinde takrizlerin bir damga, bir hüner tescili olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.

Takriz geleneğin iskeletini oluşturan söz konusu arz-talep dengesi taraflar arasındaki ilişkiyi hatır-gönül ilişkisi düzleminde okumamıza da olanak sağlar. Bu bağlamda, Hüseyin Vassâf ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal arasındaki ilişkiye dikkat yöneltmek uygun olacaktır.

Hüseyin Vassâf‟ın Sefine-i Evliyâ adlı tezkiresi ve Gülzâr-ı Aşk adlı mesnevisine birer takriz yazan İbnülemin Mahmud Kemal İnal, aynı zamanda, Hüseyin Vassâf hakkında hacimli bir eser yazmış, şiirlerini tanzir etmiş, kendisine, kardeşine ve babasına dair şiirler kaleme almıştır. Bu bağlamda, İbnülemin‟in Hüseyin Vassâf için yazmış olduğu takrizleri, taraflar arasındaki bu yakın ilişkinin bir yansıması olarak değerlendirmek mümkündür. Bu tarz örneklerde sanat ehlinin birbirlerine takriz yazma girişimleri, sanatsal alışveriş ve hüner tescilinden öte adeta taraflar arasındaki ilişkinin bir sağlayıcısı niteliğine bürünür.

Bu ilişkilerin izlerini sürmemize imkan sağlayan bir diğer örnek yine Hüseyin Vassâf‟ın Sefine-i Evliyâ‟sına Besîm Bey tarafından yazılan takrizde karşımıza çıkmaktadır. Besîm Bey‟in söz konusu takrizine Hüseyin Vassâf tarafından, “Bu bâbdaki medih, fakîre âit olmayıp, müşarünileyhin Mir‟ât-ı Hakîkât‟te rû-nüma olan hâline müteâlliktir” şeklinde bir açıklama eklenmiştir. Bu ifadeleriyle tercüme-i hali olan Mir‟ât-ı Hakîkât‟te Besîm Bey‟den bahsettiğine ve onu övdüğüne işaret eden Vassâf, Besîm Bey tarafından kendisine yazılan bu övgülerin asıl muhatabının kendisi değil de Besîm Bey olduğunu söyler. Görüldüğü üzere Besîm Bey‟in bu takrizi, Hüseyin Vassâf‟ın eklediği yukarıdaki başlıkla adeta müşterek bir iltifânemeye dönüşür. Besîm Bey‟in söz konusu takrizi ise şu şekildedir:

Eğer bir nefes almış olsam ferîh Olurdum sana misli nâdir medîh

Felek çok görüp bir nefes almağı Şu yek-rûze dünyâda hoş kalmağı Bunu tuhfe kıldım Hüseyn‟im sana Bağışla kusûrum yine sen bana Bu tuhfem sana yadigâr-ı fenâ Bulur nâm-ı pâkinle belki bekâ

Besîm‟in sana durmaz eyler duâ Mucîbü‟d-du„â‟dır Cenâb-ı Hudâ (SK Yazma Bağışlar 2315, ek varak181

)

Hüseyin Vassâf‟ın takrize eklediği söz konusu başlık ve Besîm Bey‟in takrizinden yansıyan bu övücü söylem, taraflar arasında var olan samimiyetin takriz düzleminde bir tür tevâzu yarışına döndüğünü göstermektedir. Sefine‟nin derkenarında Besîm Bey‟e ait bir başka manzum parça daha yer almaktadır. Bu manzume Hüseyin Vassâf tarafından “Bir iltifât-nâmelerinde de ziyâde izhâr-ı teveccühle buyururlar ki” şeklinde adlandırılmıştır. Takriz özelliği gösteren bu manzumenin -öyle ki bu manzume takriz metinlerinin bulunduğu sayfaya derkenar düşülmüştür- samimi bir söylem içerdiği görülür. Manzume şöyledir:

Ey selsebil-i aşk ile ser-şâr-ı feyz

Tesnîm-i aşkını bana sun mest kıl müdâm Var sende vâridât-ı guyûbun hızânesi Îsar kıl cevâhir-i feyzi ale‟d-devâm Sirâcü‟s-sâirîn-i aşksın şeffâfsın nûrum Hüseyn-i bâ-safâ-yı feyzsin Vassâf‟sın nûrum (SK Yazma Bağışlar 2315, ek varak)

Görüldüğü üzere bu manzumeden yansıyan samimi üslup, yine taraflar arasındaki samimiyeti gözlemlememize imkan sağlamaktadır.

Yine Hüseyin Vassâf ve Kerâmeddin Efendi arasındaki ilişki de takriz geleneğine yansıyan bu hatır-gönül ilişkisini yansıtması açısından anılmaya değerdir. Kerameddin Efendi‟nin Şemsü’s-Sabûhî fî-Menâkıbı Pîr Muhammed en-Nasûhî adlı eserine takriz yazan ve bu takrize divanında yer veren Vassâf, aynı zamanda Sefine-i Evliya‟da Kerâmeddin Efendi‟nin biyografisine yer vermiştir. Bu biyografide

181

Takriz, Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar 2315 numaralı yazmanın 23 ile 24 sayfaları arasında bulunan ek sayfanın “b” yüzünde yer almaktadır.

Hüseyin Vassâf‟ın kaleme aldığı söz konusu takrizin yazım süreci ve bu süreçte taraflar arasında nasıl bir ilişki kurulduğu şu şekilde ortaya konulmuştur:

Kendileriyle mine‟l-kadîm müşerref olageldiğim gibi yazmakta oldukları Şemsü’s-Sabûhî fî-Meknâkıbı Pîr Muhammed en-Nasûhî- nâm eser-i âlî münâsebetiyle temâsımız daha yakından ve pek samimi bir şekilde vâkî olmuş idi. Bu eser esâs itibariyle Hz. Nasûhî ve sülâle-i kirâmı hakkındadır. Bi‟l-münâsebe Hz. Pîr Şa‟bân-ı Velî efendimizle hulefâsı ve ehl-i silsile hakkında da tedkîkât-ı mahsûsayı câmi‟dir. [ .] İşbu eserleri hakkında makâm-ı takrizde bu manzûmeyi yazıp kendilerine ihdâ ettim:” (Akkuş-Yılmaz, Sefine-i Evliyâ 2006: 81)

Hüseyin Vassâf ve Kerâmeddin Efendi arasında var olan yakın ilişkiyi şeffaflaştıran bu ifadeler gerek söz konusu eserin gerekse bu esere yazılmış olan takrizin taraflar arasındaki bu ilişkideki önemli rolünü ortaya koymaktadır. Diğer bir yandan Vassâf‟ın, Kerâmeddin Efendi‟nin biyografisine eklediği bu detay bilgi, takrizin yazılma sürecini yansıtması açısından oldukça önemlidir. Hüseyin Vassâf‟ın gerek divanında gerekse tezkiresinin ilgili maddesinde yer verdiği bu manzum takriz, aynı zamanda “takrizler eser görülmeden mi yazılır?” şeklindeki sorulara da bir derece cevap niteliği taşımaktadır.

Hatır-gönül ilişkisini gözlemleyebileceğimiz bir diğer örnek, Hanîf İbrahim Efendi ile öğrencisi Müstakimzâde Sâdeddin Süleyman arasında takriz geleneği üzerinden kurulan ilişkidir. Hanîf İbrahim Efendi, öğrencisi Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi‟nin Mektûbât Tercümesi, el-Hediyyetü’s-seferiyye ve’l- hazariyye yanı sıra Şerh-i Divan-ı Ali el-Murtaza adlı eserlerine takriz yazmıştır. Hanîf İbrahim‟in öğrencisi Sâdeddin Süleyman‟ın üç farklı eserine yazmış olduğu takrizler, taraflar arasında süregelen hoca-öğrenci ilişkisinin güzel bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Takriz geleneği üzerinden yansıyan bu hatır-gönül ilişkisini gözlemleyebileceğimiz bir diğer örnek Ganizâde Nâdirî ve Azmizâde Hâletî arasındaki ilişkidir. 17. yüzyılın anılmaya değer isimleri arasında olan ve birbirlerinin gazel ve kasidelerine nazireler yazan Ganizâde Nâdirî ve Azmizâde Hâletî arasında yakın bir ilişki olduğu bilinmektedir (Kaya, Azmizâde Hâletî Dîvânı

2003: 20). Ganizâde Nâdirî, divanı ve münşeâtını toplayıp düzenlediği zaman Azmizâde Hâletî ona bir takriz yazmıştır. Taraflar arasında var olduğu ileri sürülen bu yakın ilişkinin bir yansıması olarak değerlendirebileceğimiz söz konusu takriz şu şekildedir:

Nâdirî şi„r ile hem-pâye iken Selmân‟a Oldu inşâ-i dil-âvîz ile Vassâf-ı zamân Böyle dîlân-ı sühan böyle ser-âmed inşâ Yaraşır dense ana münşî-i sâhib-dîvân182 (Faik Reşat, Eslâf 1893: 184)

Azmizâde Hâletî‟nin bu takrizine karşılık olarak Ganizâde Nâdirî de şöyle bir takriz kaleme almıştır:

Dîvân-ı Hâletî yaraşur vasf olunsa kim Miftâh olup açar bize bâb-ı belâgatı Vasf-ı makâlin itse n‟ola anlar iktizâ Her safhasında var niçe mahsûs hâleti (SK Fatih 3878, 74b)

Ganizâde Nâdirî‟nin Divanına kaydedilen183 bu takriz taraflar arasındaki hatır gönül ilişkisini somut bir şekilde takip etmemize olanak sağlarken takrizlerin sanatsal alışveriş bağlamında nasıl araçsallaştırıldığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Ayrıca her iki takrizin kıta nazım şekliyle yazılmış olması, taraflar arasındaki sanatsal alışverişte bu nazım şeklinin bilinçli olarak seçilmiş olduğunu da düşündürmektedir.

“Takriz neden yazılır?” sorusuna cevaplar bulmada farklı bir perspektif sunan hatır-gönül ilişkilerinin en önemli duraklarından birisi de akrabalık bağlarıdır.

182Azmizâde Hâletî‟nin söz konusu takrizi Ganizâde Nâdirî Divanı‟nın Süleymaniye Kütüphanesi

Fatih 3878 numaralı nüshasında bulunmamaktadır. Numan Külekçi, “Ganizâde Nâdiri, Hayatı, Edebi Kişiliği Eserleri, Divanı ve Şehnamesinin Tenkitli Metni” adlı doktora tezinde Azmizâde‟nin yazdığı bu takrizin bulunduğu yazmanın bilgilerini şu şekilde aktarır: Divan-ı Şeyhi vü Münşeat-ı Nâdirî, Manisa İl Halk Kütüphanesi. Nr: 2776/2 v.73a (Külekçi, Numan. “Ganizâde Nâdirî, Hayatı, Edebi Kişiliği Eserleri, Divanı ve Şehnâmesinin Tenkitli Metni”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1985, 24).

183

Bu takrîz, bu çalışmada birincil kaynak olarak kullandığımız Ganizâde Nâdiri Divanının Süleymaniye Kütüphanesi Fatih 3878 numaralı yazmada başlıksız olarak yer almaktadır.

Edirneli Kâmî‟nin Riyâzü’l-Kâsımîn adlı eserine takriz yazan Nazîr İbrâhim Kâmî‟nin yeğenidir. Fıtnat Hanım divanına kardeşi Mehmed Şerîf Efendi mensur bir takriz yazmıştır. Bu örnekler içerisinde Nazîr İbrâhim‟in takrizi dikkate değerdir. Nazîr İbrâhim‟in aynı tarikat anlayışında birleştiği ve aynı zamanda üstat kabul ettiği akrabası Edirneli Kâmî‟ye takriz yazma deneyimi takriz yazımı mantalitesinin değişmezi olarak görülen sanatsal hiyerarşinin (büyüğün küçüğe takriz yazması) zaman zaman tersine işleyebileceğini gösteren bir örnektir. Bu örnekler aynı zamanda takriz geleneğine dair verilecek hükümlerde taraflar arasında var olan ilişkilerin birçok yönden değerlendirilmesi gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BĠR YAZIM TÜRÜ OLARAK KLASĠK TÜRK EDEBĠYATINDA TAKRĠZ