• Sonuç bulunamadı

5. OSMANLI DEVLETĐ TOPRAK REJĐMĐ

5.4.1. Tımar sisteminin özellikleri

Osmanlı Devleti toprak rejiminin özünü oluşturan tımar sisteminin, kendine has özellikleri vardır. Bu özellikler, devletin, tımar sistemine tabi arazi üzerindeki hakkı, tımar

27 Tımarla ilgili olarak, tevcih, nakil, terfi, becayiş gibi sebeplerle hazırlanan belgeler.

28 Sahib-i Arz, arazi sahibi anlamına gelir. Tımar veya zeamet verilen kimseler, kendilerine verilen arazinin sahibi olmadıkları halde, Osmanlı hukukunda tımar ve zeamet erbabına sahib-i arz denilmiştir. Arazinin sahibi padişahtır.

sahibinin devletle olan ilişkisi ve tımar sahibinin reaya ile olan ilişkisi başlıkları altında ele alınabilir.

Ayrıca Osmanlı toprak rejimi, orduyla iç içe girmiş bir kurallar bütünüdür. Bu bakımdan rejimin orduyla uyumu son derece önemlidir. Osmanlı toprak rejiminin orduyla uyumu, ordunun ve halkın beslenmesi konusundaki etkinliği, rejimin özelliklerinin anlaşılması bakımından önemlidir. Osmanlı tımar sisteminin en önemli özelliği bu beslenme (iaşe) konusudur.

Aksoy (1984), sistemin işleyişiyle ilgili olarak: “Böylece XIV ve XV. yüzyıllarda Osmanlı Đmparatorluğu’nun çok özgül bir toprak rejimi ve ekonomik sistemi olduğu görülmektedir. Mirî toprak sisteminde devlet toprakların sahibidir. Reaya bu toprakları zorunlu olarak işlemek üzere sürekli ve irsi bir kiracı gibi kullanır” ifadesini kullanmaktadır. Aksoy (1984)’a göre, Osmanlı toprak rejimine bağlı örgütlenme biçimini belirleyen, devletin askeri niteliğidir.

Osmanlı ordusu; yeniçeriler ve diğer maaşlı askerler ile tımarlı sipahiler ve eyalet askerlerinden meydana gelmektedir. Ordunun belkemiği, Kanuni’nin ölümünde sayıları 150.000 civarında olan tımarlı sipahiler ve cebelülerden oluşan eyalet askerleridir (Đpekçi 1975). Eyalet askeri diye tabir edilen askeri güç; esas olarak tımarlı sipahiler ile onların bakmakla yükümlü olduğu cebelü askerleri ve diğer eyalet askerlerinden oluşmaktadır. Eyalet askerlerinin sürekli kaldıkları belirli bir kışlaları yoktur. Osmanlı toprak rejiminin eyalet ordularının masraflarını karşılamak ve ülkenin ordusunun iaşesini (beslenmesini) sağlamak gibi bir rolü vardır.Tımar sisteminin özellikleri şu şekildedir:

a-) Devletin, tımar sistemine tâbi arazi üzerindeki hakkı

Tımar rejiminin uygulandığı mirî arazinin tarifi, “çıplak mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı da şahıslara ait olan arazi” şeklindedir. Burada bahse konu olan rakabe, bugünkü hukukumuzda mevcut olan çıplak (kuru) mülkiyettir. Arazinin çıplak mülkiyetine sahip olan kimse, onun sahibi olur. Şu halde devletin mirî arazi üzerindeki hakkı, bir mülkiyet hakkıdır (Üçok 1943).

Yapılan fetihler sonucunda elde edilen toprakların tek mâliki hükümdardır. Hükümdar kimse, daha doğrusu devlet kiminse toprak da onundur. Toprak hükümdarın mülküdür. Devlet

arazisi, hükümdarın özel mülki gibidir; ve onda dilediği gibi tasarruf edebilir. Tanzimat’tan sonra dirlik sisteminin kaldırılmış olmasına rağmen, mirî arazi rejiminin korunmasını, bazı araştırmacılar bu nedene bağlamaktadır (Seviğ 1953).

b-) Dirlik sahibinin devletle olan ilişkisi

Devletle sipahi arasındaki ilişkinin özünde, devletin mirî araziden belirli bir parçayı, belli bir askeri hizmet karşılığında sipahiye vermesi yatmaktadır. Ancak bu durumda, toprağın yöneticiliğini üzerine alan sipahi, hiç bir şekilde bu toprağın sahibi olmaz. Sadece toprağı işleyen köylüden, yani reayadan, devletin alacağı vergileri toplama hakkına sahiptir. “Sahib-i Arz” da denilen sipahi; mülk tımarlar hariç olmak üzere, topladığı vergiler karşılığında, topladığı vergi gelirine uygun olarak devlete asker beslemek ve bu askerin donanım ve teçhizatını temin ederek bizzat sefere katılmakla veya diğer hizmetlerle mükelleftir.

Bugünün devlet memuru ile devlet arasındaki ilişki, tımarlı sipahi ile devlet arasındaki ilişkiye benzemektedir. Memur, devletten maaş alırken, sipahi, tımar olarak aldığı devlet arazisinin gelirini toplamakta, bu gelirden “kılıç” adıyla ayrılan kısmı geçimine tahsis etmektedir. “Kılıç”, bu günün memur maaşına benzemektedir (Üçok 1943). Gelirin, kılıçtan artan kısmı, dirlik sahibinin asker beslenmesine ve diğer sorumluluklarını yerine getirmesine ayrılır. Sorumluluklarını yerine getirmeyen dirlik sahibi azledilir (elinden tımarı alınır). Osmanlı kanunnamelerinde ve kaynak kitaplarda rastlanan “azil”29 ve “mazul”30 kelimeleri de devletle dirlik sahibi arasındaki ilişkinin bir kamu hukuku ilişkisi olup, bu gün devlet ile memuru arasındaki ilişkilere benzediğini göstermektedir (Aynî Ali Efendi Çev. Tunçer 1964).

Tımar sahibi, aynı zamanda tımarın bulunduğu sancakta oturmak zorundadır. Bir tımarlı sipahinin sancak dışında oturması azline sebeptir. Azledilen sipahinin mazuliyet süresi iki sene olmayınca kendisine tekrar tımar verilmez.

Tımar ve zeamet, babalarının ölümüyle veraseten oğullarına intikal eder. Buna göre babalar sağ oldukça evlatlara tımar ve zeamet verilmez. Ancak tımar sahibi olan sipahi, savaşa gidemeyecek kadar yaşlanmış ise başka tımar istememek şartıyla hakkını oğluna devredebilir. Babalarının emekli olması sebebiyle, geçici olarak tımar sahibi olan çocukların, babalarının ölümünden itibaren, yedi yıl, babaları büyük babalarından evvel ölüp de büyük

29 Azil; azleden, uzaklaştıran, görev ve yetkileri elinden alma yetkisi olan kişi. 30 Mazul; azledilen, uzaklaştırılan, görev ve yetkileri elinden alınan kişi.

babası sonradan ölenler, büyük babalarının öldükleri tarihten sonra, on yıl zarfında tımar veya zeameti kendi üzerlerine geçirme hakkına sahip olurlar. Bu gerçekleşmesse, bu gibiler artık reaya31 (halk, köylü) sayılır ve reayanın ödemekle mükellef olduğu her türlü vergi ve rüsum bunlardan da alınır.

Savaşa gitmeyenle, savaşta ölenin mutasarrıf bulunduğu tımarın, evlada intikalinde de farklılık vardır. Savaşa gitmeyenlerin tımarının intikali, terakkisiz32 olarak, yalnız ‘kılıç hakkı’33yla gerçekleşirken, savaşta ölenlerin oğullarına ya aynen ya da bir miktar indirilerek kılıç hakkından fazlasıyla verilir. Pakalın (1993)’a göre; bu suretle fazla verilmesinin sebebi: “Mahalli- ma’rekede firarı ihtiyar etmeyip şehit olursam ocağım sönmez, dirliğim oğluma verilir” (Savaş meydanından kaçmayıp, şehit olarak ölürsem, ocağım sönmez, dirliğim oğluma verilir) düşüncesinin oluşması içindir.

Tımar, erkekten erkeğe kalır. Sipahi, erkek evlat bırakmadığı takdirde, mahlûl (miras hakkı olan kimsesi kalmayan) sayılırdı. Bir tımar sahibi tarafından işlenen cinayet, onu tımardaki hakkından mahrum edebilirse de bu mahrumiyet mirasçıları için geçerli olmaz. Bir kişinin üzerinde birkaç tımar toplanabildiği gibi, bunların zeamete çevrilmesine de izin verilir. Fakat bir zeametin birkaç tımara bölünmesine izin verilmez.

Tımarların reayaya dağıtım hakkı vezirlere ve beylerbeylerine aittir. Vezirlerle, beylerbeyleri ve sancakbeyleri ölünce, adamlarına bir dirlik verilmesi için bir kanun bulunur. Vezirlerin on dört, vazife sahibi iken ölen beylerbeyinin sekiz, sancakbeyinin altı adamına tımar verilir. Bunların sağlıklarında adamlarına tımar verilmez. Kanuni Sultan Süleyman, döneminin 10. yılından sonra, beylerbeylerinin hükümet merkezinin izni olmaksızın tımarları verebileceklerini kanun haline koymuştur. Bunlara “Tezkiresiz Tımar”34 denilmiştir. Bu yetki ancak “kılıç hakkı” için geçerlidir.

31 Reaya; mirî araziyi ekip biçen, tasarruf eden, halk. Bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar.

32 Terakki kelimesi, Arapça bir kelimedir. “Artma, çoğalma, ilerleme, ileriye gitme” anlamına gelir. Osmanlı toprak rejiminde dirlik sahiplerine verilen zam anlamında kullanılmıştır. Dirlik sahibi için bu zamlar, sipahinin devlet için zamanla göstereceği yararlılıklarıyla orantılı olarak tasarruf ettikleri dirliklerine yeni ilaveler yapılmak suretiyle gerçekleşmiştir. Bu türden terakkiye “hisse” veya “ifraz”, terakki sahiplerine ise “terakkilü” denilmiştir. Dirlik sahibinin vefatı halinde, o zamana kadar elde ettiği terakkileri, oğluna veya devralan şahsa intikal etmemesi durumunda olan tımarlara ise “terakkisiz” denilmiştir.

33 Kılıç, ya da Kılıç Hakkı; Osmanlı toprak rejiminde her dirliğin çekirdeğini teşkil eden kısım. 34 Genellikle değeri düşük olan ve beylerbeyinin doğrudan vermek yetkisine sahip olduğu timarlar.

Tımar sahipleri, seferlere bizzat katılmaya mecbur oldukları gibi, tımarların gelirine göre, “cebelü” (silah ve mühimmatı teçhiz edilmiş asker. Bunlara, cebelu ya da cebeli de denilir) götürmek mecburiyetindeydiler (Erdost 2005). Ancak Anadolu'nun bazı şehirlerinde var olan Mülk Tımarları;35 sefere kendileri katılmazken, yerlerine cebelülerini gönderebiliyorlardı. Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen tımar sahibinin bir yıllık geliri hazine tarafından alınıyordu. Ölümü halinde timar oğluna, oğlu yoksa diğer mirasçılarına kalıyordu.

Mülk tımarlarında, tımar sahibi, devlet adına, türlü hak ve vergileri toplama yetkisine sahiptir. Tımar sahibi, bu yetkiyi, bütün hayatı boyunca ve ölümünden sonra mirasçıları tarafından ve tam bir mülk olarak tasarruf edecek şekilde kullanır.

Mülk tımarları, vaktiyle devletten bir mülk olarak satın alınmış arazilerde ya da olağanüstü durumlarda, devlet tarafından bir hizmete bağlı olmayarak bağışlanmış serbest mülklere verilmiştir. Mülk tımarlarına, askeri hizmet şartı, daha sonraki yıllarda koyulmuştur. Mülk tımarları, diğer mülkler gibi serbestçe alınıp satılabilir ve aynı mükellefiyetlerle vakfedilebilirdi.

Tımar sahipleri, sefere birlikte götürdükleri cebelülerden herhangi biri kaçarsa, bunun yerine başka birini bulmak zorundadırlar. Yapılan yoklamada kaçanların yerine başkasını bulmayanların hâsılatı derhal alınır. Tımar sahiplerinin kanunen getirmeye mecbur oldukları cebelülerin denetimi beylerbeyine aittir (Pakalın 1993).

c-) Dirlik sahibinin, reaya ile olan ilişkisi

Dirlik sahibi olan tımarlı sipahi ile toprağı işleyen köylü (reaya) arasında iki tür ilişki vardır. Bunlar; dirlik sahibinin, rakabesi devlete ait olan araziyi devlet adına, reayaya, kullanmak üzere vermesi ve devletin reayadan alacağı vergileri toplamasıdır.

35 Bir diğer adı “Mâlikâne Tımarı” olan bu tımarlar, sadece Anadolu Beylerbeyliği bünyesinde mevcuttur. Bu tımarların sahipleri bizzat setere gitmek mecburiyetinde değildir. Ancak sefere, gelirlerine uygun miktarda asker (cebelü) göndermek zorundadırlar. Mülk olmayan tımarların sahipleri, sebepsiz olarak kendileri sefere iştirak etmeyince veya zorunlu olduğu adet asker (cebelü) götürmeyince, tımarları ellerinden alınır. Buna karşılık, mülk tımar sahipleri, asker (cebelü) görevlerini yerine getirmeyince, tımarları ellerinden alınmaz sadece tımarlarının bir yıllık geliri hazine tarafından alınırdı. Ayrıca Mülk tımarlar, özel mülk hükmünde olduğu için diğer tımarlardan farklı bir şekilde miras hukukuna uygun olarak tımar sahiplerinin varislerine intikal ederdi.

Sipahinin, reayadan tahsil etmek yetkisine sahip olduğu vergilerin ilki, tapu resmidir. Fakat tapu resmi, büyük miktar tutmaz. Sipahinin asıl gelirini, reayadan kendi adına toplamak hakkına sahip olduğu dini ve örfi çeşitli vergiler oluşturur. Bunlardan en çok gelir getiren “çift akçesi” 36 ve “öşür”37 dür.

Reayadan yerlerini bırakıp gidenler, harp ve deprem gibi sebeplerle başka vilayetlere gitmiş olsalar dahi geri dönüşlerinde tekrar eski işledikleri topraklara kesinlikle sahip olamazlar. Terk edilen bu toprakları tımar sahipleri istedikleri gibi tasarruf ederler. Çiftlik ve arazisini terk ederek giden reayanın kullandığı evi ile bu evin bahçesi de aynen arazisinde olduğu gibi sipahinin olur.

Reayanın bir yerden diğer bir yere gidebilmesi sipahinin iznine bağlıdır. Çünkü bu suretle yerlerini bırakıp gidenleri, bulundukları yerlerden kaldırıp eski yerlerine naklettirmeye tımar sahipleri yetkilidir. Ancak bir şekilde bir başka tımara göçmüş olanların üzerinden on yıl geçmiş olanlara eski tımar sahibinin her hengi bir hüküm uygulama hakkı yoktur. Tımarı oluşturan arazinin öşür ve rüsumundan başka tımar sınırlarını oluşturan yerlerdeki sahipsiz ağaçların mahsulünün yarısı da tımar sahibine aittir. Öteki yarısı mahsulü toplayanındır.

Aksoy (1984), reayanın ve tımar sahibinin durumunu açıklarken, reayanın, mirî topraklar üzerine sürekli ve irsi bir kiracılık sözleşmesi sayılabilecek bir sözleşmeyle yerleştirildiğini ifade etmiş bu iki ilişkiyi: “Mirî topraklar üzerinde iki çeşit egenim38 hakkından söz edilebilir. Birincisi reayanın bu topraklar üzerinde tarım yapmak hakkı ve görevidir. Bunlar bu hakka tapu senediyle kavuşurlar. Ancak hemen görüleceği gibi, bu tapu senedi bugünkü anlamda bir mülkiyet hakkı vermez. Đkincisi, üzerinde tarım yapılan toprakların öşrünü almak ve mahlûl olduğunda (yani ölüm veya başka bir nedenle devlete kaldığında) isteklisine vermek ve ferağ39 ve intikalde de belirli harcı alarak tapu senedini vermek gibi haklardır. Bunlar devlet tarafından timar sahiplerine devredilmiştir.” şeklinde ortaya koymuştur.

36 Çift akçesi; çiftlik adına alına vergi, çift resmi

37 Öşür: Aşar da denilir. Bölge ve şartlara göre toplam tarımsal üretimin 1/5 ile 1/10 oranında alınan ayni ve nakdi vergi.

38 Egenim hakkı; hükmetme hakkı