• Sonuç bulunamadı

5. OSMANLI DEVLETĐ TOPRAK REJĐMĐ

5.2.1. Osmanlı toprak rejiminin hukukî süreci

Osmanlı Devleti’nde, tımar sistemi, belli bir tarihi süreç içinde zamanla gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Tımar sistemi, daha devletin kurucusu Osman Gazi zamanında oluşmaya başlamıştır. Gerçekten, tımarın gereksiz yere geri alınamaması, tımar sahibinin ölümü halinde, tımarın mirasçı oğula verilmesi, bu oğlun küçük olması halinde büyüyünceye kadar maiyetindeki hizmetkârlarının sefere gitmesi gibi kaidelerin Osman Gazi tarafından tespit edildiği, Neşri ve Aşık Paşa tarafından yazılmaktadır (Neşri Haz. Unat ve Köymen 1949, Aşıkpaşazade Haz. Atsız 1952).

Osmanlı Devleti, Anadolu’daki toprak düzenini eski haline getirme gayreti içinde iken aynı dönemde Bizans’ta uygulanmakta olan toprak rejimi ile karşılaşmıştır. (Divitçioğlu 1967). Đlk Osmanlı padişahları, arazinin mülkiyetini hazine (beytülmal) için alıkoymuş, kullanımını askeri hizmet karşılığında, askerler arasında dağıtmışlardır (Đnalcık 1993).

8 Đrsi: Miras olarak, anadan babadan geçen.

Barkan (1980)’a göre, Osmanlı Devleti, derebeylik düzeni yerine tımar sistemini, serflik (toprağa bağlı olarak çalışan ve toprakla birlikte alınan–satılan köylü) yerine de, toprağı kullanma hakkını elinde bulunduran köylülük düzenini getirmiştir. Bu düzende, toprağı kullanan ile tımar sahibi arasında sadece sözleşmeye dayalı bir ilişki söz konusudur. Doğal olarak böyle bir toprak düzeni, toprağın mülkiyetinin devlette olması ile mümkündür.

Osmanlı Devleti, kuruluşundan başlayarak yükselme dönemine kadar geçen süre içinde bir takım idari, askeri ve iktisadi zorunluluklarla (Timuroğlu 1967) toprağın mülkiyetini kendisinde tutmuş, tasarruf hakkını reayaya (köylüye, halka, ahaliye) vermiştir. Rakabesi (çıplak mülkiyet) devlete ait olan bu topraklar, hizmet karşılığında belirli şahıslara verilmiştir. “Sahib-i Arz” adı da verilen bu tımar sahipleri devleti temsilen yönettikleri toprağı halka kullandırmışlardır (Cin 1985). Tımar sistemi adını alan bu organizasyonda, kendilerine tımar verilen kimseler, arazinin mülkiyetine değil, sadece vergi gelirine sahip olmaktadırlar.

Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarından itibaren arazi rejimi, toprakların yeni sınıflandırılmasına yer veren bazı değişikliklere uğramıştır. Bununla beraber, fethedilen topraklar Hicaz, Basra gibi bazı eyaletlerde müslüman halkın, Sakız, Midilli ve Kıbrıs adalarında olduğu gibi gayr-i müslim (müslüman olmayan) halkın özel mülkü olarak korunmuştur. Bazı eyaletlerde ise, toprak, askerler arasında özel mülk olarak paylaştırılmıştır (Doğan 1990).

Bazı mülk toprak sahipleri, inançları gereği veya miras hukuku hükümlerinden kurtulmak amacıyla topraklarını hayırlı bir amaca tahsis etmişlerdir. Bunun sonucunda da vakıflar ortaya çıkmıştır (Bülbül 2000). Aynı amaçla padişahlar veya onların izni ile mirî toprakları kullananlar, bu toprakların gelirini veya tasarruf hakkını veya her ikisini birden belirli bir gayeye tahsis etmişlerdir.

Türk saltanat anlayışına göre hükümdarın mülkü sayılan topraklar, onun ölümünden sonra hükümdar ailesinin diğer fertlerine intikal eder (Divitçioğlu 1967). Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında, mirî toprakların üzerinde kurulu olan köy ve şehirlerle birlikte hükümdarın oğulları arasında paylaşıldığı da olmuştur (Neşri Haz. Unat ve Köymen 1949).9 Bu anlayışın

9 Aşıkpaşazade tarihinde şöyle deniliyor: “Karacahisar Sancağı kim ona Đnönü derler, oğlu Orhan Bey’e verdi ve subaşılığını karındaşı Gündüz’e verdi. Aşıkpaşaoğlu, Aşıki.; Tevarih-i Alî Osman “Osmanlı Tarihleri” Đst.(Haz. Nihal Atsız) Bab 16.

sonucu olarak padişah, arazi üzerinde, dilediği gibi tasarruf etme, arazinin tasarruf ve intikal tarzını dilediği şekilde tanzim etme yetkisine sahiptir. Bu konuda padişahın koymuş olduğu kurallar, “örfî hukuk”u meydana getirmiştir.

Aksoy (1984): “Osmanlı Devleti’nde geniş bir alanda ve uzun süre uygulanan mirî toprak rejimi fıkıh kurallarıyla açıklanamaz. Bu rejimi ancak şer’î hukuk kurallarının yanında varolan ve dinî ilkelerden esinlenmeyen başka bir hukuk sisteminin varlığıyla anlayabiliriz. Bu hukuk sistemi de çeşitli zamanlarda çıkartılan ve koşullar gerektirdiğinde değiştirilmesinde sakınca görülmeyen kanunnamelerden, fetvalardan, emir ve fermanlardan oluşmuştur.” diyerek Osmanlı toprak rejiminin hukuki temellerini farklı bir açıdan açıklamıştır. Aksoy (1984)’a göre: “Çok geniş bir alana yayılmış bulunan imparatorluk topraklarının çeşitli bölgelerinde, koşulların gerektirdiği çeşitli toprak mülkiyeti sistemlerinin uygulanmış olması da, bu alanda şer’î hukuktan hareket edilmediğinin başka bir kanıtıdır.”

Barkan (1948)’e göre, din hukukçuları, dinî esasların açıkça men etmediği konularda, toplum menfaatinin gereği ve diğer nedenlerle, padişahın, örf ve adete uyarak veya bizzat kural koymak suretiyle, devlet nizam ve teşkilatında ve idarede değişiklik yapılabileceğini kabul etmişlerdir. Mirî araziyi tanzim eden mevzuat, örfî hukuktandır. Çünkü bu hukuk alanı, içine, örf ve adete göre, zaman zaman çıkarılmış çeşitli emirler, fermanlar ve olaylara göre verilen mahkeme kararları ve fetvalar girmektedir (Ülgenalp 1949). Bu hukuk sisteminin özelliği, kazuistik10 olmasıdır. Tanzimat’tan önceki Osmanlı hukuku, mesele ve kararlara dayanması bakımından, kazuistik bir yapı arz eder. Bu yapısı itibariyle, Đngiliz hukukuna benzer (Velidedeoğlu 1940).

Bu hukukta, mirî arazinin dağıtımı, tapu ile intikali vb. konularını tanzim eden mevzuat, dinî hukukta mevcut olmayan hatta bazen ona aykırı hükümler içeren kurallardan meydana gelmiştir. Birçok fetvada yer alan: “Şer’î değildir. Ulu’lemre müracaat lazımdır, ne veçhile memur ise o veçhile yapılır” (Türkçesi: “Din hukukuna tabi bir iş, bir eylem değildir. Padişaha başvurulmalı, o ne şekilde emrederse o şekilde yapılmalıdır.”) (Barkan 1940) tarzındaki kayıtlar, mirî arazinin örfî hukukun konusu olduğunu gösterir.

Neşri Tarihinde;“Rivayet ederler ki, Orhan Đznik’i oğlu Süleyman Paşa’ya vermişti. Yinice’ye ve Göynük’e ve Mıdırnı’ya havale etmişti. Đznik alınınca Bursa’yı oğlu Murat Gazi’ye verdi. Adını Bey sancağı kodı... ve Karacahisar’ı ammusi oğlu Gündüz’e virdi...” denilmiştir.

10 Kazuistik Hukuk: Bir tek hükümle genel bir ifade kullanılmayan, her olay ile ilgili olarak ayrı ayrı verilen kararlara (fetvalara) dayanan hukuk sisteminin adıdır.