• Sonuç bulunamadı

Türkiye`nin Pantürkizm Harekatı ve Azerbaycan ile İlişkilerinde Rusya

BÖLÜM 2: AZERBAYCAN`IN TÜRKİYE VE RUSYA İLE İLİŞKİLERİ

2.3. Azerbaycan- Türkiye-Rusya Üçlü İlişkiler

2.3.1. Türkiye`nin Pantürkizm Harekatı ve Azerbaycan ile İlişkilerinde Rusya

Türkiye`de milliyetçilik Osmanlı İmparatorluğu`nun son dönemlerinde, özellikle 19. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamıştır. 1914`de artık Türk milliyetçiliği kadrolara, derneklere, kendi “edebiyatı”na sahip olmakta ve örgütlenmekteydi. Fakat yaşanan milliyetçilik tartışmaları, ülkedeki etnik azınlıkları etkileyerek parçalanma haraketlerine ve sonuç itibariyle Osmanlı İmparatorluğu`nun dağılmasına neden olmuştur. Bu dönemde gelişen Turancılık, Türklüğe dayalı yeni bir milli-ulusal devlet anlayışı ile Osmanlı temellerinin yıkılmakta olduğu dönemde Türkler`in umudunu canlandıran bir ideoloji idi. (Yıldırım, 2014: 74-79). Türkçülük, Osmanlı hükümetlerinin politikalarına yön verecek yeni misyonlar üstlenmiştir. 1914-1918 yıllarını kapsayan I. Dünya Savaşı sırasında Türklerin kurtuluş reçetesi olarak Pantürkizm hareketi genişlemiş, Türkçülük, Turancılık düşüncesi daha da gelişmiştir. Fakat Osmanlı`nın bu savaşı kaybetmesiyle Pantürkizm akını yavaşlamıştır. I. Dünya Savaşı`nın sonlarında Türkçülüğün temel düşünürleri Pantürkizm fikrinden vazgeçerek Anadolu bölgesine bağlı Türkçülük anlayışını geliştirmeye başlamışlar (Karakaş, 2013: 15-16). Türkiye daha 20. yüzyılın

81

başlarında Kurtuluş Savaşı verirken zor günlerinde kendisi için değerli olan Sovyetler Birliği ile işbirliği sağlamıştır. SSCB ile 1921 yılında imzalanan “Dostluk ve Kardeşlik” anlaşmasına göre SSCB Türkiye`de komünizmi yaymama, Türkiye ise SSCB`nin etki alanlarında Turancı akımları desteklememe sözü vermiş ve “Dış Türkler” konusunu 1990`lı yıllara kadar rafa kaldırmıştır (Aydın, 2005: 101). Bu anlaşma aynı zamanda 1918-1920 yılları arasında var olmuş Azerbaycan Halk Cumhuriyeti`nin bağımsızlığını tanıyan Osmanlı`nın Pantürkizmden vazgeçerek bölgeyi SSCB`ye bırakması olarak karakterize edilebilir.

Günümüz şartlarında geliştirilen Türk milliyetçiliği, küresel gelişmeler karşısında konumlanma çabasıyla şekil değiştirmiştir. Artık geniş bölgesel milliyetçilik gerileme sürecine girmiş, mikro milliyetçilik, milli-devlet anlayışları yükselmeye başlamıştır (Karakaş, 2013: 28).

SSCB`nin dağılmasından sonra 1990`ların başlarında siyasal ve ekonomik krizler içerisinde çabalayan Rusya Kafkaslar ve Orta Asya`daki etkisini kaybetmiş, bu bölgelerde güç boşluğu oluşmuştur. Rusya`nın geleneksel nüfuz alanını kaybetmesi ve özellikle bölgedeki enerji kaynaklarının küresel açıdan gündeme gelmesi nedeniyle bu kaynakların Batı ülkelerine ulaştırılması ve enerji güvenliği gibi unsurların etkisi altında Batı`nın desteğini arkasına alan Türkiye bu boşluğu dold urabileceği düşüncesine kapılmıştır. Yeni bağımsız Türk devletlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye`nin Adriyatik`ten Çin seddine kadar Türk Dünyası`nın ve Balkanlardaki Müslüman kesimin liderliğini üstlenmesi ile ilgili söylemler gündeme gelmiştir (Ç iftçi, 2007: 465-467). “SSCB'nin dağılmasıyla Türkiye`nin önüne Adriyatik`ten Çin seddine kadar geniş ufuklar açılmıştır” ifadesi 22 Aralık 1991 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ortaya atılmıştır. Şöyle ki, Türk Dünyası, sadece 814 578 km2.lik Anadolu ve 24 378 km2.lik Trakya`dan ibaret değil. Bu topraklar büyük Türk milletinin ikinci ana yurdu olmakta ve Türk Dünyası toplam 11.2 milyon km2.lik bir alanı kapsamaktadır. Geniş Türk Dünyasının yaklaşık %92.8`i ise Türkiye`nin ulusal sınırları dışında kalmaktadır. 21 Aralık 1991 tarihinde SSCB`nin dağılmasıyla Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Azerbaycan bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Tataristan ilk dönemde bağımsızlığını ilan etmişse de, fakat sonra RF bünyesinde özerk cumhuriyet statüsünü kabul etmiştir. Geriye kalan %43.7 Türk milletlerinin yaşadığı topraklar ise halen Çin (Sincan-Uygur Özerk Cumhuriyeti adıyla Doğu Türkistan),

82

Gürcistan ve Rusya Federasyonu sınırları içerisinde (20 özerk Türk cumhuriyeti) yer almaktadır (Doğanay, 1995: 25, 53). Günümüzde 6 temel ve KKTC dahil olarak 7 Türk devleti vardır. Hatta Doğu Türkistan da yeni bir Türk Devleti olmaya aday olarak gösterilmiştir. Türkiye Doğu Türkistan`a ilk desteğini Kasım 1991`de vermiştir. Bölgenin muhalif lideri İsa Yusuf Alptekin dönemin başbakan Demirel`le görüşmüş, Demirel ise Çin`de Türk kardeşlerinin asimile edilmesine izin vermeyeceğini ve konuyu BM ve diğer uluslararası kuruluşların gündemine taşıyacağı vaadini vermiştir. Doğu Türkistan`a ikinci büyük destek ise Özal`ın Cumhurbaşkanlığı döneminde gelmiştir. Mart 1992`de Alptekin`le görüşen Özal, Türklerin eski anavatanının bağımsız bir ülke olarak görmek arzusunda olduğunu ifade etmiştir (Çolakoğlu, 2009: 169-170).

1989`da SSCB`nin çökmeye başlaması yeni “fırsat” alanlarını oluşturmakla Türkiye dış politikasında yeni-Osmanlıcılık siyasetine de imkan sağlamıştır. Soğuk Savaş sonrası değişen uluslararası dengelerin ortaya çıkardığı fırsat alanları nedeniyle Türkiye dış politikası da revizyonist bir karakter almıştı. Bu revizyonist karakter daha önceki ulus-devlet ideolojisi üzerine odaklanmamış, Osmanlı bakiyesi yakın çevre üzerinde yeniden nüfuz sahibi olmak, diğer yandan da Kerkük gibi bölgeleri yeniden kendi topraklarına dahil edebilmek ihtimalini ortaya koyan yeni-Osmanlıcılık olarak gündeme gelmiştir. Türkiye`nin dış politikasındaki bu yeni-Osmanlıcılık ilkesi gereği etnik Türklüğe güçlü bir vurgu yapılmakta, Türkiye`nin Müslüman dünyasının önderliğini taşıyacak yeni bir imparatorluk projesinin merkezi olduğu öngörülmekteydi (Balcı, 2013: 183-184). Turgut Özal`ın Mart 1991`de daha SSCB Cumhuriyetlerinin bağımsızlık kazanmasından önce Moskova`ya, daha sonra ise Azerbaycan, Kazakistan ve Ukrayna`ya ziyaretleri, bu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi ve burda etki alanı oluşturulması çabalarının ilk göstergesi olabilir (Dündar, 2016: 8). Özal bu cumhuriyetlere ziyaretler gerçekleştirmişse de yeni devletleri tanıma konusunda aceleci davranmayarak, Moskova`nın bu ülkelerin bağımsızlığı karşısında ses çıkarmadığını gördükten sonra 16 Aralık 1991`de SSCB`den ayrılan tüm devletlerin bağımsızlığını tanımıştır. Bu dönem politikasının ilk ayağını Türkiye`nin bölge ülkelerine yardımları organize etmesi amacıyla kurduğu TİKA oluşturmuştur. İkinci ayağını ise Türkiye`nin bölge ülkelerinden olan öğrencilerin Türkiye`de okutulması amacıyla ayırdığı burslardır. Bu projeler bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı

83

tarafından yürütülürken, diğer yandan Gülen Cemaati başta olmakla Sivil Toplum Kuruluşları bu süreçte aktif yer almıştır (Balcı, 2013: 199).

Model olarak Türkiye`nin, bölge ülkeleri ile Batı dünyası arasında bir köprü rolü oynaması öngörülüyor, hatta Türkiye`nin yardımıyla bölge devletlerinin Batı değerlerini benimsemesi de planlanıyordu. Bu kapsamda, bölge lideri olarak Türkiye`nin dünya siyasetini de etkileyeceği ve şekillendireceği umut ediliyordu (Efegil, 2008: 356). Dönemin liderlerinden olan Turgut Özal`ın “21. yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır”, Demirel`in ise “Adriyatik`ten Çin`e dek Türk Birliği” şeklindeki açıklamaları bu dönemin dış politikasının temel görünümünü yansıtmaktadır. Fakat bu söylemler hem Rusya ve hem de Batı`da negatif karşılanmış, Batı devletleri açısından bu söylemler ikinci bir Osmanlı İmparatorluğu`nun kurulacağı endişesine neden olmuş, Rusya ise bunu kendi sınırları içerisindeki Türk/Müslüman azınlıkları da bağımsızlık mücadelesine teşvik edeceği endişesiyle toprak bütünlüğüne tehdit olarak değerlendirmiştir. Rusya`nın da etkisiyle 30-31 Ekim 1992 tarihinde ilk Türkçe Konuşan Ülkelerin Devlet Başkanları Zirvesi`nde Özbekistan`ın Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, Türk dünyasının faaliyetlerini koordine edecek herhangi bir ulus-üstü mekanizmanın oluşturulmasına karşı olduğunu beyan etmiştir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev`in de KKTC`yi bağımsız bir devlet olarak tanımaktan imtina etmesi Türk devletleri arasında herhangi bir birliğin olmadığını ve oluşturulmasının da zor olduğunu göstermiştir (İyikan ve Akyol, 2011: 45-46).

Tüm bunların yanısıra 1990`dan günümüze kadar Türk dünyasıyla ilgili kültürel ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için önemli adımlar atılmış, örneğin TÜRKPA, TÜRKSOY, Türk Dilinde Konuşan Ülkelerin İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi veya Türk Keneşi), Türk İş Konseyi, Türk Akademisi, Türk Kültür ve Mirası Vakfı gibi kurumlar oluşturulmuştur (Bıyıklı, 2016: 405).