• Sonuç bulunamadı

1. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE FARKINDALIĞI

1.21. Türkiye’de Sürdürülebilir Kalkınma

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından başlayarak günümüze kadar sanayileşme alanında önemli ilerlemeler yaşanmıştır. Kuruluş dönemlerinde devlet tarafından sonraki dönemlerde ise özel sektöründe katılmasıyla beraber sanayi alanındaki ilerleyiş hızlanmış ve sanayi sektöründe gelişmeler olmuştur. 1970’li yılların sonundan itibaren sanayi sektöründeki bu ilerleyiş büyük işletmelerin kurulmasını sağlamıştır. Bu süreç içerisinde sanayinin gelişmesi ekonomik gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Ekonomi ve sanayinin bu denli hızlı gelişmesi çevresel

anlamda yaşanan problemlerin görülmesini engellemiş bu konuyla ilgili yasal olarak yapılan düzenlemelerde yetersiz kalmıştır. Çevresel yapıya yeteri kadar önem verilmemesiyle birlikte çevresel sorunlar normalin üstünde bir seyirde artış göstermeye başlamıştır (Aksu, 2011: 19-20).

Türkiye son on yıl içerisinde sosyal ve ekonomik açıdan birçok alanda değişime uğramıştır. Olumlu yönde gerçekleşen bu değişimler sonucunda küresel anlamda büyümeyi ve rekabet üstünlüğünü beraberinde getirmiştir. Türkiye bu süreç içerisinde belirlediği kalkınma stratejilerinde sanayi ve turizm gibi sektörlere öncelik vermiştir. Kalkınma alanında yaşanan olumlu gelişmeler sonucunda ülkenin sosyal yapısında da pozitif yönde değişimler olmuştur. Sosyal yapıdaki değişimler sonucunda nüfus hızla artmış ve yaşam standartları yükselmiştir. Bu artışa paralel olarak ürün tüketim alışkanlıklarında da belirgin farklılıklar olmuştur. Ekonomik yapının yanında sosyal yapıda da meydana gelen bu farklılıklar çevresel anlamda yaşanan baskıları arttırmıştır. Çevresel baskılar Türkiye’nin de doğal kaynak kullanımı ve üretim faaliyetlerinde çevresel bir bilinç kazanmasına neden olmuştur (Erdem ve diğerleri, 2004: 4).

Türkiye’de hükümetler çevreye yönelik faaliyetlerinde temel kaynak olarak kalkınma planlarını kullanmaktadır. Türkiye’deki kalkınma planları incelendiğinde ilk iki kalkınma planında çevresel konulara ilişkin veri setine rastlanmamıştır. Çevreyle ilgili konulara ilk defa 1973-1978 yılı içerisinde hazırlanan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer verilmiştir. Yapılan kalkınma planında çevresel sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamalar kalkınmayı yavaşlatmayacak şekilde yapılmıştır. Bu plan kalkınma ile çevreyi korumaya yönelik çalışmalar arasında bir çelişki olduğu düşüncesini barındırır. Bu nedenle yapılan kalkınma planı kalkınmayı engellemeyecek bir çevresel koruma stratejisine olumlu bakmıştır (Demiral ve Evin, 2014: 41).

Kalkınma planları, ülkemizin ve diğer ülkelerin uygulayacakları strateji ve politikaları yönlendiren temel kaynaklardır. İlk üç yıllık kalkınma planında çevresel konular tamamen ele alınmamıştır. Bu süreç içerisinde yapılan Stockholm Konferansı doğrultusunda ülkemizde çevresel konulara yönelik faaliyetler daha

önemli bir hale gelmiştir. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma planında ise çevresel kirliliğin azaltılmasına yönelik hedefler belirlenmiştir. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ise Rio konferansı ile literatüre giren sürdürülebilir kalkınma konusu işlenmiştir. (Kaya ve diğerleri, 2011: 410).

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sadece ekolojik çevreye odaklanılmıştır. Daha sonra yapılan planlarda kaynakların etkin ve verimli kullanımının da çevresel kirlilik kadar önemli bir konu olduğu düşüncesi benimsenmiştir. Kalkınma planları bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir (Akgül, 2010: 159).

Rio konferansıyla önemli bir yere gelen sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin yapılan planlamalar için ülkemizde bu planlara destek niteliğinde faaliyetler yapılmaktadır. Ayrıca sürdürülebilir planlamaya destek sadece kurumlar tarafından değil sivil toplum örgütleri tarafından da desteklenmektedir. Sürdürülebilir kalkınma alanında yapılan çalışmalar Birleşmiş Milletler ve UNESCO, UNDP ve UNEP gibi BM bağlı diğer kuruluşlarında desteğiyle yürütülmektedir (Kaya ve diğerleri, 2011: 410).

Yapılan destekler sayesinde ulusal çabalar küresel çalışmalar ile daha güçlü bir duruma gelmiştir. Bu güçlü durumun kaynağı olarak Rio Bildirgesi görülebilir. Rio Bildirgesi’ne ek olarak Türkiye’de de bu bildirgeye benzer çalışmalar yapılmıştır. Johannesburg Zirvesi'nde Türkiye’nin sunmuş olduğu “Ulusal Rapor” 1992 yılından 2002 yılına kadar ülkemizin sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin yaptığı bütün çalışmaların değerlendirmesidir (Erdem ve diğerleri, 2004: 4).

Ulusal Rapor’da Türkiye’nin 2002 yılından bu yana sosyal, ekonomik ve çevresel boyutları altı temel boyut üzerinden değerlendirilmektedir (Erdem ve diğerleri, 2004: 4).

Bu boyutlar şunlardır (Erdem ve diğerleri, 2004: 4):

 İklimsel değişimler ve sürdürülebilir kalkınma

 Ekolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kalkınma  Yönetim ve sürdürülebilir kalkınma

 Sürdürülebilir kalkınmada sanayi

 Sürdürülebilir kalkınma için eğitim ve iletişim

Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmaya ve çevreye yönelik en temel ölçütler sürdürülebilirliğe ilişkin yapılan uygulamalardır. Sürdürülebilirlik uygulamaları ülkemizi küresel anlamda sürdürülebilirliğe taşıyacak bir araçtır (Kalkınma Bakanlığı, 2018: 2).

Bu uygulamalardan bir tanesi de Çevresel Etki Değerlemesidir. Çevresel Etki Değerlemesi sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için bir araç olmasının yanı sıra çevresel alandaki politikaların daha net anlaşılabilmesi açısından da önemlidir. Çevresel bir koruma sağlanabilmesi ise yasal düzenleme ve uygulamalarla gerçekleşebilir. Çevresel korumanın gerçekleşebilmesi ise uzun vadede uygulanabilecek yasal düzenlemelerle sağlanabilir (Demiral ve Evin, 2014: 47). Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve anayasaya bağlı kanun, tüzük ve yönetmeliklerde çevresel konulara yer verilerek sürdürülebilir kalkınma konusu yasal bir zemine oturtulmuştur (Akgül, 2010: 161).