• Sonuç bulunamadı

1. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE FARKINDALIĞI

1.16. Sürdürülebilir Kalkınmanın Tarihsel Gelişimi

Sürdürülebilirliğin kökenleri ortaçağa kadar uzanmasına rağmen sürdürülebilir kalkınma kavramı 19. yüzyılın başlarında kullanılmaya başlanmıştır. Sürdürülebilir kalkınmanın dünya gündeminde tam olarak yer alması ve tartışma konusu olması 20. yüzyılda gerçekleşmiştir (Tıraş, 2012: 61).

İkinci Dünya savaşından sonraki dönemde ekonomik kalkınma, işsizlik ve enflasyon gibi konular gündem haline gelmiştir. Bu gündemler çerçevesinde oluşturulan kalkınma ve büyüme ile ilgili yapılan politikalarda öncelik üretimdeki artış olmuştur. Üretimin öncelikli olması toplumlarda çevre bilincin oluşmasına engel olmuştur (Dulupçu, 2001: 1’den aktaran Tıraş, 2012: 62). Bunun yanı sıra 1960’lı yıllarda çevresel sorunlara kalkınmanın gerçekleşmesi için olması gereken bir sonuç olarak

bakılmış ve kalkınmanın artması için yapılacak çevreye yönelik tahribatlar normal olarak görülmüştür. Bu nedenle çevresel sorunlar göz ardı edilmiştir (Tekeli, 1996: 26).

20. yüzyılın ikinci yarısından sonra çevreyle ilgili yapılan araştırmalar artmış bu sayede toplumların çevreye karşı duyarlılığı artmıştır. 20 yüzyılın ortalarında ise kalkınma ile ilgili konularda özellikle de kalkınmanın ekonomik boyutunda çevresel konuların ihmal edilmesi çevre konusunda daha fazla bilgilenilmesi ve çevrenin öneminin daha iyi bir şekilde anlaşılması gerektiği düşünülmüş, bu düşünceye uygun davranılmaya başlanmıştır (Kaya, Çobanoğlu ve Artvinli, 2011: 409).

Yaşanan bu gelişmeler sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma kavramını gündeme getirmiştir. Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk kez 1972’de Stokholm’de gerçekleşen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’nda gündeme gelmiştir. Daha sonra ise 1987 yılında yayınlanan Ortak Geleceğimiz isimli raporda günümüzde de kullandığımız tanımı yapılmıştır. Ekonomik, sosyal ve çevresel boyutu bulunan sürdürülebilir kalkınma kavramı gelecek nesillerin temel ihtiyaçlarının karşılamasına imkân verecek şekilde günümüzün istek ve ihtiyaçlarının karşılanması olarak tanımlanmıştır (Engin ve Akgöz, 2013: 85).

Daha sonra aynı yıl içerisinde çevre ve kalkınma konuları Brudtland komisyonu olarak da bilinen Dünya komisyonu tarafından da konuşulmuştur. Bu komisyon sürdürülebilir kalkınmayı gelecekteki üretim kaynaklarını etkilemeyecek şekilde günümüzün mevcut ihtiyaçlarının karşılanması olarak tanımlamıştır (Mangır, 2016: 145). Özellikle 80’li yıllarda daha önemli bir konu haline gelen sürdürülebilir kalkınma kavramı sürdürülebilir çevreye yönelik eğitimlerin artmasında da rol oynamıştır (Afacan ve Demirci, 2011: 904).

Kyoto protokolünün kabul edilmesiyle birlikte sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma kavramlarının net ve doğru olarak anlaşılması için yapılan strateji ve faaliyetlerin arttırılmasına yönelik faaliyetler önem kazanmıştır. Kyoto protokolü çevresel uygulamalarda etkinlik açısından önemlidir (Torum ve Yılmaz, 2009: 48).

Sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili yapılan tüm çalışmalar kronolojik olarak şu şekildedir (Erdem ve diğerleri, 2004: 1):

 1972 Stockholm Çevre ve İnsan Konferansı  1976 HABİTAT Toplantısı

 1980 Dünya Koruma Birliği (WCU) Tarafından Yayımlanan Sürdürülebilir Kalkınma Strateji Programı

 1983 Brudtland Tarafından Açıklanan “Ortak Geleceğimiz” Raporu  1992 Rio Konferansı

 1997 Kyoto Protokolü  1998 Aarhus Sözleşmesi  2002 Johannesburg Konferansı

1.16.1. 1972 Stockholm Çevre ve İnsan Konferansı

Stockholm Konferansı’nda Roma Kulübü’nün yayınladığı “Büyümenin Sınırları” isimli raporu temel alarak kalkınmaya yönelik fikir alışverişinde bulunup kalkınma konusu tüm boyutlarıyla tartışılmıştır. Bu konferansta hem gelişmekte olan ülkeler hem de gelişmiş ülkeler kalkınmanın yavaşlatılmasına yönelik önerilerde bulunmuşlardır. Tüm dünya ülkelerinin tek ortak istekleri “sıfır büyüme” olmuştur (Küçükcan, 2002: 27’den aktaran Yaylı, 2011: 924).

Yapılan konferansta ülkeler aralarında gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Gelişmekte olan ülkeler yaşanan çevresel sorunların gelişmiş ülkeler tarafından ortaya çıktığını savunmuş ve çözümü de onların üretmesi talebinde bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra kendi gelişmişlik düzeylerinin düşük olmasının da çevresel sorunlara yol açabileceğini de kabul etmişlerdir (Aksu, 2011:13).

Stockholm konferansında şu konularla ilgili tartışmalar olmuştur (Aksu, 2011:13):

 Toplumların yerleşim yerlerinde çevreye uygun planlama ve çevre yönetimi  Doğal kaynaklarda meydana gelen kirlilik

 Uluslararası alanda çevreye zarar veren maddelerin belirlenmesi ve bu maddelerin denetimi

 Çevresel sorunlara yönelik eğitim ve çevresel politikalar  Çevresel faaliyetlerde ulusal yapıların mevcut durumu

Yapılan konferansın genel tartışma konuları bu şekilde olmuştur ve yukarıdaki tartışma konuları ışığında çevresel sorunlara çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Bu konferansta kalkınma ve çevre konusu ilk defa uluslararası düzeyde konuşulmuştur (Yaylı, 2011: 955).

Stockholm Konferansında alınan kararlar çerçevesinde 1972 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuştur. Konferansta alınan kararlardan sonra çevrenin korunmasına plan ve projeler ilk olarak Birleşmiş Milletler ve birlikte hareket ettiği kuruluşlarda başlamıştır. Daha sonra İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Konseyi, Avrupa Topluluğu (AT), IMF ve Dünya Bankası, Gümrükler ve Tarifeler Genel Anlaşmasına (GATT) gibi birçok kuruluşta da incelenmeye ve çözüm arayışında bulunulmaya başlanmıştır (Arat ve Türkeş, 2002: 6).

1.16.2. 1976 HABİTAT Toplantısı

Sürdürülebilir kalkınmaya yönelik konuların ele alındığı ve Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir diğer konferans da Habitat Toplantısıdır. Yapılan toplantı sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma açısından önemli bir yer tutmaktadır. Habitat toplantısının gündeminde toplumsal yerleşmeler arasındaki ilişki üzerinde durulmuş ve bu ilişki ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Diğer konferanslarda sürdürülebilir kalkınma konusu genişletilmiş ve sürdürülebilirlik kavramı ekonomik, sosyal ve çevresel birçok alanla ilişkilendirilmiştir. Fakat Habitat toplantısında sürdürülebilir kalkınma kavramı insanların yerleşim yapılarına ve özelliklerine göre değerlendirilmiştir. Habitat konferansı işlediği konu açısından diğerlerinden farklı olmuştur. Habitat toplantısının ikicisi de 1996 yılında gene Birleşmiş Milletler öncülüğünde İstanbul’da yapılmıştır (Bozlağan, 2005: 1022).

1.16.3. 1980 Dünya Koruma Birliği (WCU) Tarafından Yayımlanan Sürdürülebilir Kalkınma Strateji Programı

Sürdürülebilir kalınmanın tarihsel gelişimindeki önemli adımlardan bir tanesi de Dünya Koruma Stratejisi’dir (Soussan, 1992: 21’den aktaran Bozlağan, 2005: 1017- 1018). Dünya Koruma Stratejisi;

 Uluslararası Doğal Kaynakları ve Doğayı Koruma Birliği,  Dünya Yabani Hayat Fonu,

 Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 1980 yılında oluşturulan kurulda verilen çevreye yönelik stratejik kararlardır (Soussan, 1992: 21’den aktaran Bozlağan, 2005: 1017-1018).

Dünya Koruma Strateji toplumlarda sürdürülebilirlikten bahsedebilmek için koruma ve kalkınma faaliyetlerinin ortak şekilde hareket etmesi gerektiğinin önemini vurgulamıştır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk defa Dünya Koruma Stratejisi’nde kullanılmış ve sürdürülebilir kalkınma kavramı çevresel bir yaklaşım olarak görülmüştür. Bu yaklaşıma göre belirlenen stratejilerin üç temeli bulunmaktadır. Bunlar; çevresel sürecin korunması, kaynakların sürdürülebilir şekilde kullanımı ve çeşitliliğin korunmasıdır (Soussan, 1992: 21-24’den aktaran Bozlağan, 2005: 1017-1018).

1.16.4. 1983 Brundtland Tarafından Açıklanan “Ortak Geleceğimiz” Raporu Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland öncülüğünde 1983 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED) kurulmuştur (Aksu, 2011: 13). Yayınlanan ortak geleceğimiz raporunda kalkınmanın sosyal, ekonomik ve çevresel amaçları tanımlanırken gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde sürdürülebilirliğin temel yaklaşım olarak incelenmesi istenmiştir. Bu konuyla ilgili fikirler değişkenlik gösterse de temel yaklaşım olan sürdürülebilir kalkınma stratejileri üzerinde fikir ve görüş birliğine varılması olmuştur. Görüş birliğinin olması çevresel duyarlılığa sahip yeni bir sistem için önemli bir kıstas olarak görülmüştür (TÇSV, 1991: 71).

Çevresel sorunların giderek artması ve teknolojide yaşanan gelişmelerin hızlanmasının beraberinde gelen ekolojik yapıdaki bozulmalar tüm ülkelerin çevre konusuna olan dikkatini çekmiştir. Özellikle de doğal kaynaklarının gelecek nesillere aktarımı ve yaşanılabilir bir çevre mirası için önlem alınması gerektiği kararı alınmıştır. Bu karar sonucunda sürdürülebilir kalkınma kavramı daha fazla gündeme gelmiş ve raporda günümüzün gereksinimlerini, gelecek nesillerin gereksinimleri karşılama imkânınındın ödün vermeden karşılayabilme gücü olarak tanımlanmıştır (Sezer, 2007: 762).

Ortak Geleceğimiz Raporu, çevre ile kalkınma arasındaki ilişkisini farklı bakış açılarıyla değerlendirmiştir. Raporda sürdürülebilir kalkınmanın önemli üç yapı taşından bahsedilmiştir (Aksu, 2011: 14) . Bunlar (Aksu, 2011: 14);

 Mevcut gelişmenin sürdürülebilir olmayışı  Günümüz ihtiyaçlarının giderilmesi

 Gelecek nesillerin yaşamsal faaliyetlerinin ve yaşam kalitesinin korunmasıdır.

1.16.5. 1992 Rio Konferansı

Stockholm Konferansı ve Ortak Geleceğimiz Raporu faaliyetlere yönelik çalışmalar daha çok teorik olarak yapılmıştır. Ancak 1992 yılında Rio de Janeiro’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı çevreye yönelik uygulamalar için temel oluşturmuştur. Konferansa 178 ülkenin katılması bu konferansı uluslararası alanda en fazla katılım olan konferans olmasını sağlamıştır. Bu sonuç Rio Konferansının bir diğer adının da “Dünya Zirvesi” olmasına katkıda bulunmuştur (Aksu, 2011: 14).

Konferans Birleşmiş Milletler üyesi olan ülkelerden 64 devlet, 46 hükümet başkanı ve 8 başkan yardımcısının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Çevrenin diğer tüm politikalarla olan ilgi ve öneminin ortaya çıkarılması ülkeleri, kalkınma stratejilerini yeniden değerlendirip şekillendirmeye sevk etmiş ve sürdürülebilir kalkınma kavramının önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir (Arat ve Türkeş, 2002: 6).

Rio konferansında ortaya çıkan önemli bir kavramda sürdürülebilir tüketimdir. Sürdürülebilir tüketim kavramının tam olarak bir tanımı olmasa da son zamanlarda ülkeler arasında konuşulan bir kavram olmuştur. 1992 yılında düzenlenen Dünya Zirvesi’yle birlikte sürdürülebilir kalkınma için önemli bir etken olan bir yapı olarak literatüre girmiştir. Dünya Zirvesi’nde sürdürülebilir tüketim; sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için faaliyetlerin çevreye verdiği zararı minimum seviyeye indirmek için yapılan çevre bilinçli tüketim faaliyetleri olarak tanımlanmıştır. Bu tanım çerçevesinde küresel anlamda uygulanan politikaların önemli bir yapı taşı olarak görülmeye başlanmıştır (Hayta, 2009: 145).

Rio Konferansının hedefleri ise şunlardır (Kalkınma Bakanlığı, 2018: 5):

 Sürdürülebilir kalkınma ile ilgili konularda politik kararlılığın sağlanması  Sürdürülebilir kalkınma konusunda geçmişten günümüze kadar yapılan

konferansların çıktıları alınarak bu konferanstaki gelişme ve eksiklerin ortaya koyulması

 Ortaya çıkabilecek yeni tehdit ve fırsatların ortaya konulası

Konferansta tartışılan konular ise sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde yeşil ekonomik yapı ve sürdürülebilir kalkınmanın kurumsal yapıdaki genel çerçevesidir (Kalkınma Bakanlığı, 2018: 5).

Ekonomik yapının ön planda olduğu Rio konferansı sonucunda yayınlanan beş önemli belge şunlardır (Aksu, 2011: 14-15):

 Rio Bildirgesi  Gündem 21

 İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi  Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi  Orman Varlığının Korunmasına Dair Bildiri

1.16.6. 1997 Kyoto Protokolü

Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenen toplantıda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde katılımcı olan hükümetler ile imzalanan Kyoto Protokolü bu zamana kadar yapılmış olan çevresel işbirliği konusundaki en kapsamlı anlaşmadır. Yürürlüğe girişinden itibaren tüm dünyada çok büyük yankı uyandırmıştır. Protokole göre tüm ülkelere ortak fakat farklı şekilde oluşturulmuş sorumluluklar yüklendiği belirtilmiştir (Aksu, 2011: 16-18).

1.16.7. 2002 Johannesburg Konferansı

Birleşmiş Milletler’in yapmış olduğu konferansların onuncu yıldönümünde yapılan genel değerlendirme olarak nitelendirilen konferans Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde 2002 yılında yapılmıştır. Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı ile aynı nitelikte olan konferansın yapılmasındaki amaç 1992 yılında yapılan Rio Konferansı’nda alınan kararların genel bir çerçevede değerlendirilmesidir (Bozlağan, 2005: 1024).

Johannesburg Konferansı, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi ya da Rio+10 olarak da adlandırılmıştır. Konferans sonucunda iki temel belge yayınlanmıştır. Bunlar; Sürdürülebilir Kalkınma İçin Johannesburg Bildirgesi ve Johannesburg Uygulama Planı’dır. Johannesburg Konferansı, soyut ve genel nitelikli politikalardan daha çok somut stratejilerin geliştirildiği ve tartışıldığı küresel anlamlı bir konferans olmuştur (Bozlağan, 2005: 1025).

Johannesburg Uygulama Planı;

 Giriş

 Yoksullukla mücadele

 Tüketim ve üretim kalıplarının sürdürülemeyen yapısının değiştirilmesi  Sosyal ve ekonomik alanlardaki gelişmelerin çevre temelli yapısının

korunması

 Sürdürülebilir kalkınma ve küreselleşme  Sürdürülebilir kalkınma ve sağlık

 Gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir kalkınma  Afrika için sürdürülebilir kalkınma

 Diğer yerel girişimler  Uygulama araçları

 Sürdürülebilir kalkınma temelli kurumsal çerçeve olmak üzere 11 bölümden oluşmaktadır (Çankır, Fındık ve Koçak, 2012: 378-379).

Johannesburg Konferansı’nda konuşulan gündemler çerçevesinde sürdürülebilir kalkınma şeması oluşturulmuştur. Bu şema aşağıdaki gibidir.

Şekil 1.2. Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi

Kaynak: Seydioğulları, 2013: 22

Şekil 1. 2 incelendiğinde konferansa göre; sürdürülebilir kalkınma, enerji, su temini, sağlık, çölleşme ile mücadele ve biyolojik çeşitliliğin korunmasında temel kaynak olarak görülmüştür. Johannesburg Konferansı bu kadar geniş bir şekilde işlenmesine rağmen Rio Konferansı kadar etkili olmamıştır. Bunun nedeni olarak katılımın daha az olması ve Rio Konferansı’nda alınan kararların yeterince uygulanamaması verilmiştir (Çankır ve diğerleri, 2012: 378-379).