• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi

Türkiye’nin 1950-1960 dönemi neoliberal politikalara bağlı piyasa güdümlü kalkınma dönemi olarak ifade edilmektedir. Bu dönemde ihracatın konumunda değişiklik olmazken ihracatta artış gözlenmesine rağmen dönem sonuna gelindiğinde ithalat önemli derecede artış göstermiştir.

1960-1970 dönemi planlı kalkınma dönemi olarak da ifade edilmektedir. Bu dönemde, Türkiye ekonomisindeki sanayileşmeye yönelik politikalar ithal ikameci sanayileşme yönünde olmuştur. Böylece ithal ikameci politikaların Türkiye ekonomisinde uygulanmasıyla ihracattan uzaklaşılması yönünde ve iç pazara yönelik üretim yapan sanayileri destekleme yönünde çalışmalar yapılmış desteklenen sanayiler de koruma altına alınmıştır. I. Kalkınma Planını kapsayan 1963-1967 döneminde de hedeflenen büyüme oranı %7 iken, %6,6 oranında gerçekleşmiştir. Ancak II. Kalkınma Planında büyüme hızında %0,2 oranında

düşüş yaşanmıştır. Bu dönemde ihracat artmış olsa da ithalat da aynı oranda arttığı için dış ticaret dengesi açık vermiştir.

1970-1980 döneminde ithalata yönelik sanayileşme politikası ile sanayinin hızlanmasını sağlamak ve döviz tasarrufu elde etmek istenmiştir. Ancak beklenen olmamıştır. Bunun nedeni olarak 1970’lerde yaşanan petrol krizi gösterilmektedir. Bu da ülke ekonomisini önemli derecede etkilemektedir. Bu dönemde III. Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarına arasında uygulanmış ve büyüme hızı %5,2 oranında gerçekleşmiştir. 1973 yılında yaşanan petrol şoku Türkiye üzerinde de olumsuz etki yaratmış, ihracattan elde edilen gelirin büyük çoğunluğu ancak petrol ithalatını karşılayacak duruma ulaşmıştır. Yaşanan petrol krizi planlarda aksaklıklara neden olmuş ve hedeflenen büyüme hızına ulaşmasını engellemiştir. 1978 ve 1979 yıllarında görülen ekonomideki dalgalanma ve yaşanan kriz nedeniyle büyüme hızındaki hedef %6,1 olmasına rağmen %1,2 olarak gerçekleşmiştir (Özden,2014: 95). Bu sorunları ortadan kaldırmak için 24 Ocak 1980 İstikrar Kararları alınmıştır. Bu kararların alınmasıyla ithal ikamesine yönelik sanayileşme politikasından vazgeçilmiş ve dışa açık politika özelliğindeki ihracata yönelik sanayileşme politikası uygulanmaya başlanmıştır (Hepkarşı, 2013: 22).

1980-1990 döneminde ekonomiyi serbestleştirmeye dayanan politikalar uygulanmıştır. 1980 yılında yaşanan askeri darbenin Türkiye ekonomisini olumsuz yönde etkilemesi büyüme rakamlarında da kendini göstermiştir. Bu durumu düzeltmek için istikrar paketi ile ekonomi düzeltilmek istenmiş ve büyüme oranı 1987 yılına gelindiğinde %9,5’i göstermiştir. Ancak bundan sonraki yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve dalgalanmalar büyüme hızında tekrar düşüşe neden olmuştur. 5 Nisan kararları ile ekonomi düzeltilmek istenmiş ancak 1999 yılında yaşanan deprem nedeniyle büyüme hızı tekrar düşmüştür (Özden, 2014: 101). 1980’li yıllardan sonra ihracata dayalı büyüme politikaların uygulamaya koyulmasıyla bazı gelişmeler olmuştur. İhracata engel olan yasal ve kurumsal engellerin kaldırılması, döviz piyasası üzerinde ve sermayenin ülkeye girişlerinde serbestlik sağlanması, ülke üçündeki fiyatların piyasa denge fiyatlarıyla uyumlu olması, faiz hadlerinin serbestleşmesi ve reel pozitif düzeye gelmesi, para miktarının denetlenmesi, sermeye üzerindeki vergilerin hafifletilmesi ve dış

ticaretin geliştirilerek serbestleştirilmesi gibi gelişmeler yaşanmıştır. Uygulamaya koyulan politikaların yardımıyla, dış ticaret miktarında ve özellikle ihracatta büyük oranda artış söz konusu olmuş ve ihracat ürününün durumu da önemli derecede etkilemiştir (Kazgan, 2006: 52).

1990-2000 dönemine bakıldığında, 1990’a kadar iç talep baskı altında tutularak ve ihracatın arttırılmasına yönelik düşük ücret politikası uygulanmıştır. Ancak 1990 sonrasında ihracatı artırmaya yönelik doğrudan teşvikler kaldırılmış ve dâhilde işleme sistemi getirilmiş, ‘İhracata Yönelik Devlet Yardımları’ uygulamaya konulmuştur. 1994’te yaşanan şiddetli kriz sonrasında, 1999 yılında IMF ile stand-by anlaşmasının imzalanmasına kadar geçen sürede karma ekonomi politikaları uygulanmıştır. Parasal bağımsızlık ve serbest dalgalı kur göreceli olarak denetim altında tutulmuştur (Kazgan, 2006: 52). 1990’lı yıllara genel olarak bakıldığında dış ticaret politikalarımız zerinde etkisi büyük olan unsurlar, 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTÖ)’ne üye olmamı ve 1996 yılında Gümrük Birliği (GB) Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi olmuştur. 2000’li yıllara gelindiğinde ise uluslararası ticaretimiz, uygulanan kur politikaları ve dünya ekonomisi üzerinde meydana gelen olaylardan etkilenmiştir (Hacıoğlu, 2009: 52). Tablo 2.4: Türkiye’de 1980-2018 Döneminde Büyüme Hızı

Yıllar Büyüme Hızı (%) Yıllar Büyüme Hızı

(%) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 -2.4 4.9 3.6 5.0 6.7 4.2 7.0 9.5 2.1 0.3 9.3 0.9 6.0 8.0 -5.5 7.2 7.0 7.5 3.1 -3.4 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 6.8 -5.7 6,4 5,6 9,6 9,0 7,1 5,0 0,8 -4.7 8,5 11,1 4,8 8,5 5,2 6,1 3,2 7,4 2,8 Kaynak: TÜİK, (2018); http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist.

2000-2010 döneminde bakıldığında 2000’li yılların başlarında gerçekleşen Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizi ekonomiyi önemli ölçüde etkilemiş bu yüzden

buna karşı önlemler alınmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda Kasım ayında bankacılık alanında düzenlemeler yapılmaya çalışılmış ve bankaların açık pozisyonları kapatması için ani kararlar alınmış ancak bu durum ‘Likidite Krizi’ni ortaya çıkarmıştır (Turan, 2011: 69). Bu krizin devamında Merkez Bankası’ndan 5,5 milyar dolar kadar döviz rezervi çıkmış ve bunun ışığında bankalar arası para piyasasında gecelik borçlanma faizleri %210 seviyesine yükselmiştir (Uygur, 2001: 6). Bu krize TCMB’nin de bulunduğu müdahaleler yetersiz kalınca 1 Aralık 2000 tarihinde gecelik repo faizleri %1700’e çıkmış bu da İMKB’nin %26 düşüşüne neden olmuştur. Krizin önlenemeyen durumu Şubat 2001’de yeni bir kriz doğmasına neden olmuştur (Turan, 2011: 72). 2001 krizi nedenleri ise şu şekilde sıralanabilir (Şimşek, 2007: 57):

 Döviz talebi artışı ile kurların aşırı hareketlenmesi,

 Finansal krizlerin reel ekonomi üzerindeki etkisi,

 Dış borç miktarının ve ödemeler bilançosu açığının artmış olması 2001 krizi ile enflasyon ve faiz oranları tahmin edilen oranlardan yüksek seviyede geçekleştiği için ekonomide küçülmeye ve buna karşı önlemler alınmasına yol açmıştır. Bu dönemde planlanan, Güçlü Ekonomiye Geçiş Planı (GEGP) ile dış ticaretin ve kur politikasının, maliye politikasının, enflasyonu engelleme politikasının ve yapısal reformlar gibi konulara odaklanılmıştır. Bu planın amaçları şu şekilde sıralanabilir (Sungur, 2015: 246):

 TCMB’nin özerkliğinin sağlanması ve piyasa ekonomisinin düzeltilmesinin amaçlanması,

 Güvenilir bankacılık oranlarını oluşturmak,

 Yatırım yapacaklar için orta vadede perspektif sağlamak

 Maliye politikasının sıkı tutulması, ekonomik büyümenin istikrarlı olarak gerçekleştirilmesi.

GEGP büyümeyi, enflasyonu ve faiz oranlarını olumlu yönde etkilerken, cari açığı ve istihdamı olumsuz kabul edilebilecek biçimde etkilemiştir (Sungur, 2015: 245). Sabit kur rejiminin piyasalarda daraltıcı etkisi arttığı için GEGP çerçevesinde buna son verilerek dalgalı kura geçilmiştir. Bu dönemde vergi geliri yetersizliği sebebiyle, kamu harcamaları vergilerden değil de iç borçlanma

yöntemiyle kapatılmaya çalışılmış, iç borçlanma nedeniyle bankaların karşılıksız döviz yükümlüklerini içeren pozisyonlar artmıştır. Bunların neticesinde GEGP’nin yetersiz olduğu anlaşılmış ve 2002 yılında Niyet Mektubu ile IMF’ye başvurarak yardım arayışına girilmiştir (Sungur, 2015: 245).

2002 yılı ikinci yarısında yaşanan seçimler sonunda hükümet değişimi ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 16 Kasım 2002’deki Acil Eylem Planı’nı kapsamında ekonomi zerine planlarını sunmuştur. Plan neticesinde alınan tedbirler, mali nitelikli tedbirler, yapısal reformlara yönelik tedbirler ve dış ticarete yönelik tedbirler olmuştur. Bu tedbirleri açıklayacak olursak (Bağımsız Sosyal Bilimciler, 2003: 15):

 Mali alanda alınan tedbirler vergi ve harcama politikalarıyla ilgili olmuştur. Eski maliyet politikalarının kaldırılması, vergi yükü azalması için tabana yayma çalışmaları ve vergi barışı projesini hayata geçirme çalışmaları programdaki vergi ile ilgili amaçlarını ifade etmektedir. Hükümetin kuruluşundan sonra mali anlamda hayata geçirilen uygulama, eski maliyet politikalarından vazgeçilmesi olmuştur. Bunun devamında, büyük bir içeriğe sahip olan vergi affı Meclis’ten onay almıştır. Ancak bu uygulama ile yeni vergi yükümlüleri vergilemeye dâhil edilerek vergi geliri artırılmak istense de vergisini ödeyenler ile borcu olanlar arasında finansal eşitsizlik ile karşılaşılmıştır.

 Yapısal anlamda alınan tedbirleri, özelleştirmeyi artırma çalışmalarına özen gösterilmesi ve özel sektörde canlılık sağlanması hedeflenmiştir.

 Reel sektörün canlanması için, yabancı yatırımların desteklenmesi ve KOBİ’lerin desteklenmesi yöndeki düzenlemelere daha çok önem verilmesi hedeflenmiştir (Şimşek, 2007: 62).

2005 yılında ihracatın önemli bir kısmını oluşturan sanayi mallarının ihracatı %84,8 oranına ulaşmıştır. 2008 yılında yaşanan kriz gelişmekte olan ülkeleri derinden etkilemiş ve bu durumdan Türkiye ekonomisi de etkilenmiştir. Kriz finansal kaynaklı olmasına rağmen diğer sektörleri de etkisi altına almıştır. Türkiye’nin 2001 krizini atlatmış olması ve edindiği tecrübelerle geliştirdiği

politikalar sayesinde 2008 krizi atlatılmıştır. Bu dönemde Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi (KDV) indirimi yapılarak Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ) için vergi muafiyeti getirilmiş ve vergi kolaylıkları sağlanmıştır (Göçer, 2012: 20). 2010 yılı itibariyle ekonominin iyiye gitmesi ilerleyen yıllarda da ihracat artışı sağlamıştır (Köksal,2016: 45).

2010 sonrası döneme bakıldığında, 2010 ve 2011 yılları krizden sonra kendine gelme dönemi şeklinde ifade edilmiş ve ekonomik büyüme ortalama %9’u aşmıştır. 2012’de %2,1 büyüme gösteren Türkiye ekonomisi, 2013’de %4,2, 2014’de de %2,9 büyümüş olduğu görülmektedir. 2016 yılında küresel ekonomideki durgunluk süreci tam olarak atlatılamamış ve büyüme oranları düşük seviyelerde devam etmiştir. Türkiye ekonomisinde de dünya ekonomisindeki gibi durgunluk süregelmiştir. Ekonomi, büyük oranda iç talep kaynaklı olarak devam etmiştir. 2016 ilk çeyreğinde %4,5 ikinci çeyreğinde %5,3 büyüme gerçekleşmiştir. Bu büyümede kamu harcamaları etkisi de görülmüştür. Yılın üçüncü çeyreğinde ise, darbe girişiminin de olumsuz etkisiyle geleceğe yönelik belirsizliklerin artması ve hane halkının harcamalarını ertelemesi nedeniyle iç talepte daralma görülmüştür. GSYH da iç talepteki düşüş ile beraber, ithalat ve ihracatta daralmanın da etkisiyle %1,3 küçülmüştür. Türkiye ekonomisi son çeyrekte, yurtiçindeki belirsizliklerde azalma ve ekonomik aktivitelerin artması için hükümetin aldığı tedbirler sayesinde toparlanmış ve %3,5 büyüme kaydetmiştir. Yıllık bazda büyüme ise %3,2 düzeyinde gerçekleşmiştir. 2017’de büyüme oranı %7,3 gerçekleşirken 2018’de düşüş göstermiş ve büyüme oranı %2,8 oranında gerçekleşmiştir (TÜİK, 2018).

3.

TÜRKİYE’DE

İHRACATA

DAYALI

BÜYÜME

HİPOTEZİNİN SEKTÖRLER İTİBARİYLE ANALİZİ