• Sonuç bulunamadı

1.3. Ekonomik Büyüme: Kavramsal Çerçeve

1.3.3. Ekonomik Büyüme: Teorik Çerçeve

1.3.3.1. Klasik Büyüme Teorileri

Klasik iktisatçılar, ekonominin farklı sektörleri arasındaki nedensellik ilişkisinin önemine değinmekte ve bu ilişkilerin ekonomik büyüme üzerine etkilerini göstermektedirler. Klasik iktisatçılar, bir ülkenin milli gelirinin tarım, sanayi ve ticaret sektöründeki faaliyetleri sonucunda elde edilecek olan ücretler, rantlar ve karlardan oluştuğunu savunmaktadırlar. Bu görüşler kapsamında ekonomik büyüme sürecini analiz etmişler ve bu süreci hızlandırmak için politikalar geliştirmişlerdir (Gupta, 2009: 2).

Klasik büyüme teorisinin üç önemli özelliği bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır (Yılmaz ve Akıncı, 2012: 34):

 Sermaye birikimi,

 Nüfus artışı ve iş bölümü,

 Teknolojik gelişim.

Klasik büyüme modelinde büyümenin motorunu yatırım oluşturmaktadır. Çünkü yatırımlar emek ve toprağın veriminde artış sağlayarak daha çok çıktı elde edilmesini sağlamaktadır. Kâr ise, yatırımların yapılabilmesi için en önemli faktördür. Kâr oranında ne kadar artış görülürse yatırımlar da aynı oranda artış görülecektir (Temel, 2017: 34).

Klasik büyüme modeli varsayımları aşağıda yer almaktadır (Acar, 2002:32- 63).

 Kâr sermaye birikimini uyaran temel faktördür

 Ücret kısa dönemde emek arzı ve emek talebine göre belirlenirken, uzun dönemde en alt düzeyde sabittir

 Ekonomi sürekli tam rekabet ve tam istihdam durumundadır

 Sanayide teknik olarak ilerleme dinamiktir.

 Tarımda teknik ilerleme oldukça yavaştır

 Üretim fonksiyonu veridir.

1.3.3.1.1.Adam Smith Büyüme Modeli

Ekonomik büyüme üzerine çalışmalarda bulunan ilk iktisatçı Adam Smith (1776) ‘Ulusların Zenginliği’ eserinde görünmez bir elin piyasada denge ve istikrarı sağladığını savunmaktadır. Bu görüşe göre, devletin ekonomiye müdahale etmesine gerek yoktur. Ekonomide bir doğal düzen olduğunu piyasaların doğal kanunlar tarafından en doğru şekilde yönlendirileceğini ve buna bağlı olarak tam rekabet şartlarının sağlanacağını savunmaktadır (Gupta, 2009: 2-3).

Adam Smith, mal ve hizmet değerinin emek tarafından ölçülebildiğini ifade etmekte ve ülkelerin zenginliğindeki temel kaynağı insan emeği olarak kabul etmektedir. Smith ekonomik büyüme sürecini, içsel faktörlerle açıklamaya çalışmaktadır. Emek verimliliğindeki artışı temelde iş bölümüne bağladığı için bu süreci gerçekleştirecek olan unsuru da sermaye olarak vurgulamıştır (Yılmaz ve Karaca, 2012: 37).

Smith’in sahip olduğu düşünceler genel itibari ile şu şekilde sıralanmaktadır (Smith, 1985: 336):

 Kişisel çıkarlar ön planda tutulur.

 İş bölümü ülke refahı için önem arz eder.

 Ekonomide devlet müdahalesi olmadan görünmez el yardımıyla sistem düzene girecektir

 Ticaret serbest yapılmalıdır

 Verim artışı için tarım ile sanayi birlikte kullanılmalıdır.

 Zenginliğin kaynağını emek oluşturmaktadır.

 Sabit ve değişir olmak üzere sermaye iki çeşittir.

 Fiyat ise reel ve piyasa fiyatı olmak üzere iki çeşittir.

 Asgari geçim düzeyine göre ücretler belirlenir.

 Para yalnızca mübadele için araç niteliği taşır.

Büyüme süreci analizi yapılırken, Adam Smith kaynakları bol miktarda bulunan fakat sermaye açısından fakir durumdaki ekonomi varsayımından hareket etmektedir. Söz konusu ekonominin doğal kaynakları sermaye ile karşılaştırıldığında sermaye açısından fakir durumda olması nedeniyle kar oranı

başlangıçta üst seviyelerde gerçekleşecektir. Yeni yatırım fırsatlarının ortaya çıkmasıyla kar oranları artış gösterecek bu da sermayedeki artışı tetikleyecektir. Sermaye miktarında görülen artış ile beraber iş gücündeki talep de artış göstererek ücretlerde de artışı da tetiklediği gözlenecektir. Fakat daha karlı yatırım fırsatları ile karşılaşıldığında artan sermaye stoku kâr hadlerinde düşüşe neden olacaktır. Bunun nedeni Adam Smith’in görüşüne göre, sermayenin azalan verimler kanunu içinde yer almasıdır. Sermaye stok miktarında görülen artışın sayesinde nüfus artışı da gerçekleşecek bu da ücret düzeyinin yükselmesine neden olacaktır. Bu durumda ekonomi ulaşabileceği maksimum refah ve zenginlik düzeyine erişecektir. Bu doğrultuda Smith, ekonomik büyüme sürecinin kendiliğinden artış gösteren bir yol izleyeceğini savunmuştur. Ekonominin durgunlaşmasıyla söz konusu durum son bulacaktır. Durgun durum ise, büyüme haddinin en üst sınırını ifade etmektedir (Yılmaz ve Akıncı, 2012: 40).

1.3.3.1.2.David Richardo Büyüme Modeli

David Ricardo’nun büyüme modeli Smith’in büyüme modeline çok benzemesiyle birlikte bu görüşte de büyümenin sermaye birikimine bağlı olarak gerçekleştiği düşüncesini savunmaktadır. Sermaye birikiminin hareket noktası da kâr olarak görülmektedir (Alkın, 1992: 41). Malthus’un Nüfus Teorisi hem Ricardo’nun hem de Smith’in modeli için geçerlidir; fakat Adam Smith modeli ile Ricardo modelinin farkı azalan verim kanununun hem emek hem de sermaye açısından geçerli olduğudur (Hiç, 1994: 14).

Bir ülkenin bazı malların üretimi konusunda diğer ülkelere oranla daha çok verim sağladığı kabul edilirse, bu malların üretiminde uzmanlaşmaya giderek ihraç edecek ve pahalıya ürettiği malları da ithal edecektir. Başka bir ülke de bütün mallarda düşük verimlilik gösterebilir, ancak bir maldaki verim düşüklüğü diğer ülkeye göre daha az olabilir. Dolayısıyla o da verimlilikte karşılaşılan negatif yönlü farkın düşük olduğu mal veya hizmet üretimi konusunda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olur ve söz konusu malda uzmanlaşarak ihraç etmelidir (Seyidoğlu, 2007: 26-27).

Richardo’nun analizinde, teknolojik gelişmeyi bir anlamda dışlaması, teknolojik gelişme olmasına rağmen azalan verimlerin ortadan kalkmaması,

azalan verimlerin bölüşüm üzerinden iktisadi büyümede sürekli etkili olmasına sebep olmaktadır. Teknoloji düzeyinde yaşanan ilerlemeler kısa dönemde karın artışını sağlarken uzun dönemde azalmasına engel olmamaktadır. Bu durumun nedeni ise, sermaye birikimi ya da yeni makine kullanımının tarımsal mallara olan talebini artırması olacaktır (Yılmaz ve Akıncı, 2012: 51).

Ricardo modelinin temel varsayımlarını şu şekilde sıralamak mümkündür (Hiç, 1994: 6, Alkın, 1992: 2):

 Başlangıç aşamasında kâr fazla olması nedeniyle tasarruf ve sermaye birikiminin de fazla olduğu kabul edilmektedir.

 Sanayi alanında teknik anlamda seviye atlama hızı yüksek ve emekte ise artan verimler kanunu bulunmaktadır.

 Tarım alanında teknik anlamda ilerleme hızı azdır ve tarım alanında azalan verimler kanunu bulunmaktadır.

 Sanayi malları için artış gösteren, tarım malları için azalış gösteren verimler kanunu geçerlidir.

 Malthus’un nüfus teorisi Richardo modelinde ön plana çıkmaktadır.

 Emek arz ve talebine göre, kısa dönemde ücretlerde de değişim söz konusu olur. Fakat uzun dönemde asgari bir ücret seviyesinde seyretmektedir

 Ekonomide tam rekabet ve tam istihdam durumu bulunmaktadır. 1.3.3.1.3.Thomas Robert Malthus Büyüme Modeli

Malthus (1789), Fizyokratların ve Adam Smith’in aksine, doğal düzen fikrine karşı çıkarak iktisadi kanunların birbirleriyle çalışma halinde olduğunu ve bu kanunların önüne geçilemeyeceğini ifade etmektedir. Malthus’un (1789) Nüfus Teorisi ile ilgili yapmış olduğu çalışmalar dikkat çekmektedir. Ekonomik büyüme sürecinin en önemli etkilerinin neler olduğu konusuna ‘Nüfusun İlkeleri Üzerine Bir Deneme’ adlı eserinde yer vermektedir. Malthus Nüfus Teorisinde, yoksulların çekmiş olduğu sefaletin sorumlusunun kendileri olduğunu ifade etmektedir. O toplumdaki zenginlerin yoksulların düşmanı olmadığını fakat yoksulların bu durumdan kendilerinin sorumlu olduğunu ve bu durumu çözmek

için çok fazla mekanizma olmadığını savunmaktadır (Yılmaz ve Akıncı, 2012: 42).

Nüfus, Malthus’un modeline göre, geometrik dizi yardımıyla, besin maddesi ise aritmetik dizi yardımıyla artış göstermektedir. Kısaca, eğer ekonomideki gıda maddesi nüfusla kıyaslandığında yavaş artış gösteriyorsa tarım üzerinde azalan verimler kanunu geçerli olacaktır (Malthus, 1798: 6). Malthus modelindeki diğer önemli nokta toprağın ve emeğin kullanımı ile reel gelirin sağlanmasıdır. Reel gelir emek ile birlikte nüfus açısından da değişiklik gösterir bunun nedeni toprağın miktar bakımından sabit olmasıdır. Üretim konusunda emek değişkenine kıyasla azalan verim kanununun geçerli olduğu kabul edilir. Bu doğrultuda teknoloji ile toprak miktarında değişiklik olmazken, nüfustaki artışın etkisi ise milli gelirin düşük düzeylerde seyretmesine neden olacaktır şeklinde ifade edilecektir. Bu doğrultuda, kişi başına düşen gelir oranında azalma gerçekleşecektir (Rashid, 1981: 60-75).

Nüfus artışı ile gıda ürünlerine olan talebin artmasına bağlı olarak fiyatlar da yükselecek ve buna bağlı olarak tarımdaki talep verimsiz arazilere kayacaktır. Çıktıda görülen bir birim artış daha fazla çaba gerektirdiği için ortalama maliyetlerde de artış gözlenecektir. Gıda fiyatlarında görülen artış toprak sahiplerini yeni tarımsal alanlarda daha fazla ekim yapmaya yönlendirecek bu da kazançları artıracaktır. Toprağın azalan verimler kanununa tabi olması sonucunda da yapılan her ilave tarımsal arazinin üretime katkısı da azalarak devam edecektir. Fakat Malthus’a göre, her üretim dalında azalan verimler kanunu işlemeyecek ve üretim sürecinde kullanılan her üretim faktörünün daha fazla çıktı sağladığı imalat sanayinde bu problemlerle karşılaşılmayacaktır. Ancak uzun dönemde elde edilen getiriler düşme eğilimi gösterecektir. Bunun nedeni olarak, sanayi mallarının üretim şartlarından ziyade artan rant ve gıda fiyatlarının etkisi gösterilmektedir (Berber, 2009: 65-67).

Ekonomik gelişim sadece üretim gücüne değil, üretimin dağıtılmasına da bağlıdır. Bir ülkede üretilebilecek mal miktarı üretim gücündeki artış ile beraber genişleyecektir. Söz konusu malların değer artışı daha iyi dağıtım olanaklarıyla mümkün olacaktır. Bu doğrultuda Malthus, nüfus oranlarında gözlenen artışın ücret oranlarını azaltmasına bağlı olarak üretim maliyetlerinin düşeceğini, karların

artacağını ve dolayısıyla da üretimde teşvik olacağını vurgulamıştır. Belirli bir üretim seviyesine ulaştıktan sonra, üretim sürecine ilave edilen emek sonucunda emeğin artışı ile karların düşeceği ve doğal olarak daha fazla emek istihdamının fazla karlı olmayacağını ifade etmiştir (Gupta, 2009: 33).