• Sonuç bulunamadı

1.3. Ekonomik Büyüme: Kavramsal Çerçeve

1.3.1. Ekonomik Büyümenin Belirleyicileri

Ülke ekonomisinde gerçekleşen büyüme oranı, sermaye stoku, beşerî sermaye, kişi başına gayri safi milli hâsılası, teknoloji düzeyi, kültürel ve kurumsal yapılar, doğal kaynakların durumu, ülke nüfusu, uygulanan yönetim şekli ve istikrarından oluşan etmenler ile her dönem farklılık göstermektedir (Yardımcı, 2006: 98).

Ekonomik büyüme, ülke ekonomisinin sahip olduğu mal akımının ve değişkenlerinin miktarının artış göstermesi olarak tanımlanmaktadır. Bu

doğrultuda, ekonomik büyümeyi belirleyen temel unsurlar aşağıdaki gibi sıralanmaktadır. Bu unsurlar takip eden bölümde incelenecektir (Şen, 2007: 5).

 Sermaye birikimi,

 Teknolojik gelişme,

 Nüfus artışı ve istihdam

 Doğal kaynaklar 1.3.1.1.Sermaye Birikimi

İktisatçılara göre sermaye birikimi, büyüme ve kalkınmanın ilk koşulunu oluşturmaktadır. Ekonomik büyümenin gerçekleşmesi için büyük oranda tasarruf sağlanarak milli gelirin yatırımlara yönlendirilmesi gerekmektedir. Sermaye birikimleri bir ekonominin, makine ve teçhizat üretim faktörüne ek olarak, yol, köprü ve hastane gibi yatırımları da içine almaktadır (Turhan, 2007: 23).

Sermaye aynı zamanda bir stok büyüklüğü anlamına geldiği için, bu büyüklükte gerçekleşen bir birimlik artışın, yeni makine ve teçhizat alımını desteklediği görülmektedir. Sermaye birikiminde görülen artış ile beraber büyümede buna paralel olarak artış göstermektedir. Ekonomik büyüme seviyesinin yükselişinde belirleyici unsurlar arasında, üretimdeki girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve finansal sitemin görevini yerine getirmesi yer almaktadır. Sermaye birikimi yapılmak isteniyorsa sermayeden daha yüksek oranda mal üretimi yapılmalıdır. Tasarrufların artmasıyla milli gelirde artış görülecek ve bu durum da ekonomik büyümeyi tetikleyerek olumlu yönde etkileyecektir (Çolak ve Öztürkler, 2012: 2).

Neoklasik büyüme teorisinin temellerinin oluşumunu sağlayan Solow ekonomik büyümenin belirleyicisi olarak sermaye birikimini göstermiştir. Fakat uzun dönem olarak geçerliliği bulunmamaktadır. Bu durumda, teknolojik gelişmeler kendini göstermektedir. Buna ek olarak Keynesyen ve post Keynesyen iktisatçılara göre ekonomik büyümenin belirleyici unsuru yatırımlardaki artışlar olarak kabul edilmektedir. Bu doğrultuda ekonomik büyüme ile sermaye birikimi arasında nasıl bir ilişki olduğu konusunda kesin bilgi bulunmamaktadır (Kurnaz, 2009: 39).

1.3.1.2.Teknolojik Gelişme

Teknoloji, üretim sürecine dahil olan girdinin çıktı halini alması şeklinde tanımlanmaktadır (Jones, 2001: 73). Teknolojik gelişme ise, eldeki ürünü yönetme konusunda yeni teknikler oluşturulması, yeni kabul edilen ürünlerin üretiminin yapılması ya da yönetimde kullanılan tekniğin geliştirilmesi yenilik olarak ifade edilir. Yani mevcut teknolojide görülen ilerleme şeklinde tanımlanmaktadır (Üzümcü, 2002: 8).

Teknolojik gelişmeler gelişimini tamamlamış ülkelerde, uzun dönem açısından ekonomik büyümenin en önemli etkeni durumundadır. Bunun nedeni, teknolojik gelişme ile beraber verimlilikte de artış gözlenmesidir. Ekonomik görüşlere bakıldığında istihdam verimlilik üzerinde, verimlilik de teknolojik gelişme üzerinde pozitif bir etki yaratması söz konusudur. Kısaca, teknolojik gelişmelerde görülen artış, üretim gelişimi tetikleyecek ve ekonomik büyümeye olanak sağlayacaktır. Uluslararası ticarette ülkelerin bulunduğu konum teknolojik gelişmeye uyum sağlamalarında ve yeni teknolojiye sahip olabilmelerinde büyük önem taşımaktadır (Turhan, 2007: 26).

Doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde ülkeye teknoloji girişi sağlanabilir. Bu giriş yöntemleri şunlardır (Kar ve Taban, 2005: 16-18);

 Teknolojik ürün, makine satın alma işlemi yapılarak,

 Teknoloji iş birliği anlaşmaları,

 Taklit veya kopya uygulanmasıyla,

 Yerli ve yabancı sermayenin iş birliğiyle,

 Öğrenci, seyehat ve uzman değişimi

 Uluslararası yayın, sergi ve fuar aracılığıyla.

Teknoloji transferi, tek başına bir ülkeden başka bir ülkeye teknolojinin aktarılması anlamını taşımamaktadır. Bunun nedeni, teknoloji transferinden sonra, yapılan transferin benimsenmesi, yenilik yapılabilme ihtimali olan alanların geliştirilmesi ve ekonominin tamamına uygulanması uzun zaman almaktadır (Kaya, 2000: 245).

1.3.1.3.Nüfus Artışı ve İstihdam

Nüfus ve ekonomi ilişkisinin 1940’lı yılların ardından önemi artmıştır. Günümüze kadar yapılan incelemeler, nüfusla ekonominin ilişkisini teorik anlamda incelemektedir. Özellikle 1960’lı yıllarda insan faktörünün beşerî sermaye faktörü şeklinde görülmesiyle nüfus kavramı ekonomi alanında ilgi uyandırmıştır (Turhan, 2007: 27).

Nüfus artışına bağlı olarak işgücünün de artış göstermesi ekonomik büyümeyi önemli ölçüde etkilemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde yurt içinde bilgi ve yetenek sahibi dinamik bir nüfusun bulunması teknoloji ve sermayeyi aktif olarak kullanmaya yardımcı olacaktır. Nüfusta görülen artış, ekonomide talebin artış göstermesini ve üretime katkı sağlayacak emek girdisi anlamı taşımaktadır. Nüfus artışına gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler açısından bakıldığında, eğitim, sağlık ve gelir artışı gibi sosyoekonomik gelişmeler gelişmiş ülkelerde nüfusun artmasına neden olacaktır. Gelişmemiş ülkelerde görülen doğum oranı yüksekliği ile ölüm oranlarındaki düşüş, salgın hastalıklar, işsizlik ve düşük gelir dağılımı, bulaşıcı hastalıkların çok olması gibi olumsuz durumlardan kaynaklı olarak, ekonomik büyüme ve nüfus artışı arasında olumsuz yönde ilişkinin varlığı söz konusudur (Kar ve Taban, 2005: 21-22).

Klasik iktisatçıların görüşüne bakıldığında emek arzı nüfusa, nüfus ise ücrete bağlı durumdadır. Adam Smith’in düşüncesine göre nüfus, insanların geçimlerinin devamını sağlayan araçlarda görülen artışa göre atış sağlayacaktır. Malthus’un görüşüne göre, nüfus ile nüfusun yaşamının sürekliliği için ihtiyaç duyulan besinlerin arasında bulunan ters orantı, nüfus artışıyla ücret artışında da görülmektedir. Karl Marx, nüfusun artmaya devam etmesiyle işsizliğe neden olan emek gücü fazlasının devamının gelmesi halinde, sermaye birikimi artış gösterdikçe işsizlik oranında da artış görüleceğini savunmaktadır. Bu süreç içerisinde işçi sınıfına yapılan baskının zamanla daha da artacağı ve bunun sonunda kapitalizmin ortadan kalkacağını öngörmektedir (Turhan, 2007: 43). Neo-klasik dönemde ise, ücret belirlemede büyüme ve üretim sürecindeki nüfusun ekonomi ile ilişkisinin bulunduğu savunulmaktadır. Keynes ise, nüfusu istihdam ile birlikte incelemiştir (Küçükalay ve Türkcan, 2004: 74).

1.3.1.4.Doğal Kaynaklar

Kişiler, üretimde kullanmak amacıyla bazı girdileri doğa üzerinden sağlamaktadır. Doğal kaynaklara örnek gösterilecek olursa yer üstünde oluşan doğal kaynaklar akarsu, orman, göl, toprak vb. faktörler; yer altında oluşan doğal kaynaklar ise madenler, yeraltı gazları, yeraltı suları, petrol vb. faktörler örnek gösterilmektedir (Pekin, 1995: 17). Doğal kaynaklar aynı zamanda kıt kaynaklar olarak da ifade edilir bunun nedeni miktarı sabit olmasıdır. Yani doğal kaynaklar zamanla artış göstermez fakat elde bulunan doğal kaynaklar daha verimli kullanılabilir (Dinler, 1998: 16).

Doğal kaynaklar ülkeler arasında dağılımı farklılık göstermektedir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ve sahip oldukları kaynaklardaki çeşitlilik, ülkelerin büyüme oranlarının farklılık göstermesine yol açmaktadır. Doğal kaynak bakımından zengin olan ülkeler kaynak bakımından fakir olan ülkelere oranla genellikle daha hızlı kalkınma olanağı elde etmektedir. Fakat bu duruma bakarak az gelişmiş ülkelerdeki doğal kaynakların nitelik ve nicelik bakımından eksik olması sonucuna varılmamalıdır. Zengin doğal kaynakları bulunan bazı az gelişmiş ülkeler sahip oldukları doğal kaynaktan yararlanmak için yeterli sermayeyi ve teknolojiyi elinde bulundurmadıklarından dolayı bu doğal kaynakları kalkınma amaçlı kullanamamaktadırlar (Pekin, 1995: 18).

Doğal kaynakların dünyadaki dağılımı eşit olmamasına rağmen potansiyel refah kaynağı kabul edilmesi, yeni bir doğal kaynağa sahip olmak özellikle gelişimini tamamlamamış ülkeler adına büyük önem taşımaktadır. Bulunan bu kaynağın da metaller ve enerji ürünleri açısından ufak da olsa bir kaynağa ulaşıldığına ilişkin haber az gelişmiş ya da gelişimini henüz tamamlayamamış ülkelerde, çoğu kez büyük bir sevinçle zenginleşmenin aynı zamanda büyümenin bir anahtarı olarak görülmektedir (Bağırtan, 2018: 6).

1.3.1.5.Gelir Dağılımı

Gelir dağılımı, ülkedeki toplam gelir üretim faktörlerinin, üretime katılan bireyler veya toplumlar arasında dağılması olarak tanımlanmaktadır. Kişisel gelir dağılımı, bir ülkedeki toplam gelirin tüketiciler arasında dağılımını ifade etmekte, fonksiyonel gelir dağılım ise, üretim faktörleri arasında olan dağılımı ifade

edilmektedir. Büyümeyi tasarruflara bağlayan görüşe göre, büyüme ile gelir dağılımında görülen eşitsizlik arasında pozitif yönlü ilişki söz konusuyken diğer yandan beşerî sermayenin üzerinde duran görüşe göre, gelir dağılımında görülen eşitsizlik ve büyüme arasında negatif yönlü ilişki bulunmaktadır (Turhan, 2007: 30).

Klasik iktisadi görüşe bakıldığında, gelirin işçi sınıfına doğru gitmesi tasarruf oranlarını azaltarak yatırım oranlarını da düşüreceği için bu durum karşısında ekonomide yavaşlama söz konusu olacaktır. Keynes ve Kadecki’ye göre, gelirin ücretliler yararına olacak şekilde dağılması tüketimde artışa neden olacağı için ekonomik büyümeyi de hızlandırıcı etki yaratacaktır (Oğuş, 2005: 236).

Kuznets, ekonomik büyüme başladığında gelir dağılımının adaletsiz olduğunu, ancak ekonomik büyüme gelişme gösterdikçe gelir dağılımının zamanla düzene gireceğini savunmuştur. Fakat Ghura, Leite ve Tsangarides’in çalışmasında ekonomik büyüme, gelir dağılımı karşısında tarafsız olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Ghura vd., 2002: 118).