• Sonuç bulunamadı

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A.Ş. banknot ihraç eden, hükümetin para ve kredi politikasını yürüten, veznedarlık görevini üstlenmiş ve devletin iktisadi ve mali danışmanlığını yapan yasal olarak bağımsız bir ekonomik kurumdur. Kağıt para (banknot) basma tekelini elinde bulundurur ve bu yetkiye istinaden bağımsız olarak para politikasını belirler. Ayrıca Hazine Müsteşarlığı'na bağlı olan Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü'nce basılan madeni paraların tedavülü de Merkez Bankası'nca sağlanmaktadır.

Merkez Bankası EFT (Elektronik Fon Transferi), EMKT (Elektronik Menkul Kıymet Transferi) sistemlerinin Türkiye'deki sahibi olup (TCMB, 2014), Tüm Dünya Bankalararası Mali İletişim Topluluğu'nun (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication - SWIFT) Türkiye ayağını yürütmektedir (SWIFT, 2014:1). Banka büyük Elektronik Veri Dağıtım Sistemi (EVDS) olarak adlandırılan büyük bir veri tabanına sahiptir. Bu veri tabanındaki bilgiler İngilizce ve Türkçe olarak kullanıcıların hizmetine açılmıştır. TCMB'nın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka temel amacıyla çelişmedikçe ülkenin kalkınması için uygulanacak politikaları da desteklemeye çalışmaktadır. Banka para politikasının uygulanmasında tek başına yetkilidir. Fiyat istikrarını sağlamak amacıyla belirleyeceği politika dahilinde para politikası araçlarını serbestçe kullanabilmektedir. Bankanın politika araçlarını uygulamada ve ekonomiyi takip etmede ihtiyaç duyacağı bilgileri toplama ve kurumları denetleme hakkı bulunmaktadır.

3.9.1. Genel Olarak Görev ve Yetkileri

Ülkemizde Merkez Bankası’nın asli görevi, fiyat istikrarının korunması olmakla beraber, Banka, para politikasının yürütülmesi ve para basımı yetkilerine sahiptir. Merkez

bankaları, pek çok ülkede mali sistemin denetim yetkisine de sahip olarak sistemi denetlemekle görevlidir. Bu bağlamda, denetim fonksiyonu gereği karaparanın aklanmasının önlenmesinde de önemli bir rol üstlenmektedirler. Yine bazı ülke merkez bankaları, aklama ile mücadelede tam yetkiye sahip olurken, bazı ülke merkez bankalarının ise sınırlı anlamda yetkilere sahip veya suç gelirleriyle mücadelede özel bir görev ve yetkisi olmadığı görülmektedir (Yeşiladalı, 2000: 32). Bankanın görev ve yetkileri 3 başlık altında toplanabilir;

1. Banknot basma ve paranın dolaşımını sağlama: Para politikasına uygun olarak ihtiyaç duyulan ülke para birimi cinsinden banknot basmak. Paraların dolaşımını ve hacmini düzenlemek için gerekli teşkilatlanmayı sağlar, yöntemleri ve teknik alt yapıyı sağlar ve işletir.

2. Para politikasını belirlemek: Banka fiyat istikrarı amacına uygun olarak para politikası belirler ve uygular. Bu amaçla faiz oranlarının belirler ve bankalara nihai kredi merci olarak hizmet eder. Ayrıca para politikası amacının gerçekleştirmek için mali piyasaları yakından takip ederek, faaliyet gösteren kuruluşların uygun hareket edip etmediklerini denetleyebilmektedir. Denetim alanı dışındaki hallerde banka denetlemeye yetkili diğer kurum ve kuruluşları bilgilendirmek ve onlarla işbirliği yapmaktadır.

3. Hükümetin mali ajanlığını yerine getirmek: Banka hükümetin alacak ve borçlarının ödenmesinde ve hükümetin ekonomik gidişle ilgili bilgilendirilmesinde doğal mali ajandır.

Bu amaçla açılacak kamu borçlanma ihalelerine aracılık yapmaktadır. Yine hükümetin mali ajanlığı çerçevesinde ekonomik durumla ilgili olarak ortaya çıkan gelişmeler hakkında hükümeti ve diğer kurum ve kuruluşları bilgilendirir.

3.9.2. Suç Gelirleri ile Mücadeledeki Rolü

Ülkelerin merkez bankaları suç gelirleri ile mücadele konusunda karşılaştırılarak incelendiğinde; İrlanda Merkez Bankası tarafından gerçekleştirilen gözetim ve denetim faaliyetlerinin, mali sektörde karaparayla mücadele tedbirleri bakımından sağlam bir temel oluşturduğu söylenebilir. Mücadelenin “The Irısh Bankers Federation” (İrlanda Bankacılar Federasyonu), “The Irish Insurance Federation” (İrlanda Sağlık Federasyonu) gibi mali sektör kuruluşlarınca sağlanan destekle daha da güçlü hale geldiği gözlemlenir. Hollanda Merkez Bankası ise kredi ve yatırım kuruluşları ile döviz büfeleri üzerinde denetim yetkisine sahiptir; aynı zamanda banka, bu kuruluşların yönetim ve idari yapısını kontrol

ederek ilgili kuruluşların karaparayla mücadelede yeterli önlem almalarını, yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlar. Yine Yunanistan Merkez Bankası’nın da bankalar, leasing ve factoring Şirketleri, döviz büfeleri gibi kuruluşlar üzerinde denetim yetkileri mevcuttur (Mavral, 2003: 393). Konuya TCMB açısından baktığımızda, TCMB aklamanın önlenmesine ilişkin 4208 Sayılı Kanun’un hazırlık çalışmalarında aktif bir rol almıştır; ancak günümüzde karaparayla mücadelede özel bir görev ve yetkiyle donatılmamıştır. Mevzuat doğrultusunda banka sadece, MASAK tarafından istenecek bilgi ve belgeleri vermekle yükümlü sınırlı bir yetkiye sahiptir (Yeşiladalı, 2000: 32). 1211 sayılı Merkez Bankası Kanunu'nun 4.II/d maddesinde de TCMB’nin, sadece kendi alanına giren, ilgili konularda bankaların mali yapılarını izleme yetkisi verilmiştir. Yine incelemeler sırasında veya sonrasında karaparaya yönelik bir işlemden şüphelenilmesi halinde Merkez Bankası’nın da diğer Kurumlar gibi MASAK Başkanlığı'na bildirimde bulunma sorumluluğu mevcuttur. Suç gelirleri ile mücadelede diğer ilgili kurumlarda olduğu gibi TCMB’nin de kurumlararası işbirliğine gereken özeni göstermesi ve herhangi bir şuç şüphesi veya bir suçla ilişkili olabilecek bilgi veya bulgu edindiğinde suç gelirleri le mücadele eden diğer kurumlarla bilgi paylaşımında bulunmalıdır.

SONUÇ

Suç gelirleri ile mücadele denildiğinde ülkemizde ilk akla gelen kurum Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı’dır. MASAK, suç gelirlerinin aklanması alanındaki gelişmeler ile aklama suçunun önlenmesi ve ortaya çıkarılmasına yönelik yöntemler konusunda araştırmalar ve sektörel çalışmalar yapmakta, önlemler geliştirmekte, veri toplama, toplanan verileri analiz etme ve değerlendirme çalışmaları yürütmekte, araştırma ve incelemeler yaparak veya yaptırarak elde edilen bilgi ve sonuçları ilgili makamlara iletmektedir. MASAK, anılan fonksiyonları icra edebilmek için politika oluşturulmasına katkıda bulunmakta, uygulama stratejileri geliştirmekte, belirlenen politikalar çerçevesinde kanun, tüzük ve yönetmelik taslakları hazırlamakta, uygulamaya ilişkin gerekli diğer düzenlemeleri yapmakta, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamakta, görüş ve bilgi alışverişinde bulunmaktadır. Ülkemizde suç gelirlerinin aklanması ile mücadele, 1996 yılında çıkarılan 4208 sayılı Kanunla hukuki bir kimlik kazanmış ve 5549 sayılı Kanun yürürlüğe girinceye kadar da 4208 sayılı Kanun, bu mücadelenin hukuki dayanağını oluşturmuştur. Ancak zaman içinde, gerek uluslararası boyutta aklama ile mücadele yöntemlerinin gelişmesi, gerekse uluslararası ekonomik ve finansal ilişkilerin daha önceki dönemlerle mukayese edilemeyecek derecede artması, ülkemizde de aklama ile mücadelede yeni bir kanuni düzenleme yapılması ihtiyacını doğurmuştur. Bu ihtiyaçtan hareketle hazırlanan 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun, 18.10.2006 tarihinde yürürlüğe girmiş, bu Kanun ile terörün finansmanının önlenmesi kapsamında veri toplamak, şüpheli işlem bildirimlerini almak, analiz etmek ve değerlendirmek de MASAK’ın görevleri arasına dahil edilmiştir.

Suç gelirlerinin aklanmasıyla mücadele ederek etkin bir ekonomi ve temiz bir toplum oluşmasına katkıda bulunmayı kendisine hedef olarak belirlemiş olan Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı, bu hedefe ulaşma anlamında teknolojiden de yararlanmak suretiyle mücadele kapasitesini önemli ölçüde arttırmış olup bundan sonra da bu kapasiteyi arttırmaya ve kendisinden beklenilen fonksiyonları en iyi şekilde yapma gayreti içinde olmaya devam etmektedir. Elbette suç geliri ile mücadelenin tek boyutu aklama ile mücadele değildir. Aynı zamanda terörün finansmanı ile mücadelede bu noktada önem arz etmektedir. Bilinmektedir ki terör hem suç gelirleri ile hem de legal yollardan elde edilen gelir ile finanse edilmektedir. Önceleri terör örgütlerinin bazı ülkelerce finanse edildiği yaygın bir kanaat iken günümüzde terör örgütlerinin legal veya illegal yollarla kendi

kendilerini finanse ettikleri ortaya konmuş ve bunu önleme yolunda önemli adımlar atılmış, önemli mevzuat çalışmaları yapılmış ve kanun ve yönetmelikler yürürlüğe konulmuştur. Suç geliri yani suçtan gelir elde edilmesi ile mücadele ancak gelir getirici suçların önlenmesi ile mümkün olabilecektir. Gelir getirici suçlardan sağlanan kazançla mücadelenin ülkemizdeki en etkin yöntemi müsaderedir. Müsadere; hukukumuzda güvenlik tedbiri olarak nitelendirilmekte olup bunun yanı sıra 6415 sayılı Kanunla getirilen çok yeni bir düzenleme olan malvarlığının geri alınması sistemi mevcuttur. Ancak 6415 sayılı Kanunla getirilen bu düzenleme Birleşmiş Milletler Kararlarına atıf yapılarak bazı özel durumlarda kullanıldığından ve kullanım alanı geniş olmadığından dolayı müsadere kadar yaygın kullanılabilecek bir mekanizma değildir.

Ülkemizde suç gelirleri ile mücadelenin etkinliğini ortaya koyabilmek ancak müsadere tedbirinin etkinliğini ölçmekle mümkün olabilecektir. Tezimizde ayrıntılı olarak değinildği üzere ülkemizde birçok kurum suç gelirleri ile bunun elde edilmesi, aklanması ve terörün finansmanında kullanılması noktasında farklı alanlarda mücadele etmektedir. Eski hukuk sistemlerinde, çok kapsamlı, mülkiyet hakkına açık müdahale oluşturan, işlenen suçla orantılı olmayan ve hatta suçla ilintili olma şartını dahi içermeyen, genel müsadere yaptırımı öngörülmüştür. Ancak temel hak ve özgürlüklerden mülkiyet hakkının açık ihlali niteliğinde olan genel müsadere yaptırımına çağdaş ceza hukuku sistemlerinde yer verilmemiştir. Bu doğrultuda evrensel insan hakları belgeleri ile temel hak ve özgürlüklerin ülke bazında güvencesini oluşturan anayasalarda, genel müsadere yaptırımına başvurulamayacağı net bir şekilde açıklanmıştır (Örücü,1976:73). Öncelikle gerekli olan;

müsaderenin hukuki niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edilmesidir. İşte bu nedenledir ki, müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkum edilmesi gerekmemektedir. Örneğin; suç işlenmesinde kullanılan tehlikeli eşya, bunu kullanan fail çocuk veya akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamasa dahi müsaderesine hükmedilecektir (Yerdelen, 2006:1).

Müsadere suç işleyen kişinin malvarlığının tamamı veya sadece suçla ilgili olan kısmının devlete geçmesi hallerine göre genel ve özel müsadere olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel müsadere; suçlunun taşınır ve taşınmaz bütün malvarlığı üzerindeki mülkiyetini kaldıran ve bunların devlete geçmesini sağlayan bir ceza olarak tanımlanmaktadır. Genel müsadere artık hemen hemen hiçbir hukuk sisteminde bulunmayan bir müessesedir. Zira suçlunun tüm malvarlığının elinden alınması sebebiyle müsaderenin bir tedbir olması ve suçlu

yanında ailesini de doğrudan etkilediğinden cezaların şahsiliği ilkesini de ihlal eden bir uygulamadır (Öztürk ve Erdem, 2005:303). Anayasamız m.38/9 da genel müsadere cezasının verilemeyeceğini açıkça düzenlemiştir. Genel müsadere cezası Anayasa’nın 38/7 maddesindeki ceza sorumluluğunun şahsiliği ve 13. maddesindeki insan haklarının demokratik toplum gereklerinin dışında sınırlanamayacağı kurallarına da aykırıdır. Bu şekildeki kural, kanun koyucuyu genel müsadere anlamına gelecek bir ceza koyamayacağı konusunda sınırlandırmaktadır. Kanunla düzenlenmiş şartların varlığı halinde, suçla ilgili olan belli bazı eşyaların ya da kazancın mülkiyetinin devlete geçmesine özel müsadere denir. Çağdaş ceza hukuklarında genel müsadere yasaklanmış iken, müsadere konusu eşya veya kazancın suçla ilgili ve doğrudan bağlantılı olduğu özel müsadere öngörülmekte ve meşru görülmektedir. Hatta bazen suç için öngörülen asıl cezadan da etkili bir tedbir olarak işe yaramaktadır.

Özellikle organize suçlarda suçluların temel suç işleme saiki çoğu zaman gelir elde etmek olmaktadır ve yakalandıkları durumlarda alacakları diğer cezalardan ziyade elde ettikleri gelire el konulması durumunda daha fazla zarar görmekte ve daha sonra suç işlemelerini önlenmesi noktasında daha caydırıcı bir ceza olmaktadır. Suç gelirlerinin aklanması suçu, suç gelirlerinin ekonomik sisteme entegre edilmesi sonucu ortaya çıkan suç türlerindendir.

Suç gelirleri ile mücadele etmek için öncelikle ekonomide yer alan sektörlerin suçun önlenmesine yönelik duyarlılıklarının arttırılması ve öncelikle önleyici tedbirlerin yasal düzenlemelerle ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu konuda ekonomide ilgili birey ve müesseselerin üzerlerine düşeni yapmalarının sağlanması gerekmektedir. Konu üzerine çalışmalar yapan yazarların eserleri incelendiğinde suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri kavramının farklı biçimlerde tanımlandığı görülmektedir. “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerleri” kavramının içine; suç işlemek suretiyle elde edilen malvarlığı değeri, suç işlemek dolayısıyla elde edilmiş olan malvarlığı değeri ve hem suç işlemek suretiyle hem de suç işlemek dolayısıyla elde edilen malvarlığı değerinin dönüştürüldüğü tüm malvarlığı değerleri girmektedir (Değirmenci, 2007: 9). Bu tanımlama kanaatimizce uygulamada ortaya çıkabilecek kafa karışıklıklarının önünü almak açısından oldukça yerindedir.

Özünde yasadışı kökenli malvarlığına yasallık ve meşruluk görünümü vermeyi amaçlayan aklama suçu, suçtan elde edilen nakit formundaki yüksek miktardaki meblağın öncelikle şekil değiştirmesi, daha ufak boyutlara indirgenmesi ve daha sonra el değiştirmesi suretiyle de işlenebilecektir. Bu sebeple, örneğin elmas alımı yoluyla dönüştürülen ve kıymetli bir madene çevrilmiş durumda olan malvarlığı da yine suç geliri olma niteliğini koruyacaktır.

Bilindiği üzere suçluların amacı yasadışı gelir getirici faaliyetlerden elde ettikleri suç gelirlerini rahatça ve yakalanma korkusu olmadan kullanabilmektir. Bu sebeple suç işlemedeki asıl hedeflerine ulaşabilmek için aklama eylemini gerçekleştirmek zorundadırlar. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir tahmine göre bir yılda aklanan suç geliri miktarı 1,5 trilyon dolar civarındadır. IMF bu rakamı son yıllar için 2 trilyon dolar olarak tahmin etmektedir (Aydın, 2008: 8). Suç gelirleri ile mücadelede uluslararası hukuksal araçların oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Bu suç tipi ile mücadelenin esası, küresel ölçekte mevzuatların uyumlaştırılmasına dayanmaktadır. Bunun sebebi suç gelirinin sınır aşan suçlardan da elde edilebileceği ve suçtan edilen gelirin yurtdışın çıkarılarak izinin sürülebilmesinin zorlaştırılması riskidir.

Suç gelirleri ile mücadelenin bir diğer önemli ayağı ise terörün finansmanı ile mücadeledir.

Terörle mücadelede terör örgütlerinin finans kaynaklarının tespit edilerek bu kaynaklardan mahrum bırakılması her geçen gün önemini daha da artırmaktadır. Bilindiği üzere bu finans kaynaklarından başlıcası suç gelirleridir. Klasik suçla mücadele yöntemlerinin organize suçlarda fazla etkili olmadığı görüldüğünden, suçluları suç gelirinden mahrum etmek ve dolayısıyla çıkar amaçlı suç işlenmesini önlemek amacıyla karapara aklama suçunun ülke mevzuatlarına dahil edilmesi ile birlikte, terörün uluslararası bir boyut kazanması ve terör örgütlerinin diğer organize suç örgütleri gibi uyuşturucu ticareti ve benzeri alanlarda faaliyet göstermek suretiyle önemli miktarlarda suç geliri elde etmeleri nedeniyle terörle etkin bir şekilde mücadele etmek için klasik tedbir ve uygulamaların yanında terör örgütlerinin finans kaynaklarının kurutulması gereği fikri büyük kabul görmeye başlamıştır (Aydın, 2008: 343). Böylece terörle mücadelenin var olan boyutlarına

“terörün finansmanı ile mücadele” boyutu da eklenmiştir. Suç organizasyonu mensupları ve terörü finanse edenler tarafından elde edilen gelirlerin kaynağından ayrılarak yasal ekonomik sisteme entegre edilmesi sürecini gizlemek amacıyla kullanılan pek çok metot mevcuttur. Finansal sistemin kullanılması bu yöntemlerden bir tanesidir. Bu sistem;

karmaşık işlemler içermesi, paranın izinin sürülmesinin yapılan işlem sayısı ve çeşidinin arttırılması ile zorlaştırılmasına olanak sağlaması, uluslararası bazda bakıldığında birtakım yasal uygulamaların ülkeden ülkeye değişiklik göstermesi gibi sebeplerden kaynaklanan boşluklar nedeniyle suçlular ve suç organizasyonlarınca tercih edilmektedir.

Altın ve mücevher sektörü suç geliri ve suç gelirlerinin aklanması suçlarında hem organize suç örgütleri hem de terör örgütlerince oldukça sık kullanılan bir sektördür. Kıymetli

maden, taş, mücevher sektörü ile ilgili riskli bir nokta internet üzerinden yapılan kıymetli taş ve altın alım-satımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüz yüze yapılan işlemlere nispeten daha az prosedür gerektiren ve yapılan işlem şüpheli bir mahiyette ise bunun daha rahat gizlenebildiği bir alım-satım türü olmasından dolayı aklayıcılar ve terörü finanse edenlerin internet aracılığıyla işlem yapıyor olma riski bulunmaktadır. Bu sebeple bu tarz alım-satımların yapılmasına olanak sağlayan firmaların da müşterinin tanınması esasına sıkı sıkıya uymalarının sağlanması gerekmektedir. Kıymetli, maden, taş, mücevher alım-satımı yapanlara ilişkin olarak söz konusu sektöre yönelik bilgilendirici çalışmalara öncelikle ağırlık verilmesi gerektiği görülmektedir. Örneğin illerdeki kuyumcu odalarının web sitelerine aklama ve terörün finansmanı ile mücadele mevzuatının ve hazırlanan broşürlerin eklenmesi başlangıç itibariyle faydalı olacaktır. Ardından sektör tacirlerinin bu alandaki bilgi birikiminin ve duyarlılığının artırılması amacı ile eğitimler ve seminerler verilmelidir.

Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü ve Kıymetli Maden Aracı Kurumlarının da kıymetli madenlerin alım-satımını gerçekleştirmeleri sebebiyle söz konusu eğitim ve seminerlere katılımları sağlanmalıdır. Kıymetli taşlar yüksek miktarlardaki değeri fiziksel olarak oldukça küçük şekillerde taşıma, nakletme özellikleri, suçlular ve suç örgütlerince saklama ve transferde araç olarak kullanılabilme riskini barındırmaktadırlar. Bu sebeple yurda giriş çıkışlarda gümrük kontrollerinin kıymetli taş taşıyıcılarına özel dikkat gösterecek şekilde yapılması hususunun Gümrük idarelerine bildirilerek konuya öncelik ve önem verilmesi gerektiği ifade edilmelidir. Bu sektöre özgü alınacak olan bazı tedbirlerle suç organizasyonlarının elde edecekleri suç gelirlerinin önünün alınabileceği düşünülmektedir. Bu durum nakit para akışının yoğun olduğu diğer sektörler için de geçerli olup altın ve mücevherat sektörü olgunun daha somut olarak ortaya konulması adına örnek olarak ele alınmaktadır. Aşağıda bu sektördeki boşluklara ilişkin tespitlere yer verilmiştir;

 İlgili ticaret odasına ve üst birlik olarak Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonuna kayıtlı olan kuyumcular tarafından altın alım-satım işlemleri esnasında kimlik tespiti yapılmadığı, meblağ yüksek olsa dahi sadece fatura düzenlemekle yetinildiği anlaşılmıştır. Kuyumcuların kuruluşları veya yürüttükleri faaliyetler esnasında bünyelerinde alım-satımını gerçekleştirdikleri kıymetli madenleri, Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğünden, İstanbul Altın Borsasından ve serbest piyasadan temin ettikleri anlaşılmıştır. Kuyumcular bünyesinde külçe altın alım-satımı yapılmamaktadır.

 Çantacı olarak tabir edilen şahıslar imalat atölyelerinden gelerek yanlarında getirdikleri altın ve mücevherden mamül takı ve ziynet eşyalarını kuyumcuların beğenisine sunarak sipariş üzerine üretim yapılması amacıyla atölyelere bilgi verilmesi sonrası kuyumcuların siparişleri yine bu çantacılar vasıtasıyla yerine ulaştırılmaktadır. Kuyumcuların aklama ve terörizmin finansmanı suçları ile ilgili bilgilerinin olmadığı gözlemlenmiş ve mevzuattan da bihaber olunduğu anlaşılmıştır.

 Gümüş alım-satımı altın alım-satımı ile aynı işleyişe göre gerçekleştirilmekte, kuyumcu bünyesinde gümüş alım-satımı yapılabildiği gibi; ayrı bir gümüşçü işletmesi ve genelde gümüş ve saat satılan işletmelerde gerçekleştirilmektedir.

Gümüş alım-satımı yapanlar da kuyumcular gibi kuyumcular odasına bağlı olarak faaliyette bulunmaktadırlar. Kuruluş ve işleyişte aynı prosedür uygulanmaktadır. Kuyumcular tarafından pırlanta gibi kıymetli taşların da alımı satımı yapılmakta bu alım-satım da altın ve gümüş ile aynı işleyişe dayalı olarak gerçekleşmektedir.

Kuyumcuların ayrı bir meslek kanunlarının olmayışının sektörün düzenlenmesinde yetersizliklere yol açtığı görülmüş ve kuyumculara yönelik olarak yetkili müesseseler örneğinde olduğu gibi spesifik bir mevzuat ihtiyacı olduğu anlaşılmıştır. Örneğin kuruluş esnasında herhangi bir sermaye limiti bulunmamaktadır. Başvuru yapan herkes 500 TL.

sermaye ile olsa dahi kuyumcu işletmesi kurabilmekte bu da uygulamada sorunlara yol açmaktadır. Ayrıca bir üst birlik ihtiyacı da söz konusudur.

Ülkemizde kıymetli, maden, taş, mücevher alım-satımı yapanlara ilişkin aklama ve terörün finansmanı ile mücadele mevzuatı genel itibariyle teoride oldukça etkindir. Örneğin FATF metodolojisinde bu sektörün aktörleri için 15.000 USD ve üzeri nakit işlemlerde yükümlülüklerden söz edilmekteyken ülkemiz mevzuatında böyle bir limit belirlenmemiş ve kapsam daha geniş tutulmuştur. Bunlar gerek önleyici gerekse bastırıcı tedbirlerin etkinliği bakımından olumlu düzenlemelerdir. Ancak teorinin pratiğe de dökülmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle işe bu sektörde faaliyet gösterenlerin söz konusu mevzuattan haberdar edilmesi ve farkındalığın artırılması ile başlanmalıdır.

Finansal sitemin kullanılmayarak, taşıyıcılar vasıtası ile fiziksel olarak suç gelirinin hareket ettirilmesi bir diğer metod olarak gösterilebilir. Söz konusu suç geliri para formunda olabileceği gibi, yüklü tutarların dikkat çekme olasılığına karşı kıymetli maden,

Finansal sitemin kullanılmayarak, taşıyıcılar vasıtası ile fiziksel olarak suç gelirinin hareket ettirilmesi bir diğer metod olarak gösterilebilir. Söz konusu suç geliri para formunda olabileceği gibi, yüklü tutarların dikkat çekme olasılığına karşı kıymetli maden,