• Sonuç bulunamadı

3.2. Mali Suçları Araştırma Kurulu

3.2.3. Suç Gelirleri ile Mücadeledeki Rolü

Aklama suçu ile mücadelenin bastırıcı ve önleyici tedbirler olmak üzere iki temel boyutu bulunmaktadır. Suç işlendikten sonra suçlunun ve suç gelirinin tespiti ile ilgili olan bastırıcı tedbirler; aklamanın suç haline getirilmesini, bu suçu işleyenlerin tespit edilmesini, soruşturulmasını, yargılanmasını ve cezalandırılmasını, aklamaya konu mal varlığı değerlerinin tespitini, takibini, el konulmasını ve müsaderesini kapsamakta olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Suçun işlenmesini engellemeye yönelik önleyici tedbirler ise, günümüzde bilişim alanındaki gelişmeler nedeniyle hızlı, karmaşık ve sınır tanımayan bir boyut kazanan finansal faaliyetlerin aklayıcılar ve terörü finanse edenler için uygun ortamlar oluşturması karşısında aklama ve terörün finansmanı ile mücadelede suç gelirlerinin ekonomik sisteme sokulmasının önlenmesini amaçlamaları nedeniyle son derece önemlidir.

Bu kapsamda suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele amacıyla düzenlenen müşterinin tanınması, şüpheli işlemlerin bildirimi, iç kontrol, iç denetim, risk yönetimi ve uyum görevlisi atanması gibi önleyici tedbirlerin yükümlülerce etkin bir şekilde uygulanması ile aklama fiillerinin gerçekleştirilmeden ortaya çıkarılarak engellenmesi ve finansal sistemin bu suçların işlenmesinde araç olarak kullanılmasının önlenmesi sağlanmaktadır.

Suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanı ile mücadelede önleyici tedbirlerin önemine uluslararası düzenlemelerde de vurgu yapılmış ve ülkeler bu çerçevede gerekli önlemleri almaları konusunda uyarılmıştır.

Sınır aşan örgütlü suçların önlenmesi ve bu çerçevede ülkeler arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla 2000 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde hazırlanan ve ülkemizin de 30.01.2003 tarihi itibarıyla taraf olduğu Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (Palermo Konvansiyonu) organize suçlarla mücadele amacıyla hazırlanan ilk düzenleme niteliğini haiz olup, aklama ile mücadele amacıyla önleyici tedbirlere de yer vermiş bulunmaktadır. Sözleşmede, bankalar ve banka dışı mali kuruluşlar ile karapara aklamaya müsait diğer kurumlara; kimlik tespiti, kayıtların saklanması ve şüpheli işlem bildirimi yükümlülüklerinin yerine getirilmesi suretiyle

konunun önleyici tedbirler boyutuna da değinilmiş ve ülkelerden bu çerçevede gerekli düzenlemelerin yapılması istenilmiştir. Terörün finansmanının engellenmesine yönelik etkili önlemlerin oluşturulması ve benimsenmesi amacıyla ülkeler arasında işbirliğinin geliştirilmesi için 1999 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde hazırlanan ve ülkemizin 27.09.2001 tarihinde imzaladığı ve 10.01.2002 tarih ve 4738 sayılı Kanun ile uygun bulduğu Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’de sözleşme ekinde sayılan antlaşmalar çerçevesinde suç teşkil eden eylemler ile niteliği veya kapsamı itibariyle, bir halkı korkutmak, ya da bir hükümeti veya uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacını gütmesi halinde, bir sivilin ya da bir silahlı çatışma durumunda muhasemata doğrudan katılmayan herhangi başka bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde yaralamaya yönelik diğer tüm eylemlerin gerçekleştirilmesinde kullanılması niyetiyle veya kullanılacağını bilerek, doğrudan veya dolaylı olarak, yasa dışı bir şekilde ve kasten, fon sağlanması veya toplanmasının suç olarak ihdas edilmesi, bu suçların işlenmesi için kullanılan veya kullanılması için oluşturulan fonların veya bu suçlardan temin edilen kazançların tespiti, bulunması, dondurulması, el konulması için iç hukuk uyarınca gerekli tedbirlerin alınması öngörülmektedir.

Keza, Birleşmiş Milletler Şartının 7. Bölümü Uyarınca, BM Güvenlik Konseyi’nin kararları tüm BM’ye üye ülkeler açısından bağlayıcılık taşımaktadır.

1267 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı (15.10.1999) Karar ekinde Taliban, El Kaide ve Usame Bin Ladin’le bağlantılı kişi ve kuruluşlar listelenerek ve bu kişi ve kuruluşların malvarlıklarının dondurulması talep edilmiştir.

1373 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararında (28.09.2001) terörün finansmanının önlenmesi için adli ve idari tedbirlerin alınması, yabancı ülkeler tarafından yapılacak terörist malvarlıklarının dondurulması taleplerinin yerine getirilmesi uluslararası işbirliği ve bilgi değişimi yapılması, en kısa sürede, 09.12.1999 tarihli BM Terörün Finansmanının Önlenmesine ilişkin Uluslararası Sözleşmesi de dahil olmak üzere, terörizme ilişkin uluslararası sözleşme ve protokollere taraf olunması öngörülmektedir.

2013 yılında suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele mevzuatımızı uluslararası standartlarla paralel düzeye getirmek amacıyla “6415 sayılı Terörizmin

Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” 16.02.2013 tarihli ve 28561 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun ile terör ve terörizmin finansmanıyla etkin mücadele edilmesi kapsamında; 1999 tarihli Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmenin ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bu Kanun kapsamındaki terör ve terörizmin finansmanıyla mücadeleye ilişkin kararlarının uygulanması ile terörizmin finansmanı suçunun düzenlenmesi ve terörizmin finansmanının önlenmesi amacıyla malvarlığının dondurulmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.

Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik 31.05.2013 tarihli ve 28663 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik ile Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun uygulanmasına yönelik olarak; terör ve terörizmin finansmanıyla etkin mücadele edilmesi kapsamında; malvarlığının dondurulması kararlarının alınması, icrası, kaldırılması, dondurulan malvarlığının yönetimi ve denetimine ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.

Bu kapsamda, ülkemizde aklama ve terörün finansmanı suçları ile ilgili olarak temel önleyici tedbirlere 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’da yer verilmiştir. Bu tedbirler için yasal zeminde genel bir çerçeve çizilmiş, finansal araçlardaki çeşitlenmeler ve bunun sonucu olarak aklama yöntemlerine her geçen gün yenilerinin eklenmesi hususu da göz önünde bulundurularak, ayrıntılı düzenlemelerin ikincil düzenlemelerle yapılması öngörülmüştür.

Bu çerçevede hazırlanan Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik, Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine İlişkin Yükümlülüklere Uyum Programı Hakkında Yönetmelik ile 5, 6, 7, 8, 9 ve 10 Sıra No’lu Mali Suçları Araştırma Kurulu Genel Tebliğleri yürürlüğe girmiştir.

09.01.2008 tarihli ve 26751 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik”te önleyici tedbirler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Aklama suçunun önlenmesinde en önemli unsur olan müşterinin tanınması ilkesi kapsamında, kimlik

tespitinin yanı sıra aklama ve terörün finansmanı bakımından yüksek risk taşıyan müşterilerin, iş ilişkilerinin ve işlemlerin belirlenmesi de alınması gereken bir tedbir olarak düzenlemede yerini almıştır. Yönetmelikte ayrıca önleyici tedbirlerin ana unsurlarından olan şüpheli işlem bildirim yükümlülüğünün esasları yeniden düzenlenmiş, yükümlülere karmaşık ve olağandışı büyüklükteki işlemlere özel dikkat gösterme zorunluluğu getirilmek suretiyle bu tür işlemlerin de takibi amaçlanmıştır.

Söz konusu yükümlülüklere uyumun yükümlüler nezdinde oluşturulacak bir sistem dahilinde sağlanmasını teminen hazırlanan ve dayanağını 5549 sayılı Kanun’un “Eğitim, iç denetim, kontrol ve risk yönetim sistemleri ile diğer tedbirler” başlıklı 5’inci maddesinden alan Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine İlişkin Yükümlülüklere Uyum Programı Hakkında Yönetmelik ise yükümlülerin risk temelli bir yaklaşımla oluşturacakları uyum programına yönelik hükümler içermektedir. Bu düzenleme esas itibarıyla aklama suçuyla mücadelede önleyici mekanizmanın etkinliğini sağlamaya yönelik olup, yükümlülerin gerek aklamanın gerekse terörün finansmanının önlenmesi konusunda yeterli dikkat ve özeni göstermelerinin sağlanması amaçlanmıştır.

Terörizmin son yıllarda ulaşmış olduğu uluslararası boyut göz önüne alınarak, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Mali Eylem Görev Gücü vb. uluslararası organizasyonlar tarafından bağlayıcı nitelikte ya da tavsiye niteliğinde birtakım düzenlemeler oluşturulmaktadır. Bu kararlar çoğunlukla bazı terör örgütleri veya teröristlere yönelik olmak üzere, bunlarla bağlantılı olan kişi ve kuruluşların malvarlıklarının dondurulmasına ilişkin düzenlemeleri içermekte ve bu konuda devletleri işbirliğine çağırmaktadır. Bu kararların en önemlileri 1267(1999), 1988(2011) ve 1989(2011) sayılı kararlardır. Anılan kararlarla El Kaide ve Taliban kaynaklı terörizme finansal destek sağlayan kişi ve kuruluşların listesi belirlenerek, Birleşmiş Milletler üyesi devletlere bu listede yer alan kişi ya da kuruluşların malvarlıklarının dondurulması yükümlülüğü getirilmektedir.

6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 2’nci maddesine göre malvarlığının dondurulması; malvarlığının ortadan kaldırılmasının, tüketilmesinin, dönüştürülmesinin, transferinin, devir ve temlik edilmesinin ve sair tasarrufi işlemlerin önlenmesi amacıyla, malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin kaldırılması veya kısıtlanmasıdır.

MASAK’ın mücadele alanı içerisinde yer alan aklama suçu sürecini kavramak için konu,

“öncül suç” ve “suç geliri” kavramları ile birlikte değerlendirilmelidir. Genel olarak aklamadan bahsedebilmek için;

• Bir suç işlenmiş (Öncül suç),

• Bu suç sonucunda herhangi bir ekonomik değer elde edilmiş (Suç geliri),

• Bu ekonomik değerleri yasadışı nitelikten çıkarıp bunlara yasal görünüm kazandırmaya yönelik fiillerin işlenmiş

olması gerekmektedir.

Aşağıda aklama ile ilgili temel kavramlar açıklanmıştır:

Öncül suç; suç gelirinin elde edilmesini mümkün kılan suçtur. Hukuki olarak suç gelirine kaynak teşkil eden bu suçlar, benimsenen yaklaşıma göre ülke mevzuatlarında farklı şekillerde belirlenmişlerdir. Öncül suç belirlemede kullanılan yaklaşımlar şu şekilde belirtilebilir (Alp, 2014:11):

• Tüm ağır suçların öncül suç olarak kabulü,

• Tüm suçların veya belirli kategorideki ağır suçların veya belirli hapis cezası sınırını aşan suçların öncül suç olarak kabulü,

• Öncül suçların sayma suretiyle belirlenmesi,

• Karma yaklaşım.

Ülkemizde 4208 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde öncül suçlar sayma yöntemi ile belirlenmişken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun aklama suçunun düzenlendiği 282.

maddesinde “alt sınırı altı ay ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar” şeklinde eşik yaklaşım benimsenmiştir.

Suç geliri; yasaların suç saydığı fiillerden elde edilen her türlü ekonomik menfaat ve değer olarak ifade edilebilir. Sözlük anlamıyla “yasa dışı yollardan sağlanan kazanç” olarak tanımlanan suç geliri, kirli para gibi terimlerle de anılmaktadır. Uluslararası literatürde ise bu kapsamda “suç geliri” (proceeds of crime), “kirli para” (dirty money), “karapara” (black money) veya “suç parası” (criminal fund) terimleri kullanılmaktadır.

Suç geliri ekonomik, sosyal ve hukuki olmak üzere farklı açılardan tanımlanabilir. Aklama suçuna konu olabilecek suç geliri doğal olarak hukuki olarak tanımlanan suç geliridir ki, bu da ülke mevzuatlarında öncül suç olarak belirlenmiş fiillerden elde edilen her türlü değerdir.

Karaparanın tanımı yapılırken dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de karaparanın ekonomik, ahlaki, sosyal ve hukuki tanımlarının birbirinden farklı olduğudur.

Karaparanın bu dört açıdan yapılması gereken tanımını tek ortak tanıma indirgemek karapara sorununun analiz edilmesi, incelenmesi ve önlenmesi açısından yanılgılara yol açabilecektir.

Sosyal anlamda karapara; dolaylı olarak da olsa toplumsal hayata zarar veren faaliyetlerden elde edilen her türlü kazanç olarak tanımlamak mümkündür.

Ahlaki anlamda karapara; yasalarla yasaklanmış olsun veya olmasın, karapara olarak adlandırılsın veya adlandırılmasın toplum nazarında suç sayılan hareketler sonucunda elde edilen tüm kazançlar olarak tanımlanabilir.

Ekonomik anlamda karapara; kanunlar tarafından suç sayılan fiillerin yanı sıra, ekonomik hayatı düzenleyen kural ve usuller ihlal edilerek elde edilen kazanç olarak nitelendirilebilir.

Bu çerçevede ekonomi açısından, vergi kaçakçılığı suretiyle yahut vergiden kaçma çabasıyla bazı ekonomik faaliyetlerin usulsüz, gizli yapılması yoluyla elde edilen kazançları karapara kapsamında değerlendirmek mümkündür.

Hukuki anlamda karapara; ülke mevzuatlarında öncül suç olarak belirlenmiş fiillerden elde edilen kazançlardır. Yasa dışı islerden sağlanan “kirli para”ya yasallık sağlama, yani karapara aklama ihtiyacı, suç ve suçlulukla özdeş bir tarihi geçmişe sahiptir. Karaparanın aklanması teriminin kullanılması ise nispeten yenidir. Ancak bu hileli yol şu ya da bu şekilde, siyasî, ticarî ya da hukukî nedenlerle ekonomik transferin varlık ya da niteliğinin gizlenmesi gerektiği durumlarda hep uygulanmıştır. Orta Çağda, Katolik kilisesi hem bir suç hem de ölümcül bir günah kabul ettiği tefeciliği yasaklıyordu. Ödünç verdikleri paraların faizini almak isteyen alacaklılar ve tüccarlar modern gizleme, transfer ve karapara aklama tekniklerinin öncüsü birçok uygulama keşfetmişlerdi. Amaç ya alınan faizleri görünmez yapmak (varlıklarını gizleyerek) ya da bunlara başka bir görünüş

(niteliklerini gizleyerek) vermektir (İpek, 2000: 38). Bu amaçla birçok hile kullanılıyordu.

Tüccarlar yabancı meslektaşlarıyla ödemeleri görüştükleri zaman kambiyo fiyatlarını, faizleri de kapsamaya yetecek şekilde şişiriyorlardı. Bu kişiler bazen aldıkları faizlerin özel bir risk primine karşılık olduğunu iddia ediyorlar ya da borçlu ve alacaklı önceden ödemenin geciktirilmesi konusunda anlaşarak faizin ödemenin gecikmesinin cezaî şartı olduğu izlenimini oluşturuyorlardı (Zalopany, Madinger, 2003: 34). Karapara aklama gibi, genellikle onunla birlikte anılan vergi cennetleri de uzun bir geçmişe sahiptir. XII inci yüzyıl baslarında Atlas Okyanusunda Avrupalı ticaret gemilerine saldıran korsanlar, orada harcayacakları paraları kabul etmekten çekinmeyen vergi cennetlerinden ilk yararlananlar arasındadırlar. Bu suçlular, islerini bırakma zamanı geldiğinde kendilerine çoğunlukla yabancı bir ülkede sığınak arıyorlardı (İpek, 2000: 68).

Günümüzdeki kimi vergi cennetlerinin benzeri olan Akdeniz’in şehir devletleri, korsanların servetleriyle birlikte kendi ülkelerinde yerleşmesini sağlamak için aralarında rekabete girişiyorlardı. 1612 yılı muhtemelen suç parası zilyetlerine sağlanan ilk modern af sayılabilir. Bu tarihte İngiltere, mesleklerini terk eden korsanlara hem tam bir af hem de suç gelirlerini muhafaza hakkı tanımıştır (İpek, 2000: 68). Karapara kavramı, ilk başlarda, uyuşturucu ve psikotrop maddelerin satışından elde edilen kazanç olarak kabul edilmiştir.

Daha sonra bu tanıma örgütlü suçlar da dahil edilmiştir. Artık kavram birçok ülkede, her türlü suçtan elde edilen kazançları kapsar hale gelmiştir (Yetim, 2000:56). 1925’teki Cenevre Anlaşması ile uyuşturucu maddelerin geniş çapta yasaklanmasından sonraki yıllarda, karaparanın varlığı dünya ölçeğinde bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Fakat 1974 dünya ekonomik bunalımına kadar uluslararası nitelikte gerçek bir karapara probleminden bahsedilemez (Yetim, 2000:56). Bununla beraber, uyuşturucu kaçakçılığının, uluslararası suç örgütlerinin en önemli gelir kaynağı haline geldiği 1970’li yıllardan itibaren karapara ve buna paralel aklama işlemleri dikkat çekici bir yaygınlık kazanmıştır. 1985–1995 yılları arasında ise dünyada dolasan dolar miktarının hızlı artışına paralel olarak, ekonomik küreselleşme ve serbestleşmenin aklayıcılara sunduğu yeni imkanlarla karapara aklama faaliyetleri, eşi görülmemiş bir şekilde artış göstermiş, uyuşturucu ticareti ve ekonomik suçluluğun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir (Yetim, 2000:188). 1980’li yılların sonundan itibaren dünya çapında örgütlü suçluluğun artısı, karapara trafiğini hızlandırırken, teknoloji ve iletişim alanındaki gelişmeler de aklama yöntemlerinin çoğalmasına neden olmuştur (Yetim, 2000:185).

Karaparanın aklama sürecine sokulması, bir göle atılan taş gibidir. Taşın suya vurduğu görülür. Ardından suyun yüzeyinde halka halkla dalgacıklar oluşur ve birkaç saniye için de olsa taşın suya düştüğü nokta hala görülebilir. Fakat taş derinlere battıkça dalgalanmalar biter. Taş dibe ulaştığında ise, izleri çoktan silinmiş hatta kendisinin bulunması imkansız hale gelir. Karaparanın aklanması da aynı şekilde olur. Paranın suç ile olan bağı ortadan kaldırıldıktan sonra tespit edilmesi imkansız bir hal alır (Kocasakal, 2000: 112).

Bir karapara aklama işleminde dört ana amaç bulunur: İlk olarak, paranın gerçek sahibi ve kaynağı gizlenmelidir. İkinci olarak, paranın şekli değiştirilmelidir. Üçüncü olarak ise bu paranın tabi işlemlerle ilgili iz ve ipuçları ortadan kaldırılmalıdır. Son olarak sahip olunan para çeşitli yollarla yasal ekonomik sisteme dahil edilmelidir (Kocasakal, 2000: 114).

Karapara aklama işleminin en görünür, dolayısıyla suçlular açısından en riskli aşaması yerleştirme aşamasıdır. “Dönüştürme” de denilen bu aşamada, doğrudan yasa dışı işlerden elde edilen büyük tutarlardaki nakit paraların yasal ekonomi içine sokulması ya da kaçak olarak ülke dışına transferi söz konusudur. Ancak bütün karapara aklama yöntemlerinde yerleştirme aşaması gerekmemektedir. Amaç, suçtan elde edilen kazancın nakit formundan kurtarılmasıdır (Kocasakal, 2000: 134). Bunun için ya klasik finans kuruluşları kullanılır;

örneğin mevduat hesabı açılır, anonim tahviller ve döviz alınır, uluslararası havale yapılır, ya da gazinolar, çamaşırhaneler, barlar, restoranlar, oteller gibi nakit paranın döndüğü sektörler ile değerli metal ve mücevherat ticaretinin yapıldığı piyasalar kullanılır. Ayrıca, pahalı lüks mallar satın alınıp bunlar tekrar elden çıkarılabilir. Örneğin, sanat eserleri, antika, pahalı arabalar ve gayrimenkuller alınabilir (Kocasakal, 2000: 135). Finans kurumları söz konusu olduğunda, nakit para banka mevduat hesaplarının yanı sıra, ödeme emirleri veya elektronik transferlerle ekonomik sisteme girmektedir. Örneğin, karapara yurt içinde veya yurt dışında bir bankaya yatırılır. Yurt içindeki bir bankadan yurt dışındaki bir bankaya gönderilir. Yurt dışı kaynaklı kredi temini olarak gösterilip ekonomik sisteme dahil edilebilir (Mavral, 2003: 135). Yukarıda bahsedilen teknikler suçluların hayal gücüne, bilgi, beceri ve imkanlarına göre çeşitlilik arz edecektir. Bütün bu teknikleri uygularken özellikle yasal mevzuattaki boşlukları ve aksaklıkları kullanmayı da ihmal etmeyeceklerdir.

Ayrıştırma aşamasında para kaynağının kirli olduğunu gizlemek, yani yasa dışı kazancı kaynağından ayırmak için ve karapara sahiplerinin gerçek kimliklerini gizlemek amacıyla,

sıklık, hacim ve karmaşıklık açısından yasal işlemlere benzeyen bir dizi ekonomik işlem yapılmaktadır. Takip edilebilme riskini en aza indirme amacıyla, mümkün olduğu kadar hızlı biçimde çok fazla işlem yapılmasına özen gösterilir. Bu asama karışık bir bankacılık bürokrasisi gerektirmektedir. Küçük miktarlara bölünen para, dünya bankacılık sistemine girdikten sonra bankadan bankaya, ülkeden ülkeye aktarılmaya başlar. Kuşku uyandırmamak için banka ya da ülkelerin her birinde kısa sürelerle tutulur ve bazen bu süreç içinde diğer parçalarla birleşerek katlanır. Bundan dolayı bu aşama “katmanlama”

olarak da adlandırılır. Ayırma tekniği sayesinde, yüzlerce hesap üzerine yayılan ve bölünen paralar, daha sonra onları yönlendiren örgütlerin arzusuna göre tam bir özgürlükle kullanabilecekleri belirli ekonomik merkezlerde yeniden bir araya getirilir. Bütünleşme aşamasında kirli paraya yasal bir görünüm diğer bir ifadeyle yasal bir kimlik kazandırılmaktadır. Bu aşamada, para yasal ekonomi içinde yeniden kullanılmakta ya da yatırıma tabi tutulmaktadır. Artık kaynağı büyük ölçüde gizlenmiş olan para yasal işlere, gayrimenkule, tahvile ve bonoya yatırılmakta ve böylece aklanan paralar yasal fonlarla karışmaktadır. Karapara aklayıcıları her zaman yetkililerden bir adım ilerde olmak zorundadırlar. ABD Uyuşturucuyla Mücadele Bürosunun yayınladığı bir makalede, “para aklama teknikleri ancak hayal gücüyle sınırlıdır” şeklinde bu durum belirtilmiştir (Kocasakal, 2000: 113). Görüldüğü gibi bu son aşamada artık daha önceki iki aşama geçildiği için, paranın elde edildiği kaynağa ilişkin sorulabilecek muhtemel bir soruya yasal bir açıklama yapılabilecek veya böyle bir sorunun sorulmasını gerektirmeyecek normal bir işlem görüntüsü elde edilmiş olacaktır.

Dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülkede, bu suçtan elde edilen yüksek miktarlardaki paraları basit bir şekilde banka hesabına yatırmak, beyan edilen gelirler hakkında o ülkelerdeki ekonomik otoritelerin dikkatlerini çekecek ve bazı sorular sormaya yöneltecektir (İpek, 2000: 144). Belirli sayılarla sınırlandırılmayacak kadar karapara aklama yöntemi mevcuttur. Ancak pek çoğu ortak özelliklere sahiptir. En sık başvurulan yöntemler aşağıda belirtilmiştir. En yeni kaynaklar, bugüne kadar ortaya çıkarılmış 180 civarında yöntem bulunduğunu belirtmektedir. En bilinen yöntem karaparanın fiziki olarak, kazanıldığı ülkeden bir başka ülkeye naklidir. Bu yöntemde para, fiziksel olarak dışarıya, kambiyo kontrolü olmayan ve tercihen bankacılık sırrına sahip bazı ülkelere taşınmaktadır. Yabancı ülkede, para serbestçe kullanılabilecek bir bankaya ya da diğer bir ekonomik kuruluşa yatırılır. Para bundan böyle, tüm dünyada finans piyasalarında normal biçimde devreden yasal kaynaklı fonlara karışacaktır (İpek, 2000: 132). Çok başvurulan

yöntemler arasında bazıları şunlardır; Paravan şirketlerin kurulması, sahte ve şişirilmiş faturalar kullanılması, yabancı ülkede olan paranın teminat olarak gösterilmesi suretiyle

yöntemler arasında bazıları şunlardır; Paravan şirketlerin kurulması, sahte ve şişirilmiş faturalar kullanılması, yabancı ülkede olan paranın teminat olarak gösterilmesi suretiyle