• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.1 Türk Tarih Tezi

2.1.2 Türk Tarih Tezinin Hedefleri

Tarihte gerçekleşmiş bütün eylemler gibi Türk tarih tezi projesi de amaçsız yapılmamıştı. Dönem idarecileri ve tarihçileri tezi şekillendirip ortaya koyarken bir takım bazı amaçları gözeterek bu işi yapmışlardı. Bunlar; yeni kurulmuş olan Türk Devleti’nin ihtiyaç duyduğu milli kimliğin inşasına tarih aracılığıyla destek sağlama, Batı’nın tarih anlatılarında yer alan ifadelere duyulan tepki ve laikleşmeye çalışan devletin tarih söylemlerinde de bunu gerçekleştirerek toplum üzerinde laikliğin daha hızlı benimsenmesini sağlama isteğinden oluşmaktaydı.

Tarih tezi kapsamında üretilen metinler incelenmeden önce, tezin üretildiği dönem koşullarını bilmek kadar tezin hedeflerini de anlamak, tezin zihinlerde doğru imgelerle anlamlandırılabilmesi için elzemdir. Çünkü gerçekleştirilmeye çalışılan hareket, II. Beyazıd’ın tarihçileri metin vermeye sevk etmesinden de, Mustafa Celaleddinin’in bir Türk eskiçağı kaleme alışından da hatta Tarih-i Osmanî Cemiyeti ekseninde mufassal bir Osmanlı Tarihi ortaya koyma projesinden de büyük ve kapsamlı bir iştir.

Türk tarih tezi Türk kavramını merkeze almasıyla gerek kurucu felsefesinde olan Türk milliyetçiliğini besleyen bir hareket gerçekleştirmiş gerekse de Türk tarihi araştırmalarına yeni bir canlılık getirerek literatürün çeşitlenmesini ve gelişmesini sağlamıştır.

Milli tarih yazımı, milletleşme sürecinde ortaya çıkardığı geçmişin ulusal bir bilinç formuyla bugüne aktarılarak yeniden biçimlendirilmesi işlevini yerine getirir.154 Türk tarih tezinin ortaya çıkışında önemli rolü olan Afet Hanım’da (İnan)

“Tarih bütün milli varlığın asıl kaynağı değil midir?”155 diye sorarken Türk milletinin

de henüz tamamlayamamış olduğu milletleşme sürecinde temel dayanağını nereden alacağını işaret etmektedir. Paralel olarak, tarih de bir bilim olarak varlığını kabul

154Hasan Albayrak, a.g.e., s. 10. 155Afet İnan, a.g.m., s. 175.

ettirişini ulus devletlerin oluşumu ve bu esnada temel ideoloji olan milliyetçiliğin ihtiyaçlarına cevap verebilme potansiyeline borçludur156.

Alman milletinin de oluşumu sırasında ‘halkın tarihi ve kültürü yoluyla ortak bir kökene ulaşma’ manasına gelen volksgeist kavramına sıkıca sarıldığı bilinmektedir.157 Benzer şekilde Yahudiler de devletlerini kurarken tarihlerine, bir

şehrin hatta bir mabedin tarihine dayanmamışlar mıdır? Türk tarih tezi de benzer şekilde Türk milleti kavramının içini doldurmaya yardımcı olmuştur. Dr. Kurt Köhler, medeniyetlerin menşeini Türklere atfetmek ve Türk milletini cihanda iddia olunan mevkiine manevi bir dayanak bulmak şeklinde tanımladığı Türk tarih tezi için, “bu gibi tutumlar milli şuurana henüz kavuşmuş bir millet için anlaşılabilir bir keyfiyettir”158 demiştir. Ersanlı’da çalışmasında “Türk tarih tezinin, Türk benliğini

oluşturacak bir araç ve gelecek kuşaklar gözünde mutlu bir amaç olması isteniyordu.”159diyerek bu durumu ortaya koymuştur.

Çalışmasının geneline bakıldığında Ersanlı, Türk tarih tezini ve onu ortaya koyan kadroyu sert şekilde eleştirmektedir. Tarih tezinde ki tüm tutarsızlıklara, anakronizme ve teze muhalif herkese çalışmasında yer veren Ersanlı, tezin geneli için “1930’lu yılların siyasal iktidarının bir tezahürü” ve “siyasal iktidarın bir bilim dalıyla kurduğu ittifak hikayesi”160 şeklinde tanımlayarak yapılan tarihçiliğin ciddiye

alınamayacak bir tarihçilik olduğu hatta bir tarihçilik bile olmadığı161 noktasına

gelmiştir. Ersanlı’yla benzer şekilde Ermeni asıllı Fransız tarihçi Etienne Copeaux’da Türk tarih tezini “Türk tarihçiliği tarihinde bir darbe”162olarak tanımlarken, ortaya

konuş nedenini Türk milletinin yaratılışına ek olarak “Katledilen Ermenilerin (1915) ve Yunanlıların yenilip topraklarından sürülmelerinden (!) sonra (1922) onların

156Suavi Aydın, “Resmi Tarih Temeli: Ulusal Tarih Yazımı ve Resmi Tarihte Mitlerin Kaynağı”,

Resmi Tarih Tezi I, ed. Fikret Başkaya, Ankara 2005, s. 43.

157Suavi Aydın, a.g.m., s. 50. 158 Mete Tunçay, a.g.e., s. 303.

159Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih, s. 113; Seda Bayındır, Atatürk’ün Sosyo-Kültürel Politikaları 1931-

1938, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, İstanbul

2004, s. 212; Suna Kili, Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Ankara 1981, s. 198.

160Büşra Ersanlı, a.g.e., s. 231. 161Büşra Ersanlı, a.g.e., s. 246.

toprak istemelerinin tüm tarihsel dayanaklarını ellerinden almak ve Anadolu’nun Yunan ve Ermeni olmadan önce Türk olduğunu kanıtlamak çabası” şeklinde tanımlamıştır.163

Ersanlı ve Copeaux’nun eserlerinin eksik tarafı, Türk tarih tezinin ortaya konuşunu, kendi ideolojik bakışlarıyla örtüşecek biçimde, tek nedene bağlayıp çalışmalarını o temel üzerine inşa etmeleridir. Yazarların ikinci bir neden olabileceğini görmezden geliyor olmaları ise ciddi okuyucularda Türk milletine bir ulus olarak var olma hakkını tanımamalarından mı ileri geliyor? Sorusunu sordurmaktadır.

Tezin ikinci ve öncelikli hedefi, ortaya konduğu ilk çalışma olan Türk

Tarihinin Ana Hatları’nda “Bu kitap niçin yazıldı?” başlığı altında açıklanan

“…tarih kitaplarında, bilhassa Fransız tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihinde ki rollerinin bilinçli ya da bilinçsiz olarak küçültülmüş olduğu” olgusudur.164Batı’nın

Türkler hakkında ki olumsuz fikirleri ve bunu tarih ile temellendirmeye çalışmaları Türk tarih tezinin söylemlerini şekillendirmiştir165.

Türkiye’deki çalışmalar da başlangıcını yine böyle bir anlatıya dayandırmıştır. İstanbul Fransız Lisesinde öğrenci olan Afet (İnan) coğrafya kitabında Türklerin

163Etienne Copeaux, a.g.e., s. 50; Etienne Capeoux ve çalışması üzerine, çalışmasının bilimsellik dışı

mesnetlere dayanan kasıtlı çarpıtmalarla dolu olduğuna işaret eden, çalışmada ki çelişkili noktaları ortaya koyan bir eleştiri yazısı için bakınız: Kadir Paksoy, “Türk Eğitimi Eleştirisi Üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devletini Sorgulamak ya da Kemalizm’le Hesaplaşmak”, Mülkiye Dergisi, Cilt 31, S. 257, s. 87-154.

164Türk Tarihinin Ana Hatları; Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi, (tıpkıbasım), İstanbul 2014, s.

25.

165 Etienne Copeaux’daki anlatım bu dayanağı da görmezden gelmektedir. Bununla birlikte, Batı, Türk

karşıtı düşüncelerini tarihi metinlerinde yansıttığı ölçüde siyasette de, İngiliz devlet adamı Gladstone’un “Türklerin kötülüklerini kaldırmanın tek çaresi vardır, o da yeryüzünden kendi vücutlarının kaldırılmasıdır.” sözüyle kimi zaman ideolojik bir slogan haline bile dönüştürmüştür. Bkz. Bekir Sıtkı Baykal, “Atatürk ve Tarih”, Belleten, Cilt 35, S. 140, 1971, s. 536-537. Bu durum her hareketini dünyanın merkezine koyma eğiliminde ki Avrupa için olağan bir tavırdır. Tarih sahasında da Avrupa kendisini tarihsel uluslar kategorisine sokarken, doğu ise tarihsiz halklar olarak vasıflandırılmıştır. Bkz. Ahmet Şimşek, “Tarih Yazıcılığında Avrupa Merkezciliğin İzleri”,

Türkiye’de Tarih Yazımı, der. Ahmet Şimşek, İstanbul, 2011, s. 307. Bunun yanı sıra aynı Batı’nın 10

yıl öncesinde Türk topraklarını işgal etmesi Batı ve emperyalizm karşıtı bir tepkinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Batı’nın Türk karşıtı politikalarının genel adı ‘Şark Meselesi’dir. Konuyla alakalı detaylı bilgi için Bkz. İlker Alp, Şark Meselesi veya Emperyalizmin Türk Politikası, Edirne 2008.

ikinci sınıf halk olduklarına dair anlatıya rastlamasıyla bundan duyduğu üzüntü ve rahatsızlığı Mustafa Kemal’e söyler. O’ndan aldığı “Hayır böyle olamaz! Bunların üzerinde meşgul olalım” cevabı ile Türk tarih tezinin şekillenmesi yolunda ilk adım atılmış olur.166Türk Tarihinin Ana Hatları’nın giriş kısmında ise “Türklerin yanlış

görüşlerden, hatalı düşünüşlerden bir an evvel kurtulması başlıca emelimizdir.”167denilerek atılacak adımların ilk önce Türk milletine yöneleceğini

işaret etmiştir.

Batılıların, Türkler hakkında ki iddialarına; Türk insanının sarı ırka mensup olduğu ve zekâ yoksunu oldukları tez de eklenebilir.168 Buna ek olarak o iddialar

arasında Türklerin devletlerine kendilerinden hiçbir şey katmadıkları, her şeyi İran- İslam geleneğinden aldıkları169; büyük imparatorluklar kurmak ve geniş coğrafyaları

hâkimiyet altına alıp, idare edebilmek yeteneği Türklerde olmamalıydı.170

Bahsi geçen aşağılamalara karşın 1933 yılında cumhuriyetin 10. Yıl kutlamalarında yaptığı konuşmasında “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. (…) Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonra ki gelişmesiyle geleceğin medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”171diyen

Atatürk, milletine olan sonsuz güvenini ifade etmenin yanı sıra Türk tezinin başarılı olacağına inancını da dile getirmektedir.

Türk Tarih Tezinin ortaya konmasında Batı karşıtlığının iki eksenli olduğu söylenilmişti. Bunlardan ikincisi Batı’ya karşı verilen fiili mücadele ekseninde gelişen tavır olmuştur. Batı’nın yüksek medeniyetinin temsilcisi olan Yunanlılar Batı Anadolu’yu işgal ederken, Fransızlar, İtalyanlar Anadolu’da işgal faaliyetlerine girişirken tarihten faydalanmıştır. Antikçağ’a ait kronikleri, Haçlı seferleri esnasında

166Afet İnan, “Türk Tarih Kurumu 40 Yaşında” Belleten, Cilt: XXXV, S. 140, s. 520. 167Türk Tarihinin Ana Hatları, s. 26.

168Selim Özcan, “Atatürk’ün Türk Tarih Tezi ve Türk Milletine Yüklediği Sorumluluk”, Türk Dünyası

Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 193, 2011, s. 51.

169Ahmet Şimşek, “Türk Tarih Tezi Üzerine Bir Değer.”, s. 92.

170İbrahim Kafesoğlu, “Tarih İlmi ve Bizde Tarihçilik”, İ.Ü. Tarih Dergisi, S. 17-18, 1963, s. 5. 171Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997. Cilt II. s. 318-319.

kurulan Frank devleti ya da Roma İmparatorluğu tarihteki yerinden edilip, günün siyasi konjonktürüne mirasçı kavramının altını dolduracak biçimde alet edilmiştir. Aynı durum kurulması hedeflenen Kürt ve Ermeni devletleri için de yapılmıştır.172

Benzer bir durumla galip sıfatıyla gidilen Lozan görüşmelerinde de karşılaşılmıştır. Yunan temsilcisi Venizelos Rumların Anadolu’da ve Trakya’da yirmi asır bulunduklarını belirtmiştir.173 Lozan görüşmeleri öncesinde Ankara’da

bastırılan Pontus Meselesi adlı kitabın Mukaddime kısmında da Sümer ve Hititlerin Türk kökenlerinden bahsedilerek bu iddiaların Lozan öncesi varlığına ve Türk tarafının da kendi savlarını geliştirdiğini göstermekteydi.174 1930’lara gelindiğinde

de durum değişmemişti. Söylenilen iddiaların yanına Almanların Hititlerin Cermenliği ve Anadolu’nun Cermen ırkının anavatanı olduğu tezi eklenmişti. Üstelik bu düşünce o dönemin önemli Hititologları tarafından dikkate değer bulunmaktaydı.175 Bu noktada Türk idarecileri tepkisel bir refleks ile Anadolu ve

Mezopotamya’da medeniyet kurmuş halkların Türk kökenli olduğunu ispatlayarak bu toprakların yerli halkının, bir başka deyişle, mirasçısının Türkler olduğunu ırksal ve kültürel olarak kanıtlamaya gayret etmiştir.176 Böylece “Türkleri asıl vatanları

olan Orta Asya’ya sürmek” düşüncesine karşı bir cevap verilmiştir.177 Türk tarih

tezinin temellendirdiği bu düşüncenin bir yansıması da tezin ortaya konmasından sonraki bir tarihte, Mustafa Kemal’in, Hatay Meselesinin gündemde ki yerinin artması üzerine, 1936 yılında yaptığı bir konuşmada Hatay için kullandığı “40 asırlık Türk toprağı” tabirinde görülebilmektedir178. Bu ifade Türk tarafının mirasçı olma

vasfını ne kadar önemsediğini ve pratikte nasıl kullanıldığını ortaya koymaktadır. Türk tarih tezinin ortaya atılışında ki üçüncü neden ise, yine Türk Tarihinin

Ana Hatları’nın giriş kısmında belirtildiği üzere; kâinatın oluşumu, insanın ortaya

172Selim Özcan, a.g.m., s. 51. 173Suavi Aydın, a.g.m., s. 59.

174 Pontus Meselesi, Yay. Haz. Yılmaz Kurt, Ankara 1995, s. 3-10.

175Seyfullah Kara, “Milli Tarih Anlayışının Romantik Devri Cumhuriyetin İlk Yılları”, A.Ü. Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 23, 2004, s. 330.

176Fatma Çapan, “Türk Tarih Tezi ve Atatürk”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 181, 2009, s.

20.

177Ahmet Şimşek, a.g.m., s. 93.

çıkışı ve insan hayatının tarihi devirlerden evvelki mazilerine ait soruları cevaplama gayesidir.179Burada eleştirel tarihin ve pozitif ilimlerin yol göstericiliğiyle ulaşılan tarihi bilginin Tevrat kaynaklı efsanelerin yerini alması gerektiği ve alacağı söylenmektedir. Tez bu tutumuyla, hâlihazırda cumhuriyetin devam eden laikleşme politikalarına da hizmet edecek söylemler de bulunmuştur. Tezin ortaya koyduğu bu yaklaşım, 1924’te kaldırılan halifeliğin, kapatılan medreselerin, Tevhid-i Tedrisat kanununun ve artan pozitivist-materyalist bilim vurgusunun doğal bir uzantısını oluşturmuştur.180