• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.1 Türk Tarih Tezi

2.1.4 Türk Tarih Tezinin Ortaya Konulduğu Alanlar ve İslam Öncesi Dönem

2.1.4.5 İkinci Türk Tarih Kongresi

20-25 Eylül 1937 tarihinde düzenlenen ikinci Türk tarih kongresi ile Türk tarih tezinin ulusal sınırların dışında anlatılması ve uluslararası camiaya tanıtılması hedeflenmiştir260. Kongre hakkında yapılan; tezin esas bakımından bilimsel

olduğunun teyit edilmesi ve tez hakkında beslenen yanlış görüş ve kanaatlerin çoğunda olumlu değişikliler elde edildiği çıkarımı261, en başta söylenen hedefin yanı

sıra bir kendini teyit ettirme düşüncesinin varlığını da ortaya koymaktadır. Tam da bu nokta Türk tezinin içinde serpildiği dilemmayı gösterir. Tarih tezi, Batı tezi onayladığı için mi meşruiyet ve bilimsellik (zafer) kazanmıştır yoksa Türk tezini Batı’ya kabul ettirme hadisesi mi gerçekte var olandır?

Kongrelerdeki ve tezin temelini oluşturan evvelki çalışmalarda gözlenebilen Türklük ve millilik duygusu Batı’dan gelecek onaya kesinkes ihtiyaç duyulacağı düşüncesinin önünde bir set kurmuş olmalıdır. Kongredeki bildirilerden biri olup Cemil Bilsel’e ait olan “Lozan Barış Antlaşması”nda Lozan’ın kendisinden önce ki barış antlaşmalarıyla arasındaki en büyük farkın “Türk tarafına dikte edilen tek bir madde bile yoktur”262ifadesiyle betimlenmesi artık Batı’ya kendi koşullarını kabul

ettirebilen taraf olunabildiğini, farklı bir mecradan verilen örnekle ifade etmesi, sanılırki dilemmanın hangi yönde çözüldüğünü göstermiş olur.

İkinci tarih kongresinde kongreye katılanların yarıdan fazlası Avrupalı bilim insanlarıdır. Toplam 90 katılımcının 48’i Avrupalıdır.263Bu durum, kongrenin

260Mustafa Oral, a.g.e., s. 323.

261Bekir Sıtkı Baykal, “Atatürk ve Tarih”, Belleten, Cilt XXXV, S. 140, 1971, s. 539-540. 262İTTK, s. 1001.

açılışında tezin başarısının uluslararası alanda ki başarısına bağlı olduğunu söyleyen Afet Hanım tarafından olumlu bir gelişme olarak ifade edilmiştir264.

Kongrenin başarısı bağlamında, tez ile nispet kuran bir bakış açısı içerisinde, gerekli kaynakların olmadığı ve kuvvetli bir tez yaratılamadığı için tezi inandırıcı bulmadığını söyleyen Ersanlı, Türklerin büyük ulus olduğu düşüncesinin yaygınlaştırılmasının, bu fikrin kanıtlanmasından daha öncelikli görüldüğü fikrine sahiptir265. Hâlbuki Günaltay’ın bir yıl sonra kaleme aldığı, bahsi geçen, makalede tezi ikna edici bulmamış olanlar için kullandığı ifadeler ve tezin kanıtlandığının şiddetle vurgulanması, Ersanlı’nın neyin önemsenip neyin önemsenmediği konusunda ki fikirlerine zıt bir açıklama yorumu akla getirmektedir.

Kongrenin bildirilerle şekillenen içyapısına bakıldığında ise, bir tarih kongresinden ziyade arkeoloji ve antropoloji kongresi havasında geçtiği söylenebilir. Basılan kongre bildirilerinin hülasasında bu durum 1932’den 1937’ye kadar geçen sürede arkeolojik kazılarda elde edilen başarılar gösterilmek istenmiştir266sözüyle

dikkate sunulur. Fransız akademisyenler adına konuşan Prof. Deleporte arkeoloji ve antropolojide ki başarıyı öne çıkararak bu savı desteklemiştir267. Saffet Arıkan ise

açılış günü yaptığı konuşmasında; Türk tarih tezinin arkeoloji ve antropoloji gibi reddi mümkün olmayan bilimlere dayandığını buna karşın hurafeler, dini ve siyasi tutumla yazılmış eserlerin Türk tarih tezine kaynak olamayacağını söyleyerek268

tezin ana hedeflerinden biri olarak söylenilen ve 1937’de anayasaya resmen geçirilen269laiklik ilkesi ile doğrudan bağ kurmak istemiştir. Kongreye ek olarak

kongrenin açılış gününden, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm gününe kadar açık kalacak olan ve ağırlıklı olarak arkeolojik buluntuların sergilendiği bir Türk sergisi de açılmıştır270.

264İTTK, s. 9.

265Büşra Ersanlı, a.g.e., s. 126-127. 266İTTK, s. XLIII.

267İTTK, s. LII. 268İTTK, s. 2.

269Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul 2007, s. 264-265. 270Mustafa Oral, a.g.e., s. 330.

Kongrede Türk Tarih Tezinin 1937 yılı için son şekli ortaya konulurken, okuyucuya sunulan tebliğlerin içeriklerine göre sınıflandırılması zannedilir ki tezi şekillendiren iradenin neye ne kadar ağırlık verdiğinin anlaşılması ve tezin içinden gelecek yıllarda doğacak diğer akımların besleneceği kaynaklara rastlanabilmesi açısından önemlidir.

Kongre bildirileri tasnif edildiğinde ortaya çıkan ilk grup arkeoloji ve antropoloji temalı bildirilerdi. 91 tebliğin27152 tanesi bu alanda verilmiştir. Etrüskler,

Hititler, Sümer medeniyeti ve Anadolu’da ki kazılar bu tebliğlerin başlıca konuları oluştur. Avrupalı katılımcıların büyük çoğunluğu da bu gruba dâhil edilebilecek tebliğler sunmuşlardır.272

İkinci bir grup oluşturan tebliğlerin ana teması ise Türklerin hususiyetlerini ve dünya medeniyetine yaptıkları katkıları anlatan metinlerdir. Kongrede bu minvalde toplam 14 bildiri sunulmuştur. Bossert’e ait “Tabı Sanatının Keşfi”, Reşit Rahmeti Arat’ın “Türklerde Tarih Zaptı” ve de Sabri Atayolu’nun “Türk Kırmızısı” tebliğleri bu kategoriye emsal oluşturur.

Türk milletinin dünya tarihi içerisinde önemli bir rol oynayıp, büyük işler yaptığını iddia etmek en başından beri tezin temel söylemlerinden biridir. Bu iddianın desteklenmesi adına nasıl ki büyük medeniyet merkezlerinin temeline Orta Asya’dan gelerek medeniyeti başlatan Türk kavramı yerleştirilmişse, ikinci kategori olarak saydığımız tebliğlerde de temel amaç Türk’ün ben buradayım nidasını duyurma çabasıdır. Bu çaba Türk milletinin yahut önemli Türk büyüklerinin yaptıkları işlerin Türk tarihi ve dünya tarihi açısından, önemi vurgulanacak şekilde ele alınıp, aktarılmasıyla somutlaşmıştır.

Üçüncü grup olarak ise toplam 13 adet tebliğ ile Osmanlı ve Selçuklu tarihleri hakkında ki tebliğler gelmektedir. Afet Hanım’ın “Türk-Osmanlı Tarihinin Karakteristik Noktalarına Bir Bakış”, Ömer Lütfü Barkan’ın “Osmanlı İmparatorluğunda Kuruluş Devri Toprak Meseleleri” ve Gabriel’in “Selçuklu

27190 katılımcı olmasına rağmen 91 adet tebliğ verilmesinin nedeni İsmail Hakkı İzmirli’nin iki adet

tebliğ sunmasıdır.

Mimarisi” bu kategoride ki tebliğlere örnektir. Birinci tarih kongresine kıyasla daha fazla sayıda Osmanlı tarihi ile alakalı tebliğ sunulmuş olması dikkat çekicidir. Öyle ki birinci tarih kongresinde neredeyse hiç Osmanlı lafzı geçmemişken, ikinci kongrede verilen Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden anlatılar ile tezin başından beri vurgulanan 10000 yıllık Türk tarihi söylemi içerisinde son bin yılın noksan kalmaması yolunda önemli bir adımda atılmıştır.

Konularına göre tasnif ettiğimiz bildiri metinleri içerisinde dördüncü kısım, İslamiyet öncesi Türk tarihinin tarihi devirler içerisinde kalan kısımlarını ele alan tebliğler oluşturmaktadır. Ağırlıklı olarak yabancı Türkologlar tarafından verilen bu tebliğlerin yekûnu 9 adettir. Geza Feher’in “Türko-Bulgar, Macar ve Bunlarla akraba Olan Milletlerin Kültürü- Türk Kültürünün Avrupa’ya Tesiri”, Alfoldi’nin “Türkler’de Çift Krallık” ve Gabain’in “Hun-Türk Münasebetleri” adlı tebliğleri bu guruba örnek teşkil eder. Türk tarih tezi içerisinde, Türk tarih yazıcılığında o güne kadar hiç olmadığı şekilde kendisine yer bulan İslam öncesi dönem hakkında, bu kongre içerisinde okunan tebliğler de büyük önem arz eder. Kongre’de bu minvalde tebliğ sunan Rasonyi –ki aynı zamanda Ankara DTCF’nde çalışmaktadır- Moravcsik, Feher, Alfoldi, von Gabain gibi Türkologlar daha sonra ki yıllarda da İslam öncesi tarihçileri etkileyeceklerdir.

Kongrede okunan tebliğler arasında beşinci ve son grubu 3 adet tebliğ ile yakın dönemin vakalarını ele alan çalışmalar oluşturmaktadır. Ali Fuad Başgil’in Türk milliyetçiliği üzerine verdiği tebliğ ile Cemil Bilsel’in “Lozan Barış Antlaşması” tebliğleri bu tasnife örnektir.

Bildiriler üzerinden kongrenin tanımlanması adına dikkatlere sunulacak bir diğer husus, kongre süresince okunan tebliğler ile okunmayan ve sadece basılan kitaba eklenen tebliğler üzerine yapılacak bir değerlendirmedir. Okunan toplam 61 tebliğ içerisinde tarihi dönemlere ait olanların oranı 61/24 iken, okunmayıp baskıda yer alanların arasında bu oran 30/15’tir. Bu durum kongrenin izleyicilere doğrudan hitap eden kısmında arkeolojik kazılar ile antropolojik verilerin kayırılıp, dinleyicilerle daha çok buluşturulmak istendiği şeklinde ki yorumu destekleyecek bir argüman olarak görülebilir.

Kongre hakkında söylenilebilecek bir diğer önemli gelişme ortaya atılan savlarla ilgili, kongre süresi boyunca hiçbir tartışmanın yaşanmamış oluşudur273. Bu

durum birinci Türk tarih kongresi ile kıyaslandığında gözle görülür bir tezat oluşturmaktadır. Benzer şekilde Fuad Köprülü’nün durumu da öyledir. Birinci tarih kongresinde yaptığı eleştiriler ile tezin önüne geçirilmek istenen Köprülü, ikinci tarih kongresi boyunca B seksiyonunun oturum başkanlığını yürütmüştür. Buna ek olarak verdiği “Orta Zaman Türk Hukuk Müesseseleri” adlı tebliğinde sözlerini, ortaya koyduğu verilerle prehistorik devrin buluntularını birbirine bağlayarak ve bir bütünlük kurarak bitirmesi dikkat çekicidir274.

İkinci tarih kongresi ve 1938 yılında Şemsettin Günaltay tarafından yazılan makale275 Türk tarih tezinin ulaşacağı nihai nokta olacaktır. Türk tarih yazıcılığında artıları ve eksileriyle önemli bir yer tutan tez, hamisi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra, değişen siyasi konjonktüründe - ki bu siyasi ortam kendi tarih kurgulamasını yapacaktır- zorlamasıyla etkisini yitirecektir. Ne gariptir ki tez ile alakalı ilk revize etme girişimi onu, daha önce değinildiği üzere, çok sert cümlelerle savunan Şemsettin Günaltay’ın Tarih I ders kitabını 1939 yılında yeniden yazma çalışması olacaktır276. Günaltay ile başlayan süreç yine bir başka büyük kırılmanın

meydana geldiği ve dolayısıyla yeni bir tarih kurgusunun üretilmesine ihtiyaç duyulacak olan 1950 yılına kadar süren 11 yıllık bir geçiş dönemini başlatacaktır. Bu geçiş döneminin çok sesliliği ve içinden çıkardığı renkleri 1950 yılı sonrasında Türk tarih yazıcılığını başka bir paradigmaya ulaştıracaktır.