• Sonuç bulunamadı

3. Bir İrşâd Metni Olarak Mesnevî ve XVI Yüzyıla Kadar Mesnevî Üzerine Yapılan

1.9. Tesirleri

2.1.2. Şerh Türü Eserler

‘Metin’ üzerine yapılan çalışmaların ikinci türü ise ‘şerh/açıklama’dır. Bir metni, şiiri şerh etmek, hem batı kültüründe hem de İslam kültüründe asırlardır varlığını sürdüren ilmî bir gelenektir. İslam kültürü açısından bakıldığında şerh geleneğinin oluşmasında en büyük pay tefsir ilmine aittir. Tefsir ilminde ayetlerin açıklanmasında

277

Bkz. Yaylalı, Davut, “Mevsılî, Abdullah b. Mahmûd”, DİA, c. XXIX, s. 487. 278

Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn’da müellifleri iki kısma ayırır: Birinci kısım, ilimde tam bir yetenek ve ustalık sahibi olanlardır. Îcî (v. 756/1355), Teftâzânî(v. 792/1390), Cürcânî (v. 816/1413), Devvânî (v. 908/1502) gibi isimler bu sınıftandır. İkinci kısım ise parlak bir zihne sahip olup, kitapları okuyup, onlardan incileri güzelce çıkarıp dizmeye muktedir olanlardır. Bu tür eserlerin muhatap kitlesi mübtedîler ve orta derecede bilgisi olanlardır. Bkz. Keşfü’z-Zunûn, c. I, s. 38. Mahzenü’l-‘Ulûm’da ise bu ikinci kısım, “fırka-yı sâniye ricâl-i kirâmı dahî efkâr-ı sâkıbe ashâbından olub kütüb-i mu’tebereden istinbât ve istihracına muvaffak oldukları mesâili tertîb ve tehzîb ile…” diye ifade edilir. Orpilyan-Muhammed Tâhir, Mahzenü’l-‘Ulûm, s. 63.

279

Şeyh Gâlip, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî, M. Atalay-T. Karabey, Konya, 2007, s. 5. 280

Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, c. I, s. 38. 281

Sîneçâk, Yûsuf, Cezîre-i Mesnevî, Çorum 848, 22b; Şeyh Gâlip de eserin mübtedîler için olduğunu meâlen şöyle zikreder. Eser, Mesnevî denizi dalgıçları için değil, sahilde bulunan erbâb-ı ibtidâ için seçilmiştir. Şeyh Gâlip, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî, s. 4.

uygulanan yöntem diğer dinî ve gayr-i dinî metinlerin açıklanmasında da etkili olmuştur.282

Sözlükte “şerh”, eti kemikten sıyırmak, bir şeyi genişletmek, yarmak, açmak, açıklamak, bir şeyin kapalılığını gidermek gibi anlamlara gelir.283 Istılahta ise şerh, “bir ilim dalında meşhur olmuş genellikle muhtasar metinler üzerine kâleme alınan, bunlardaki kapalı ifâdeleri açıklayan, eksik bırakılan hususları tamamlayan, hatalara işaret edilen ve örneklerini çoğaltan eserlerdir.284 Buradaki tanıma dikkat edilecek olursa konunun girişinde sıralanmış olan kitap telifinde gözetilen faydalardan; eksik olan bir kitabı tamamlamak, ibaresinde ve meselelerinde muğlaklık olan kitapları açıklamak, bir kitaptaki yanlışlıkları düzeltmek gibi maddelerin şerh meselesiyle alakalı olduğu görülecektir. Bir diğer ifade ile şerh felsefesinin temelinde kapalı olan metnin “açılması/açıklanması”; bu açıklama esnasında da zikredilen anlamayı zorlaştıran hususların giderilmesinin olduğu düşünülebilir.

Her ne kadar bir müellif eserini yazarken “şerhe ihtiyaç duyulmadan anlaşılsın” diye yazsa da şu üç sebep dolayısıyla şerhe ihtiyaç duyulur: Birincisi, yazarın ilim dalında yetkinliğidir. Bazı müellifler seviyesine uygun olarak, özlü bir konuşma ile ince manalar hakkında konuşurlar. Bu gizli manaların keşfi, şerhi gerektirir. İkincisi, anlaşılır olmasına güvenerek veya başka bir ilimden olmasından dolayı bazı kıyasların düzeni ihmal edilip öncüllerinin hazf edilmesidir. Bu da şarihin kıyasları yeniden düzenlemesi ve müellifin eksik bıraktıklarını tamamlamasını gerektirir. Üçüncüsü, sözün muhtemel anlamlara yorumlanabilmesi ve mecâzî anlamda kullanılması gibi sebepler şerh ihtiyacını ortaya çıkarır. Bu durumda şârih, yazarın amacını ve tercihini ortaya koymaya çalışır.285

Şerhler temel olarak ilim geleneğini devam ettirme yönünde yapılan bir telif tarzıdır. Bununla birlikte şerh geleneğine yönelik olumsuz bir önyargının olduğu malumdur. Özellikle Osmanlı din-bilim düşüncesinden bahsedilirken özgün bir tarafının olmadığı, ‘şerh-haşiye’den ibaret olduğu yönündeki tenkitler aslında şerh-haşiye felsefesinin tam olarak kavranamadığını göstermektedir. Zira şerhler aslında

282

Saraç, M. A. Yekta, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi, ed.: Talat S. Halman, İstanbul, 2007, s. 122, 124.

283

Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-‘Ayn, s. 404; Ahterî, Mustafa, Ahter-i Kebîr, s. 434; İbn Manzûr, Lisânü’l- Arab, c. II, s. 497.

284

Şensoy, Sedat, “Şerh”, DİA, c. XXXVIII, s. 555. 285

özgünlükten uzak, genel tekrarlardan ibaret, tenkitlerin yer almadığı metinler değil aksine “bir metni -büyük ölçüde tedris amaçlı olarak-daha üst düzeye çıkarma veya zamana uyarlama doğrultusunda yapılmış çok ciddi bir telif ameliyesidir.”286 Yani şerhler, bir metni üst düzeye çıkarıp ona boyut ve derinlik katan metinlerdir. Meselâ Mevsılî el-Muhtâr adlı muhtasar eserini yazıp, eseri temel metin olarak kabul görünce, üzerine hükümlerin illetlerini, delillerini ve diğer mezheplerin görüşlerini vs. açıklayan bir şerh yazmıştır.287 Dolayısıyla şerhlere taklit, ezber, tekrar vs. gözüyle bakmayıp metne derinlik katan bir telif tarzı olarak bakmak daha uygundur. Burada güncel algı ile geleneksel metod arasındaki farklardan birisi budur. Güncel akademik algı, metinde orjinallik/özgünlük peşinde iken geleneksel telif tarzında metindeki veya önceki şerhlerdeki eksik olan boyutun/unsurun eklenmesi esastır. Bu da belirli güvenilir metinler üzerinde yoğunlaşan bir telif [şerh-haşiye] tarzına sebep olur. Burada şârih kendisi ilmî yetkinliğine rağmen eser telif etmek yerine bir eseri şerheder. Bu noktada şerh felsefesine bakıldığı zaman, orjinallik aranmasından ziyade, şârihin kendisinden önceki birikime dayanarak, kendisinin eksik gördüğü hususları ilave etmesi ve metni daha üst düzeye çıkarmaya çalışmasından ibarettir. Meselâ Cezîre-i Mesnevî’nin ikinci şârihi olan Sivâsî, Cezîre’yi şerhederken İlmî Dede’nin şerhini mesned almıştır. Hatta İlmî Dede şerhi mana olarak Sivâsî şerhinde mevcuttur her beytin şerhinde bunun izleri görülür. Ancak farkı ne diye bakıldığı zaman temel olarak iki ayrı ilavede bulunmuştur. Bunlar da İlmî Dede’nin eksik bıraktığı, beyitlerin sarf ve nahiv açısından incelenmesi, ikinci olarak da beyitlerin manasının hangi ayet ve hadise işaret ettiğine İlmî Dede tarafından işaret edilmemesidir. Sivâsî, şerhinde İlmî Dede’yi merkeze almasına rağmen kendisi de metne iki açıdan ilavede bulunmuş ve metne bu iki noktadan derinlik katan bir şerh ortaya koymuştur.

Düşünce tarihi açısından bu meseleye bakılacak olursa, ilimlerde büyük atılımların yaşandığı kuruluş ve kriz dönemleri vardır. Bu dönemlerde İmam-ı Azam (v. 150/767), İmam Gazâlî (v. 505/1111), İbn Rüşd (v. 595/1198), İbnü’l-Arabî (v. 638/1240), Mevlânâ (v. 672/1273), gibi kurucu âlimler ortaya çıkmıştır. Takip eden “istikrar ve süreklilik” dönemleri ise, fikirlerin diğer yan alanlarla irtibatının kurulduğu, mantık örgüsünün tahkim edilip mevcut çerçevenin muhafaza edildiği dönemlerdir. Osmanlı dönemi, İslam düşüncesinde istikrara ihtiyaç duyulan, sürekliliğin sağlanmaya

286

Cündioğlu, Dücane, “Osmanlı Tefsir Mirası”, http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com/ 2013/01/osmanli-tefsir-mirasi.html; erişim tarihi: 27.9.2013.

287

çalışıldığı asırlar olarak vücut bulmuştur.288 Dolayısıyla şerh kültürü, bu istikrar ve sürekliliğin muhafaza edilmesine yönelik bir telif tarzıdır.

Şerh türü teliflerin amaçları/gayeleri ve metodlarına baktığımız zaman, şerhlerin temel amacının metnin daha iyi anlaşılması için açıklanması faaliyeti olduğu görülür. Telifin amacı ayrıca kimler için yazıldığı genel olarak eserin giriş kısmındaki sebeb-i telif bölümlerinde zikredilir.289 Müellif, “ihvân için şerh ettim”, “Mevlevî zümresine dâhil olanlar daha iyi anlasın diye şerh ettim”, vs. diyerek muhatap kitleyi zikreder.290

“Şerh Tasnifi” hakkında yapılan bir çalışmada metoduna göre şerhler, “geleneksel şerhler” ve “yeni şerhler” olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Geleneksel şerhlerin özelliği, kaynak dil farklı ise önce kelime ve ibarelerin açıklanması, gerekiyorsa gramatik açıklamaların yapılması, tercümenin verilmesi, daha sonra şârihin metni açıklamasıdır.291 Mezkûr makalede geleneksel şerh de kendi içerisinde “mufassal şerhler ve muhtasar şerhler” şeklinde iki kısma ayrılmaktadır.292 “Yeni şerhlerin” geleneksel şerhlerden farkı, dillerinin geleneksel şerhler kadar teferruatlı olmayışı olarak tesbit edilmiştir.293 Ancak bu genel bir tasniftir. Meselâ Cezîre-i Mesnevî’nin ilk şarihi İlmî Dede ne lügat ne de gramer tahlillerine yer verirken, ikinci şarihi Abdülmecîd Sivâsî bir geleneksel şerh numunesi olarak önce lügat manalarını verir, sonra gramer tahlillerini yapar, daha sonra açıklamalara geçer.

Tasavvufî metinlerin şerhine gelindiği zaman bunun VII/XIII. asırda inkişâf ettiği görülür. Sonra bu tercüme ve şerh faaliyetleri Osmanlı devrinde asırlarca sürmüştür.294 Bu faaliyetlerin inkişâfında Sadreddîn Konevî’nin (v. 673/1274) özel

konumu dikkatlerden kaçmaz. Bu sebeple Hilmi Ziyâ Ülken onu Selçûkîler zamanının

288

Cündioğlu, Osmanlı Tefsir Mirası”; Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, s. 69. 289

Mahzenü’l-‘Ulûm’da bu husus şöyle zikredilir: “Her kitâbın evvelinde emr-i te’lîfteki garaz u gâyet ile menfaat ve berâat-i istihlâl ve ilmin nev’i ve sâhib-i te’lîfin ismi ve bahs olunan ilmin mertebesi ve suret-i ta’lîmi ile tarik-i tahsili zikr ü beyân olunmak müellifîn-i kirâm hazarâtının âdât-ı hasenesindendir.” Orpilyan-Muhammed Tâhir, Mahzenü’l-‘Ulûm, s. 59.

290

Kılıç, Atabey, “Geleneksel Şerh Ve Modern Metin İncelemelerine Eleştirel Bir Bakış: Metotlar, Çalışmalar, Beklentiler”, Turkish Studies, Volume: 4/6, 2009, s. 330. http://www.turkishstudies.net/ DergiTamDetay.aspx?ID=884; erişim tarihi: 02.09.2013.

291

Güleç, İsmail, “Dağılmış İncileri Toplamaya Yardım Etmek: Şerh Tasnifi Meselesine Küçük Bir Katkı”, Turkish Studies, Volume: 4/6, 2009, s. 222. http://www.turkishstudies.net/Makaleler/ 1719587202_g%c3%bcle%c3%a7ismail1683(D%c3%bczeltme).pdf; erişim tarihi: 02.09.2013. 292

Güleç, İsmail, “Dağılmış İncileri Toplamaya Yardım Etmek”, s. 224. 293

Güleç, “Dağılmış İncileri Toplamaya Yardım Etmek”, s. 224. Benzer bir tasnif için bkz. Erdoğan,

Mustafa, “Edebiyatımızda Şerh Geleneğine Genel Bir Bakış”,

http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/mustafa_erdogan_ serh_gelenegi.pdf; erişim tarihi: 02.09.2013.

294

“ilk büyük şarih”i olarak niteler. Ancak Konevî’yi, mühim telifleri olan bir müelliften ziyade İbnü’l-Arabî’nin şârihi olarak görmesi vâkıanın hilâfınadır.295 Konevî’nin önemli

bir özelliği, etrafındaki öğrenci halkasını teşvik ederek pek çok şerhin ortaya çıkmasına zemin hazırlamasıdır. Bu minvâlde, Ekberî Mektebin şerhleri genelde İbnü’l-Arabî, Konevî ve Mısır’lı sûfî İbnü’l-Fârız (v. 632/1233) üzerinde yoğunlaşmıştır. Konevî’nin öğrencilerinden Cendî (v. 691/1292) ve Kâşânî (v. 730/1329) Fusûs şârihi, Fergânî (v. 699/1300) ise İbnü’l-Fârız şârihidir. Yine Konevî öğrencilerinden Afîfüddin Tilimsânî ile Osmanlı’nın ilk başmüderrisi olan Dâvûd-ı Kayserî ise hem Fusûs hem de İbnü’l- Fârız üzerine yaptığı şerhlerle tanınırlar. Osmanlı’nın ilk resmî şeyhülislâmı olan Molla Fenârî ise Konevî’nin Miftâhu’l-Gayb adlı eserini Misbâhu’l-Üns adıyla şerhetmiştir.

XI/XVII. asra kadar genellikle İbnü’l-Arabî ve Konevî üzerine şerhler daha yaygın iken XI/XVII. asırdan itibaren Mesnevî şerhlerinin yaygınlaşmaya başladığı görülür.296 Ülken’in henüz yazma halinde olmalarına rağmen İlmî Dede ve Abdülmecîd

Sivâsî’nin şerhlerini XI/XVII. asırda yapılan şerhler bağlamında zikretmesi önemlidir.297

XI/XVII. asrın önde gelen sufilerinden olan İsmâil Hakkı Bursevî aynı zamanda Osmanlı şerhçiliği bağlamında zikredilmesi gerekli şahıslardan birisidir. Bursevî, pek çok tasavvufî esere şerh yazmıştır. Bunların arasında, Necmeddîn-i Kübrâ’nın Usûlü’l- Aşere’si, Attâr’ın Pendnâme’si, Mesnevî ve Yazıcızâde’nin Muhammediyye’si üzerine yazdığı şerhler zikredilebilir.298

Tasavvufî metinlerin şerhinde, şârih ile meşrûhun müşterek tecrübeye sahip olması hususu önemli bir unsurdur. Yani şârihin kendisi, müellifle aynı hakîkatlere ermiş birisi olmalıdır ki şerhi muteber/sahîh bir şerh olsun. Bundan dolayı tasavvufî metin şerhlerinde sebeb-i telif olarak, müellifin eserini şerh etmesi için şârihe telkinde bulunması veya şerhi onaylaması gibi hususlar sıkça karşılaşılan durumlardandır. Meselâ, Sîvâsî Efendi’nin Mesnevî’nin I. cildinden 1328 beyti şerh ettiği Şerh-i Mesnevî’si buna örnektir. Sîvâsî Efendi: “Bihamdillâh ve’l-minne Kitâb-ı Mesnevî’ye

295

Ülken, devam eden satırlarda asır asır Osmanlı şerhçiliğini anlatırken en fazla zikrettiği şerh edilen eserler arasında Konevî’nin Nusûs adlı eseri de dikkatlerden kaçmaz. Dolayısıyla neden Konevî’yi müelliften ziyâde şârih olarak nitelediği meçhul kalmaktadır. Ülken, İslam Düşüncesi, s. 159. Konevî’nin eserleri içerisinde sadece Fusûsu’l-Hikem üzerine yazdığı el-Fükûk adlı eseri şerh mahiyeti taşıyabilir. Diğer eserleri telif eserlerdir ve hatta Miftâhu’l-Gayb ve en-Nusûs adlı eserleri üzerine sonraki dönemlerde pek çok şerh yapılmıştır. Konevî’nin eserlerine dair detaylı bilgi için bkz. Demirli, Ekrem, Sadreddin Konevî’de Bilgi ve Varlık, İz yay., İstanbul, 2005, s. 24-27.

296

Ülken, İslam Düşüncesi, s. 159. 297

Bkz. Ülken, İslam Düşüncesi, s. 159. 298

şerhe havf edib murâd-ı Mevlânâ’yı bilmedin, şâyed hatâ edib mes’ûl oluna didikde, iki def‘a rûyâda zâhir olub ‘oğul gel kitâbımızı mukâbele idelim’, buyurduklarında ‘meger benim Türkî terceme imiş’ okuduğumda ‘iyü’ buyurdular” şeklinde kendi şerhinin, müellifinin onayını aldığını beyân eder.299 Niyâzî Mısrî (v. 1105/1694) de, Yûnus Emre’nin bir şiirini şerhederken müellifin murâdına münasip olup olmadığı yönündeki tereddüdü sebebiyle şerhi, sekiz ay müsvedde halinde bıraktığını, sonra bir gece rüyasında müellifin şerhi talebelerden esirgememesi şeklindeki talebi sebebiyle temize çekip okumaya hazır hale getirdiğini belirtmesi, yine bu bağlamda değerlendirilmelidir.300 Şerhlerde görülen bu unsuru, şerhteki “subjektif boyutun” giderilmesi olarak görmek mümkündür. Zira müellif, şârihi bizzat teşvik edince veya şerhini onaylayınca, şerhteki subjektiflik veya şerhte isâbet etmiş veya edememiş olma tartışmalarından berî olmaktadır. Zira şerh, müellif tarafından onaylanmıştır.

Şerhlerde bazen o derece geniş unsurlar olabilmektedir ki, müellifin onu düşünüp düşünmediği sorusu akla gelmektedir. Bunun örneği, Mesnevî’nin birinci beytinin ilk kelimesindeki [bişnev] ilk harfin “bâ” ile başlamasındaki vecihleri anlatırken, yirmi küsür maddeye yer veren Bursevî şerhinde görülür.301 Bu da müellifin

bunları murâd edip etmediğini hatıra getirmektedir. Bazen de şerh, temel metinden daha müphem yazılmış ve anlaşılması daha zor olabilmektedir. Bunun bir örneğini Vassâf, Bosnevî’nin Fusûs şerhi hakkında: “şerhi fehm etmek, metnini idrâk etmekten daha zordur” diyerek bunu ifade etmiştir.302

Şerh geleneğini bu şekilde özetledikten sonra Osmanlı’da en fazla şerh edilen tasavvufî metinlerden olan Mesnevî şerhlerinin temel özelliklerini ele alalım.